Dönüştürülmüş Din Ve Türkiye

Vtnsvr

New member
Prof. Dr. Nadim MACİT - TUSAM- Danışmanı
İmparatorluk politikası; ülkenin çeşitli kısımlarını, fiziksel, örgütsel ve psikolojik olarak birbirine bağladıktan sonra aşırı disipline edilmiş organları ve toplumu, düşmanlarını toptan yok etmeye çağıran özelliğe sahiptir. Kendi çıkarına engel teşkil etme potansiyeline ve imkânına sahip ‘her toplum ve devleti’ öteki olarak tanımlar. Müdahale tarzını erdem içerikli kavramlarla sürdürür ve meşrulaştırır.

Bu politik vaziyet alış tarzı ile dünyaya vermek istediği mesaj şudur: Egemen gücü tehdit eden, yayılma politikasını engelleyen herhangi bir kimse, herhangi bir toplum veya devlet mutlak kesinlikte yok edilir. Bu kapıyı açan ve mümkün kılan anahtar; iletişim ağları ve teknolojik araçlarla donanmış silahlardır.
İmparatorluk politikasının amacı, sadece ülkeyi savunmak ve örgütlenmek değil, aynı zamanda etkinlik alanını ve yayılma gücünü genişletmektir.

Bu nedenle, tehdit ve rızaya dayalı politikayı değil; müdahale ve işgal politikasını uygular. Diğer bir deyişle, “güç dengesini” aşan politik dil kullanır. Egemen güç; güç dengesi kurma peşinde de değildir. Eğer dünya hâkimiyeti tasavvuruna katkı yapacak veya ileriki aşamada engel olacak jeo-politik boşluk alanları varsa, burayı kendi kontrolü altına almak ister. Kontrol altına alma yöntemleri hedef toplumun bulunduğu yere, jeo-politik eksene, toplum yapısına göre değişir. Nitekim ABD, “cephe” olma vasfını kaybeden SSCB’nin çöküşüyle birlikte cephe şeridinde jeo-politik boşlukları doldurmayı politikasının temeli yapmış ve bunun stratejik zeminini oluşturmaya başlamıştır. Irak’ın işgalini bu açıdan okumamız gerekir.

Egemen gücün hedef toplumu veya devleti kontrol etme politikası nasıl işler?
Her şeyden önce egemen güç; geniş araştırma ve geliştirme daireleri eşliğinde hedef toplumun zayıflıklarını ve elindeki imkânları o toplumun içinden devşirdiği kişiler aracılığıyla analiz eder. Bütün inançları kendi bünyesinde toplaması bu amaca yöneliktir. Hedef toplumun ve sistemin her alanına yerleştirdiği iyi yetişmiş elemanlar aracılığıyla çeşitli etütler yapar. Hedef topluma veya devlete saldırmak ve işgal etmek için, ona karşı nefret duymanın psikolojik araçlarını oluşturur. Psikolojik operasyonlarla politik pratiklerini ve müdahalelerini meşrulaştırır.

Düşmanlarını düşürme ve yıkma politikası, nesnel gerekçelere değil, müdahaleye imkân tanıyan yapay nedenlere dayalıdır. Hedef toplumda kaybeden tarafı destekler. Çatışma hattını derinleştirir. Kendi güç halkasına dâhil edemediği bütün inanç ve felsefi kanaatlere mensup olan kişi ve toplumları öteki ilan eder.
Dünya ölçeğinde etkin olmak için politikasının temeline Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’ân’ı kontrol etmeyi yerleştiren İngiltere XIX. yüzyılda iç sömürgeciliğin bütün ağlarını dini kullanarak döşemiştir.

Nitekim S. Zwemer, XX. Yüzyılın başında, 1916 yılında İslam dinini “can çekişen din” olarak tanımlamış ve “Hilal öldükten sonra, Haç’ın her yerde hâkim olacağını” belirtmiştir. Katolikler Fransa, Ortodokslar Rusya ve Yunanistan, Protestanlar İngiltere ve ABD’nin öncü kuvvetleri olarak bu topraklarda ‘dini-etnik’ cemaatler üzerinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Türk Milleti’ni kutuplaştırma ve dönüştürme faaliyeti Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından engellenmiştir. Manzara-ı Umumiye başlığı altında bu hususu şöyle ifade eder: “Bundan başka memleketin her tarafında anasırı Hıristaniye hafi, celi, hususi emel ve maksatlarının temini istahsiline, devletin bir an evvel çökmesine sarfı mesai ediyorlar.” (Nutuk 1981: 1:2)

Bu tespite cumhuriyetin kurucu aklı misyon faaliyetlerini engellemiştir. Demek ki Anadolu hareketi aynı zamanda İslam’ın bağımsızlığına kavuşmasını sağlayan bir harekettir.
1990’dan sonra kendisini dünya imparatorluğu olarak tanımlayan ABD, aynı yöntemi farklı biçimde devreye sokmuştur. İncil’i, Tevrat’ı ve Kur’ân’ı kontrol altına almak isteyen küresel sistem, ekletik bir dini hayatı devreye sokarak her inancın kutsal mabedini kendi koleksiyonuna eklemiştir. Dinler Arası Diyalog ve İbrahimi Dinler gibi teo-stratejik modeller ABD’nin Vatikan ve Dünya Kiliseler Birliği aracılığıyla devreye soktuğu kutsal havuçlardır.

Gelecek tasavvurunu ekonomik planda yürüttüğü halde böylesi araçları devreye sokmasının nedeni, bir taraftan bütün kapıların kendisine açılmasını sağlamaya; diğer taraftan stratejik amaçlarını kehanetlere ve şifrelere dökerek işgali toplum kesitlerinde meşrulaştırmaya yöneliktir. Bir taraftan ABD politikasının parçası olan Evanjelistler; dünyanın geleceğini dini şifreler ve kehanetlerle açıklarken, diğer taraftan dünyadaki bütün mistikleri ve kâhinleri şemsiyesi altında toplayarak dinleri kontrol etmektedir. Çünkü ancak kâhinler ve mistikler, gücü “sevgi ve hoşgörü” kalıbı altında kutsarlar.
İmparatorluk politik mantığından hareket eden güç, geri çekilmenin; merkezde maneviyat ve ahlak çöküntüsüne yol açacağını, etkinlik alanının merkeze doğru daralacağını bildiği için her yolu kullanır. Savaş aygıtını; geniş kaynaklarla bütünleşen sözde insani ve hukuki gerekçelerle destekler.

Savaşı geleceğin dünyasında değer ifade eden ekonomik kaynaklar üzerinde hâkimiyet kurmak için yapar. İşgal ettiği bölgelere yarı vatandaşlık statüsü tanır. Direnişçileri yok etmek için işgal ettiği yerde istenilen siyasi düzeni değil, ara süreçleri tercih eder. Diğer taraftan kendi eko-politik eylemlerini gerçekleştirmek için dini kullanarak zihniyet dönüşümünü gerçekleştirir. Bu yöntemi Türkiye’ye uygulayan ABD, başarılı olmuştur. Bugün din adına Cumhuriyet’ten rahatsızlık duyduğunu ifade ederek İngiltere’nin mandası olmayı yeğleyenler ‘zihni dönüşüm sürecini’ tamamlamış, küresel ideolojinin hedeflerine uygun hale getirilmiş kişilerdir.

Küreselleşme bağlamında dinlerin evrenselliğine yapılan gönderme, dünyanın giderek ortak bir sisteme ulaştığını anlatmaya yöneliktir. Dünyanın ortak bir sisteme gittiği görüşünden hareket edenler ortak bir dünya sistemine geçişi ilahi iradenin bir gereği şeklinde takdim ederek bir taraftan meseleye kutsallık kazandırmakta diğer taraftan da bunu insanlığın nihai amacı olarak sunmaktadırlar. Aynı zamanda bu yaklaşım; dünyanın ABD önderliğinde ilahi dinlerin gösterdiği hedefe ulaştığını ima eder. Böyle bir görüş ancak, gerçek dini belli olmadığı halde dindarlık görüntüsü verenler, güce eklemlenmiş mistikler, varlığın birliği düşüncesi altında gerçek dünyayı gölgelerden ibaret görenler ve değerlerin izafi, diğer bir deyişle sanal kurgudan ibaret görenler tarafından ileri sürülmektedir.

Dinlerin Aşkın Birliği / Dinler Arası Diyalog gibi projeler ‘ortak sistem, tek dünya, tek devlet’ anlayışının kutsal boyutudur. Oysa dinleri birleştirme faaliyeti, bizzat dini metinleri tahrif etmekle sonuçlanır. Zira böyle bir din; ne Yahudilik, ne Hıristiyanlık ne de İslâm’dır. Dinleri birleştirme şeklinde ortaya çıkacak din, bütün dinlerin tahrif edilmiş biçimi olan küresel / insanlık dini olur. Din diliyle ifade edersek bu, münzel din (Allah tarafından gönderilmiş) din değil, mübeddel (değiştirilmiş ve dönüştürülmüş) dindir. Çünkü;

I.Küreselleşme ideolojisi, aslında, özel bir kültür ve özel bir toplumu daha çok araçlar bağlamında egemen kılma fikrine dayanır. Hiçbir ilahi din, özel çıkar ilişkilerini kutsamaz ve böyle bir telkinde bulunmaz. Nitekim İslâm emeğe dayanmayan ve geçersiz, yani meşru olmayan yollarla kazanç artırmayı reddeder. (Bakara, 2/188) Keza İslâm, dünyevi ihtirasları başat amaç haline getirmeyi kınar. Çünkü böyle bir zihniyet, insanın daha fazla maddi servet elde ederek, insanlar ve tabiat üzerinde daha fazla otorite kurarak serveti tekelleştirme amacını besler. Oysa küresel kapitalist kültürel mantık kesintisiz bir ekonomik ve teknolojik ilerlemeye eşlik eden sömürü ve işgal saplantısıyla iç içedir.

II. Kur’ân servetin tekelleşmesini insanın topluma ve Allaha karşı yabancılaşmasının sonucu olarak görür. “Sermaye içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.” (Haşr 59/7) “Mirası hırsla yutuyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz.” (Fecr, 89/19-20) Bu ifadeler gösteriyor ki Kur’ân, insanı araçlara nesne yapanları ve araçları politik güce ekleyerek üstünlük taslayanları eleştirmektedir. Kaldı ki bütün ilahi dinler böyle bir durumu yabancılaşmanın göstergesi sayar. İlahi dinlere göre bütün araçlar anlamını ve değerini, kullanım biçiminden ve kullanım amacından alır. Eğer bir din veya dini yorum anılan esası kabul etmiyorsa o din ve yorum ilahi geleneğin amaçları dışına düşer.

Zaten böyle bir din anlayışı, Ilımlı İslâm misalinde olduğu gibi dünya ölçeğinde kudretli görünmenin kutsal araçlarından biri olur.
III. Küresel bir dünyaya geçildiğini savunan araştırmacıların metinlerine göre küresel alan ve şartların gereği olarak din ve siyaset birbiriyle bağlantılıdır. Din, küresel şartların uygulanma yöntemi olan siyasete uyum gösterdiği müddetçe bir değer ifade eder. Bunun dışındaki bir din anlayışı, aşırılığın göstergesi sayılır. Çünkü küresel şartların beslendiği fikri zeminde din, halk katında durumu meşrulaştıran bir araçtır.

Dolayısıyla bu araç, özel ve seçilmiş toplumun küresel hedeflerine kapı açtığı zaman anlam ifade eder. Bu öncüle göre din, fonksiyonel bir değere sahiptir. Fonksiyonel değer olarak görülen din, belli bir kültürün dünya ölçeğinde yayılışına ve dünyayı biçimlendirme mantığına uygun olarak yorumlandığı zaman geçerli sayılır. Eğer din, farklı bir duruşu telkin ediyor ve mevcut durumu onaylamıyorsa, bu din öteki parantezi içine alınarak hem metin bağlamında hem de ona tabi olanlar bağlamında çatışmayı besleyen bir unsur olarak sunulur.

Dini, küresel politik sisteme bağlamanın arkasında farklı inançları Hıristiyanlığın kurtuluş misyonuna, daha doğrusu dünya krallığını gerçekleştirme amacına bağlama söz konusudur. Böyle bir çıkarımın gerekçelerini şöyle sırlayabiliriz;
I.Politik ve ekonomik düzlemde yapılan belirlemenin arkasına takılan küresel din: Tevrat-İncil sentezi ve benzeri tezlerin, farklı kültürleri politik ve ekonomik belirlemenin getirdiği imkânlarla eritme ve biçimsizleştirme gibi bir amacı güder. Anılan amaç çerçevesinde dinler arası diyalog projesinin giriş ve çıkış kapısı: Vatikan’dır. Bahçe kapısı Türkiye’dir. Amacı; küresel aktörlerin yayılma politikasını meşrulaştırmaktır.

Çünkü İslâm dünyası küreselleşmesi gerekenlerin dünyası, Türkiye ise bu dünyanın kilididir. Son günlerde yaşanan hadiselerde insan hayatı için çok önemli kavramların coğrafyalara ve farklı kültürlere karşı farklı biçimde tanımlanması bunun göstergesidir. İnsanları öldürmenin anlamı bulundukları mekâna ve bölgeye göre değişmekte ve buna göre değerlendirilmektedir. Küresel aktörlerin yayın organları bile haberi verirken söze yükledikleri ses tonu ve mimikleriyle bunu açıkça yansıtmaktadırlar. Böyle bir tutum her şeyden önce insan onuruna saldırıdır.

Daha açık deyişle küresel ahlaksızlıktır. Stratejik hedefleri ve enerji havzalarını ele geçirme ve tabii kaynakları kontrol etme adına insanları kurban eden, bilinçlerine müdahale eden ve nesneleştiren bu strateji, özgürlük ve demokrasi gibi kelimelere sığınsa da küresel çılgınlığın en çelimsiz ve sahte görüntüsüdür.
II. Küreselleşme ve din bağlamında yapılan yorumlara baktığımız zaman karşımıza çıkan manzara oldukça dikkat çekicidir. Küreselleşme, din ve siyaset konusunda bazı tezler ileri süren R. Robertson şu sonuca ulaşır:

Dini kurumlar, en politik kurumlardır, önemli olan dinin politikleştirilme olgusunun çağdaş küresel süreçlere uygun olmasıdır. Bu ifadeler çok açık olarak bize şunu söylemektedir: Eğer din, çağdaş küresel süreçlere uygun olarak siyasallaştırılırsa her hangi bir mesele yoktur. Dinin politik bakış açısıyla okunması ve fiili durum kazanması sanki bir problem olarak sunulmakta, fakat daha dikkatlice okunduğu zaman anlaşılıyor ki çok ilginç ve üzerinde durulması gereken bir istisna yapılmaktadır. Bu istisna, bütün dinleri küresel perspektife uydurma girişimidir. Şu anda ülkemizde yapılmak istenen budur.

III. Dini küresel perspektife uydurmanın anlamı nedir? Bu soruyu cevaplamak için Protestanlığın bazı temalarına gönderme yapmamız gerekmektedir. Dinin manevi ve sosyal boyutunu ve ahlaki sorumluluk perspektifini parantez içine alarak her şeyi dünyevi iktidarın arzusuna ve kapitalist ahlaka bağlama eğilimi küresel perspektifle bağdaşan din anlayışıdır. Güce kayıtsız şartsız boyun eğme ve bütün yasaları tanrıdan görme eğilimi, güce karşı derin bir öykünmeyi ve küresel sistemin her türlü uygulamasına tabi olmayı beraberinde getirmiştir. Küresel sisteme karşı çıkmayı Tanrı’ya isyan etmek olarak gören bu anlayış dünyevi olanı merkeze koyarak sömürgeciliğin kurumsallaşmasına katkı sağlamaktadır.

Kapitalist kültürel mantığın üretilmesinde önemli katkısı olan Protestanlık, tefeciliği ve haksız kazancı daha güçlü bir dünya için meşru görür. Türkiye’de kendi sistemini gayri meşru ilan ederek her türlü soygunu din adına geçerli görmenin arkasında ‘egemen gücün biçimlendirdiği’ çarpık zihniyet ve sömürü mantığı yatmaktadır.
IV. Egemenlik arzusunu besleyen Judeo-Hıristiyanlık seçilmiş toplum fikrini kabul eder. Yahudilikten alıntı yapılarak dönüştürülen seçilmiş toplum fikri, farklı inanç gruplarını ve kültürleri öteki ve aşağı görmeyi sağlar. Kendi dışındaki toplumları masanın gerçek sahiplerinin kırıntılarıyla beslenmesi gereken zavallı varlıklar görmenin arkasında yine bu din anlayışı yatmaktadır.

Cenneti dünyada arayan ve kurtuluşunu Hz. İsa’nın yeryüzüne yeniden dönüşüne bağlayan bu anlayış; dini dünyevi iktidarın amaçlarını destekleyen araç olarak görür. Post-modern imparatorluğun dünyaya egemen olma hırsının ve amacının arkasında Protestan ruh vardır. Kendi amacı ve görevine aykırı olan ve kurduğu düzene katılmayan herkes olabilecek en kötü ölümle öldürülecek fikri; küresel saldırganlığın arkasındaki dini temayı yeterince anlatmaktadır. Radikal Protestanlığın kullandığı bir dini önerme küresel gücün yapısını anlamak açısından ilginç bir veridir.

Nitekim Findley şöyle der: “Diğer milletler İsrail milletine nasıl davranıyorsa Tanrı’da onlara öyle davranır.” Burada sunduğum temalar Protestanlığın hem sosyo-ekonomik hem de sosyo-politik boyutta küreselleşme ideolojisinin temellerinden biri olduğunu göstermektedir. Nitekim ülkemizde yayınlanan bir dergi ‘dünya barışı için İsa Mesih’in etrafında birleşelim’ çağrısı yapmıştır.
V.Ilımlı İslâm diye adlandırılan anlayışa göre ise Hıristiyanlık, Protestan anlayışla hurafelerden arınmış ve asli yapısına kavuşmuştur. İnsanlık Hz. İsa’yı beklemektedir. Dini hizmeti etkili bir şekilde sürdürmek için üstün zekâlara ayrıcalık tanımak ve eğitmek gerekir.

Din, dünyaya bağlı olduğundan maddi gücü sağlayan bütün araçlar sonuna kadar elde edilmeli ve kullanılmalıdır. Bütün ilahi dinler aşkındır ve birlik içindedir. Bu nedenle ilahi dinleri temsil eden kişilerle diyalog içine girilmeli ve onlara karşı hoşgörülü davranmalıdır. Dikkat edilirse bu anlayış Protestanlığın bazı temalarını ve fikri izlerini üzerinde taşımaktadır. Küreselleşme ideolojisinin sacayaklarından birisinin Protestanlık olduğu açıklık kazandığına göre küresel perspektife uygun din anlayışının anlamı; Protestan öğeleri içinde taşıyan din anlayışını benimsemektir.

Bu anlayış ülkemizde öyle uç noktalara taşındı ki Kayseri ilimizde gerçekleştirilen ekonomik kalkınma Kalvinist Müslümanlık şeklinde açıklandı. Din adı altında cumhuriyetin kuruluş felsefesine saldırının arkasında ‘değiştirilmiş ve dönüştürülmüş İslam anlayışının yattığını gösteren en somut kanıt budur.
VI. Küreselleşme süreçlerinin ayrılmaz bir parçası mekânı giderek bölme, insanları ayırma ve dışlamadır. Küreselleşmeye maruz kalan insanların yeni kabileci ve köktenci eğilimi kadar, üst-kültürün yaygın olarak sözü edilen melezleşmesi de küreselleşmenin meşru çocuğudur.

Giderek daha fazla merkezileşen ve yurtsuz hale gelen çok uluslu şirketler, politik lobiler ile boşluğa itilen ve yine giderek küresel tehdidin nesnesi haline getirilen kesim arasındaki mesafe, dini-etnik ayrışma üzerinden parçalama girişimidir. Böyle bir yaklaşımın sosyo-politik süreçleri: Ayartma, bağlama, parçalama ve işgaldir. Ne yazık ki bu süreçler ekonomik çıkar ve mesiyanik ideoloji uğruna derinleştirilmektedir. Çelişkili vizyon ya da laiklik-İslamcılık çatışması bunun meyvesidir. Öyleyse küresel kapitalist mantığın üzerinden İslâm anlayışı geliştirmek ancak özel bir projenin içinden konuşmakla mümkündür.
 

64general1

New member
"V.Ilımlı İslâm diye adlandırılan anlayışa göre ise Hıristiyanlık, Protestan anlayışla hurafelerden arınmış ve asli yapısına kavuşmuştur. İnsanlık Hz. İsa’yı beklemektedir. Dini hizmeti etkili bir şekilde sürdürmek için üstün zekâlara ayrıcalık tanımak ve eğitmek gerekir.

Din, dünyaya bağlı olduğundan maddi gücü sağlayan bütün araçlar sonuna kadar elde edilmeli ve kullanılmalıdır. Bütün ilahi dinler aşkındır ve birlik içindedir. Bu nedenle ilahi dinleri temsil eden kişilerle diyalog içine girilmeli ve onlara karşı hoşgörülü davranmalıdır. Dikkat edilirse bu anlayış Protestanlığın bazı temalarını ve fikri izlerini üzerinde taşımaktadır. Küreselleşme ideolojisinin sacayaklarından birisinin Protestanlık olduğu açıklık kazandığına göre küresel perspektife uygun din anlayışının anlamı; Protestan öğeleri içinde taşıyan din anlayışını benimsemektir.

Bu anlayış ülkemizde öyle uç noktalara taşındı ki Kayseri ilimizde gerçekleştirilen ekonomik kalkınma Kalvinist Müslümanlık şeklinde açıklandı. Din adı altında cumhuriyetin kuruluş felsefesine saldırının arkasında ‘değiştirilmiş ve dönüştürülmüş İslam anlayışının yattığını gösteren en somut kanıt budur."
Önemli nokta.
 

Vtnsvr

New member
Bandırma Vapur'undan Selâmlar !..

Özgürlük, özgürlüğe kavuşmanın başlangıcı,
Yahut ta başlama noktası …
“ Bandırma Vapuru … “
İstanbul Boğazından Karadeniz’e açılan,
Umut yüklü, İnanç yüklü tarihi geminin güvertesindeyim.


Gökyüzü berrak,
Hava hayli sıcak …
Ülkenin içinde bulunduğu günlerin farkına varan yurttaşlar,
Bu tarihi gemiyi ziyarete gelmişler.
Kısacası, umut ve güç arayışı içindeler…
Alt salona indim, ilgi duyan ziyaretçilerle dolu…

Genç, orta kuşak, yaşlı kuşak umutlarını, inançlarını tazelemek için gelmişler sanki…
İzlemelerim sırasında, kendimi tutamadım, heyecanıma ve duygularıma gem vuramayarak; birlikte ziyarete geldiğimiz yakın dostumun duyacağı bir ses tonu ile “ … Gazi Mustafa Kemal hakkında ileri geri konuşanlara ne yapmalı bilmem ki… “ diye mırıldandım. Birden arkamdan bir ses “ … O’nu tanımayanlar konuşurlar konuşurlar “ dedi. Geriye dönüp baktığımda, gayet sıhhatli, uzun boylu beyaz saçlı ve sakallı bir yurttaş ile göz göze geldim. Ki; bu gözlerde saygı ve sevgi okunuyordu. Bu gözlerde yaşanan özgürlüğün, bağımsızlığın lezzetini tatmış bir hazın parıltıları vardı.


“ İyi güzelde, ya yüzde kırk yediye ne diyorsunuz ? “ dedim.
Hemen yanıtladı,
“ … ben oy verdim. Ancak ülkenin ne hâle geldiğini görüyorum… Hata yapmışım !..“ dedi.
Tahminime göre yaklaşık seksen yaşını aşkın bu yurttaşımız, olayların ve yaşananların farkında…
Ve ekledi “ … Peygamber efendimiz (SAV) şöyle kısa süre aramıza dönse ne der acaba bu sahtekârlara … “



Bağrı yanık Anadolu insanından uzaklaştığımızda, düşündük şayet ihtiyarın dileği gerçekleşirse ne yapar acaba bizim bu
Şeyhler,
Ulema geçinenler,
Allah adına yalan söyleyenler,

Allah ile halkını kandıranlar.

Ya daha geçtiğimiz gün yüzde kırk yedi arkasına saklanarak,
“ Soros Çocukları “ ifademden rahatsız olan, bizi cahil ilan hazrete ne yanıt vermeli…
Bu hazrete “ … Tahir efendi bize kelb demiş… “ ifadesi ile büyük heccav Şair Nef’i üstadın yanıtını hatırlatmak yerinde olur. Merak eden dostlar sanal ummanda arayıp şiirin tamamını okuyabilirler. Burada tamamını sunmak istemedim. Hazretin ifadesinde arkasına saklandığı yüzde kırk yedinin büyük bir çoğunluğu elbette ki, gidişatın farkında. Yaşananlardan rahatsız. Çaresizlik içinde çare ve umut arayışında. 20 Temmuz 1974 tarihinde başlatılan ve bu güne kadar bir türlü masa başında başarılı sonuca ulaşılamayan “ Kıbrıs Davası “ gibi pek çok kazanımın elimizden kaydığını fark ediyor…

Kimilerini “ özgürlük tamtamları “ altında elimizden kayan gerçek özgürlüğün farkında değil, yahut ta bir takım küçük kişisel kazanımlar karşılığı üstünü örtme görevi üstlenmiş. Bizim “ Soros çocukları “ ifademizi hakaret gibi algılayarak taraftar toplamağa çalışıyor. Diğer yandan “ Bandırma Vapuru “ ziyareti ile umut tazelemek isteyen, gerçek, dürüst ve “ doğruları söylemekten korkmayan Türk yurttaşı “ Ve bizleri sürekli umut var kılan işte diline, dinine, vatanına, bayrağına sahip çıkan saf “ Anadolu insanı “, altı çizmek gerekirse gerçek “ Mustafa Kemal Neferleri …“

Ulusum insanı da bu kıpırdanmadan rahatsız olanlar…
Bu kıpırdanmadan korkan, maalesef eski kuşakların deyişi ile “ … cim karnın bir nokta olmaktan öte gidemeyenler… “
İşbirlikçilik, yalakalık ve “ Soros gölgesinde modern Ali Kemal bayrağını kapma yarışına soyunan zavallılar… “

Gerçekler ve her geçen gün yükselen gerçeklerin aydınlığından korkan ve sürekli “ taraftar toplama yarışı “ içerisinde olan hikmetleri kendilerinden menkûl hazretler. Gerçekleri, sadece gerçekleri seslenmek ihtiyacı ile bir araya gelmeğe çalışan, sürekli haykıran heyecan dolu, umut dolu yurttaşların bir araya gelip topluca aynı hedefe yönelmelerinden korkan yarasalar… Tarih boyu içimizde oldular, günümüzde de içimizdeler. Ama bu zavallılar farkında değiller ki; her zaman içimizde yanan bir meşale daha var. O da Mustafa Kemal’in söylemleri ile çizdiği “ Ya İstiklâl ya ölüm “ meşalesi, bu meşale ile aydınlığında ulaşmak için yükselen “ Ne AB ne ABD tam bağımsız Türkiye “ haykırışı…

Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir türlü Osmanlıdan kalma “ kendilerini farklı görme alışkanlığı, hastalığına kapılanlar… “
Ve Batılı gibi görünme “ sendromuna “ yakalananların oluşturduğu, ayrıcalıklı gören zavallılar gurubu …
“ Sosyete “
Ve o günlerde dillerden düşmeyen ünlü manzume…
“ Sosyete kim biz kimiz şaha kalkmış elde gezer ….. “ diye devam eden, benliğinden kopuşu ve aslını inakâr eden zavallıların durumunu gözler önüne seren mısralar…
Tıpkı bu manzumede altı çizilmeğe çalışılan “ para”, “ rant “, “ küçük çıkarlar “ ve “ hiçbir zaman vasıfları, bilgisi ve eğitimi ile layık olmadığı mevki ve makamlara ulaşmak uğruna “ işbirlikçilere maşalık yapanların kol gezdiği bu güzel ülke: Ve tüm yurttaşlara emanet edilmiş “ laik cumhuriyet !.. “ “ Ne mutlu Türk’üm “ diye haykırabilenlerin doğasında “ emanete hıyanet “ olmaz ve olmayacaktır. Benim halkım, benim Anadolu insanım; her tümcesinde ince bir zekânın izleri görülen pek çok deyiş ile gerçekleri kısa ve öz olarak ifade etmiştir. İşte yaşadıklarımıza en güzel bir örnek “ … it ürür kervan yürür… “

Üstat Kemal ÖNCÜ ne güzel ifade ediyor sitede yer alan son yazısında.

“ … bizim kızda orospu oldu, ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum… “
Teşekkürler sayın ÖNCÜ dostumuza…
Hele, hele çağrımızı kabul ederek “ BİZİM PUNTO “ yazar ailesine katılımı içinde ayrıca teşekkürler.

Evet hanımlar beyler,
Çaltı burnundan doğan ve yükselen yakıcı güneş gruba yaklaşırken bendenizde epey gevezelik ettiğimiz farkındayım.
Sıcak bir Pazar günü denizden karaya doğru esen serin rüzgar eşliğinde, denizin sahili farklı fasılalarla “ şırak, şırak “ sesleri ile dövdüğü kıyıcığındaki mütevazi çay bahçesinde soğuk biramdan bir yudum aldıktan sonra çevreme göz atıyorum. Benim gibi günün son ışıkları altında soğuk birasını yudumlayanlar bayağı kalabalık, bu demektir ki; “ henüz AKP’li belediyeler bu limana demir atmamış… “ Hatırlarsanız altını çizmiştim bir yazımda, Samsun ili girişinde “ Atatürk şehrine hoş geldiniz !.. “ tümcesi solundaki Mustafa Kemal resminin kaldırılması yüreğimiz burkmuştu. Tepkimiz göstermiş siz dostlarla da paylaşmıştık.

Sohbet sırasında söz döndü dolaştı “ belediyelere “ geldi.
Atatürk şehri olarak bilinen Samsun’da sahil şeridinde batıdan doğuya “ Atakum “, “ İlk Adım”, “ Gazi “ ve “ Canik “ belediyeleri ve bu yerleşim bölgelerinde bir de “ büyük şehir belediyesi “ hüküm sürüyor. Son çıkan yasa ile “ Gazi Belediyesi “ tarih olacakmış ilk yerel seçimler birlikte… Sadece Samsun ilimizde değil, pek çok ilimizde bu yerel belediye ve yerel bölünme özentisi son on yılda görülmeğe başladı. Aslında bu dış kaynaklı sinsi dayatmacılık altında yatan hedef “ eyalet sistemi “ hazırlığı değil de nedir ?.. İşte doğruları gerçekleri söylediğinde, “ ulusal “ değerlere sahip çıktığınız zamanda hemen boynunuza takılacak yafta hazır “ cahil !.. “

Kendilerinin cehâlet ummanında çırpındıklarını unutuyorlar efendiler… !..
Öyle onlar mutlaka “ ışık evleri “ meyveleridir.
Zamanında “ ağabeyleri “ vardı !..
Şimdileri kendileri “ ağabey “ olmuşlardır belki…
Bu kafalar hâlen “ Risale-î Nur “ hezeyanlarını anlatan kitap adı verilen paçavraları;
Onlara göre “ kitaplık “ bana göre “ gören gözleri körelten “ paçavra yığını…
Hele, hele salya sümük video görüntüleri…

Netice itibariyle;
Cehâlet,
Çıkar ve rant…
Küçücük beklentilerle satılan, içi boşaltılan kişilik…
Kaybedilen “ izzet-î nefis … “
Ve de en önemlisi Allah adına kandırma !..

Nasıl mı ?
“ Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar …. “ Kur’an-î Kerim’den ayetler…
Sanki Allah’ın bu buyruklarından kendileri muaf !...
İşte gerçekleri dile getirip suratlarına çarptığınızda yafta hazır “ cahil !.. “
Bak sen, ilim irfan saçan hazrete bak “ yüzde kırk yedi Sorosçu mu ? “ diye soruyor…

Hemen alınmış efendi, ancak cesurca öne çıkamıyor ve “ yüzde kırk yedi “ ardına saklanıyor. Biz yüzde kırk yedinin tümü “ Soros çocukları “ demedik. Tekrar edelim, ülkemizde birilerinin “ turuncu devrimler “ mimarı olarak bilinen “ Soros efendi “ için çalıştığının altını çizerek, “ Sorosçulara “ özgürlük maskesi altında ulusal değerlere ve Gazi Mustafa Kemal’e ve O’nun ilkelerine “ küfür ettirmeyiz “ dedik. Efendi ağa hemen “ gocunmuş” adeta ve çiseden, bardaktan boşanırcasına yağmur altında kalmış gibi sırılsıklam olmuş… Ne yapalım, cehâletin gözü kör olsun. Bizim gibi mektep medrese görmemiş, “ karagöz “ kılıklı cehâlet timsallerine “ hacivat çelebi “ gibi ilim irfan saçanlar olmalı ki başımıza, başımıza ikide bir cehâletimizi vursunlar. Ancak hatırlamak isteriz ki; “ sanal ortamda övünmek, hamamda şarkı söylemeğe benzer… “ Artık bu hususu burada noktalıyorum. Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın efendim…

Neden derseniz, gerçekler birer aydınlıktır, birer ışıktır.
Işıktan ise korkanlar olur elbet !..
Ne diyelim “ yarası olan gocunur … “

Ahmet Selçuk ACUNSAL
 

HTML

Üst