Demokrasi Ergenekon'a kaldıysa At Recep... Din kardeşi değiliz!!!

Vtnsvr

New member
Ali TARTANOĞLU



Tarih 12 Haziran 2007…
Polis, İstanbul'un Ümraniye semtinde bir gecekondunun çatısında
birden bire 25, 30 kadar çeşitli marka ve tipte el bombası buluveriyor.
Akşamın saat altı buçuğu. Sekiz buçukta tutanak tutuluyor.

Ertesi gün, yani 13 Haziran günü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü derhal 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak, ele geçirilen bombaların önce kriminal incelemesine, incelemeden sonra da imhasına karar verilmesini talep ediyor.

Sözü edilen Mahkeme de ele geçirilen "ateşli silahlara ve bombalara el konulmasına, kriminal yönden incelenmesine, bu incelemeyle ilgili rapor tanzim edildikten sonra Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 137'inci maddesi uyarınca El Bombalarının İMHA EDİLMESİNE" aynı gün karar veriyor.

En başta… Onlarca insanın darbecilikle suçlanmasının CMK'nın 137'inci maddesi aynen şöyle:

"135'inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet Savcısı veya görevlendireceği adli kolluk görevlisi telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhal yerine getirilir; yerine getirilmemesi halinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.

"(…) tutulan kayıtlar … çözülerek metin haline getirilir; yabancı dildeki kayıtlar … Türkçe'ye çevrilir.

"(…) şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi veya … hakim onayının alınamaması halinde, 135'inci maddeye göre verilen kararın uygulanmasına Cumhuriyet Savcısı tarafından derhal son verilir; yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet Savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir.

"(…)"

Görüldüğü üzere bu maddenin aramalar sırasında ele geçirilen silahların, patlayıcıların imhasıyla hiçbir ilgisi yok. Tamamen telefon vb. dinlemelerinin sonucu ortaya çıkarılan kayıt ve tespitlerin nasıl değerlendirilip yok edileceğiyle ilgili.

Denilebilir ki, insani hatadır. Olur böyle şeyler…

Hayır. Olmaz!!!... Hukuk insan hatası kaldırmaz. Çünkü en küçük bir hata bir insanın yaşamına, yıllarına mal olabilir.

Kısaca, mahkemenin imha kararının yasal dayanağı yok!..

Çünkü Suç Araçları Yönetmeliğinin 10'uncu maddesi, aramalar sırasında ele geçirilen ateşli silah ve bombaların Adliye Emanetinde muhafazasının zor veya sakıncalı olduğu durumlarda Jandarmaya, o da olmazsa Kara Kuvvetleri'ne teslim edilmesini ön görüyor.

Yani Ümraniye'de ele geçirilen bombaların böylesine alelacele imha edilmesinin hukuki dayanağı yok.
Mantıki dayanağı da yok. Koskoca İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 27 tane el bombasını güvenli bir şekilde muhafaza edecek bir yeri nasıl olmaz!.. Hiçbir yer bulunamamışsa bostancıbaşı kılıklı palabıyık Cerrahzade Celaleddin efendinin, olmazsa İstanbul valisi Boyunsuz Muammer Paşa'nın, en iyisi Şehremini Topbaş Kadir'in makam odasında saklanabilirdi… Hatta Ankara'ya Sadrazam Paşa'nın konağına bile gönderilebilirdi.

Ne de olsa demokratik bombalar bunlar. Boru mu!!!.. Memleket hop oturup hop kalkıyor onlar yüzünden!..

Nitekim dönüp dolaştılar, Ergenekon bombalarına dönüştüler.

Maddeleyerek devam edelim:

2 – Soruşturmanın öteki temel dayanaklarından olan meşhuuuur günlükler. Ne hikmetse bu günlüklerde darbe tatavasından başka hiçbir şey yok. Halbuki günlüklerin sahibi Kaptanıderya paşa neredeyse elli yıldır günlük tuttuğunu söylüyor. Gazeteci olacağım, elime böyle mühim bir şahsiyetin elli yıllık günlükleri geçecek, ben sadece üç beş sayfasını yayınlayacağım…

Ama daha önemlisi, soruşturmanın temel direği günlüklerin sahibi kaptan paşa savcılığa bir çay içmeye bile çağrılmıyor. Tersine sadrazam paşa, kaptan paşanın 75 milyar akçesini bile kurtarıveriyor çakallardan… Oğullarına iş sağlıyor… Oğlanlardan karagöz oynatıcısı olanı, "yav bu İngilizlere, Avusturyalılara da yazık olmuş yav" diye Çanakkale savaşı ile ilgili bir Karagöz oyunu çekiyor. Uğur Mumcu'nun "Papa Mafya Ağca"sından bir belgesel çıkarmaya kalkınca paşa babası tarafından kulağı çekiliyor.

3 – Dönemin Erkanı Harp Umum Reisi paşa hazretleri de zeytinyağı gibi suyun yüzünde. Hele o, savcılığı bırakın Saray'a davet ediliyor akil adam olarak. Acaba sarayın şimdiki padişahına "baş müddeiumumi" mi desek!..

4 – Eğer darbe planlamak suçsa, birçok muharrir refikimizin ifade ettiği üzere değil planlamak, darbeyi bizatihi yapmış başka zerzevat kırk muhafızın arasında yaşamaya devam ediyor.

Darbeler hukuken ilginç ve sevimli(!) suçlardır. Teşebbüs halinde kalırsa suçtur da başarıya ulaşırsa suç olmaktan çıkar, hukuki meşruiyet kazanır. İzmir'de mukim zerzevata bakınca, darbeyi düşünmekten şimdi tutuklu bulunan paşaların tek suçunun darbeyi gerçekleştirememek olduğu geliyor insanın aklına… Kandıra'daki paşalar iddia edilenleri gerçekleştirselerdi görürdük şimdiki demokrasi kahramanlarının hangi makamdan teganni edeceklerini.

5 – Darbenin düşünülüp üç beş kişi arasında konuşulması bile suç ise, niye düşünülüp konuşulduğu zaman bulunmamış Ümraniye bombaları sorusu dürtüklüyor kafamızı. Siz hükümet olarak darbe planlarını bileceksiniz. Elinizde veriler olacak, ama bu adamları değil tutuklamak, emekli bile etmeyeceksiniz. Yuh!..

6 – Ve nihayet, bi' dolu gazeteciyi, profesörü, siyasetçiyi yukarıdaki maddelerle alakalı oldukları kuşkusuyla içeri alacaksınız. Üç gün sonra bırakacaksınız ama, tutuksuz yargılamak üzere…

Sadrazam paşanız da çıkacak elin makarnacısının "temiz eller" operasyonu ile sözüm ona muhalefete ders vermeye kalkacak!.. İki kere yuh!..

Makarnacının temiz eller ameliyatı tamamen "siyasetçilerin" ellerini dezenfekte etmek içindi. Yani siyasetçi suiistimallerine karşıydı. Parlamentonun kalbine girmiş, İtalyan siyasetini, siyasetçisini hallaç pamuğu gibi atmış, ama Cerrahzade Nilgün hanımefendi refikimizin de ifade ettiği üzere, işin gladyo (yani Türkçesiyle Ergenekon) kısmına dokunamamıştı; İtalyan Ergenekonunun başefendisi Andreotti nam makarnacı halen İtalyan meclisi mebusanında kasıla kasıla oturmaya, karagöz perdesinden karagöz perdesine gezip "akil adam"lık taslamaya deva ediyordu.

Makarnacı dostlarımızın temiz eller ameliyesi tamamen savcıların işiydi; siyasetçilerse değil öyle bizim sadrazam paşa gibi ne zaman kimlerin tutuklanacağını matbuata açıklamak, resmen sanık sandalyesinde idiler.

Hakkında beş deve yükü fezleke bulunan muhterem Sadrazam paşa hazretleri… Var mısın böyle bir temiz eller ameliyesine?!.. Buyur!...

İtalya'nın temiz elleri yolsuzluklara, hırsızlıklara karşı başlatılmıştı. Siyasetçilerin hırsızlıklarına ve yolsuzluklarına karşı…

Bir kere Balbay siyasetçi değil.

İkincisi. Darbecilikten mi yargılanacak, yolsuzluktan mı? Darbecilikten yargılanacaksa İtalyan temiz ellerine atıfta bulunmanın ne manası var? Yolsuzluktan mı yargılanacak!?!..

Balbay'ın elindeki bütün güç, Cumhuriyet Ankara Temsilciğinden, bütün servet de Cumhuriyet'in verebildiği maaştan ibaret.

Yolsuzluk ise büyük yetkiler ve paralar söz konusu ise yapılır.

Örneği değiştirelim. Ertuğrul Özkök Türkiye'nin en zengin gazetecisi… En azından en zenginlerinden biri. Peki darbe yapabilir mi?

Sadrazam paşa bilmez mi bunları…

Hele Balbay'ın bu işlerle hiç alakasının olamayacağını…

E niye attırdı içeri adamı?

7 – Kapatma davasına gelince…

Bu iki dava teknik açıdan elbette alakasız. Ama ülkenin mevcut siyasi iktidarının kapatılması söz konusu olunca, daha doğrusu kapatma davasına karşı bu iktidarın ve yerli yabancı yandaşlarının tutumu, canhıraş tepkileri söz konusu olunca, terazinin bir kefesine biri, diğerine öteki ister istemez gelip oturdu.

Çünkü… İktidar ve onun "sahibinin sesi" gramofonları, uşakları, tetikçileri koro halinde davayı açan başsavcıya ve davaya rüyet edecek mahkemeye bütün güçleriyle saldırmaya başladılar.

Gerekçe?

Gerekçeleri demokrasi.

Parti kapatmak demokratik bir günahtır. Hele yüzde 47 oy almış… Hele hele bir iktidar partisi nasıl kapatılır….

Dikkat edilirse bu tezde hukukun h-si yok. Dolayısıyla "hukuksuz demokrasi olur mu" da yok.

"- Hukuku kim yaratıyor?

"- Parlamento…

"- Parlamentoyu kim seçiyor?

"- Halk…

"- O anayasayı bu halkın yüzde 92'si referandumda onaylamadı mı?

"- ?!?!?!...

"- O yüzde 92'nin içinde AKAPE'lilerin de yüzde 92'si yok muydu teorik olarak?

"- ?!?!?!...

"- Yargıç ne yapıyor, savcı ne yapıyor teorik olarak?

"- Halkın seçtiği parlamentonun yaptığı hukuku, halkın onayladığı anayasayı uyguluyor.

"- Anti demokratlık neresinde bunun?

"- ?!?!?...

"- Kanun karşısında herkesin eşit olması da bir demokratik hukuk kuralı değil mi?

"- ?1?1?!...

"- Böyle bir kural karşısında yüzde 47 oy da alsa, iktidar da olsa bir partiye ayrıcalık tanımak mıdır demokrasi?...

"- !?!?!?...

"- Görülmekte olan bir dava hakkında adil yargılamayı, bu yargılamayı yapacak savcıları "niye bu davayı açtın", mahkemeleri "hadi savcı davayı açtı. Sen sakın yüzde kırk yedi oy almış bir iktidar partisini kapatmaya kalkma" diyerek dövme amacına yönelik olduğu ayan beyan olan, saklamaya gerek bile duyulmayan densizlikler suç değil de demokrasi midir?..

"- .?!?!?!...

Demokrasi hukuktan üstünmüş!!!... Bir partinin kapatılması milli iradenin fesada uğratılması, ihlali imiş.

Gelelim teknik olarak kapatma davasıyla alakası olmayan Ergenekon soruşturmasına.

Bu makulenin her iki dava karşısında söylemek istedikleri şu güya: Biz demokrasiyi savunuyoruz. Bu savunmanın içinde halkın seçtiği bir partinin kapatılmaması gerektiği, siyaset yapmasının önlenmemesi gerektiği de var. Bu önleme ister hukuk yoluyla olsun, ister darbe yoluyla olsun biz buna demokrasi anlayışımız gereği karşı çıkarız. Biz AKAPE'nin siyaset sahnesinde bulunmasını önleyecek kapatma davasına niye karşı çıkıyorsak, Ergenekon soruşturmasını da onun için destekliyoruz.

İyi ama, ikisi de hukuk, ikisi de yargı!...

Olsun.

Yani?

Yani AKAPE'ye (dolayısıyla güya demokrasiye) destek olan hukuk, hukuktur; köstek olan hukuk hukuk değildir.

Ayrıca, diyorlar ki; kanun önünde herkes eşittir. Koskoca ordu komutanı, kuvvet komutanı orgeneral tutuklanır mı demek ne demek!!!...

İlk bakışta pek makul görünüyor. Hatta pek hamasi, pek merdane, pek yiğitçe…

"- İyi de… Siz de yüzde 47 oy almış bir iktidar partisi kapatılır mı diyorsunuz ama, o pek sever göründüğünüz Kürtçülerin partisinin kapatılmasına tıs bile demediniz. Hani nerede kanun karşısında eşitlik, hele demokrasi?...

"- !?!?!?...

İkincisi… Kapatma davasında nasıl birileri haksızlık, hukuksuzluk yapıldığına inanıyorsa, Ergenekon soruşturmasında da başka birileri aynı kanıda.

Olur… Doğaldır…

Ama aynı şirretler, kapatma davasında hukuka paçavra kadar bile değer vermeyen edepsiz misyonerler, Ergenekon soruşturmasına gelince pattadak hukuksever kesiliveriyorlar… Üç kere yuhhh!!!...

Oysa arada önemli farklar var.

Ergenekon davasında kimin neyle suçlandığının bilinmemesi, sözüm ona bilinenlerin beş benzemezliği, kel alakalığı, göz altına almaların, tutuklamaların (hatta almamaların tutuklamamaların…), şüphelilerin konulduğu hapishanelerin densizliği, tutarsızlığı, en önemli delillerin imhası, bir başka en önemli delil olan "günlük"lerde adı geçenlerden iktidara, başbakana yakın olanların, yahut iktidarın, başbakanın yakın gösterdiklerinin kahve içmek için bile savcılığa çağrılmazken, iktidara ve başbakana yakın olmayanların göz altına alınıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, hatta düpedüz tutuklanması bir yana, hatta söz konusu şirretlerin birden hukuksever kesilmesi bir yana iddianamenin, iddianamedeki sözüm ona delillerin malum bir kısım matbuatta neredeyse tefrika halinde yayınlanması söz konusu.

Kapatma davası ile ilgili yayınlar da yapıldı. Doğru…

Ama kapatma davasında hiç değilse iddianame ilgili mahkemeye resmen sunuldu, dava da açıldı. Yani artık soruşturmanın gizliliği söz konusu değil. İddianame mahkemeye tevdi edilmeden önce de kimse hiçbir şey bilmiyordu. Tek kelime söz de edilmedi.

Tartışma, iddianamenin sunulup, davanın başlamasından sonra başladı. Üstelik davalının, yani AKAPE'nin ve şürekasının küstah saldırı-savunmalarıyla başladı. Yoksa açılmış dava için bile "görülmekte olan bir dava…" ilkesi geçerli.

Ergenekon soruşturmasında ise daha ortada mahkemeye sunulmuş bir iddianame, açılmış bir dava bile söz konusu değil.

Efendim bütün bunlar teferruatmış, önemli olan esasmış. Yani demokrasi imiş, demokrasiye karşı yapılacak olan darbe imiş.

E öyleyse söz bitmiş demektir.

"Kapatma davasında savcıyı da döveriz, mahkemeyi de. Ergenekon davasında ise savcıya taparız. Hukuk AKAPE'yi koruyorsa saygıdeğerdir, korumuyorsa vur kıçına tekmeyi… Çünkü AKAPE eşittir demokrasi…" diyorsanız söz de biter, demokrasi de biter.

Özetleyelim.

Ergenekon davasında eleştirilen, yöntem, usul… Tutarsızlıklar…

Hadiseyi başlatan deliller yani el bombaları yok edilmiş. Bu noktaya kadar gelinmesine yol açan en önemli delil olan amiral günlükleri üzerinde kapkara kuşku bulutları var. Günlüklerin sahibine tek soru soran yok yargı cenahından. Dönemin, güya darbeyi önlediği havası basılan Genelkurmay başkanına da tık yok. Oysa bu iki kişi bu davanın anahtarları…

Peki siz iddialarınızı neyle kanıtlayacaksınız? Asıl delilleri yok edip asıl görgü tanıklarını yok saydığınıza göre?...

E galiba bunun için geriye önüne gelenin telefonlarının, internet yazışmalarının takibi kalıyor kala kala….Zaten iddianameyi de böyle 2 bin 500 sayfa şişiren bu dinleme kayıtları…

Yani ortada "darbe girişimi" gibi çok önemli bir suçlama, bir iddia var. Ama en önemli deliler yok edilmiş, en önemli tanıklardan tek satır laf alınmamış, ortada kime ait olduğu ve çarpıtılıp çarpıtılmadığı, sonradan eklemeler çıkarmalarla değiştirilip değiştirilmediği bilinmeyen ve günlük adı verilen bir takım karalamalardan ve telefon, internet kayıtlarından başka hiçbir şey yok!..

O aptal dinleme deşifreleri yüzünden iddianamenin yazılması ve dolayısıyla kimi zanlıların tutukluluk süreleri aklın, vicdanın, hukukun kabul etmeyeceği kadar uzamış. Hasta oldukları biline biline, delilleri karartır saçmalığıyla tahliye edilmedikleri için insanların ölümüne yol açılmış.

Yoksa kimsenin "filan hakkında nasıl soruşturma açarsınız, filanı nasıl göz altına alırsınız, falanı nasıl tutuklarsınız" dediği yok ki, sizin "yüzde kırk yedi oy almış bir iktidar partisi hakkında nasıl kapatma davası açarsınız" dediği gibi…

Sadece şu işi doğru dürüst, adam gibi, ağzınıza yüzünüze bulaştırmadan, usulüne göre, yapmıyorsunuz. Siz o günlük denilen karalamalarla, telefonlardan duyduklarınızla mı insanları darbeye teşebbüs suçundan mahkum edeceksiniz?!!..

Her gün biraz daha komik oluyorsunuz. Ahmet Hakan bile "Yasemin Bacıma bakacak olursanız, Usame bin Ladin de Mustafa Balbay'ın evinde saklanıyor" diye dalga geçiyor. Pakize Suda bile hatta…

İşadamları, birbirlerine soruşturma, gözaltı şakası yapıyor.

Başbakan biliyor, zamanın dışişleri bakanı bugünkü cumhurbaşkanı biliyor; "günlük"te adı geçen diğer komutanlar, hele hele baş komutan biliyor. Ama hiçbirisi kolunu kıpırdatıp, ağzını açıp gereğini yapmamış. Yıl 2003, 2004. Aradan üç sene, dört sene geçmiş, gelmişiz 2007 Haziran'ına. Birden bire bir yerlerde birtakım bombalar bulunuvermiş. Birtakım "günlük"ler çıkıvermiş ortaya, 2003'e, 2004'e dair. Bombalar günlüklere, günlükler darbeye bağlanmış, adı Ergenekon konmuş, tutuklamalar başlamış.

2008 Mart'ının ortasına kadar yine de fazla bir şey yok.

Ne zaman ki iktidar patisi aleyhine kapatma davası açılmış; hemen ertesi hafta tutuklamalar yeniden hız kazanmış. İlhan Selçuk'tan başlayarak…

N'oluyor? Nerelerdeydiniz 2007 Haziran'ına kadar?

Öyle ya… Ya bütün bunlar uydurma… Ve sadece AKAPE'yi kapatılmaktan kurtarmanın çok kötü, çok kaba bir senaryosu. Ya da Sarıkız'ı, Ayışığı'nı bilip de seslerini çıkarmayanların tamamı bugün tutuklu tutuksuz Ergenekon kapsamına sokulanların suç ortağı!...

Hele bir de Ergenekon memlekete demokrasi getirecek diyorlar ya…

Hukuka bu kadar, yani kaldıramayacağı kadar yük bindirirseniz, çatlar. Bir tek davayla demokrat mı olunurmuş!... Kolay mıymış o kadar!..

Demokrasinin sosyal, siyasi, iktisadi, kültürel bir alt yapısının olması gerekmiyor mu?!..

Avrupa Birliğine gireceğiz, Avrupalı olacağız; bir davada 80 kişiyi mahkum edeceğiz, demokrat olacağız öyle mi?!..

Buradan AKAPE'ye kurtuluş çıkmaz. Temiz eller memiz eller hiç çıkmaz.

Normal şartlarda endişeye mahal olmamalı. Su aka aka yolunu bulur. Amerika, örneğin bir Demirel Türkiye'sinin de Amerika'ya bundan daha az bağlı olmadığını, ama Türkiye'nin Demirel, Özel, Ecevit, Çiller Türkiye'sinden daha fazla ılımlı İslam da olamayacağını, artık anlamıştır. Hele İran'a karşı Türkiye'ye ihtiyacı da varsa…

Acıtıcı olan, AKAPE'nin ve RTE'nin demokrasi sayılması. Darbeye karşıyız… Niye… RTE demokrattır, İslam demokrattır diye…

Vay benim köse sakalım… Vay benim Türkiye'm… Vay benim demokrasim… Demek böyle körlerle böyle topallara kaldınız ha!..


Not: Kaynak Heddam
 

Vtnsvr

New member
Aslında Ergenekon saçmalığını tiye alan bir başka güzel tesbitleri vurgulayan bir yazı.
 

64general1

New member
Abdülhamit Ve Onun Korkusu !..



II. Abdülhamit, Murat ve M. Reşat kardeştir.
Murat en büyükleriydi. Saltanat onun hakkı idi.

Sürekli cinnet hali sarayın en önemli politik meşguliyetiydi.
Murat’ın Saltanatı yönetemeyecek kadar ruh hastası olması Abdülhamit’in Murat’ın yerine geçmesine sebep olmuştu.
Olmuştu olmasına da, bu durum Sarayda Murat’ı kullananlarca bir cinnete dönüştürülmüştü. Murat ölünceye dek Abdülhamit Murat korkusu ile yaşadı.

Abdülhamit’in tek korkusu tabi ki bu değildi. Saltanatı yenilikçilerden koruyamama endişesi korkuya dönüşmüştü.
Aslında İttihat ve Terakki’nin fikri temelleri İkinci Abdülhamit’in iktidar olduğu yıllara kadar gidiyordu. 33 yıllık saltanatının son yıllarında bu korku iyice büyüdü. Sonunda saltanatını da elinden aldı. Bu iki temel korku Abdülhamit’i bitirdi.

Hiç kimseye güvenemez oldu. Ajanlar kullanarak kendini güvenliğe atmak istedi. Ajanlar düzeni Abdülhamit’i bitirdi. Halk ne yapıyordu derseniz, cehalet istibdadı besliyordu. Tıpkı bugün medyanın halkı yalanla beslediği gibi. Tarihtekine benzer şekilde günümüzde Abdülhamit figürleri bulabiliriz. Tayibin de iki korkusu var. Birincisi, Danıştay Cinayeti, ikincisi Kemalizm yani İttihat ve Terakki’nin bu günkü halidir.

Korkular aynı, korkular karşısındaki tutumlar tıpa tıp aynıdır. Korkular onu hırçınlaştırıyor, hırçınlaştıkça yalnızlaşıyor. Daha da yalnızlaşacak, tarih öyle söylüyor. Gelin birinci korkuya biraz yakından bakalım. Operasyon Medyası Ergenekon İddianamesinde Danıştay Cinayetinin 60 sayfa yer aldığını söylüyor.

Doğrudur.



Kapatma Davasının İddianamesinde de Danıştay Cinayeti 40 sayfa işlenmiş. Yargıtay Başsavcısı Danıştay Cinayetinden sora gerek Alpaslan Aslan’ın ifadelerini gerekse RTE’n ifadelerini karşılaştırarak İktidarın “laiklik karşıtı odak” olduğunu delilleri ile ispat ederek veriyor. Yani birinci korku Danıştay Cinayetinin olduğu rahatlıkla söyleyebiliriz. Operasyon medyasının döne döne Ergenekon iddianamesinde 60 sayfa demesi bundandır. Kapatmaya karşı savunma Ergenekon ile yapıldığının da kanıtıdır.


Özetlersek; Yargıtay Başsavcısına karşı savunma yapıyor.
Büyük korku.
İkinci büyük korkuyu bilmem izah etmeme gerek var mı ?

Kemalizm onların iktidarını her zaman tehdit eden yeniliğin adıdır.
Şimdiki ittihat terakki Abdülhamit dönemindekinden çok daha güçlüdür.
Korkular onu kurumsal davranıştan alıkoyacak ve sonunu yaklaştıracaktır.
Tıpkı Abdülhamit gibi.


Bülent ESİNOĞLU
 

Vtnsvr

New member
DEVRİMCİ ÇÖZÜM ZAMANI


Mehmet Bedri Gültekin
30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkesi, aynı zamanda bir dönemin de sonuydu. Artık İstanbul’da; eski sistem, eski politikalar ve eski politikacılarla hiçbir şey olmamış gibi iktidar olma dönemi kapanmıştı.

Bu gerçeği 1919 yılının başında İstanbul’da yaşadığı kısa bir gözlem döneminin sonunda en iyi kavrayan Mustafa Kemal oldu. Meclis’in ve Hükümetin İstanbul’da değil de Anadolu toplanmasını düşündü ama en yakın arkadaşlarını bile ikna edemedi. İnsanlar yeni durumu görmek ve buna uygun tutumlar almak yerine, eski sistemin devam edeceği beklentisi ile hareket etmeyi tercih ettiler.

Mustafa Kemal ise İstanbul’a gelmeyerek ve Ankara’da karargâh kurarak, milletin ve arkadaşlarının yeni durum gerçeğini yaşayarak görmelerini bekledi.
İstanbul’da bu arada kurulan Ali Rıza Paşa ve Tevfik Paşa Hükümetleri birer “nafile çözüm” olmaktan öteye gitmediler. İstanbul sınırlarının dışında hükümleri geçmedi. İstanbul sınırları içinde bile onların değil, işgal güçlerinin hükümleri geçiyordu.

30 Ekim 1918 tarihinden itibaren Türkiye’de ancak devrimci çözümler geçerli olabilirdi. Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul edilen programıyla, bu devrimci çözümü temsil ediyordu.
Nitekim hayat, 23 Nisan 1920’de Devrimci çözümü Ankara’da iktidar yaptı. İstanbul’a gidenlerden Malta’ya sürülmekten kurtulanlar, Ankara’ya Mustafa Kemal’in çözümüne geldiler.
İki yol vardı Türkiye’nin önünde. İstanbul sömürge olmayı, Ankara ise bağımsız ulus devleti temsil ediyordu.

2008 TÜRKİYESİ
Bugün de devrimci çözümler dışında iktidar seçeneklerinin artık hayata geçme şansının olmadığı bir tarihi döneme girmiş bulunuyoruz. Bunun belli başlı iki nedeni bulunmaktadır.
Birinci olarak Amerika, son sekiz aydır Türkiye’de yürüttüğü “Ergenekon operasyonu” ile “ara çözüm” yollarını kapatmıştır. Amerika, çıkmaza girdiği Ortadoğu’dan, önemli mevzilere sahip olduğu Türkiye’de büyük bir hamle yaparak çıkma hesabı yapıyor.

Amerika için “büyük hamle”, bir mafya-tarikat-gladyo diktatörlüğünü gerçekleştirmektir. Ergenekon Operasyonu bunu hedefliyor. Bu Operasyonun sözcüleri; basında, siyasette, iş dünyasında, yargıda, üniversitede ve Ordu’da kontrol dışı hiçbir alanın kalmamasını amaçladıklarını açıkça söylüyorlar.
Deniz Baykal da bu gerçeği gördü. 1 Temmuz saldırısından sonra Meclis grubunda yaptığı konuşmada “İstanbul’daki bazı tuzu kurular, bu saldırının kendilerine dokunmayacağını sanıyorlarsa aldanıyorlar” dedi.
Evet, 63 yıllık mutabakat bitti. Amerika kendi cephesinden bunu ilan ediyor.

TÜRKİYE CEPHESİ
Türkiye cephesinden bakıldığı zaman durum ne olduğuna da bakalım: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurrahman Yalçınkaya, Esas Hakkındaki Mütalaasında bir “meşruiyet tanımı” yapmaktadır. Bu “meşruiyet tanımı” aynı zamanda bir devrim programıdır.
Aslında Sayın Başsavcının bütün yaptığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği devrimci temeli hatırlatmaktır. Ama o temel, bugün yeniden Türkiye için biricik var olabilme şartı haline gelmiş bulunuyor.

Sayın Başsavcı’nın tarifini yaptığı o “meşruiyet” tarifi şöyledir:
1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti emperyalizme karşı verilen bir savaşın sonunda kurulmuştur. Yani meşruiyetin birinci gereği emperyalizme karşı olmaktır.
2. Türk Milleti sadece emperyalizme karşı değil, aynı zamanda emperyalizmle işbirliği yapan irticai güçlere ve gene emperyalizmle işbirliği yapan mandacı aydınlara karşı da savaştı.
Dolaysıyla varlık nedenleri emperyalist devletlerle işbirliği yapmak olan ve maddi kaynakları emperyalist devletlerin fonlarına dayanan “sivil toplum örgütleri” gayrı meşru konumdadırlar.

3. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, egemenliğin kaynağını ilahi bir iradeye dayandıran dünya görüşünü red etti ve egemenliğin kaynağını millete dayandırdı.
Cumhuriyet Başsavcılığı gibi bir kurumun, yarım yüzyılı aşkın bir aradan sonra Cumhuriyetin dayandığı devrimci temeli hatırlamasının açıklaması, Türkiye’nin önünde başka bir yolun kalmamasıdır.
Tıpkı 89 yıl önce olduğu gibi Türkiye’nin önünde iki seçenek var. Birinci seçenek emperyalizme boyun eğmek ve sömürge olmak;
İkinci seçenek ise yeniden Kemalist Devrimin tam bağımsızlık yoluna girmektir.

MUSTAFA KEMALLERİN DÖNEMİ
Önümüzdeki dönemde Türkiye için, eski Partilerin ve eski politikacıların temsil ettiği çözümler bitmiştir.
Son on yılda politika sahnesinden çekilen, arkada kalan dönemin kudretli Partilerini hatırlayalım: ANAP, DSP, SP ve DYP artık siyaset sahnesinin kenarındadırlar.
MHP’nin ve CHP’nin ise gelişmeler karşısında içine düştüğü aczi hatırlayalım. Bu Partiler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra içine girdiğimiz “Küçük Amerika Dönemi”nin Partileri oldukları için yeni dönemde işlevlerini kaybetmektedirler.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP Kapatma Davası’nda dile getirdiği Devrimci Cumhuriyet Programı, önümüzdeki dönemde hayat bulabilecek biricik programdır.
Onun için artık önümüzdeki dönem, Ali Rıza Paşaların ve Tevfik Paşaların dönemi değil, Mustafa Kemallerin dönemi olacaktır.
 

HTML

Üst