Değerli mü'minler!
Bugünkü sohbetimizde dürüst olmanın faziletinden söz edeceğiz. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Rabbımız Allah'tır deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki'' Korkmayın, üzülmeyin, size va'ddedilen cennetle sevinin."1
Sakafî kabilesinden Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir:
Peygamberimize:
– Ey Allah'ın Resûlü, İslâmiyet hakkında bana bir öğüt veriniz ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol, buyurdu.2
Dikkat edilirse gerek âyet-i kerimede ve gerekse hadis-i şerifte İslâmiyetin iki ana bölümden ibaret olduğu bildirilmiştir.
Bu bölümlerden biri Allah'a iman, diğeri de dürüstlüktür.
Allah'a iman her şeyden önde gelir. Bize ilk farz olan Allah'ı bilmek ve O'na inanmaktır. Hz. Adem'den itibaren son Peygamber Muhammet Mustafa (s.a.v.)'e gelinceye kadar bütün Peygamberler önce bir olan, eşi ve dengi olmayan Allah'a inanmaya çağırmışlar ve bu inanç etrafında insanların bütünleşmesini istemişlerdir. İman olmadan ne yapılan ibadetin ve ne de hayır ve iyiliğin Allah katında bir değeri yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurmuştur:
"İnkar edenlere gelince; onların işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder fakat ona vardığında hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah, hesabı çabuk görendir."3
İşte inanmayanların, Allah katında değerlendirileceğini sandıkları amellerinin sonucu uzaktan hayal edilen bir pırıltıdan ibarettir.
Ayet-i Kerîme'de kurtuluşa ermek için ön görülen ikinci nitelik, istikamettir.
İstikâmet, dosdoğru olmak demektir. Peygamberlerde bulunması gerekli beş sıfattan birisi hatta birincisi dürüstlüktür.
Dürüstlük büyük bir fazilettir. Kişinin çevresine güven vermesini sağlayan bir niteliktir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin İslâmiyete davet ettiğini duyanlar, ilk önce onun dürüst olup olmadığını sormuşlardır. Peygamberimizin dürüst olduğunu, şimdiye kadar kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler şu değerlendirmeyi yapmışlardır: "İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse Allah'a karşı niçin dürüst olmasın."
Ayet-i kerimede, Allah'a imandan sonra (ki diğer iman esasları da buna dahildir.) kişinin bütün davranışları "istikamet" kelimesiyle ifade edilmiştir.
İstikamet, yani dürüstlük sözde, özde ve işde olmak üzere üç kısma ayrılır.
Şimdi bunları birer birer ve özet olarak inceleyelim.
1. Sözde Doğruluk
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek alınacak insan, Peygamberimiz Efendimizdir. Peygamberimiz, doğru sözlülüğün en canlı örneği idi. Çünkü Kur'an-ı Kerim kendisine indirilmişti. Kur'an âyetlerini önce o okuyor ve uyguluyordu. Sözleriyle işleri arasında tam anlamıyla bir uyum vardı. Nasıl olmasın ki Kur'an-ı Kerim şöyle diyordu:
"Ey mü'minler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz.”4
Bu âyet-i kerimenin şu olay üzerine nazil olduğu rivayet edilir: Müslümanlar, "Amellerin, Allah katında en sevgilisinin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik." demişlerdi . Bunun üzerine:
"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever."5
Meâlindeki âyet nazil oldu. Fakat Uhud savaşında bazılarının geri dönmesi, âyetteki uyarıya sebep olmuştur.6
Peygamberimiz doğru sözlü olmasaydı düşmanları bu yönü ile onu dillerine dolar, davetine engel olurlardı. Fakat şu bir tarihî gerçektir ki, onu tanıyanlardan hiç kimse ona yalancı diyememiştir. Bir gün Mekke'nin ileri gelenleri toplanmışlar; ne edelim, nasıl yapalım da Muhammed (s.a.v.)'i bu davadan vaz geçirelim, diye düşünmeye başlamışlardı. En tecrübelilerinden biri olan Nazr b.Hâris şu sözleri söylemişti: "Ey Kureyş başınıza gelen felâketi halâ ortadan kaldıramadınız. Muhammet (s.a.v.) sizin gözleriniz önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Kırlaştığı yani yaşlandığı zaman size yeni bir şey sunduğu için siz ona sihirbaz, şâir, deli demeye başladınız. Halbuki Muhammed (s.a.v.) ne şairdir, ne sihirbazdır ne de delidir."7
Peygamberimizin en büyük düşmanı olan Ebû Cehil: "Muhammet (s.a.v.) ben sana yalan söylüyorsun demiyorum. Ancak getirdiklerini doğru bulmuyorum.'' demişti de bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
"Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”8
Peygamberimiz bir gün bir dağın tepesine çıkarak:
– Ey Kureyş, size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem bana inanır mısınız? demiş. Orada hazır bulunanlar:
– Evet, hepimiz inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin, cevabını vermişlerdi.9
Bizans İmparatoru Hirakl, ticaret için Şam'a gelmiş olan Ebû Süfyan'ı kabul ettiği zaman ona sordu:
– Peygamberlik iddiasında bulunan bu zâtın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? dedi. Henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebû Süfyan:
– Asla, yalan söylediğini hiç duymadık, diye cevap verdi.10
Bütün bunlar, düşmanlarının itiraflarıdır. Onun yalan söylediğini duymuş olsalardı hiç örtbas ederler miydi.
İşte örnek alacağımız o yüce Peygamber böyle doğru sözlü idi. Düşmanları bile onun doğru sözlü olduğunda ve hiç kimseyi aldatmadığında ittifak halinde idiler.
Esasen Peygamberimiz sözünde ve işinde güvenilir birisi olmasaydı, insanlar kısa zamanda kendi inançlarını, âdet ve geleneklerini bırakarak ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı.
Doğruluk, insanların dayanak ve direğidir. Doğruluk olmayınca ne bir evde ve ne de bir ülkede anlaşma ve kaynaşma olmaz. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, düzeni bozulur. Peygamberimizin şu sözü ne kadar düşündürücüdür:
"Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır."11
Bugünkü sohbetimizde dürüst olmanın faziletinden söz edeceğiz. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Rabbımız Allah'tır deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki'' Korkmayın, üzülmeyin, size va'ddedilen cennetle sevinin."1
Sakafî kabilesinden Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir:
Peygamberimize:
– Ey Allah'ın Resûlü, İslâmiyet hakkında bana bir öğüt veriniz ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol, buyurdu.2
Dikkat edilirse gerek âyet-i kerimede ve gerekse hadis-i şerifte İslâmiyetin iki ana bölümden ibaret olduğu bildirilmiştir.
Bu bölümlerden biri Allah'a iman, diğeri de dürüstlüktür.
Allah'a iman her şeyden önde gelir. Bize ilk farz olan Allah'ı bilmek ve O'na inanmaktır. Hz. Adem'den itibaren son Peygamber Muhammet Mustafa (s.a.v.)'e gelinceye kadar bütün Peygamberler önce bir olan, eşi ve dengi olmayan Allah'a inanmaya çağırmışlar ve bu inanç etrafında insanların bütünleşmesini istemişlerdir. İman olmadan ne yapılan ibadetin ve ne de hayır ve iyiliğin Allah katında bir değeri yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurmuştur:
"İnkar edenlere gelince; onların işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder fakat ona vardığında hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah, hesabı çabuk görendir."3
İşte inanmayanların, Allah katında değerlendirileceğini sandıkları amellerinin sonucu uzaktan hayal edilen bir pırıltıdan ibarettir.
Ayet-i Kerîme'de kurtuluşa ermek için ön görülen ikinci nitelik, istikamettir.
İstikâmet, dosdoğru olmak demektir. Peygamberlerde bulunması gerekli beş sıfattan birisi hatta birincisi dürüstlüktür.
Dürüstlük büyük bir fazilettir. Kişinin çevresine güven vermesini sağlayan bir niteliktir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin İslâmiyete davet ettiğini duyanlar, ilk önce onun dürüst olup olmadığını sormuşlardır. Peygamberimizin dürüst olduğunu, şimdiye kadar kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler şu değerlendirmeyi yapmışlardır: "İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse Allah'a karşı niçin dürüst olmasın."
Ayet-i kerimede, Allah'a imandan sonra (ki diğer iman esasları da buna dahildir.) kişinin bütün davranışları "istikamet" kelimesiyle ifade edilmiştir.
İstikamet, yani dürüstlük sözde, özde ve işde olmak üzere üç kısma ayrılır.
Şimdi bunları birer birer ve özet olarak inceleyelim.
1. Sözde Doğruluk
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek alınacak insan, Peygamberimiz Efendimizdir. Peygamberimiz, doğru sözlülüğün en canlı örneği idi. Çünkü Kur'an-ı Kerim kendisine indirilmişti. Kur'an âyetlerini önce o okuyor ve uyguluyordu. Sözleriyle işleri arasında tam anlamıyla bir uyum vardı. Nasıl olmasın ki Kur'an-ı Kerim şöyle diyordu:
"Ey mü'minler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz.”4
Bu âyet-i kerimenin şu olay üzerine nazil olduğu rivayet edilir: Müslümanlar, "Amellerin, Allah katında en sevgilisinin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik." demişlerdi . Bunun üzerine:
"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever."5
Meâlindeki âyet nazil oldu. Fakat Uhud savaşında bazılarının geri dönmesi, âyetteki uyarıya sebep olmuştur.6
Peygamberimiz doğru sözlü olmasaydı düşmanları bu yönü ile onu dillerine dolar, davetine engel olurlardı. Fakat şu bir tarihî gerçektir ki, onu tanıyanlardan hiç kimse ona yalancı diyememiştir. Bir gün Mekke'nin ileri gelenleri toplanmışlar; ne edelim, nasıl yapalım da Muhammed (s.a.v.)'i bu davadan vaz geçirelim, diye düşünmeye başlamışlardı. En tecrübelilerinden biri olan Nazr b.Hâris şu sözleri söylemişti: "Ey Kureyş başınıza gelen felâketi halâ ortadan kaldıramadınız. Muhammet (s.a.v.) sizin gözleriniz önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Kırlaştığı yani yaşlandığı zaman size yeni bir şey sunduğu için siz ona sihirbaz, şâir, deli demeye başladınız. Halbuki Muhammed (s.a.v.) ne şairdir, ne sihirbazdır ne de delidir."7
Peygamberimizin en büyük düşmanı olan Ebû Cehil: "Muhammet (s.a.v.) ben sana yalan söylüyorsun demiyorum. Ancak getirdiklerini doğru bulmuyorum.'' demişti de bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
"Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”8
Peygamberimiz bir gün bir dağın tepesine çıkarak:
– Ey Kureyş, size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem bana inanır mısınız? demiş. Orada hazır bulunanlar:
– Evet, hepimiz inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin, cevabını vermişlerdi.9
Bizans İmparatoru Hirakl, ticaret için Şam'a gelmiş olan Ebû Süfyan'ı kabul ettiği zaman ona sordu:
– Peygamberlik iddiasında bulunan bu zâtın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? dedi. Henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebû Süfyan:
– Asla, yalan söylediğini hiç duymadık, diye cevap verdi.10
Bütün bunlar, düşmanlarının itiraflarıdır. Onun yalan söylediğini duymuş olsalardı hiç örtbas ederler miydi.
İşte örnek alacağımız o yüce Peygamber böyle doğru sözlü idi. Düşmanları bile onun doğru sözlü olduğunda ve hiç kimseyi aldatmadığında ittifak halinde idiler.
Esasen Peygamberimiz sözünde ve işinde güvenilir birisi olmasaydı, insanlar kısa zamanda kendi inançlarını, âdet ve geleneklerini bırakarak ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı.
Doğruluk, insanların dayanak ve direğidir. Doğruluk olmayınca ne bir evde ve ne de bir ülkede anlaşma ve kaynaşma olmaz. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, düzeni bozulur. Peygamberimizin şu sözü ne kadar düşündürücüdür:
"Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır."11