Döngüsel Hayatlar: Karacadağ Kürtleri

react

Admin
Süper Moderatör
Katılım
18 Haz 2005
Mesajlar
25,237
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
an insatiable prsn from hell
Sönmüş bir yanardağ Karacadağ; Urfa, Diyarbakır, Mardin arasında. Ama içi geçmiş kof bir yükselti değil o, üfürdüğü kara taşlarla şehirlere, surlara, köylere can veren, yaşam tarzlarını belirleyen bir dağ; Kürt aşiretleri için bir göç yatağı, bir baba ocağı. Atlas onun eteklerine kurulan Xan, Sıme Evdo, Birebereza, Birasor gibi birçok obaya konuk oldu ve onları sayfalarına konuk etti.

Yılmaz Güney'in 'Arkadaş' filminde Azem, kent ortamında yozlaşan arkadaşının ruhunu arındırmak için onu Karacadağ'a gönderir. Bir tür 'dönüş' efsanesi ya da çoktan yitip gitmiş masumiyeti bulma çabası. Demir çarıklı derviş misali düşlerin izinde yürümek...

Karacadağ'a bu ruh haliyle yollandık. Urfa, Mardin ve Diyarbakır il sınırlarına yayılan, üçünü birbirine bağlayan bir dağdır bu. Yaşı geçkin olmasına rağmen nazlı bir sevgilidir. Urfalı için uzak bir hayal, Viranşehirli ile Siverekli açısından baba ocağı, evlat otağıdır. Diyarbakırlının gözünde salt sönmüş bir volkan, taş kesilmiş bir arazi, bir taşlık alan değildir. O bin bir çiçek ve böceğin barınağı, bir uygarlık beşiği, bir kadim tarih, bir şiir, bir hikâyedir. Sözgelimi yöre insanı Ahmed Arif'in dizelerini süslemiştir: 'Açar, kırmızı yediverenler/ Ve kar yağar bir yandan/ Savrulur Karacadağ.'

Karacadağ, 1200 yıldan beri İran ve Irak'taki Kürt aşiretlerinin Anadolu'ya yayılmasında dağıtım bölgesi oldu, temel konak işlevi gördü. Ona dair Kürtçe bir özdeyiş var: Çiya Qerejdağ e, diben çiyaye (Karacadağ, derler ki dağdır). Çünkü koni biçimli olmayan, yavaş yavaş yükselen sönmüş bir yanardağ bu. Hem yakın, hem uzak; hem dağ, hem değil.

imperiaflex_0_2_0-11.jpg

Karacadağ çevresinde hayatın her ayrıntısına hayvancılık yön
veriyor. Dağın Viranşehir'e bakan eteklerinde de göçer Kürt kadınlarının
başlıca işlerinden biri yağını ayırmak için yayıkta süt yaymak.

Diyarbakır tarihini yazan Şevket Beysanoğlu, halk arasında volkan patlamasının nasıl yorumladığına değiniyor: 'Bir ejderha ateş püskürmüş; sonra onu zincirlere vurup susturmuşlar!' Yazar Şeyhmus Diken, bize, Karacadağ'ın şehir için ne ifade ettiğini anlatıyor: 'Taş ile kaya parçaları ta Antep'teki kiliselerin inşasında kullanılsa bile, asıl şekillendirdiği şehr-i kadim Diyarbekir'dir. Ülke sınırları içinde en az on yabani buğday ürününün yarısı Karacadağ kaynaklıdır.' Diken, Diyarbakır ile Karacadağ'ın aşk ve nefrete dönüşen ilişkisini şiirsel biçimde dillendiriyor: 'Bu dağ, dağ olalı beri böylesine kin kusmadı. Kini ateş olup kasıp kavurdu silme ovayı. Ateş söndü, taşlaştı. Ova silme taşa kesti. Yanı başındaki şehir, şehir olalı, öfke duyduğu bu dağa ‘hükmün kimedir?' dedi. Dağın kusmuklarından surlar ördü bu şehir. İçine de evler. Kimliğini, dağın kustuğu taşlara işledi. Dağ haddini bilsin diye.'

Mezopotamya'nın bu kadim dağının, bu içi geçmiş volkanın harabat halindeki etek ve tepeleri kimseyi yanıltmasın. İçini boşaltıp ölmüş, taş doğurup taşlaşmış ama ölü haliyle bile tekmil çevresine Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Antep'e can vermiş; yaşam tarzlarını belirlemiş. Üfürdüğü, savurduğu kara taşlardan şehirler, kasabalar ve köyler kurulmuş.
İlk durağımız Urfa'nın Siverek ilçesine bağlı Karacadağ beldesiydi. Eski adıyla Kaynak köyü. Ağa Kaynak, havuzlu küçük çiftlik evinde bizi ağırlamaktan daha fazlasını yaptı. Bölgenin tarihçesini, sosyokültürel yapısını anlattı:
'Babam eskiden ağaymış, dağın Siverek'e bağlı köylerinin çoğunun sahibiymiş. Fakat arazinin değeri yokmuş, bir at karşılığında dönümlerce arazi alınabiliyormuş. Zamanla köyleri, ırgat ve marabalara dağıtmış. Eskiden Karacadağ ağaç ve ormanla kaplıydı. Develerle odun getirilirdi. Ne deve kaldı, ne de odun. Şimdi develer gelince, atlar onları vahşi hayvan sanıp ürküyor. Kaynak köyü 150-160 hanesiyle Karacadağ ismiyle belde oldu.

'Karacadağ yöresi, her bakımdan Siverek'ten ayrı özellikler taşır. Düğünler kaval eşliğinde yapılır; oyunları sert ve hareketlidir. Düğün davetiyesi (Kürtçesi xelat) bir top kumaş olarak gönderilir. Karşılığında yağ, peynir, kurbanlık koyun yollanır ki, düğünün masrafı hafiflesin. Erkek tarafı, düğün evine bir sorık (kırmızı sancak, bez) asar. Önceleri, gelin devenin sırtına kurulu toda (tahtırevan) içinde getirilirdi. Kadınlar, gelin uğurlama şarkıları söylerdi. Kız evindeki bekâr erkek için bir koyun hediye verilirdi ki, hem bekârın kısmeti açılsın hem de gençler onu kesip eğlensin. Buna '...azap koyunu' denirdi. Başlık hâlâ var, günümüzde dört beş milyar kadar. Kız kaçırılırsa başlık 14-17 milyar. Kadın kaçırmada fiyat iki mislidir. Bu konu sorunludur, zira ‘namusun fiyatı olmaz' diyenler de var. Daha geçerlisi berdel (kız takası yoluyla evlenme) olayıdır. Bizim zamanımızda berdel düğünlerinde, iki tarafın buluştuğu orta yerde, gelini ilk deveye bindiren üste çıkardı. Berdel evliliğinde erkek karısını döver veya boşarsa, diğerinin kocası da aynı muameleyi yapmak zorunda.

'Kirvelik çok önemlidir. Kirve, sünnet ettirdiği çocuğun masraflarının yanı sıra düğününün masraflarını da karşılar. Taziyeler ise üç gün sürer, genelde iş yapılmaz, gelenler taziye evine katkıda bulunur. Cenbeli ile Sıyabend u Xece isimli halk destanları meşhurdur. Beşire Hemo dengbejlerin hasıydı, sabaha kadar destan ve klam (türkü) söylerdi. Kadın dengbejlerden ise Salhe namlıydı. Yöre aşiretlerinin başını Tırkanlar çeker. Derik'ten Çıkrık köyüne kadar yayılmışlardır. Çoğu mürit takımıdır. Bunları, beyaz poşularından tanımak mümkün. Dördüncü Murat, Bağdat Seferi sırasında Tırkanları buraya yerleştirmiş. Kejan aşiretinin altı, yedi kolu var. Kıvrarlar, Hop köyünden gelmişler. Arap aşiretleri daha aşağıda yerleşiktir. Kırvarlar Zaza, Bucaklar Çermik kökenlidir. Dağın kuzeydoğusu ve güneyi silme Kürt'tür.'

Ağa Kaynak'ın misafiri avukat Mehmet Vural, 1650-1700 yılları arasında bölgenin büyük bir göç yaşadığını belirtiyor. Yöreden kalkan bir kısım aşiretler Konya ve Kırşehir'e gidince 'berri' (ovalık kırsal alan) kesimdekilerle Karacadağ'ı yazlık otağı haline getiren ünlü Mılli aşireti (Hamidiye Alayları'nın belkemiği) arasında 100 yıl süren çatışmalar çıktığını söylüyor. Vural'a göre Kejanlar Hazar Gölü, Tırkanlar ise Van taraflarından gelme. Vural, 'Bölge kadınları, ceylana olan sevgileriyle nam salmışlar' diyor.

imperiaflex_0_3_0-7.jpg

Çıkrık köyünün sakinleri mevsimlik işçi olarak kamyonlarla
Çukurova'ya gidiyor. Zeynep Yıldırım 76 yaşında, Çukurova
yollarını yıllar boyunca defalarca gidip geldiğini söylüyor.

Siverek'in Karabahçe köyünden itibaren farkında olmadan tırmanıyoruz Karacadağ'a. Yükseltiler var ama dağ değil. Sanki dağ yayılıp pelteleşmiş! Sizi aldatıp kendine çekermiş, yamaçlarını altınıza serip davet edermiş gibi bir hali var. Bir bakıyorsunuz ki dağın tepesindesiniz. Sırasıyla Xan, Sıme Evdo, Birebereza, Birasor, Guhuramezin, Dura Tırşo, Guhur, Kollubaba, Mergemir (iki ziyaret yeri), Kanisork, Gıre Ecem (Acem Tepesi) ve Mandel isimli göçer obalarını geziyoruz.

Üç ünlü vadi ve su kaynağı görüyoruz: Çelkani (Kırk gözeler), Eyyüppınar ve Zirkevi. Her taraf guni (yani geven), taş ve kayayla kaplı. Göçerler üç kısım: İlki konar göçerler; yazı yaylada, kışı Ceylanpınar, Viranşehir ve Çınar tarafında ovada geçiriyorlar. Tek geçim kaynakları hayvancılık. İkincisi, dağ çevresindeki köylerde yerleşik olanlar. Sadece yazın hayvanlarını Karacadağ'a götürüyorlar, sonbahar ve kışın köylerine dönüyorlar. Üçüncüsü eskide kalan bir göçerlik türü. Bölgenin yerlisi olmayıp dışarıdan gelenler. Beritanlılar aşireti gibi.

Kimi obaların yanında küçük bostanlar var. İğde, incir, asma ve kavak ekili. Yerleşik olmaktan umut kestikleri için buralarda yurt kurmayı tasarlıyorlar. Bu göçerlerin kıl çadırları (Kürtçesi kon, el) geniş bir alana yayılıyor ve etrafı revag isimli çitle çevrili. Açık ve dostlar, lokmalarını herkesle paylaşıyorlar. Genelde 12 direkli olan çadırlar hane halkı ve misafirler için ikiye bölünüyor. Ama kaçgöç yok. Kadınlar misafirlerle konuşup onları çay ve yemekle ağırlıyor. Erkeklerin çoğu kadınların pek azı Türkçe biliyor, çocuklar ise hiç bilmiyor. Kalabalıklar, Yaşar Cankat ile Sinan Akhanım'ın dokuzar çocuğu var. Sinan Kürtçe dert yanıyor: 'Son iki üç yıldır durumumuz parlak değil. Göçerlik, hayvancılık bitti. Herkes buraya üşüştü, nüfus çoğaldı. Kuraklık bizi mahvetti. Koyun ucuz; süt, peynir, yağ para etmiyor. Bize gerekli olan yiyeceği çıkar, elde avuçta bir şey kalmıyor.' Eyüp Ağan ise 'İran ve Suriye'den gelen kaçak hayvan yüzünden hayvan fiyatları an alt düzeyde' diye yakınıyor. Kadınlar şikâyetçiler: 'Çekilir gibi değil, bıktık. Seçenek olmadıkça bu hayata mahkûmuz. Hasta için dermanı sadece Allah'tan bekliyoruz.'

Anlatılanlara bakılırsa, kışın uygun kırraç (hayvanların otlayabileceği, kar tutmayan alan) için ovaya giden göçerler, yerleşik köylülere mera kirası ödüyor. Ceylanpınar Üretme Çiftliği yakınlarında da ona buna hava parası vermek zorundalar. Ova köylüleri ise göçer sürülerinin tarlalara zarar vermesinden şikâyetçi. Okul yok, kimse okumuyor. Sağlık hizmeti nadiren veriliyor. Teknoloji namına sadece piknik tüpü ve az sayıda cep telefonu var. Tüm obalardaki talep aynı: 'Devlet bize yerleşim yeri versin!'

Gıre Mandel mevkiine tırmanıp günbatımını seyrettik. İrili ufaklı yükseltiler kademeli biçimde alçalıp ovayla birleşiyor. Yukarıda insan kendini dört bir yanın efendisiymiş gibi hissediyor. Mandel obası, ünlü Mılli aşireti reisi İbrahim Paşa'nın yaylağıydı geçmişte. Toprağı kırmızı, üzerinde geçmişin ihtişamı var. Burada birçok tarihi eser bulunmuş ve her taraf define avcılarının kazı izleriyle dolu.

imperiaflex_0_5_0-5.jpg

Viranşehir'e bağlı köylerin sakinleri bahar aylarında
sürülerini Karacadağ'a çıkarıyor. Burada kaldıkları süre
boyunca bazen üç aile tek bir çadırı paylaşıyor. Eskikale köyünden
gelen Demirci ailesi de Karacadağ'daki günlerini böyle kalabalık bir
çadırda geçiriyor.

İkinci güzergâhımız Siverek'e bağlı yamaç köyleri. Çıkrık köyü tarihi eserleriyle namlı. Konuk olduğumuz Abdülkerim İrim 73 yaşında, dokuz çocuk babası. İrim ailesi, kan davası nedeniyle kendisine sığınan Mala Hemide diye bilinen büyük bir aileyi yıllarca korumuş. Abdülkerim, aslan başı nakışlı bir taşı evinin ilk basamağı yapmış. Anlatıyor: 'Köy ve dere ağzında sayısı belirsiz tarihi eser bulundu. Çeşitli sikkeler, öküz, çocuk, insan, kadın geyik heykelcikleriyle çanak ve çömleklerdi bunlar.' Söylendiğine göre definecilik veya tarla sürme sırasında birçok yerde (Asice, Karakeçili gibi) mozaikler bulundu. Bir kısmı bilinçsizlikten tahrip edildi, bir kısmının üstü kapatıldı.

Çıkrıklılar, Tırkan aşiretine mensup. Kökenleri konusunda farklı fikirler var. Bazıları Orta Asya Türkmenleri oldukları ve sonradan Kürtleştikleri görüşünde. Salih Işık gibi gençler ise dedelerinin anlatımına dayanarak şöyle diyor: 'Biz Suriye'den geldik. Kürtçe adımız Teyrikan'dı, sonradan Tırkan'a dönüştü. Türk olduğumuz iddiası bu isim benzerliğinden kaynaklanıyor.' Çevre köylerinin geçimi, tarım ve hayvancılıktan. Eskiden taşlık arazide pirinç ekilirdi, sonra arpa ve buğdaya ağırlık verildi. Şimdi de domates ekiliyor. Hasat bitince üstü açık kamyonlarla Çukurova'ya pamuk toplamaya gidiyorlar.

Köyün biraz ötesinde çadırda bir göçer düğünü vardı. Gördüğüm düğünlerden farkı şuydu: Kaval eşliğinde halay çekildi. Yakın dönemde bir akrabaları vefat ettiğinden, çalgı ve oyun işi uzun sürmedi. Erkekler tarafında yanık sesli bir hoca Kürtçe mevlit okudu. Gelin karşılama sırasında bulgur (bereket için), tuz (nazar için) ve şeker (çocuk ve mutluluk için) serpildi. Aslında köy düğünleri eskiden yedişer davul zurna eşliğinde bir hafta sürerdi; şimdi üç güne indi. Düğünler için dışarıdan aşık (şölen hizmetlileri), gevende (davul-zurnacı) ve dela'ile (çalgıcı-çengi) getirilirdi. Siverek'te görüştüğümüz davulcu Ali Satan, baba mesleğini sürdürüyor. Yılda 100, 150 düğüne gidiyor. Davul kendi yapımı, zurna Antep'ten geliyor. Davul derisine yakılan kına, bakire kızları onurlandırma simgesi.
Kendini Siverek kültürüne adayan Ramazan Özgültekin'le ilçe merkezinde buluştuk. Karacadağ'daki eski geleneklerden bahsetti. Eskiden 'karlık' denen çukurlarda taş döşenir, üzerine saman serpilirdi. Onun üzerine kar konur ve toprakla örtülürdü. Gençler çukurun üstünde davul eşliğinde tepinirdi. Sonra çukurdaki kar kalıplar halinde çevre il ve ilçelere taşınırdı. Özgültekin, Kanuni Sultan Süleyman'ın Bağdat Seferi'ne giderken Karacadağ'dan getirilen 'Hamravat Suyu'nu içip rahatladığını söylüyor. Kanuni 'Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi' mısralarını bu suyu içince söylüyor.

Karacadağ'ın doğu yüzü Diyarbakır'a, Çınar ilçesine bakıyor. Ovabağ, Kalecik, Leblebitaş (Çepeniya) ve Karasungur (Geliyebukan) köylerini geçiyoruz. Burada volkanik patlamalar sanki dün yaşanmış gibi, arazi 50 kilometre boyunca uzanan bir kömür deposunu andırıyor. Bir yandan da bazaltların içinden ağaçlar fışkırıyor. Ovabağ muhtarı Kemal Yüksel, Zıriki aşiretinden. On yıllar önce Ağrı taraflarından geldiklerini söylüyor. Muhtar bilinçli bir çevreci. Avcıların az görülen yabani hayvanların soyunu kurutmasından şikâyetçi: 'Kurt hâlâ var, tavşan kalmadı. Domuzlar pirinç tarlasına saldırınca teneke çalıp kovalıyoruz. Keklik ise tarım ilaçlamasından bitti. Son zamanlarda birkaç ceylan gördüm ama avcıların kurbanı oldular.'

Diğer etekte göremediğimiz pirincin hasını, muhtarın tarlasında bulduk. Yöre pirinci deyince durmak lazım! Taşlık ve soğuk suyla beslenen toprakta yetişiyor. Yedi yılda bir ekilmesi gerek, yoksa toprağın bereketi kalmaz. Arazinin yapısına göre bire 60 ürün verebilir. Bir ölçeğe dört beş ölçek su koymak yazım ki, beyler sofrasının pirinci kıvamını bulsun! Ahmed Arif bam telini yakalamış: 'Karacadağ'da çeltikler/ Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi/ Ayak bileğinde bir dizi boncuk/ Sol omzunda nazarlık/ Dağ başında unutulmuş, üşümüş/ Minicik bir aşiret kızının/ Damla damla, berrak olur pirinci/ Kamyonlarla, katır kervanlarıyla/ Beyler sofrasına gider'

imperiaflex_0_6_0-2.jpg

Karacadağ eteklerinde en büyük sorun suya ulaşmak.
Çınar'a bağlı Alatosun köyünün kadınları yükleriyle birlikte
yaklaşık iki kilometre uzakta bulunan su kaynağına gidiyor.
Hava kararana kadar burada çamaşır yıkıyor, sonra çamaşırları
yine eşeklere yükleyip köylerine dönüyorlar.

Gıre Bedro'da (Bedro Tepesi) bulunan obadakiler ?ahin aşiretinden. Zazaca ve Kurmanci konuşuyorlar. Anlattıklarına göre 300, 400 yıl önce Bingöl tarafından gelmişler. Bir paşanın hışmına uğrayan kardeşler dört bir yana göçmeden önce kendi aralarında bir parola belirlemiş: ?eva reş, şuva reş; miya qer, berxe ber.' (Kara gece, kara nadas; karakoyun ve önündeki kuzu.) Bu sayede yüzyıl sonra birbirlerini bulmuşlar. Onlar da yaşamlarından şikâyetçi ama başka meslek olmayınca köy ile yayla arasında idare etmeye çalışıyorlar. Yöredeki biricik deve sürüsü bu göçerlerin mülkiyetinde.

Karacadağ'da tilki, kurt, domuz, kertenkele, akrep bol bulunuyor. Fakat yöreye asıl nam salanlar yılanlar. Kırmızı yılanlar kuyrukları üstünde başları dik yürüyor. Nadir bulunan beyaz yılan mübarek sayılıyor. Karayılanlar, hem kırmızıları hem kendi türlerini yiyor. Köylüler birçok kez iki karayılanın kuyrukları üzerinde birbirine sarılarak dövüştüğüne veya seviştiğine tanık olduklarını söylüyor. Krem rengindeki yılan ise uyuz keçilere ilaç olarak kullanılıyor.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Selçuk Ertekin'in Karacadağ'da Bitki Çeşitliliği adlı kitabı, yöre florasına ışık tutuyor. Karacadağ ve eteklerinde, arasında endemiklerin de bulunduğu 250'den fazla bitki türü var. Ayrıca buğdaygil ve baklagillerin yabani akrabaları da bulunuyor. Geven, pişik geveni, safran, düğünçiçeği, kenger, yılanyastığı, papatya, kandamlası ve sütleğen yörenin en fazla göze çarpan bitkileri olarak biliniyor. Geçmişte orman örtüsü meşe, mazı, çitlembik, dardağan, alıç, menengiç, ahlat, yabani armut ve dişbudak ağırlıklıydı. Ama 40, 50 yıl öncesine kadar görülen ormanlar günümüzde çok azalmış durumda.
Urfa Harran Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nden Hasan Akan'la da görüştük. Karacadağ'daki bitki çeşitliliği, ona 'botanik turizmi' fikrini vermiş. Kitabında çiçeklerin Latince, Türkçe ve Kürtçe isimlerini sıralıyor: Yabani soğan (zilkura), Harput soğanı (sirım-girven), dağsümbülü (zul-zule kera), peygamberçiçeği (payavşani, de'lık); Liste uzayıp gidiyor.

imperiaflex_0_7_0-2.jpg

Karacadağ, Urfa'nın Siverek ve Viranşehir, Diyarbakır'ın
Çınar, Mardin'in Derik ilçelerine yayılıyor. Başka yerlerden
gelip burayı yurt belleyen, kendini Karacadağlı sayan göçerler de
var. Karacadağ'da doğup büyüyen çocuklar onun yaylalarında
çoraplardan yaptıkları toplarla oynuyor. Okula gitmiyor ve Türkçe bilmiyorlar.

Göçerlerden 63 yaşındaki Tevfik Turhan, Geloşka Dımırci (Demirci Tepesi) denilen yeri gösterdi bize. Virane bir şehir kalıntısına, hiç harç kullanılmadan yapılmış kale ve evlere rastladık. Büyük kayalara kalp ve köşeli 'o' harfi benzeri şekiller kazınmıştı. Turhan, yolda rastladığımız çiçeklerin isimlerini sıraladı. Doğukent (Dasdibek) köyünden Mahmut Yıldırım tepeliklerdeki ağaçları en son 1960'larda, siyah laleyi ise 1975'te gördüğünü söylüyor. Biri kesimden, diğeri erozyondan yok olmuş.
Yine de nazlı bir sevgili Karacadağ. Uzak bir hayal, bir baba ocağı, bir şiir, bir hikâye. Kürt aşiretlerinin göç otağı, göç yatağı. Binlerce yıllık tarihin tanığı.


YAZI: FAİK BULUT
FOTOĞRAFLAR: UMUT KAÇAR
ATLAS







 
Geri
Üst