Dengir Mir 'Cumhuriyet'e Değil, Erdoğan'a Meydan Okudu-

Vtnsvr

New member
Fatma Sibel Yüksek




Dengir Mir Fırat kimliğindeki bir siyasetçinin Atatürk devrimlerini "travma" olarak nitelemesinden daha doğal ne var?

Şimdiye kadar savunduklarına ve yaptıkarına aykırı bir şey mi söylemiş de şaşırıyoruz?

Şaşırtıcı olan, Mir Dengir Mehmet Bey'in kafasından böyle fikirler geçmesi değil. Şaşırtıcı olan, Başsavcının ve kendisine karşı açık bir "cihat" ilan edilmiş olan Anayasa Mahkemesi'nin değirmenine su taşırcasına böyle bir dönemde, bir Amerikan gazetesine böyle bir demeç verilmesi..

Son zamanlarda nedense adı "AKP'nin 2 numaralı ismi"ne çıkmış olan Mir Dengir Fırat'tan böyle bir 'akılsızlık' beklenir mi?

Beklenmez.

Öyleyse, 'akıllıca' bir şey yapılmış demektir....

Dengir Mir Fırat ve onun "gelecekteki liderliğine" bel bağlamış olanlar, kendilerince akıllıca bir çıkış yapmışlardır. Çünkü artık herkes, Erdoğan'ın 'defterinin dürüldüğüne' inanmaktadır. Böyle ortamlarda, kendisinde 'liderlik potansiyeli' görenler, mesajlarla yüklü stratejik çıkışlar yaparlar. Henüz su yüzüne çıkmadığına bakılmasın, AKP içinde Erdoğan'ın "teslimiyetçi" yaklaşımından endişe duyanların sayısı azımsanmayacak miktardadır. Böyle badirelerin Erbakan gibi buram buram terleyerek atlatılamayacağını düşünenler mevcuttur. Sayın Başbakan'ın "Artık kimse bizden hukuka riayet etmemizi beklemesin" diye kükreyen Star gazetesi Genel yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu kadar siyasi dirayet gösteremeyişi ne kadar da üzücüdür!

İşte böyle umutsuzluğun kol gezdiği bir ortamda, Dengir Mir Mehmet Ağabeyimiz adeta bir Mesih gibi ortaya çıkmakta ve "Merak etmeyin ey ehl-i iman! Erdoğan yoksa ben varım!" demektedir. "Atatürk devrimleri travmadır" sözünü ABD'nin etkili gazetelerinden New York Times'a söylemesi ise Sam Amca'ya bir mesajdır. Dengir Abi demek istemektedir ki: "Tayyip Bey'in kişisel hataları yüzünden ortak BOP projemiz kesintiye uğradığı için üzgünüz. Lütfen bunu bir yol kazası sayınız. Erdoğan yoksa biz varız, bundan sonra yolumuza daha daha sorunsuz bir şekilde devam edebiliriz..."

Bunu ben bile anlıyorum da Washington mu anlamayacak...

Sonra Mir Fırat, bu beyanatı ile AKP içindeki "boyun eğmeyelimcilere" de mesaj vermektedir. Kendisinin, "Ama biz aslında laikiz, Atatürk'ü de pek sevip sayarız" diyerekten mırın kırın eden Erdoğan'dan "daha cesur" bir lider olabileceğini göstermeye çalışmaktadır. Bu saatten sonra, kavganın temel nedeni artık açıkça ortaya konulmalıdır. Evet AKP, Mustafa Kemal'in kurduğu rejime ve ülkenin bugünkü idari yapısına karşıdır. Federe olmayan bir yapının BOP projesine engel teşkil ettiği de aşikârdır. Öyleyse artık kartları daha açık ve daha cesur oynayacak bir 'lidere' ihtiyaç vardır.

O 'lider' de Dengir Mir Beyefendi'dir...

Hem kendisi Hukuk Fakültesi mezunu olup, eşi hanımefendi de ecnebidir. Etnik kimliği deseniz, artı üstüne artıdır. Biraz İngilizce de bilmektedir. Erdoğan kadar uzun boylu olup, yaşına göre de pek dinç ve yakışıklı bir beyefendidir. Özgüveni "küstahlığın' sınırlarını zorlayacak kadar yüksektir. Ezik büzüklügün zerresi olmayıp konuşurken alaycı bir üslup takınır ve kaşının biri aşağıda biri yukarıdadır. Pek de güzel giyinir. Sol eli daima sol pantolon cebinde, adeta Hatemoğlu'nın mankeni gibi gezinir..Etrafında kendisine hayran 8-10 adet yalaka gazeteci halkası deseiz her daim mevcuttur...Ha bir de..parası pulu vardır. Mersin Limanı'nda kendisinden habersiz kuş uçmaz. Lütfen bu güzel sicile bu bilgiyi de ekleyiniz..

Daha ne olsun?

Bu arada, 'alternatif lider' arayışının Dengir Mir ile sınırlı kaldığı saflığına kapılmayınız. Sayın Meclis Başkanı'nın son günlerdeki saçlarını tarayış şekline hiç dikkat ettiniz mi? O da bir 'görüntü' vermektedir kendince...Geçen gün,okul çocuklarını kabulünde ne dedi biliyor musunuz? "Lider" dedi, "öfkesine yenilmemeli, sakin ve sabırlı olmalı. Karşındakini dinlemeyi bilmeli..."

Adeta Erdoğanı tarif ETMEDİ yani!

Kendisini tarif etti...

Millet oyunu bu kadar büyük oynarken benim naif Başbakan'ım ne yapıyor? Milli takımın başarıları üzerinden siyaset yaparak, ham
milliyetçi duygulara hitap ederek, giderek zayıflayan kalesini güçlendirmeye çalışıyor..

Sayın Başbakan'ım siz son derece yalnız ve çaresiz bir adamsınız..Üzülüyorum...

Aslında Sayın Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engelleyemediğiniz günden beri başınıza gelecekleri biliyordunuz. Haydi artık bu bilgiyi de tarihin not defterine kaydedelim; zamanı geldi çünkü.... Bugün "darbeci-cuntacı" diye suçladığınız 'aşırı milliyetçi' kesimlere bile, geçen yıl mart ayı zarfında "Abdullah Bey'in cumhurbaşkanlığı için Manş denizinin ötesinden bana çok ağır baskı yapıyorlar. Direnme gücümü giderek kaybediyorum, bana destek olun" mesajı göndermiştiniz. İtiraf edelim, 'milliyetçiler' sizin kadrinizi bilmedi..Siz de biraz yanlış adamlarla mesaj gönderdiniz.

Neyse olan oldu artık...

Şimdi, "millet"in ipine sarılarak kurtulmaya çalışıyorsunuz. Millet'in 'sadakatından' fazla emin olmayın isterseniz.. Önemli olan güçtür. İktidardan düşenin dostu olmaz Sayın Başbakan'ım...

Rahmetli Menderes yaka paça Yassıada'ya tıkıldığında, O'nu yüzde 50 oyla iktidara getiren "Millet" tanklara alkış tutmakla meşguldü...
 

Madness

Banned
Büyük ATAM zamanında görmüş bunları. Atatürk'ün gençliğe hitabesinde böyle insanlardanda bahsetmiş ATAM...
 

Vtnsvr

New member
Mir Dengir Fırat Mı, Mir Densiz Fırat Mı ?.. - Yılmaz ERGÜL




Yabancı birisini gördüklerinde ya da yabancı bir ülkeye gittiklerinde içlerinde nasıl kabul edilmez bir kin varsa kusmuk- kusmuk ortaya döküyorlar.

"Demokrasinin D"sinden bi'haber olanlar ne hikmetse ülkeye demokrasi dersi vermeye kalkıyor.
Hem öylesine kalkıyorlar ki; döndüm- döndüm oynadıkları her dönemde farklı ve hiçbir geçerliliği olmayan dış egemen istemlilerin yönergeleri ile saçmalıktan öteye geçmeyen tanımlarla kendilerini küçülttükçe küçültüyorlar. Dalları, eğitimleri, varsıllıkları, kökenleri, kariyerleri ne olursa olsun, bilgeliğin bileşkesinde eridikçe eriyorlar. Gafletin ve dalaletin en anlamsız kervanlarının sürücüsü olmayı hedeflemiş oldukları her geçen gün daha belirginleşirken; teba olmaktan kurtulup yurttaşlık bilincinde birer birey olmayı bir türlü içlerine sindiremiyorlar.

Yıkılmış, yok olmuşluğun üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Deha'nın canı- kanı pahasına örgütlediği ve son Türk Devleti'nin kurulması için yokluk ve sefaletten, daha önemlisi esaretten özgürlüğe ulaşmanın ne olduğunu bir türlü idrak edememenin ezikliği içerisinde 1920 öncesinin özlemi ile yanıp tutuşuyorlar. Sonrada efendiler, "Demokrasi" diyerek bu yüce ulusu kandıracaklarını sanıyorlar.

1920 yılındaki bir gecede olan değişikliklerden dem vurup, devrimlerin yapılmasını eleştirdiğini sanan, üstelik bunun bir yabancı emperyalist basın kuruluşuna verdiği demeçle bir iş yaptığını düşünen ve dokunulmazlık zırhını da üzerinden atmaktan yana tavır koyamayan bu kişi;1920'li yıllardaki eleştirmeye cüret ettiği devrimlerden önce,bir İmparatorluğun ve bir ulusun ölüm fermanı olan "Sevr" i eleştirmeyi neden hiç düşünmez ?..



22 Nisan 1920 tarihinde padişah, bir tür; "her türlü ölüme ve her türlü tutsaklığa varız"dercesine Sevr Antlaşması'nı imzalamak için bir dönemin Sadrazamı olan Ahmet Tevfik Paşa'yı Paris'e gönderdiğinde, Sadrazam bu ölüm fermanının imzalanamaz olduğunu belirtip, gerisin geriye gelmiştir. Paşa, "Barış koşulları bağımsız bir devlet kavramı ile bağdaşamaz." diyerek imzalamayı reddetmiş ve "bağımsızlığın olmadığı yerde demokrasinin de olmayacağını" ilk algılayanlardan birisi olmuştur. Bu tarihten sekiz gün sonra olacakları ırak görüşü ile saptayan Yüce Deha; 30 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulduğunu tüm devletlerin dışişleri bakanlıklarına duyuruyordu.

Bugün Mustafa Kemal'e dil uzatanlar ya da O'nu eleştirenler bulundukları konumlarını işte o gün kurulan ve bugün süren bu çatıya borçludurlar. Hinlik yapıp, bilmezlikten gelmeleri, özgürlük- bağımsızlık olmadan demokrasinin olamayacağının bilgeliğinden yoksun olmalarındandır. TBMM'nin kuruluşunun "Sevr"in imzalanması ile aynı günlere rastlatılmasında, Deha'nın dünyaya ve emperyalist Avrupa'ya önemli bir başka mesajı vardır: "Attırdığınız her imza, kabul ettirdiğinizi sandığınız her madde, Türk Milleti ve yeni meclis tarafından hiçbir koşulda ve kesinlikle kabul edilmeyecektir!.."

Bugün bunu aynı kararlılıkla söyleyecek bir iktidar milletvekili var mıdır ?..
Korkak ve emperyalistlerin karşısında direnmek yerine "salla başını al maaşını" kafalılar, bu kez, Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında tam bir " Evet Efemci" heyeti Paris'e gönderiyor ve 10 Ağustos 1920'de "Sevr Ölüm Fermanı" imzalanıyordu. Ölüm fermenının karar vericileri daha fazla beklemeksizin yurt topraklarında işgallerini gerçekleştiriyor ve düşman çizmeleri bağımsızlık yurdunda hoyratça dolaşıyordu.

TBMM'si hükümeti bu antlaşmayı kesinlikle tanımadı.
Meclis,"Misak-ı Milli" ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına izin vermeyeceğini tüm dünyaya duyurdu.
Devrimleri, devrimciler yapar...

Onlar yurt sevdalılarıdır ve özgürlük- bağımsızlık- demokrasi nedir bilirler, çünkü yaşamaktadırlar.
Gelişmelerin, ilim- bilim- sanat- hukuk- laiklik içerisinde ve kendi özümlediklerinden ödün vermeksizin evrimleşmesini sürekli kılarlar. Çünkü birey ve bireylerden oluşan yurttaşlık bilincini iyice özümsemişlerdir. Bu nedenledir ki; teba olup sözde bir şeyhin müriti konumunda olmayı asla kabul etmezler,bu konuma özenenlere ise; yobaz- gerici olarak bakarlar ve hiç yanılmazlar... Mir Dengir doğduğunda yıl 1945 tir ve bugün özendikleri ya da " Demokrasi abides !!.. gibi gördükleri AB-D, o yıllarda soykırım içerisinde insanları acımasızca katleden barbarların daniskası liginde ve bu ligin zirvesindedirler.

Hitler denen zalim faşist, elli milyon Yahudi'nin canına kıymayı sürdürürken henüz yeni teslim olmuş, aynı yılın içerisinde( 6 Ağustos 1945) te bir başka zalim önce Hiroshima'ya,üç gün sonrada (9 Ağustos 1945) Nagasaki'ye atom bombası atarak, Tokyo soykırımını gerçekleştirmiştir.. Kökleri ve kökenleri önce biribirlerini kırmak, sonra da yakın çevreyi kırıp- geçirmek olan ve elli-altmış yıllık dinlenceden sonra aynısını yineleyeceklerinden asla şüphe duyulmayan bu soykırım demokratlarının hangi uzun geçmişlerine kanarak ilham alıp hangi demokrasi anlayışlarından esinlenip uygulayacağız ?..

Sömürgeci imparatorluklarından mı ?..
Filistinde ki zalimliklerinden mi ?..
Irakta' ki son "Demokrasi uygulamalarından mı ? "
Yoksa, din tarikat guruplarına, bölücü eylemin elebaşlarına önerilen "Demokrasi ! " anlayışından mı ?..
Hangisinden ?..

Böyle rezil ve saçma bir soru Yüce Deha'nın kurduğu cumhuriyete sorulamaz...
Sorulabilir tek bir yanı vardır oda kendisini elan teba olarak gören ya da görmek isteyenlerin kendi densizliklerinin doğuştan mı yoksa sonradan mı olduğudur ?.. Belki o zaman, "Sorosistler, Neronistler, din tacirleri, Atatürk düşmanları" hidayete ererler ve bulundukları cenneti cehenneme çevirmekten vazgeçerler.

Sonsöz : Kemalist devrimleri eleştirmek gibi bir hakkı kendisinde görenlerin, Kemalist devrimlerin nimetlerinden yararlanmamış olmaları gerekir. Aksi durumda ya "Mir Dengir Fırat" olarak tanınırsınız ya da "Bir Densiz Fırat" olarak karar sizindir.
 

srkngncy

New member
Büyük ATAM zamanında görmüş bunları. Atatürk'ün gençliğe hitabesinde böyle insanlardanda bahsetmiş ATAM...
evet ATAM ız seneler önce bunları gördü ve bizleri uyarmıstı gençliğe hitabeyle.. ama bu ülkede ATAM ızı tanımayan onu düşman olarak gören okadar ciğeri beşpara etmez varki ve bu ciğeri beş para etmez insanlar nedense erbakan ve tayyip zamanında ortaya cikiyorlar.. erbakan ve tayyip siyasette yokken ülke demokratik oluyor hiç bir sorun olmuyor giklari çıkmıyor kimsenin.. ama erbakan ve tayyip geldi yok efendim şöle böle diye vatana millete isyan etti bazi kesimler.. bunu anlamakta güçlük çekiyorum...

tayyip ve erbakan yokken niye gikiniz çıkmıyordu niye isteklerinizi söylemiyordunuzda şimdi ne değiştide bu gibi soysuzlar siyasete girince sesiniz çıkmaya başladı ülkede eksik bişiler var der oldunuz...
 

64general1

New member
Oktay EKŞİ
Dedene ayıp


DENGİR Mir Mehmet Fırat Bey bizi yine, adını yazmaya zorladı. Oysa daha önce bu sütunda "Dengir" mi başa gelecek, "Mir" mi, yoksa ismi "Mehmet"le mi başlayacak bir türlü tayin edemediğimiz için zorlandığımızı yazmıştık.

Ama çare yok.

Üstelik bu defa sadece kendi adından değil, "dedesinden" de söz etmek zorundayız:

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) önde gelen Genel Başkan Yardımcısı D.M.M. Fırat biliyorsunuz hayli sivri dilli bir politikacı. Hatta sivri dili bazen "argolu" oluyor. Polemiği siyasi muhataplarının cinsel tercihlerine kadar indirebiliyor.

Ama bu defa biraz derinden kesti. Karşısında New York Times muhabirini bulunca tuttu, zihninin gerisindeki düşünceleri de ortaya döktü. Böylece anladık ki Sayın D.M.M. Fırat, Büyük Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler nedeniyle "Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri emredildi. Dinsel yolları dağıtıldı" görüşündeymiş.

Tepkiler üzerine Sayın D.M.M. Fırat "toplumu travmatize eden" devrimlerden örnekler verdi. Ona göre "1923 devrimi (yani Cumhuriyetin ilanı) temel olarak yaşam biçimini değiştirdiği" için toplum "travmatize" olmuşmuş. Kısaca, toplum üzerinde "ruhi açıdan önemli ve etkili yaralanma belirtisi bırakan" nitelikte "darbe" söz konusuymuş.

Demek ki Sayın D.M.M. Fırat yaşanan o dönemin toplum yönünden "kalıcı olumsuzluklar" içerdiğini düşünüyor.

Hani AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 24 Ocak 2008 günü, lisans üstü eğitim almak için yurtdışına gidecek öğrencilere "Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef ahlaksızlıklarını aldık" diyerek yaptığı değerlendirme vardı ya... O da değişik açıdan aynı şeyi söylüyor:

Cumhuriyetin ilanını "travma" örneği olarak veriyor. "Dine dayalı yapı değiştirildi. Hilafet, şer’i mahkemeler kalktı. Tekke ve zaviyelere ilişkin (yasaklayıcı) kanun çıktı. Medrese eğitimi kaldırılıp, Milli Eğitim tek elde toplandı (...) Bunlar iyi oldu veya olmadı demiyorum. (...) Bir tespit yapıyorum" diyor.

Hayır! Tespit yapmakla kalmıyor. Karşıtlığını ilan ediyor. Çünkü eğer sırf tespit yapsaydı en azından "Toplumun bir kesimi bu devrimlere karşı idi. Devrimler onlar yönünden elbet bir travmadır" diyebilir, devrimleri yürekten destekleyen milyonların da varlığını teslim ederdi.

Üstelik böyle bir ayırım yapsaydı, söz konusu devrimleri gerçekleştiren TBMM’nin ilk üç döneminde, önce Malatya sonra Kars milletvekili olan ve devrim yasalarına "evet" oyu verdiğinden emin olduğumuz dedesi Hacı Bedir Ağa’nın hatırasına da saygılı davranmış olurdu.

Biz Atatürk devrimlerine saldırı modasını bir de 14 Mayıs 1950’den hemen sonra yaşadık. Onun yolunu "Millete mal olmamış devrimler vardır" diyerek Adnan Menderes açmıştı. İsmet İnönü bu bakışın ne büyük sorunlar yaratacağını anlatıncaya kadar ülkede büyük çalkantı yaşanmıştı. Çünkü, D.M.M. Fırat’ın ifadesiyle "travmatize" olanlardan örneğin Ticaniler, "putları yıkma" gerekçesiyle Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki Atatürk’ün heykellerine saldırmışlardı.

Bekleyelim bakalım bunun ardından ne çıkacak.
 

HTML

Üst