Dede Korkut Hikayeleri

o.baba1

New member
--------------------------------------------------------------------------------

1. Bamsı Beyrek Hikayesi
2. Basat'la Tepegöz'ün Hikayesi
3. Boğaç Han
4. Bamsı Beyrek'in ölümü Hikayesi
5. Kazılık Koca Oğlu Yigenek'in Hikayesi
6. SALUR KAZAN HİKÂYESİ
7. Deli Dumrul Hikâyesi

--------------------------------------------------------------------------------

Bamsı Beyrek Hikayesi
Bamsı Beyrek Hikayesi

BAMSI BEYREK HİKÂYESİ
Bayındır Han, Oğuz Beyleriyle birlikte oturuyordu. Bir ara Pay Büre Bey, derin bir ah çekerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Oğuz Beylerinden Kazan Han, Pay Büre'ye yaklaştı:
- Pay Büre Bey'im niçin ağlıyorsun, diye sordu.
Pay Büre Bey:
- Nasıl ağlamayayım Kazan Han. Ne oğlum var,
ne kardeşim. Tahtımı bırakacağım kimsem yok. Ben
ağlamayayım da kimler ağlasın!
Kazan Han, Pay Büre Bey'in acısını dindirmek istedi. Durumu meclisteki Oğuz Beylerine anlattı.
Güçlü Oğuz Beyleri Pay Büre'nin dileği için ellerini göğe kaldırıp Allah'a dua ettiler, O'na yalvardılar. "Kadir Mevlamız, Pay Büre'ye bir oğul bağışla!" dediler.
Daha sonra meclisten Pay Bican Bey kalktı ayağa.
-Ey Oğuz Beyleri! Ben de Allah'tan hayırlı bir kız evlât isterim. Benim için de Allah'a niyazda bulunun, dedi.
Oğuz Beyleri hep birlikte el kaldırıp dua ettiler. "Allah sana iyilik meleği bir kız çocuk bağışlasın!" dediler.
Pay Bican duygulandı. Beylere seslendi: -Eğer Allah bana bir kız evlât verirse, onu Pay Büre'nin oğluna vereceğim, dedi.
Aradan günler, aylar geçti. Şanı Yüce Allah, Pay Büre'ye bir oğul, Pay Bican'a da bir kız çocuğu verdi.
Oğuz Beyleri haberi duyunca çok sevindiler. Pay Büre Bey sevincinden, oğluna hediye almaları için Bezirganlarını Rum iline gönderdi. Bezirganlar istanbul'a gitti. Pay Büre'nin oğlu için çok kıymetli hediyeler aldılar. Bu hediyelerin en değerlileri ak kirişli sert bir yay, bir boz aygır ve altı kanatlı bir gürz idi. Bezirganlar bu hediyelerle geri dönmek için yola çıktılar.
Bu sırada Pay Büre'nin oğlu beş yaşındaydı. Güçlü kuvvetli bir yiğit oluvermişti. Âdetlere göre; büyüyünce kahramanlık göstermeyen çocuğa isim konmazdı. Bir çocuğa isim konması için o çocuğun bunları yapması lâzımdı.
Pay Büre'nin oğlu bir gün ata bindi. Oklarını ve kılıcını aldı, ava çıktı.
Pay Büre'nin hediyelerini getiren Bezirganlar, beş yüz kâfirin saldırısına uğradı. Kâfirler malları, hediyeleri yağmaladılar. Bezirganlardan biri kurtuldu. Yolda Pay Büre'nin oğluna rast geldi. Bezirgan, Pay Büre'nin oğlu olduğunu bilmediğinden "Oğuz'un güçlü yiğitlerinden bir yiğit bu!" diye düşünerek, kırk askeriyle birlikte oturan yiğide yaklaştı:
- Ey yiğitler yiğidi! Ey beyler beyi! Sözüme kulak ver. On altı yıl önce ayrılmıştık Oğuz ülkesinden. Beylere mal getiriyorduk. Birden beş yüz kâfir bize saldırdı. Mallarımızı yağmaladılar. Bize yardım et ey yiğit!
Yiğit, askerlerini topladı. Kâfirlere kılıç çaldı, baş kaldıranı tepeledi, vuruştu. Oğuz Beylerinin mallarını kurtardı.
Bezirganlar "Sen bize yardım ettin. Mallarımızdan istediğini alabilirsin." dediler.
Yiğit; boz aygırı, ak kirişli yayı ve altı kanatlı gürzü istedi. Bezirganların beti benzi attı, dilleri titredi. Yiğit, "Çok mu istedim?" diye merakla sordu.
Bezirganlar "Neden çok olsun ki? Fakat o istediğin hediyeleri biz beyimizin oğluna götürüyorduk" dediler. Yiğit "Kimdir beyinizin oğlu?" diye sordu.
Bezirganlar "Pay Büre'nin oğlu!" dediler.
Yiğit gülümsedi, sizden almaktansa, babamdan alırım, diye düşünerek hediye almadan yola düştü. Bezirganlar buna hayran kaldı.
Pay Büre, bezirganların döndüğüne çok sevindi. Eğlence düzenlendi. Oğlunu sağ yanına oturttu. O sırada bezirganlar geldiler. Pay Büre'nin oğlunu görünce hayranlıkla onun elini öptüler. Pay Büre'nin oğlu, babasına bir şey anlatmamıştı.
Oğlunun elinin öpülmesine Pay Büre bir anlam veremedi. Hiddetlendi. "Bre namertler! Baba dururken oğul eli öpülür mü?" dedi. Bezirganlar "Senin oğlun mu bu yiğit? " diye sordular. Pay Büre "Evet" diye haykırdı. Bunun üzerine Bezirganlar oğlunun sayesinde hediyeleri getirebildiklerini Pay Büre'ye anlattılar. Pay Büre olan biteni sevinçle ve gururla dinledi. Gözleri ışıldadı, göğsü kabardı. Meydana yiğitçe seslendi:
-Bre! Bu yiğit ad konulmayı hak edecek bir kahramanlık yapmış mıdır?
-Bu yiğidin kahramanlıkları saymakla bitmez beyim, dediler.
Bunun üzerine Pay Büre Oğuz Beylerini, yiğitlerini çağırdı. Sofralar kurdurdu. Oğluna ad konulacaktı. Ad koyması için Dedem Korkut'u çağırdılar. Dede Korkut oğlanın adını verdi. Şunları söyledi:
" Sözümü duy Pay Büre Bey
Allah yiğit oğluna geçit versin
Eli kanlı kâfire dalınca
Korkusuz oğluna fırsat versin
Adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
İsmini ben verdim yaşını Allah bağışlasın!"
Güçlü Oğuz Beyleri ellerini kaldırıp dua ettiler. "Bu kutlu isim bu yiğide uğurlu olsun!" dediler.
Bamsı Beyrek ve Oğuz Yiğitleri, Alacadağ'a ava çıktılar. Bamsı Beyrek, Pay Bican Bey'in kızı Banı Çi-çek'in çadırının yakınında semiz bir geyik avladı. Geyiği, avından pay isteyen çadırdaki kızlara verdi. Usulca oradan uzaklaştı. Obanın genç kızları geyiği

Banı Çiçek'in önüne getirdiler. Banı Çiçek heyecanlandı:
-Kızlar, bu yiğit babamın beni verdiği Beyrek olmasın! Çağırın gelsin bakalım, dedi.
Seslendiler, Beyrek geldi.
Banı Çiçek yaşmaklanarak Beyrek'le konuşmaya başladı. Kendisini Beyrek'e, Banı Çiçek'in dadısı olarak tanıttı. Beyrek oraya Banı Çiçek'i görmeye geldiğini söyledi. Bunun üzerine Banı Çiçek kurnazca gülümseyerek;
-Onu görmek kolay değildir. Ben dadısıyım. Beni ok atmada, avlanmada, güreşte yenersen ancak o zaman görebilirsin Banı Çiçek'i dedi.
Bamsı Beyrek ok atmada ve avlanmada yendi Banı Çiçek'i.
Banı Çiçek yenilip nefesi kesilince aman diledi. "Aman" dedi "Banı Çiçek benim!"
Bamsı Beyrek parmağındaki altın yüzüğü çıkarıp Banı Çiçek'in parmağına geçirdi. "Düğünümüz kutlu, nişanımız uğurlu olsun!" dedi.
Ayrılıp eve döndüler. Bamsı Beyrek babasına Banı Çiçek'le evlenmek istediğini söyledi.
"İyi düşün oğul!" dedi babası. "Banı Çiçek'in De-II Karçar adında bir kardeşi var. Kız isteyeni öldürür."
"Peki ne yapacağız?" diye sordu Beyrek. Bunun üzerine babası bütün Oğuz Beylerini çağırıp onların fikirlerini aldı. Oğuz Beyleri, kız istemeye Dede Kor kut'un gönderilebileceğini söylediler. Dede Korkut geldi, söyledi:
- Bilirsiniz, Deli Karçar kardeşini isteyeni sağ ko-maz. Bana iyi koşan iki beygir getirin. Getirin ki ani bir saldırıda kaçabileyim.
Dede Korkut'a iki at getirildi. Dede Korkut birine bindi, birini yedeğe aldı. "Allahaısmarladık!" deyip
gitti.
Deli Karçar, adamlarıyla atış talimi yapıyordu. Yanında Dede Korkut'u görünce hiddetlendi:
-Ne oldu sana? Eceline mi susadın? Ne arıyorsun burada, diye bağırdı.
Dede Korkut şöyle dedi:
-Allah'ın buyruğu, Peygamberin sözüyle, dolunaydan ak kız kardeşin Banı Çiçek'i, yiğitler yiğidi Bamsı Beyrek'e istemeye geldim.
Dede Korkut sözünü bitirir bitirmez, Deli Karçar adamlarına bağırdı.
-Çabuk kara aygırla, silâhlarımı getirin bana!
Dede Korkut canının tehlikede olduğunu anlayınca, Deli Karçar atına binmeden oradan kaçmaya başladı. Deli Karçar, Dede Korkut'u kovaladı ve en sonunda yakaladı. Kılıcını hışımla kaldırdı. Dede Korkut'u ortadan ikiye ayırmak istiyordu. Dede Korkut Allah'a sığınıp "Elin kurusun!" diye beddua edince Karçar'ın eli havada asılı kaldı. Dede Korkut Allah'ın sevgili kullarından, duası makbul bir kimse idi. Keramet sahibiydi.

Deli yalvarmaya başladı. "Elimi iyileştirmek için dua edersen, kız kardeşim Banı Çiçek'i, Bamsı Beyrek'e vereceğim." Dede Korkut dua etti. Allah'ın izniyle bir müddet sonra Karçar'ın eli iyileşti. Dede Korkut'a:
-Kız kardeşimi vereceğim. Ama bin erkek deve, bin aygır, bin kuyruksuz, kulaksız köpek, bin tane de pire isterim. Eğer bunları getirirseniz kardeşimi veririm.
Dede Korkut olanları Pay Büre'ye anlattı. Pay Bü-re bin erkek deve, bin aygır, bin tane de koç hazırladı. Köpeklerle pireleri de Dede Korkut'un bulmasını istedi. Dede Korkut da pirelerle köpekleri buldu. Deli Karçar'a gitmek üzere yola koyuldu.
Deli, hediyelerle gelen Dede Korkut'u görünce çok sevindi. Koçları, develeri, aygırları çok beğendi. Köpekleri görünce bir kahkaha attı. Pireleri görmeyince: "İstediğim tamamlanmamış, pireler nerde?" diye haykırdı. Dede Korkut pirelerin kapalı bir yerde olduğunu söyledi. Beğendiklerini seçmesi için Deli'yi pirelerin olduğu ağıla soktu, kapıyı kapadı. Pireler Karçar'a saldırdılar. Deli Karçar "Ne olur kurtar beni!" diye Dede Korkut'a yalvarmaya başladı. Açtı kapıyı Dede Korkut. Deli, can havliyle dışarı fırladı. Bedeninin her tarafı pirelenmişti. Hemen kendisini suya attı, temizlendi. Dede Korkut'un ayaklarına kapandı.
Düğün hazırlıklarına başlandı.
Oğuz Beyleri düğünde eğlenmekteydi. Bamsı Beyrek de arkadaşlarıyla bir çadırda eğleniyordu. Düğün bitti, herkes uykuya daldı. Bu sırada yedi yüz kâfir, uykuda olan beye saldırdı. Çarpışma sonunda, Beyrek Hanla birlikte, otuz dokuz yiğit esir düştü.
Çünkü kâfirler Banı Çiçek'i kendi beylerine almak istiyorlardı.
Haberi alınca, Beyrek'in anne ve babasının gözlerinden yaşlar boşaldı. Feryat edip ağladılar, dövündüler. Beyrek'in yedi kız kardeşi kara elbise giyindi. "Vay kardeşim!" diye yas tuttular. Banı Çiçek kara haberi duyunca, ak kaftanını çıkarıp kara elbiseler giyindi. Hüngür hüngür ağladı. Beyrek Han'ın ne kadar dostu, arkadaşı varsa yasa bürünüp umut kesmişlerdi.
Aylar yıllar geçti. On altı yıl bitti..Beyrek'in ölüsünden dirisinden haber alınamadı.
Yalancı oğlu Yalıncık, Banı Çiçek'i kendisine almak istiyordu. Bamsı Beyrek'ten haber getirmek üzere Pay Büre Beyden izin istedi. Daha önce Bamsı Beyrek'in kendisine verdiği kara gömleği kana bu-layıp Han'a getirdi. Pay Büre Bey şaşkınlık içinde, "Bu nedir?" diye sordu Yalıncık: "Beyrek Hanı Kara Derbentte öldürmüşler bu gömlek onundur." diye cevap verdi. Pay Büre Bey ve Banı Çiçek gömleği tanıdılar. Haberi alınca çok üzülüp, yas tuttular. Oğuz Beyleri de çok üzüldüler; feryat edip ağladılar. Yalancı oğlu Yalıncık içinden seviniyordu.
Pay Büre Bey, bezirganlarını çağırdı; bütün dünyayı dolaşmalarını, Bamsı Beyrek'ten kesin bir haber getirmelerini istedi.

Bezirganlar günlerce, aylarca dolaştılar. Nihayet Bamsı Beyrek'i buldular. Bezirganlar Bamsı'yı görünce gözlerine inanamadılar. Beyrek, kopuz çalıyor ve kâfirleri eğlendiriyordu. Bamsı Beyrek, bezirganları tanıdı, onlarla konuştu, olup biteni öğrendi. Banı Çi-çek'in Yalıncık'a varacağını öğrenince deliye döndü. Kâfirlerin ellerinden kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Kâfir beyinin kızı, Bamsı Beyrek'i çok seviyordu. Bir gün Bamsı'nın üzgün olduğunu gördü. Ona:
"Ey yiğit niye üzgünsün?" dedi.
Bamsı Beyrek, "Niye üzülmeyeyim, on altı yıldır ailemden ayrıyım, buna üzülüyorum." dedi Kâfir beyin kızı "Eğer seni kaleden aşağı urganla indirsem ailene kavuştuktan sonra benimle evlenir misin?" dedi. Beyrek yemin ederek, ailesine kavuşunca dönüp kendisini nikahlayacağını söyledi
Bamsı Beyrek kâfir kızının yardımıyla kaçmayı başardı. Ayağı toprağa değince Allah'a şükretti. Hemen yola koyuldu. Kırk kâfir, Bamsı'yı yakalamaya çalıştıysa da Bamsı ellerinden kurtulmayı başardı.
Bamsı Beyrek, Oğuz iline vardı. Obada düğün olduğunu öğrendi. Yalancı oğlu Yalıncık ile Banı Çiçek evleniyorlardı. Bamsı Bey'in yüreği cız etti. Hemen kılık değiştirdi. Ozan kılığında düğüne gitti.
Oğuz Beyler'i şenlik yapıyorlardı, eğleniyorlardı, ok atıyorlardı. Beyrek, beyler ok attığında "Elin kolun sağ olsun! Var ol!" diye bağırıyordu. Ok sırası Yalıncık'a gelince "Elin kırılsın, parmakların çürüsün!" diye sesleniyordu. Yalancı oğlu Yalıncık bunu duyunca sinirlendi.
"Hey Ozan, gel benim yayımı çek, gücünü göster!" dedi. Bamsı Beyrek, Yalıncık'ın yayını kavradı. Çekti kırdı ve parçaladı. Yalıncık çok sinirlendi: "Beyrek'in yayını getirin bana!" diye bağırdı. Yayı getirdiler. Ozana verdiler. Beyrek Oğuz Beylerine dönerek "Sizin hatırınıza yay çekip ok atacağım!" dedi. Hedef, damadın yüzüğüydü. Beyrek dikkatle yayı gerdi, oku bıraktı. Yalıncık'ın yüzüğünü paramparça etti. Oğuz Beyleri sevinip, coşkuyla alkışladılar.
Kazan Bey, Beyrek'i yanına çağırdı, tebrik etti. "Dile benden ne dilersen!" dedi.
Beyrek "Hânım, karnım aç, düğün yemeğinden yemek istiyorum!" deyince herkes şaşırdı. Kazan Bey dileği kabul etti. Beyrek, şölen sofrasına geldi. Karnını doyurdu. Daha sonra kapları kazanları devirdi. Düğün alanını darmadağın etti. Durumu Kazan Beye bildirdiler "Bu deli ozan yemekleri döktü, kabı kaçağı kırdı." dediler "Bununla da yetinmiyor kadınların meclisine girmek istiyor."
Kazan Bey "Ne isterse yapsın, bırakın!" dedi.
Beyrek, gelinin olduğu çadıra gitti. Kopuz çalıp gelini oynatmak istediğini söyledi Çadırdaki kızlar buna engel olamadılar. Banı Çiçek oynamaya başladı. Banı Çiçek bu sırada kopuz çalan ozanın par-mağındaki yüzüğü gördü. Yüzük Beyrek'in yüzüğüydü. Bamsı Beyrek'i tanıyan Banı Çiçek sevincinden havalara uçtu. Birbirlerine sarılarak ağlaştılar.

Haber Oğuz ilinde duyuldu. Oğuz Beyleri, Oğuz kızları çok sevindiler. Kazan Bey, Pay Büre Bey'e haber verdi. Pay Büre Bey ilk önce inanmadı. Ağlamaktan gözleri görmez olan Pay Büre Bey: "Serçe parmağını kanatıp bir mendile silsin, eğer gözlerime sürünce gözlerim görürse o benim oğlum Bamsı Beyrek'tir." dedi.
Beyrek, parmağını kanattı. Sildiği mendili verdi. Pay Büre Bey mendili gözlerine sürdü. Allah'ın izniyle Pay Büre'nin gözleri açıldı, görmeye başladı.
Beyrek'in annesi, babası ve kardeşleri Allah'a şükredip ağladılar.
Kazan Bey "Gel dileğini yerine getir!" dedi. Beyrek "Beni tutsak eden kâfirlerden otuz dokuz arkadaşımı kurtarmadıkça dileğime erişemem!" dedi.
Hemen askerler toplandı. Bamsı Beyrek'in esir edildiği Bayburt kalesine gittiler. Kudretli Oğuz Beyleri temiz sudan abdest aldılar. Ak alınlarını toprağa koydular. İki rekat namaz kılarak, Adı güzel Muham-med'e salavat getirdiler. Düşmanın üzerine atıldılar. Beyrek otuz dokuz yoldaşını sağ olarak kurtardı. Kâfirler bozguna uğradı.
Pay Büre'nin oğlu Beyrek, Banı Çiçek'i nikahladı. Kırk gün kırk gece düğün yapıldı, şenlikler düzenlendi. Dede Korkut geldi, gazilerin hikâyelerini anlattı, dua etti, aziz Allah'a yakardı: "Ak sakallı babanın mekânı cennet olsun. Oğul ile kardeşi ayrılmasın. Son nefesinde imandan ayırmasın. Duamıza amin diyenler, Allah'ın cemalini görsün." dedi.



Basat'la Tepegöz'ün Hikayesi
Basat'la Tepegöz'ün Hikayesi
BASAT'LA TEPEGöZÜN HİKÂYESİ
Hânım Hey! Oğuz ili bir gün düşmanın saldırısına uğradı. Uruz Koca'nın oğlu, gece düşmandan kaçarken düştü. Bir arslan onu götürdü. Besledi büyüttü. Oğuzlar düşmandan kurtulduktan sonra yurtlarına döndüler. Bir gün Uruz Koca'nın çobanlarından biri, arslan yuvasında bir çocuğun olduğunu haber verdi "Kaçarken düşen oğlancığım olmasın?" dedi Uruz Koca. Beyler arslan yatağına at sürdüler. Arslanı ürkütüp oğlanı Uruz Koca'ya getirdiler. Uruz çok sevindi. Şölen kuruldu, yiyip içip eğlendiler. Ama oğlan, arslan yuvasına dönmek istedi. Bir türlü vazgeçiremediler oğlanı bu isteğinden. Dede Korkut geldi, oğlana: "Yavrum sen insansın, insanlar hayvanlarla arkadaş olmaz. Sen yiğitlerle gezmeli-sin. Senin adın Başat olsun. Adını ben verdim, ömrünü Allah versin." dedi.
Bir gün Bayındır Han yiğitleriyle birlikte at binmiş gezinmekteydi. Pınarın yanından geçerken yerde yatan bir şey gördüler. Yanına yaklaştıklarında ne olduğunu neye benzediğini anlayamadılar. Biri attan inerek tekmeledi. Birkaç yiğit de tekmelemeye devam etti. Tekmeledikçe yerde yatan cismin büyüdüğünü fark ettiler. Uruz Bey ve adamları, cismin, te-

pesinde gözü olan bir bebek olduğunu anladılar. Uruz Bey, bu bebeği alıp eteğine sardı. Bayındır Han'ın izniyle bu bebeği büyütmek için götürdü.
Uruz, Tepegöz'ü evine götürdü. Dadı buldu. Dadı, Tepegöz'ü emzirdi. Tepegöz, dadının sütünü bitirdi. Bir daha emdi kanını içti. Bir dahaki emmede canını aldı. Bir dadı daha getirdiler. Gelen bütün dadıları, Tepegöz yedi bitirdi, günler geçtikçe daha da büyüdü. Diğer çocuklarla oynamaya başladı; ama bu çocukların da kulağını, burnunu yemeye başladı. Durumu Uruz Koca'ya anlattılar. Uruz, Tepegöz'ü uyardı, dövdü; bir türlü yola getiremedi. Nihayet evden kovdu.
Tepegöz, büyük bir dağa çıktı. Yol kesti, can aldı, haraç aldı. Şerrinden usananlar Tepegöz'e ok attılar, oklar batmadı; kılıç vurdular, kılıçlar kesmedi. Oğuz yiğitleri birleşip Tepegöz'ü öldürmeye çalıştılar. Tepegöz bir ağacı söküp onlara fırlattı, elli altmış yiğidi tepeledi. Birçok güçlü Oğuz Beyi, Tepegözü durduramadı.
Oğuz yiğitleri, Dede Korkut'a danışmaya karar verdiler. Dede Korkut'u elçi olarak Tepegöz'e gönderdiler. Dede Korkut, Tepegöz'ün yanına vardı. "Sana her gün yiyecek verelim." dedi. Tepegöz "Günde altmış insan isterim yemeye!" dedi. Dede Korkut telâşlandı ve başka bir teklifte bulundu: "Günde iki insan, beş yüz de koyun verelim."
Tepegöz "Peki" dedi "İki de adam verin yemeğimi pişirsin!" Dede Korkut anlaşmayı Oğuz Beylerine iletti. Oğuz Beyleri kabul etti. Yünlü Koca ile Yapağılı Ko-ca'yı da yemek pişirmesi için gönderdiler.
Günler geçiyordu. Analar sırayla çocuklarını Te-pegöz'e kurban veriyorlardı. Sıra sadece bir tek oğlu olan anaya geldi. Ana feryat etmeye, ağlamaya başladı. Tam o sırada, Başat savaştan dönmüştü. Kadın, Basat'a varayım, bir köle isteyeyim oğlumun yerine, o köleyi götürsünler Tepegöz'e, diye düşündü.
Basat'ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Kadın Ba-sat'tan yardım isteyerek her şeyi anlattı. "Biricik oğlancığımı isterler beyim, Yardım et!" dedi. Başat duyduklarına inanamadı. Üzüntü ve acıdan ağladı. Gözlerinden yaş aktı. Kadına esirlerden birini verdi, "Al götür ana, oğulcuğunu kurtar." dedi.
Başat, Oğuz iline vardı. Uruz, güçlü Oğuz yiğitle-riyle birlikte Basat'ı karşıladı. Şölen kuruldu, yenilip içildi. Başat, beylere "Tepegöz'ü vuracağım ne dersiniz?" diye sordu.
Kazan Bey "Hiç bir Oğuz yiğidi onu yenemedi. Her şeyi denedik ama olmadı. Kılıç kesmez, ok batmaz ona. Acayip bir er. Gel vazgeç. Ak sakallı babanı ağlatma, ak saçlı ananı sızlatma!" dedi.
Kazan Bey'in ve Uruz'un ısrarlarına rağmen Başat, Tepegöz'e gitmeye karar verdi. Hazırlıklarını yaptı. Kılıcını çapraz biçimde kuşandı. Yayını koluna geçirdi. Bir tutam ok çıkararak beline yerleştirdi. Anası ve babasıyla helâlleşerek yola çıktı.
Başat, günler sonra Tepegöz'ün yaşadığı dağa geldi. Tepegöz yatmaktaydı. Başat bir ok fırlattı. Ok, Tepegöz'ün omzuna çarparak parçalandı. Başat birkaç tane daha ok attı. Okların hepsi parçalandı. Okun bir parçası Tepegöz'ün önüne düşünce, Tepegöz, Basat'ı gördü ve onu yakaladı. Çizmesinin içine sokarak "Bre hocalar, bunu ikindi vakti benim için pişirin!" dedi. Başat, hançeriyle çizmeyi yardı, oradan kurtuldu. Sessizce aşçıların yanına yanaştı "Bre bu ejderha nasıl ölür!" diye sordu. Aşçılar, "Biz bilmiyoruz fakat gözünden başka bir yerinde et yoktur." dediler.
Başat biraz düşündükten sonra, "Bre hocalar, şişi ocakta ısıtın!" dedi. Şişi kızdırdılar. Başat, adı güzel Muhammed'e salavat getirerek, şişi Tepegöz'ün gözüne soktu. Tepegöz acıyla dağı taşı inleten bir çığlık attı. Artık gözü görmüyordu.
Başat, koyun sürüsüne karışarak mağaraya girdi. Tepegöz, Basat'ın mağarada olduğunu anladı. Koyunları bir bir mağaradan çıkarmaya başladı. Koyunlar kapıdan çıkarken başlarını sıvazladı. Başat, mağarada bir koyunu kesti. Derisini sırtına geçirdi. Kellesini eline aldı. Tepegöz'ün önünden geçerken kelleyi tepegözün eline bırakıp kaçtı. Tepegöz anladı "Oğlan! Kurtuldun mu?" diye sordu "Allah'ım kurtardı!" dedi Başat.
Tepegöz Basat'a "Şu kümbete gir." dedi. Başat kümbete girdi. Tepegöz kümbetin kapısını kapayarak "öyle bir yumruk vuracağım ki kümbetle birlikte paramparça olacaksın!" dedi. Başat "La ilahe İllallah Muhammedün Resülullah" dedi. Der demez yerden yedi kapı açıldı ve Başat kurtuldu. Tepegöz "Oğlan kurtuldun mu?" diye sordu. Başat "Allah'ın izniyle!" dedi
Tepegöz "Başımı gövdemden ayırmak istiyorsan, oradaki kılıcı alman lâzım!" dedi. Başat kılıcı almaya gitti. Fakat kılıç bir iniyor bir çıkıyordu. Yanına yaklaşanların kellesini koparacak şekilde duvara yerleştirilmişti. Başat, sadağından bir ok çıkartıp kılıcın asılı olduğu zincire nişanladı. Oku attı ve zinciri parçaladı. Kılıç yere düştü. Başat, kılıcı eline alarak Tepegözün yanına gitti. "Nasılsın Tepegöz?" dedi. Tepegöz "Sen daha ölmedin mi?" dedi, şaşırdı "Elâ gözümden beni ayıran yiğit, sen kimsin ey yiğit?" diye sordu. Başat "Benim adım Uruz oğlu Başat!" dedi. Tepegöz "Kıyma bana!" deyince, Başat "ölen Oğuz yiğitlerinin kanını almadıktan sonra bırakmam seni. Başını gövdenden ayırıp kanını dökmeyince seni bırakmam!" dedi.
Başat, hiddetlenerek yerinden fırladı. Aniden Te-pegöz'ü diz üstü yere çöktürdü. Kılıçla Tepegöz'ün boynuna öyle bir darbe indirdi ki dağ taş acı bir çığlıkla inledi.
Tepegözün yemeğini pişiren iki yaşlı, müjdeyi Oğuz'a verdiler "Başat Tepegöz'ü tepeledi!" dediler. Oğuz Beyleri toplandılar. Basat'ın yanına gittiler.
Dedem Korkut gelerek deyiş dedi, destan söyledi. Basat'a dua etti:
"Erlikle aldın kardeşlerinin kanını

Güçlü Oğuz Beylerini bir belâdan kurtardın Kadir Allah yüzünü ak etsin. ölüm eriştiğinde arı imandan ayırmasın Günahlarını, adı güzel Muhammed hürmetine bağışlasın hânım hey!"



Boğaç Han
Boğaç Han

BOĞAÇ HAN
Günlerden bir gün, Bayındır Han Oğuz Beylerine ziyafet vermişti. Misafirleri için at, deve koyun ve koç kestirmişti.
Bir köşeye beyaz bir çadır, bir köşeye kızıl, bir köşeye de kara bir çadır kurdurmuştu. Adamlarına seslenip şöyle dedi:
"Gelen beylerden, oğlu ve kızı olmayanları kara çadıra alın, altlarına da kara postlar serin, ikram olarak da kara koyun yahnisinden verin. Yiyen yesin, yemeyen kalksın gitsin. Oğlu olanı ak otağda, kızı olanı da kızıl çadırda ağırlayın!"
Gelen misafirlerden Dirse Hanın çocuğu yoktu. Bu uygulama çok zoruna gitti.
Kendisine yapılan ikramlar da hoşuna gitmedi. Bayındır Han'ın adamlarına, kendisinin niçin kara çadıra alındığını, bir kabahati olup olmadığını sordu. Onlar da, Bayındır Hanın böyle istediğini söyleyince adamlarıyla birlikte kalkıp oradan uzaklaştı. Evine geldiğinde, eşine, davette kendisine yapılanları anlattı ve bu durumun sorumlusunun kendisi mi yoksa hanımı mı olduğunu sordu. Ona: "Han kızı, boğazından tutup seni ayağımın altına alayım mı, kara çelikten kılıcımla başını gövdenden ayırayım mı? Canın tatlılığı neymiş sana göstereyim mi? Bizim çocuğu muz neden yoktur söyle bana!" gibi kırıcı sözler söy
ledi. '
Eşi onun bu sert sözlerine karşılık yumuşaklıkla cevap verdi ve: "Aç görürsen doyur, fakir görürsen giydir, borçluyu borcundan kurtar. Sonra duayla Allah'tan çocuk dile." dedi.
Dirse Han ziyafetler verdi. Fakirleri giydirdi, borçluları borçtan kurtardı. Çocuğu olması için Allah'a çokça yalvardı. Bir zaman sonra bir erkek çocuğu oldu. Dirse Han buna çok sevindi adamlarıyla birlikte Bayındır Hanın ordusuna katıldı.
Bayındır Hanın çok güçlü bir boğası ve devesi vardı. Bunları dövüştürür diğer beylerle bu zorlu karşılaşmalarda hoşça eğlenirlerdi. Bir gün demir zincirlerle dışarı çıkarılan ve sağında solunda güçlü kuvvetli üçer kişinin bulunduğu boğa, bakıcıların elinden kaçtı. Orda bulunan askerler dahil herkes kaçışmaya başladı; sadece Dirse Hanın on beşine yeni girmiş olan oğlu kaçmadı.
Boğa meydanda tek başına duran çocuğun üzerine doğru hırsla saldırdı. Çocuk yumruğunu bütün gücüyle boğanın alnına dayadı. Bu şekilde, bir, boğa çocuğu; bir, çocuk boğayı sürümeye başladı; fakat uzun süre birbirlerine üstünlük sağlayamadılar. Gittikçe gücü tükenen delikanlı, çadırların direği yıkılınca çadırlar yıkılır, ben bu boğayı niçin tutuyorum diye düşündü.
Yumruğunu hızla çekince boğa birden yere yığıldı. Delikanlı hemen boğanın üzerine çullandı. Bıça-

ğıyla boğanın başını gövdesinden ayırdı. Orada bulunan beyler çok sevindiler. Çocuğu tebrik ettiler. Dede Korkut gelsin bu çocuğa adını versin dediler. Dede Korkut geldi çocuğu yanına alıp babasının yanına götürdü ve babasına şöyle söyledi: "Hey Dirse Han, oğluna beylik ver, taht ver. Boynu uzun atlar ver, hünerlidir. Sürü sürü koyunlar, develer ver, erdemlidir. Büyükçe süslü ev ve türlü türlü kumaşlar ver hünerlidir. Bu oğlan cenk etmiş, bir boğa öldürmüş, oğlunun adı Boğaç olsun. Adını ben verdim yaşını Allah versin dedi.
Babası ona beylik verdi taht verdi. Ve o günden sonra oğlanın adı adı Boğaç Han oldu.
Aradan günler geçti, babasının Boğaç Han'ın yanına verdiği kırk yiğit, Boğaç Hanı çekemez olmuşlardı. Onun bu genç yaşta başlarında olması onların zoruna gidiyordu, iki grup halinde ayrı ayrı zamanlarda Dirse Han'ın yanına gidip oğlunu ona kötülediler ve onun halka zulmettiğini milletin malını yağmaladığını ak saçlı anaları ağlattığını, ak sakallı dedeleri yerlerde sürüdüğünü içki içip sarhoş olduğunu, büyüklerine kötü sözler söylediğini, anasını babasını tanımaz olduğunu söylediler. Babası bu sözlere çok kızdı. "Kılıcımı getirin onu öldüreyim!" dedi. Sinsi adamları "O çok güçlü, onu ava götürelim, senin önünde geyik avlayıp hünerini göstersin ormanın kuytu bir yerine geldiğimizde o senin önünden giderken onu vurursun!" dediler. Dirse Han, kırk adamıyla ormana gitti, oğlu babasına yiğitliğini göstermek için güzel avlar avladı. Babasının önünde ok atıp maharetlerini sergiledi. Bir fırsatını bulan babası, yayını bütün gücüyle gerdi, oku bıraktı. Ok, oğlunun iki kürek kemiği arasına saplandı. Boğaç yere yuvarlandı. Dirse Han adamlarıyla geri döndü. Ormanda yerde yatan Boğaç'ın yanına Hızır (a.s.) geldi. "Korkma, sana bu yaradan ölüm yoktur." dedi. Dirse Han eve geldiğinde hanımı oğlunu sordu. Han cevap veremedi. Dirse Hanın adamları "Avdadır, bugün yarın gelir!" dedilerse de onlara inanmadı. Kırk genç kızı yanına aldı, en süratli atlara atlayıp oğlunu aramaya koyuldu. Kazılık Dağı'na gelince oğlunun bir derenin içinde kanlar içinde yerde yattığını gördü. Hemen yanına koştu. Oğlu ona, Hızır'ın söylediği sözü söyleyip "Korkma bu yaradan bana ölüm yoktur." dedi. Annesi onun yaralarını kendi sütü ve dağ çiçeğiyle sarıp hekimlere emanet etti. Bu olayı Dirse Handan gizlediyse de kötü adamları bunu duydular. "Dirse Han bunu öğrenirse bizi kılıçtan geçirir!" dediler.
Dirse Hanı yakaladılar, ellerinden bağlayıp düşman beyliklere teslim etmek için yola çıkardılar. Hanın hanımı bunu duyunca, koşup oğluna haber verdi. Boğaç Han, kılıcını kuşanıp atına bindi, kendisine tuzak kuran kırk adamının üzerine atını sürdü. Bunu gören düşmanları ne yapacaklarını şaşırdılar. Yalnız oğlunu öldü sanan Babası, Boğaç'ı tanımadı. Adamlara "Beni serbest bırakın kopuzumu da verin. Ben onu sözlerimle ikna edip geri gönderirim." dedi. Adamları onun ellerini çözüp kopuzunu da eline tutuşturdular. Dirse Han ne kadar dil döktüyse de

Oğlunu vazgeçiremedi. Boğaç Han, kırk düşmanını kılıçtan geçirdi. Babası, kendisine yapılan oyunu anladı. Oğluyla yeniden eski günlerine döndü. Dede Korkut gelip şöyle dedi:
"Yerli kara dağların yıkılmasın Gölgelice kaba ağacın kesilmesin. Her zaman akan bereketli suyun kurumasın Ak sakallı babanın ve ak pürçekli ananın yeri cennet olsun
Doğruluğu yayan ışığın sönmesin.
Yüce Allah seni namerde muhtaç etmesin.


Bamsı Beyrek'in ölümü Hikayesi
Bamsı Beyrek'in ölümü Hikayesi
DIŞ OĞUZ'UN İÇ OĞUZ'A İSYANI, BEYREK'İN öLÜMÜ HİKÂYESİ
Kazan, Dış Oğuz'la iç Oğuz'a her yıl ganimet verir, hediyeler dağıtırdı. Fakat bu defa Dış Oğuz gelmemişti. Kazan, sadece İç Oğuz'a hediyeler verdi.
Dış Oğuz'da Uruz Emen gibi beyler bunu duydular. Dediler ki "Şimdiye dek birlikte ganimet alırdık, şimdi sadece İç Oğuz bunu yapar."
Böylece Dış Oğuz'la kazan arasına düşmanlık girdi.
Kazan tasalanmıştı. Kılbaş adındaki yiğidi Dış Oğuz'a gönderdi; git öğren bakalım düşmanlık mı besliyorlar?"
Kılbaş birkaç kişiyle birlikte at binip Dış Oğuz'a, Uruz'un evine girdi. Uruz, Kılbaş'a, "Her yıl iç Oğuz'la birlikte ganimet alırdık. Bizim suçumuz neydi ki bu yıl sadece İç Oğuz aldı. Kazanın başı dertten kurtulmasın, biz artık ona düşmanız bunu bilsin!" dedi.
Kılbaş, kazanın yanına geri döndü.
Uruz üzüldü. Dış Oğuz Beylerini çağırdı, ziyafet verdi. "Beyler, sizleri niçin çağırdığımı bilir misiniz?" dedi. Beyler, "Bilmeyiz." dediler. Uruz, meseleyi an-

lattı. "Kazan Bey, Kılbaş'ı göndermiş. 'Uruz bize gelsin.' demiş. Ben de, Kazan Bey bu yıl bize ganimet vermedi, hediye dağıtmadı. Sadece iç Oğuza verdi, bizi çağırmadı, biz gayri ona düşmanız diye haber gönderdim." dedi.
Uruz, beylere döndü. Siz ne dersiniz, dedi. Beyler "Madem siz Kazan'a düşmansınız, biz de onun düşmanıyız." dediler. Uruz Kur'ân-Î Kerim'i getirtti. Beyler el basıp yemin ettiler. "Senin dostun bizim dostumuz, düşmanın bizim düşmanımızdır." dediler.
Uruz, beylere hediyeler verdi. "Beyler!" dedi. "Beyrek bizim damadımızdır. Kazan Beye inancı tamdır, yanımıza çağıralım. Bize boyun eğerse ne âlâ; boyun eğmezse; canını alır, Kazan Beyle hesabımızı görmüş oluruz." dedi
Beyrek'e mektup gönderildi. "Gel bizi Kazan'la barıştır!" denildi. Beyrek sevindi. Kırk yiğidiyle birlikte at bindi, Dış Oğuz'a vardı Uruz'un çadırına geldi. Uruz "Bilir misin seni niye çağırdık!" dedi. Beyrek "Niye çağırdınız?" dedi. Uruz, Dış Oğuz Beyleri ile birlikte, hepimiz Kazan'a isyan ettik, senin de katılmanı istiyoruz." Beyrek, "Ben asla Kazan Beyime isyan etmem. Onun ekmeğini yemişim, unutursam gözüme durur. Kazan'ı yolda bırakmam, bunu böyle bil!"
Uruz öfkelendi. Beyrek'i sakalından kavradı. Beyler, Beyrek'i öldürmeye kıyamadılar.
Beyrek, "Uruz, bana böyle davranacağını bilseydim, en iyi atıma binerdim. Demir giysimi giyerdim. Kılıcımı belime bağlar, miğferi başıma geçirirdim. Yiğitlerimin hepsini yanıma alırdım. Aldatarak er yakalamak neyin nesi? Hatundan mı öğrendin sen bu işi?"
Uruz'un öfkesi tepesine çıktı. "Saçmalarsın bre!" dedi. Beyrek'in sakalından tuttu. Beyrek "Ben Ka-zan'ın yoluna baş koymuşum, asla ona ihanet etmem!" dedi. Uruz, beylere baktı. Lâkin beyler gene Beyrek'i öldürmeye kıyamadılar.
Bunun üzerine Uruz, kılıcını çekip Beyrek'in sağ bacağına indirdi. Beyrek'in kanı aktı, başı bulandı, yere düştü. Beyler dağıldılar. ,
Beyrek'i ata bindirdiler, otağına getirdiler. Beyrek "Kazan beye gidin, Beyrek öldü, sen sağ ol, deyin. Yetişin! Kazan benim kanımı yerde bırakmasın. Ak yüzlü hatunumu oğluna nikahlasın. Hakkını helâl etsin. O sağ olsun. Beyrek gidiyor!" dedi.
Beyrek'in obasına haber ulaştı. Anası babası ağlayıp sızladılar. Ak çıkarıp kara giyindiler.
Kazan Beye haber geldi "Beyrek öldü, sen sağ ol!" dediler. Kazan'ın yüreği yandı, kanlı gözyaşı döktü.
Beyrek'in nasıl öldüğünü sordu. Beyler anlattılar. Kazan halkı ağladı. Beyler ağlaştılar Kazan odasına kapandı. Yedi gün yedi gece kimselere görünmedi.
Yedi gün sonra beyler toplandılar. Kazan Bey'in

yanına geldiler. "Bir yiğit senin uğruna canından oldu. Vasiyeti vardır. Kanı yerde kalmamalı, düşmanı haklayalım. Ağlayıp sızlamakla ne eline geçer. Kalkıp başımıza geç!" dediler
Kazan Bey, beylerin isteğini kabul etti. "Atlar hazırlansın silâhlar yüklensin!" dedi
Beyler at bindi. Davullar vuruldu. Gece gündüz demeden at sürüldü. Düşmanın üzerine gidildi. Uruz, Kazan Beyin öç almaya geldiğini öğrendi. Hemen hazırlıklar yapıldı. Kazan Beye karşı durmak için silâhlar hazırlandı. İç Oğuz'la Dış Oğuz karşılaştı. Uruz "Benim düşmanım Kazan olsun!" dedi. Saf tutuldu. Borular çınladı Davullar vuruldu. Uruz, meydana at sürdü. Kazan Bey'i bağırdı "Beri gel vuruşalım!" dedi.
Kazan kalkanını tuttu. Mızrağını kavradı. "Bre Uruz. Namertlikle er öldürmek neymiş sana göstereceğim!" diye haykırdı.
Uruz, Kazan'ın üstüne at sürdü. Kılıç salladı. Hamlesi boşuna gitti. Kazan mızrağını öyle bir fırlattı ki mızrak Uruz'un göğsünden girip arkasından çıktı. Uruz, atından yere düştü. Oracıkta can verdi. Bunu gören Dış Oğuz Beyleri Kazan'dan af dilediler. Kazan onları bağışladı. Onlara hediyeler verdi.
Şölen kuruldu. Koçlar koyunlar kesildi. Yenilip içildi. Dedem Korkut geldi. Hikâyeler anlattı. Dua etti "Bey değilim erenler: Fani dünya kimlere kaldı. Ah! Dünyanın sonu ölümlüdür. ölüm eriştiğinde arı imandan ayırmasın. Ak sakallı ananın, babanın mekânı cennet olsun. Kadir mevlam namerde muhtaç etmesin. Günde beş kere dua ettik, kabul olsun. Amin diyenler Allah'ın yüzünü görsün. Günahlarınızı Adı güzel Muhammed yüzü suyuna bağışlasın, hânım hey!"



Kazılık Koca Oğlu Yigenek'in Hikayesi
Kazılık Koca Oğlu Yigenek'in Hikayesi
Bayındır han yerinden kalkmış, iç ve Dış Oğuz'u şölende toplamıştı. Bayındır Han'ın Kazılık Koca adında bir veziri vardı. Kazılık Koca, Bayındır Han'dan akın istedi. Bayındır Han da izin verdi. "Nereye dilersen git!" dedi.
Kazılık Koca yiğitleriyle birlikte yola çıktı. Dağlar tepeler aştılar. Karadeniz kıyısındaki Düzmürd kalesinin yakınına geldiler. Kale Tekfuru, Arşın oğlu Direk adında biri idi. Boyu altmış arşındı. Altmış batman göz vururdu. Güçlü yay çekerdi.
Tekfur kaleden çıktı. Meydana indi. Karşısına Kazılık Koca çıktı. Koca kılıcını kâfirin ensesine indirdi. Bana mısın demedi Tekfur. Altmış batmanlık gürzünü Kazılık Koca'ya indirince, Koca yere serildi. Oluk oluk kan yere aktı. Azılık Koca, kâfire tutsak oldu. Kazılık Koca'nın yiğitleri kaçtılar.
Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Tam on altı sene geçti. Kazılık Koca'nın oğlu Yigenek on altı yaşına gelmişti. Tam bir yiğit olmuştu. Babasını öldü biliyordu.
Günlerden bir gün Yigenek, Budakla tartıştı. Söz kavgası yaptılar. Budak "Burada boş lâf edip durursun. Varıp babanı kurtarsana. Tam on altı yıldır kâfirin elinde tutsak." dedi.
Babasının hayatta olduğunu ve kâfirin elinde tutsak olduğunu öğrenince Yigenek'in yüreği kabardı. İçinden bir sızı geçti. Hemen Bayındır Han'ın yanına gitti. "Beyim yardım et! Asker ver bana. Babamın tutsak edildiği yere gideyim, izin ver bana." dedi.
Bayındır Han Yigenek'in dileğini kabul etti. Yirmi dört Oğuz Beyini Yigenek'e asker olarak verdi.
Yigenek, sefere çıkacakları gece bir rüya gördü. Rüyasını askerlerine anlattı "Rüyamda bir er gördüm, Adı Emen idi. Bana 'Oğul Yigenek, nereye gidersin?' dedi. Ben de, babamı kurtarmak için Düzmürd Kalesine giderim, dedim. Emen bana 'Ben oraya yedi kez vardım. Babanı kurtaramadım. Geri dön ey Yigenek!' dedi."
Ben de Emen'e cevap verdim: "Ela gözlü yiğitleri yanına almadın. Adı sanı ün salmış, güçlü Oğuz yiğitleriyle at koşturmadın. Bu yüzden o kaleyi alamadın. Babamı kurtaramadın."
Yigenek rüyasını askerlerine anlattıktan sonra, Düzmürd kalesine doğru yola çıktılar. Emen de kalenin oralardaydı. O da Yigenek'in askerlerine katıldı. Tekfur, Oğuz yiğitlerinin kaleye vardıklarını öğrend. Kaleden dışarı çıktı. Meydana geldi. Karşısına bir er istedi. önce Oğuz yiğitlerinden Deli Dündar çıkt. Mızrağını savurdu. Tekfur Deli Dündar'ın kolunu tutarak mızrağı elinden attı. Altmış batmanlık gürzünü Deli'nin kafasına indirdi. Deli Dündar geri döndü.
Sonra Dülek Evren çıktı Tekfur'un karşısına. Kuvvetli bir yumruk indirdi Tekfur'a. Tekfur, bana mısın demedi. Gürzüyle vurarak Evren'i yerle bir etti. Sırayla yirmi dört sancak beyi Tekfur'un gürzünden perişan oldu. Son olarak Kazılık Kocaoğlu Yigenek, Yaradan Allah'a sığınarak söyledi, görelim hânım ne söyledi:
"Ey yücelerden yüce! Kudretli Allah'ım. Sen kimseye zorluk göstermedin. Bakisin, sonsuzsun. Şeytanı sen huzurundan sürdün. Nemrut'u sen yere serdin. Büyüklüğünün sınırı yok. Kızdığını kahreden Kahhar Tanrı. Kudretine sığındım. Yardım senden. Kâfire at sürmekteyim, işimi kolay kıl! "
Yigenek atını sürdü. Rüzgâr gibi vardı Tekfur'un yanına. Kâfirin omzuna kılıcını indirdi. Altı parmak derinliğinde bir yara açtı. Tekfur neye uğradığını şaşırdı. Kaleye doğru kaçmaya başladı. Yigenek peşini bırakmadı. Yetişti. Kale kapısından girmekte olan Tekfur'un kafasını bir kılıç darbesiyle uçuruverdi. Yigenek yoldaşlarının yanına geri döndü.
Kaledekiler Kazılık Koca'yı serbest bıraktılar. Kazılık Koca "Hey yiğitler! Bu kâfire haddini bildiren kimdir? Hangi yiğittir?" diye sorarak şöyle dedi:
"Bre yiğitler. Obamdan otağımdan, soyumdan haber verin bana! Hanımım hamile idi. Yavrum erkek midir kız mıdır bilsem? "
Yigenek burada söylemiş, görelim ne söylemiş "Develerin dişisi gebe idi, erkek doğurdu. Kara

koyun gebe idi, koçu oldu. Ela gözlü helalin hamile idi, aslan gibi bir oğlu oldu."
Yigenek babasıyla kucaklaştı, koklaştı. Hasret giderdiler. Allah'a şükrettiler. Birlikte kaleye yürüdüler. Ganimet topladılar. Kalenin kilisesini cami yaptılar, izzetli Allah adına hutbe okuttular. Bayındır Han'a götürmek üzere en değerli hediyeleri hazırladılar. Kalan ganimeti gazilere paylaştırdılar. Dönüp evlerine geldiler.
Dede Korkut geldi, destan söyledi. Görelim ne söyledi: "Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak pürçekli ananın mekânı firdevs olsun. Son nefeste Allah arı imandan ayırmasın. Günde beş vakit dua ettik. Kabul olsun. Günahlarınız Adı güzel Muhammed'in gül yüzü hatırına bağışlansın, hânım hey!"



SALUR KAZAN HİKÂYESİ
SALUR KAZAN HİKÂYESİ

Günlerden bir gün Salur Kazan ziyafet vermekteydi. Seksen yerde kazanlar kurulmuştu. Altın sürahiler, bardaklar sofralara konulmuştu. Biraz sonra yerinden doğrulan Salur Kazan, şöyle dedi:
- Sözümü iyi dinleyin beyler! Yata yata yanımız ağrıdı. Dura dura belimiz kurudu. Durmayalım. Kırlara çıkalım. Avlanalım. Yaban geyiği vuralım. Yiyip içelim, hoş geçinelim.
Salur Kazan'ın yanındaki beyler de bu sözlere katılınca Koca Uruz söz aldı:
-Kazan ağam! Gürcistan'a yakın oturuyorsun. Yurdunu kimlere emanet edip de ava çıkıyorsun?
Kazan:
-Üç yüz yiğit kalacak geride, dedi.
Hazırlıklar yapıldı. Salur Kazan ve güçlü Oğuz Beyleri atlarına bindiler. Alacadağ'a avlanmaya gittiler.
Bunun üzerine kâfirler, azgın kâfir Şökli Melik'e haber verdiler. Şökli Melik yedi bin askeriyle Salur Kazan'ın ülkesine saldırdı. Kazan Bey'in ülkesini darmadağın etti. Kazan Bey'in ak saçlı anasını, oğlu Uruz Bey'i, karısı Burla Hatun'u ve üç yüz yiğidi esir aldı. Kâfirler Kazan Bey'in hazinesini de yağma ettiler. Bütün bu olanlardan Kazan Bey'in haberi yoktu.
Kâfirler kendi ülkelerine döndüler, içlerinden biri şöyle dedi:
-Beyler! Kazan'ın ağıllarında tam on bin koyun var. Onları da almalıyız. Almalıyız ki Kazan'a ağır bir darbe daha vurulsun. Eli kolu bağlansın. Çaresiz kalsın.
Şökli Melik atıldı:
-Derhal altı yüz savaşçı varsın. Koyunları katıp getirsin.
Altı yüz kâfir at bindi. Koyunları getirmek için uçarcasına gitti.
O sırada uyumakta olan Karacık Çoban, kötü bir rüya gördü. Ansızın sıçradı ve uyandı. Kötü şeyler olacağını hissetti. Alaca kollu sapanını alıp düşmanını beklemeye başladı. Sapanı bir atışta yüz kilo taş atabiliyordu. Taşların düştüğü yerde üç yıl ot bitmiyordu.
Birdenbire altı yüz kâfir çullandı üzerine Karacık Çoban'ın. Kâfir başı dedi:
-Hey bre Çoban! Koyunları bize ver. Bize selam dur. Yoksa canını alırız!
Çoban yiğitçe karşı durdu:
- Konuşma bre alçak kâfir! Senin okun benim sapanımla bile boy ölçüşemez. Beri gel. Yiğidin darbesi nasıl olurmuş gör de öyle geç!

Kâfirler atlarını mahmuzladılar. Saldırıya geçtiler. Karacık Çoban bütün gücüyle sapanına taş koyup kâfirlere fırlatıyordu. Tam üç yüz kâfiri yere sermeyi başardı. Bunun üzerine kâfirler korktular. Canlarından olmamak için kaçtılar.
O gece Salur Kazan da kötü bir düş görmüştü. Düşünde ülkesine gökten bir yıldırım düşmüştü. Sabah bu rüyanın tesiriyle uyandı. Askerlerine şöyle dedi:
-Ben ülkeme gidiyorum. Sağlık, esenlik içindey-seler dönüp gelirim. Siz avlanmaya devam edin.
Kazan Bey uçarcasına ülkesine vardı. Olanları görünce gözleri kanlı yaşlar döktü. Yağız atını mah-muzladı.
Kâfirlerin arkasından at sürdü. Yolda Karacık Ço-ban'ı gördü. Onunla söyleşmeye başladı:
-Kara başım kurban olsun sana bre çoban! Söyle bana. Anlat halimizi. Ailemden, ülkemden haber ver bana!
Çoban, Kazan Bey'i görünce dillendi: -öldün mü yittin mi ey Kazan? Dünden önceki gün oban geçti buradan. Ak saçlı ananı, eşin Burla Hatun'u oğlunu esir aldı kâfirler. Altınlarını, develerini de yağma ettiler.
Kazan Bey dinledikçe aklı başından gitti. Yüreği sızladı. Ah çekti. Çoban'a öfkelendi:
-Dilin kurusun çoban! Kadir Allah alnına belâ yazsın. Çoban sözü aldı:
-Bana ne kızarsın Kazan ağam. Altı yüz kâfir üzerime çullandı. Üç yüzünü yere serdim. Bir koyun bile vermedim, iki kardeşimi Hakk'a şehit verdim, yaralandım. Suçum bu mudur? izin ver kâfire saldırayım. Allah kısmet ederse evini ben kurtarayım.
Kazan'ın gözleri nemlendi. Yanlışını anladı. Kendi kendine: "Çobanla birlikte kâfire saldırırsam 'Çoban olmasa, Kazan, kâfirin hakkından gelemezdi.' derler. Yalnız gitmeliyim." diye söylendi.
Yalnız gitmeye karar verdi Kazan. Çobanı bir ağaca bağladı. Atını mahmuzladı. Çoban ağacı yerinden söküp at bindi. Kazan'a yetişti. Koca ağacı sürükleyerek gelmekte olan.çobanı gören Kazan, atından indi. Çobanın ellerini çözdü. Alnından öptü. Birlikte yola koyuldular.
O sırada Şökli Melik kâfirlerle birlikte eğlenmekteydi. Aklından Kazan'ı kahredecek bir iş daha yapmak geçti. Kazan'ın eşi Burla Hatun'a meclisinde hizmet ettirecekti.
Selvi boylu Burla Hatun bunu duyunca, yanındaki kırk ince belli kızı toplayıp onlara öğüt verdi:
-Kazan'ın eşi hanginizdir diye sorarlarsa hep bir ağızdan "Benim!" diye cevap verin.
Şökli Melik'in adamlarından biri gelip bağırdı: -Kazan Bey'in hanımı hanginizdir? Kırk yerden ses gelince anlayamadı. Dönüp gitti. Şökli Melik kudurdu:

-Bre ne durursunuz namertler. Derhal gidip getirin Kazan'ın oğlu Uruz Bey'i. Çengele asın. Etlerini doğrayın kavurma yapın. Bey kızlarına yedirin. Hangisi yemezse odur anası. Alın getirin. Mecliste hizmete etsin.
Burla Hatun haberi aldı. Bir fırsatını bulup usulca yanaştı oğluna. Durumu anlattı. Şöyle dedi:
- Etinden yiyeyim mi yoksa yemeyeyim mi? Ye
meyip de namusumuza leke mi süreyim? Ne edeyim
oğul, gözümün ışığı oğul, söyle bana!
Kazan oğlu Uruz, anasını dinledikten sonra görelim ne söylemiş:
- Ana! O nasıl söz? Sapkın dinli kâfire kendini bel
li etme. Onlara hizmet etmektense ölmen daha iyi.
Babamın namusuna leke getirme.
iki göz iki çeşme ağlıyordu Uruz oğlan. Anası da saçını başını yoluyor, oğul oğul diye feryad ediyordu. Anası ağlayıp sızlayınca Uruz şöyle dedi:
- Hey anam! Aziz anam! Ne ağlıyorsun? Sen sağ
ol, babam sağ olsun. Namusumuza leke gelmesin.
Benim gibi nice oğul feda olsun size.
Uruz'un ısrarı karşısında dayanamadı Burla Hatun. İnce belli kırk bey kızının arasına katıldı.
Sapkın dinli kâfirler, Uruz'u, Çengelin asılı olduğu yere doğru sürükleye sürükleye getirdiler. Yanık ciğeri dağlandı, gözlerinden yaş süzüldü Uruz'un.
Salur Kazanla Karacık Çoban, dört nala at sürdüler. Kâîirin yakınına vardılar. Karacık Çobanın sa panı hedefinden şaşmazdı. Düştüğü yeri oyar, paramparça ederdi. Çoban, Allah'a sığınıp kâfirin üstüne sapanıyla taşları savurdu. Ortalık toz duman oldu. Sanki dünya başına yıkıldı kâfirin.
Kazan Bey, ailesini istedi Şökli Melik'ten. Şökli Melik vermedi. Tam bu sırada birbirinden güçlü Oğuz Beyleri yetişti Kazan'ın imdadına. Oğuz Beyleri hep bir ağızdan:
- Çek kılıcını izzetli beyim! Ne durursun? Vuralım
kâfirleri, diye Kazan'a seslendiler.
Korkusuz yiğitlerin hepsi arı suda abdest aldılar. Ak alınlarını toprağa sürdüler, iki rekat namaz kılıp Allah'a yalvardılar. Adı güzel Muhammed'e salat u selâmda bulundular. Allah'tan yardım dilediler.
Yüreğinde korkunun zerresi olmayan Oğuz yiğitleri ve Kazan Bey kılıçlarını çektiler. Kâfirin üzerine yürüdüler. Kâfir neye uğradığına şaşırdı. Sanki kıyamet koptu. On iki bin kâfir bozguna uğradı. Beş yüz Oğuz yiğidi şehit oldu.
Oğuz Beyleri bir çok ganimet topladı. Kazan Bey; ailesini, askerlerini ve mallarını alarak ülkesine döndü. Tahtını yeniden yükseltti. Otağını yeniden kurdu. Karacık Çoban'ı komutan yaptı. Yedi gün yedi gece eğlence düzenlendi. Yiğitlere hediyeler verildi. Yenilip içildi.
Dede Korkut şöyle seslendi:
- Bey dediğim erenler! Gelişli gidişli bu dünya kimseye kalmaz. Dünya benimdir diyenler! Ahiri ölümdür dünyanın. Hânım! El açıp dua edeyim Allah'a: Ak sakallı atanın mekânı cennet olsun. ölüm döşeğinde imandan ayırmasın. Duama katılanlar Allah'ın cemalini görsünler. Bağışlansın günahlarımız. Adı güzel Mustafa'nın yüzü suyuna bağışlansın.
 

o.baba1

New member
Deli Dumrul Hikâyesi
Deli Dumrul Hikâyesi
Güçlü Oğuz arasında Duha Kocaoğlu Deli Dumrul adında bir er yaşardı.Kuru bir ırmağın üzerine köprü yaptırmış,geçenden otuzüç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı."Benden daha deli ve güçlü bir yiğit var mıdır? Varsa çıksın, dövüşelim; yiğitliğim Rum ve Şam'a dek bilinsin" diye düşünürdü. Günlerden bir gün köprüsünün yakınına bir bölük oba kondu. İçlerinden biri hastalanmış, Allah'ın buyruğuyla ölmüştü. Kimisi oğul, kimisi kardeş diye ağlıyor, ağıtlar yakıyordu. Deli Dumrul dört nala erişti ve sordu; "Bre ne ağlıyorsunuz, köprümün yanında bu gürültü nedir?" "Hanım" dediler, "bir yiğidimiz öldü, ona ağlıyoruz."
Deli Dumrul sordu.-
"Bre yiğidinizi kim öldürdü?"
"Allah Teâlâ'dan buyruk geldi, al kanatlı Azrail,
yiğidin canını aldı" dediler.
Deli Dumrul şaşırdı:
"Bre Azrail de kimdir, nasıl alır insanın canını" dedi,
"ey Kadir Allahım, birliğinin hakkı için Azrail'i
göster bana, göster ki, onunla dövüşeyim,
güzel yiğidin canını kurtarayım, bir daha da
kimsenin ölümüne neden olmasın."
Dumrul'un sözleri, Kadir Teâlâ'ya hoş gelmedi. Azrail'e buyurdu.- "Delinin gözüne görün, benzini sarart, canını hırıldatarak al."
Deli Dumrul kırk yiğitle yiyip içmedeyken, Azrail
ansızın göründü. Gelişini ne kapıcı görebilmişti
ne çavuş. Dumrul, ansızın karşısına
çıkan Azrail'i görünce gözleri görmez,
elleri tutmaz oldu. Dünya gözüne
karanlık göründü. Görelim Azrail'e ne söyledi:
Ne heybetli bir yaşlısın sen -Kapıcılar görmedi Çavuşlar tanımadı Gören gözüm görmez Tutan elim tutmaz oldu

Canım ürperdi
Altın kadehim yere düştü
Ağzım buz
Kemiklerim tuz oldu
Bre aksakallı
Fersiz gözlü ihtiyar
Bre ne heybetlisin sen söyle bana
Elimden bir kaza erişecek sana
Dumrul'un sözleri, Azrail'in hiddetlenmesine neden oldu. Görelim ne söyledi:
Bre deli fersiz gözlerimi niçin beğenmiyorsun
Güzel gözlü kızların, gelinlerin canlarını çok almışım
Ağarmış sakalımı neden beğenmiyorsun
Kara sakallı, ak sakallı nice yiğitlerin canlarım almışım
Bu yüzden ağarmıştır sakalım
Bre deli
Böbürlenip dururdun Azrail elime geçse
öldüreceğim, yiğidi elinden kurtaracağım derdin
Şimdi senin canını almaya geldim
Verir misin yoksa benimle cenk mi edersin
Deli Dumrul,
"Bre" dedi, "al kanatlı Azrail sen misin?"
"Evet, benim" dedi Azrail.
"Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun?" diye
sordu Dumrul.
"Evet, ben alıyorum" dedi Azrail.
"Bre Azrail" dedi Dumrul, "ben
isterdim ki, seninle dar bir yerde
karşılaşayım da öldüreyim. Böylece
güzel yiğitlerin canlarını kurtarayım."
Kara öz kılıcını sıyırdı kınından,
bir hamle yaptı. Azrail güvercine
dönüşerek pencereye kondu.
Adem irisi Deli Dumrul güldü.
"Yiğitlerim" dedi keyifli keyifli, "Azrail'i
öyle korkuttum ki, geniş kapıyı bırakıp
dar bacadan zor kaçtı. Madem, elimde
bir güvercin olup uçtu, Onu bırakır mıyım,
doğana aldırmayınca."
Kalkarak atına bindi, doğanını omzuna
aldı, ardına düştü. Birkaç güvercin
öldürdü. Dönüp evine geliyordu ki,
Azrail atına göründü, ürküttü.
Ürken at, Dumrul'u kaldırıp yere
vurdu. Kara başı bunaldı Dumrulun, Azrail,
ak göğsüne çökünce, hırıldamaya
başladı, görelim ne söyledi:

Bre Azrail aman
Allah'ın birliğine olmaz güman
Seni böyle bilmezdim
Can aldığını duymazdım
Bizim tepesi büyük yüce dağlarımız var
O dağlarımızda bağlarımız var
O bağlarda kara salkımlı üzüm yetişir
Üzümü sıkarlar şarabı var
O şaraptan içince sarhoş olunur
Şaraplıydım görmedim
Ne söyledim bilmedim
Usanmadım beylikten
Yiğitliğe doymadım
Alma canımı bağışla
Bre Azrail medet
Azrail,
"Bre bana ne yalvarırsın" dedi, "Allah'a
yakar. Bu işler benimle başlayıp benimle bitmez.
Ben de emir kuluyum."
"Peki" dedi Dumrul, "can veren de can
alan da Allah mıdır?"
"Evet, odur" dedi Azrail.
"Peki sen ne işler, Hak Teâlâ ile
aramıza girersin. Çık aradan, Allah'la
söyleşeyim" dedi Dumrul.
Görelim hanım Deli burada
ne söylemiş:
Ululardan ulusun Kimse bilmez nicesin Güzel Tanrı
Niceleri seni gökte arar yerde diler Oysa sen müminlerin gönlündesin Daim duran Cebbar Tanrı Baki kalan Settar Tanrı Alacaksan canımı sen al Azrail'e bırakma
Allah Teâlâ'ya, Dumrul'un sözleri hoş geldi;
seslendi:
"Madem kulum birliğimi bildi ve
şükür kıldı, ey Azrail, can yerine
can bulursa azat olsun, onunkini bağışlarım."
Azrail, Deli Dumrul'a döndü: "Bre Deli Dumrul, can yerine can bulursan, canın azâd olacak, Allah'ın takdiri böyle oldu."
Dumrul,
"Ben nasıl can bulayım?" dedi,
"benim, ak pürçekli anam, ak sakallı babam var
sadece, gel gidelim
belki biri derdimden anlar, kurtulurum."
Dumrul, babasına geldi, elini öptü, görelim ne söyledi:

Ak sakallı, azizim, canım babam
Bilir misin neler oldu
Kötü söz söyledim
Hak Teâlâ'ya hoş gelmedi
Göfctefci al kanatlı Azrail'e buyurdu
Uçarak geldi
Ak göğsüme pençesini bastırarak
Hırıldatıp tatlı canımı alır oldu
Senden can isterim canıma karşılık
İzzetli babam verir misin
Verip de beni kurtarır mısın
Yoksa "Oğul oğul\" diye yanar mısın
Babası Dumrul'u dinledikten sonra görelim ne söyledi:
Oğul oğul ey oğul
Canımın parıltısı oğul
Doğunca dokuz erkek deveyi kurban verdiğim oğul
Altın pencereli otağımın kabzası oğul
Kızımın, gelinimin çiçeği oğul
Karşıda yatan kara dağım gerek ise
Gelsin Azrail'in yaylası olsun
Soğuk soğuk pınarlarım gerek ise
içme olsun
Tavla tavla atlarım gerek ise
Binek olsun
Katar katar develerim gerek ise
Yük taşıyıcı olsun
Ağülardaki ak koyunum gerek ise
Kara mutfakta şöleni olsun
Akçe, gümüş altın gerek ise
Harçlığı olsun
Hayat tatlı, can izzetli
Canımı veremem
Anana git
O benden daha aziz, sevgi doludur
Deli Dumrul, babasından yüz bulamayınca doğruca annesine gitti, görelim neler söyledi:
Ana ana canım ana
Bilir misin neler oldu
Gökyüzünden al kanatlı Azrail uçarak geldi
Ak göğsüme çökerek
Canımı almak istedi
Babamdan istedim can vermedi
Senden dilerim ana
Canından geçer misin benim için
Yoksa, "Oğul oğull" diye yanar mısın
Acı tırnağınla ak yüzünü yırtar mısın
Kargı gibi kara saçnı yolar mısın

Anası, görelim ne söylemiş:
Oğul oğul ey oğul
Dokuz ay içimde taşıdığım
On ay deyince dünya yüzüne getirdiğim oğul
Dolma beşiklerde belediğim
Dolu dolu ak südümü emzirdiğim oğul
Ak burçlu kalelerde tutulaydın
Azgın dinli kafire tutsak olaydın
Altın akçenin gücüyle seni kurtaraydım oğul
Yaman bir yere varmışsın varamam
Dünya tatlı, can aziz
Veremem böylece bil
Anasından da yüz bulamayınca Deli Dumrul, Azrail'e yakardı:
Bre Azrail aman
Allah'ın birliğine olmaz güman
Azrail dedi:
"Daha ne aman dilersin.
Ak sakallı babandan yüz bulmadın, ak
purçekli anandan fayda görmedin, gayri sana
can verecek kim vardır?
Dumrul'un gözleri parladı:
"Hasretlim var" dedi.
Azrail
"Hasretlin kimdir?" diye sordu.
Deli Dumrul,
"Helâlliğim, eşim" dedi, "iki oğlum var ondan,
izin verirsen, bir de onunla konuşmak istiyorum."
Azrail'in izniyle Dumrul, bu kez helâllisinin yanına
geldi, görelim ne söyledi:
Bilir misin neler oldu
Gökyüzünden al kanatlı Azrail uçarak geldi
Ak göğsüme çökerek
Tatlı canımı alır oldu
Babamdan diledim can vermedi
Anamdan istedim can vermedi
Dünya tatlı, hayat güzel, dediler
Yüce dağlarım yaylağın olsun
Soğuk sularım içmen olsun
Koç atlarım bineğin
Altın pencereli otağım gölgen olsun
Katar katar develerim yüklerini taşısın
Ağıllardaki ak koyunlarım şölenin olsun
Gözün kimi tutar
Gönlün kimi severse
Ona var sen
Çocuklarını öksüz bırakma

Dumrul'un sözlerini şaşkınlıkla dinleyen helâllisi görelim neler söyledi:
Ne dersin, ne söylersin
Göz açınca gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim
Tatlı damağınla öpüştüğüm
Bir yastığa baş koyduğum
Karşı yatan kara dağları
Neylerim ben, senden sonra
Yayla değil bana mezar olsun
Soğuk sularını içer olsam kanım olsun
Harcar isem altın akçeni kefenim olsun
Tavla tavla koç atına biner isem tabutum olsun
Senden sonra bir yiğidi sever olsam
Alaca yılan olup beni soksun
Senin nâmert anan baban
Ne var ki bir canda
Sana bağışlamamışlar
Yedinci, sekizinci gök şahit olsun
Kudretli Allah şahit olsun
Canım sana feda olsun

Eşi için canından vazgeçtiğini gören Azrail, kadının ruhunu almaya geldi. Lâkin Deli Dumrul, helâllisine kıyamadı, Allah Teâlâ'ya yakardı, görelim neler söyledi:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Cahil kullar gökte arayıp yerde ister
Oysa sen inanmışların yüreğindesin
Daim duran Cebbar Tanrı
Yüce yolların üstüne
Vakıflar kuşatayım senin için
Alınca ikimizin canını birlikte al
Bırakırsan birlikte bırak
Keremi sonsuz Tanrı
Deli Dumrul'un sözleri, Allah Teâlâ'ya hoş geldi. Azrail'e, Dumrul'un anasının babasının ruhlarını almasını buyurdu-, "Onları ise bağışladım, yüzkırk sene ömür verdim."
Azrail, Dumrul'la eşini bırakıp, ebeveynine giderek, Hak Teâlâ'nın emrini yerine getirdi.

Deli Dumrul, helâlliğiyle yüzkırk sene mutlu bir ömür sürdü.
Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı, destan koştu, deyiş söyledi:
"Bu hikâye Deli Dumrul'un olsun, benden sonra alıp ozanlar anlatsın, dilden dile gezinsin, açık alınlı gönlü yüce erenler dinlesin" dedi.
Hak Teâlâ'ya yakarayım hanım: Başı yüce, kara dağların yıkılmasın. Gölgeli, yaşlı ağacın kurumasın. Çağıldayan, coşkun suyun kurumasın. Kudret sahibi Allah, seni kimselere muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, makbul olsun. Arıtsın, temizlesin günahlarını, sizi adı güzel Muhammed'e bağışlasın.
 

MozoLe Miяach

Çǿκ کε√díκ طę ∂طí
Favorim DeLi DumruL.. =)

Emeqine SaqLık..
 

HTML

Üst