KILL-BILL
New member
Cumhuriyet devrimleri Hanefilik ve İmamı Âzam
GÜNDEMİN hararetli tartışma konusu (ve malzemesi) İmamı Âzam kitabıyla ilgili olarak ekranlarda, dinci ve dinsiz bazı çevrelerin "siyasal duygular"ını okşayan bir iddia sergilendi. Şöyle dendi:
"Efendim, bu kitap İmamı Âzam'la Atatürk arasında münasebet kuruyor; böyle şey olur mu? Atatürk, Cumhuriyeti kurarken İmamı Âzam fıkhına ait ne varsa hepsini yıkıp yerle bir etti."
Bu iddia, baştan sona gerçek dışıdır, tarihsel verilere, vakıalara aykırıdır.
Bir kere şunu görelim:
"Osmanlı, Hanefi idi. Uyguladığı fıkıh Hanefi fıkhı idi" söylemi kısmen doğrudur.
Şöyle ki, İmamı Âzam'ın (hatta tüm fakihlerin) irfan, idrak ve şahsiyetinde üç temel unsur var: Siyasal unsur, fıkhın muamelat (hukuk) alanıyla ilgili unsur, fıkhın iman ve ibadet alanı (ameli fıkıh) ile ilgili unsur.
Osmanlı bunların birincisine yani siyasal yana asla yanaşmamıştır. Sadece Osmanlı değil, bütün İslam tarihi İmamı Âzam'ın bu yanına uzak durmuştur. Dahası var: İmamı Âzam'ı söz konusu ettiğimizde, Osmanlı tarihi, İmamı Âzam'ın siyasal fikirlerinin tam aksi bir seyir ve icraat izlemiştir.
İmamı Âzam'ın (veya fıkhın) bir başka yanı olan muamelat alanına gelince, Osmanlı, geleneksel söylemin aksine, şeri hukukla değil, örfi hukukla, padişah hukukuyla yönetildiği için muamelat alanında bir Hanefi fıkhının egemenliğini iddia etmek doğru olamaz. Osmanlı düzeninde bizzat "kanun" kelimesi "padişah hukuku" demektir ve şeri hukukun karşıtı bir anlamda kullanılır.
Osmanlı düzeninde egemen hukukun şeri hukuk değil örfi hukuk olduğu bugün artık ittifakla kabul edilen bir gerçektir.
Şeriatı muamelat alanına, devlet işlerine egemen kılmak isteyen ulema ile bu işlerde örfi hukukun, padişah hukukunun egemenliğini esas alan ümera ve küttab (yöneticiler ve devlet erkânı) arasındaki çekişme, Osmanlı tarihçilerinin dikkat çektikleri önemli gerçeklerden biridir. Bugün yaşayan en büyük tarihçi kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık bu noktayı açıkladıktan sonra şu hükme varıyor:
"Ulemanın şeriatçılığına karşı devlet ve toplumun ihtiyaçlarını daha serbest bir şekilde göz önüne alan pratik idareciler olarak bürokratlar, küttab mücadele edecek ve yeniliklerle reformların öncüsü olacaktır." (Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, 1/147)
Halil İnalcık, ulemanın, sonraki zamanlarda "şeriat hukukunu egemen kılma" girişimlerinin devletin çöküşe gidişinde rol oynadığını da eleştirel bir tarzda ifade etmektedir:
"Ulemanın örfi kanunlar ve yönetim alanına karışma girişimleri Fatih döneminde arttı. Kanunî Süleyman döneminde Şeyhülislam Ebussuut, örfî kanunları ve yönetim düzenini 9. yüzyıl fukahasına göre şer'î prensiplerle yorumlamaya çalıştı. Eskiden yalnız örfî kanun konusu olan sorunlar ondan sonra gittikçe daha çok fetva konusu olmaya başladı. 16. yüzyıldaki bunalım döneminin sonucunda, I. Ahmed devrinde toplanıp düzenlenen Kanunnâme-i Cedîd, daha çok fetvalarla dolu bir dergi halini almıştır. Fatih ve Kanunî kanunnâmelerinde ise bir tek fetvaya rastlanmaz. Bu şeriatçılık yönetimi, bürokratların yeni durumlar karşısında serbest çalışmasını kısıtladı ve Sünnî tutuculuğu güçlendirdi." (İnalcık, anılan eser, 1/193)
Demek oluyor ki, Osmanlı düzeninde muamelat alanı diye adlandırılan hukuk ve yönetim alanı, şeriata göre değil, padişah iradesine, örfi hukuka göre düzenleniyordu ve bu düzenlemenin ulema tarafından sarsıntıya uğratılması devletin çöküşüne zemin oluşturmuştur.
Osmanlı'da tartışmasız, çekişmesiz uygulanan fıkıh, iman ve ibadet alanına ilişkin fıkıhtır. Başka bir deyimle "taabbüdi fıkıh"tır, "muamelevi fıkıh" değil.
Cumhuriyet, Osmanlı'nın bu "taabbüdi fıkıh" anlamındaki Hanefiliğini imha etmek şöyle dursun, ihya etmiştir. Muamelat alanını ise tartışmaya bir daha mahal bırakmayacak bir kesinlikle akli ve örfi esaslara göre düzenlemeyi anayasal bir zorunluluk halinde kanunlaştırmıştır.
Ne yapmıştır Cumhuriyet'i kuran irade? "Devletin makarrinde, dinin iman ve ibadet meselelerini tedvirle ilgili anayasal bir kurum oluşturmuştur": Diyanet İşleri Teşkilatı'nı kurmuştur.
Diyanet İşleri Teşkilatı, kurulduğu günden beri Hanefi fıkhının ibadet ve iman alanını kotarmaktadır. Devletin bugün itibarıyla bu alanı kotarmak için harcadığı para, iki katrilyonun üstündedir. Dünyada, Hanefi fıkhının ameli kısmını uygulamak için bu miktarın değil aynını, çeyreğini bile harcayan bir başka devlet yoktur.
Şimdi bu Cumhuriyet mi Hanefi fıkhını imha etti? Hayır, asla. Tam tersine, Cumhuriyet, "taabbüdi" anlamda Hanefi fıkhını ihya etti. Öteki anlamdakiler zaten yoktu. Bir fikir adamının kitabı aleyhine "gol atacağız" diye tarihe yalan söyletip milleti yanlış yönlendirmek adamlık değildir. Aydınlık hiç değildir.
SİYASAL İMAMI ÂZAM
İmamı Âzam kitabı, bu büyük imamın hiç bahsedilmeyen bir yanının bulunduğunu ve o yanının onun kimliğinin en esaslı parçası olduğunu ortaya koydu ve herkese itiraf ettirdi. Sadece bu bile başlı başına bir olaydır, tarihe bir büyük ışık tutuştur.
Tam burada şunu hemen söyleyelim: İmamı Âzam kitabının en önemli tezlerinden biri, işte bu siyasal İmamı Âzam'ın temel düşüncelerinin Cumhuriyet Devrimi'nin icraatıyla örtüştüğüdür. Bu örtüşmenin varlığını inkâr edemeyenler, işi mugalataya boğuyorlar: "Ne alakası var, efendim? İmamı Âzam din adamı, Atatürk asker ve devlet adamı. Aralarında on iki asır zaman farkı var."
Şu mantığa bakar mısınız?
İki fikir arasında münasebet olması için bu fikirlerin sahipleri akraba veya meslektaş olmak, aynı zamanda ve memlekette yaşamak zorunda mı?
Eski Yunan filozofu Platon'un cumhuriyet ve devletle ilgili fikirleri Atatürk'ün fikirleriyle örtüşüyor dersem, aynı şey söylenecek mi? Hayır, orada söylemiyorlar. Bütün öfkeleri, Atatürk'ün İslam'la bir biçimde yakınlığının ifade edilmesine. Atatürk'ü din dışı ilan et, arkadan ne yaparsan yap, mubah. Dincisi de bunu istiyor, dinsizi de.
Tezgâhın gücü de burada, zalimliği de...
Bunu biliyoruz ama şunu da biliyoruz: Hak, kişilerden, senden, benden, dostluk ve düşmanlık ilişkilerimizden müberra, münezzeh, mualla bir kavramdır. Ona saygı duymak hepimizin insanlık borcudur. Bu borcu ödememek için nefsinin dürtüleriyle geleneğin ezberlettiklerini hakkın üstüne çıkaranlara yazıklar olsun!
Yaşar Nuri Öztürk
KAYNAK: HABERTÜRK - Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi
GÜNDEMİN hararetli tartışma konusu (ve malzemesi) İmamı Âzam kitabıyla ilgili olarak ekranlarda, dinci ve dinsiz bazı çevrelerin "siyasal duygular"ını okşayan bir iddia sergilendi. Şöyle dendi:
"Efendim, bu kitap İmamı Âzam'la Atatürk arasında münasebet kuruyor; böyle şey olur mu? Atatürk, Cumhuriyeti kurarken İmamı Âzam fıkhına ait ne varsa hepsini yıkıp yerle bir etti."
Bu iddia, baştan sona gerçek dışıdır, tarihsel verilere, vakıalara aykırıdır.
Bir kere şunu görelim:
"Osmanlı, Hanefi idi. Uyguladığı fıkıh Hanefi fıkhı idi" söylemi kısmen doğrudur.
Şöyle ki, İmamı Âzam'ın (hatta tüm fakihlerin) irfan, idrak ve şahsiyetinde üç temel unsur var: Siyasal unsur, fıkhın muamelat (hukuk) alanıyla ilgili unsur, fıkhın iman ve ibadet alanı (ameli fıkıh) ile ilgili unsur.
Osmanlı bunların birincisine yani siyasal yana asla yanaşmamıştır. Sadece Osmanlı değil, bütün İslam tarihi İmamı Âzam'ın bu yanına uzak durmuştur. Dahası var: İmamı Âzam'ı söz konusu ettiğimizde, Osmanlı tarihi, İmamı Âzam'ın siyasal fikirlerinin tam aksi bir seyir ve icraat izlemiştir.
İmamı Âzam'ın (veya fıkhın) bir başka yanı olan muamelat alanına gelince, Osmanlı, geleneksel söylemin aksine, şeri hukukla değil, örfi hukukla, padişah hukukuyla yönetildiği için muamelat alanında bir Hanefi fıkhının egemenliğini iddia etmek doğru olamaz. Osmanlı düzeninde bizzat "kanun" kelimesi "padişah hukuku" demektir ve şeri hukukun karşıtı bir anlamda kullanılır.
Osmanlı düzeninde egemen hukukun şeri hukuk değil örfi hukuk olduğu bugün artık ittifakla kabul edilen bir gerçektir.
Şeriatı muamelat alanına, devlet işlerine egemen kılmak isteyen ulema ile bu işlerde örfi hukukun, padişah hukukunun egemenliğini esas alan ümera ve küttab (yöneticiler ve devlet erkânı) arasındaki çekişme, Osmanlı tarihçilerinin dikkat çektikleri önemli gerçeklerden biridir. Bugün yaşayan en büyük tarihçi kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık bu noktayı açıkladıktan sonra şu hükme varıyor:
"Ulemanın şeriatçılığına karşı devlet ve toplumun ihtiyaçlarını daha serbest bir şekilde göz önüne alan pratik idareciler olarak bürokratlar, küttab mücadele edecek ve yeniliklerle reformların öncüsü olacaktır." (Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, 1/147)
Halil İnalcık, ulemanın, sonraki zamanlarda "şeriat hukukunu egemen kılma" girişimlerinin devletin çöküşe gidişinde rol oynadığını da eleştirel bir tarzda ifade etmektedir:
"Ulemanın örfi kanunlar ve yönetim alanına karışma girişimleri Fatih döneminde arttı. Kanunî Süleyman döneminde Şeyhülislam Ebussuut, örfî kanunları ve yönetim düzenini 9. yüzyıl fukahasına göre şer'î prensiplerle yorumlamaya çalıştı. Eskiden yalnız örfî kanun konusu olan sorunlar ondan sonra gittikçe daha çok fetva konusu olmaya başladı. 16. yüzyıldaki bunalım döneminin sonucunda, I. Ahmed devrinde toplanıp düzenlenen Kanunnâme-i Cedîd, daha çok fetvalarla dolu bir dergi halini almıştır. Fatih ve Kanunî kanunnâmelerinde ise bir tek fetvaya rastlanmaz. Bu şeriatçılık yönetimi, bürokratların yeni durumlar karşısında serbest çalışmasını kısıtladı ve Sünnî tutuculuğu güçlendirdi." (İnalcık, anılan eser, 1/193)
Demek oluyor ki, Osmanlı düzeninde muamelat alanı diye adlandırılan hukuk ve yönetim alanı, şeriata göre değil, padişah iradesine, örfi hukuka göre düzenleniyordu ve bu düzenlemenin ulema tarafından sarsıntıya uğratılması devletin çöküşüne zemin oluşturmuştur.
Osmanlı'da tartışmasız, çekişmesiz uygulanan fıkıh, iman ve ibadet alanına ilişkin fıkıhtır. Başka bir deyimle "taabbüdi fıkıh"tır, "muamelevi fıkıh" değil.
Cumhuriyet, Osmanlı'nın bu "taabbüdi fıkıh" anlamındaki Hanefiliğini imha etmek şöyle dursun, ihya etmiştir. Muamelat alanını ise tartışmaya bir daha mahal bırakmayacak bir kesinlikle akli ve örfi esaslara göre düzenlemeyi anayasal bir zorunluluk halinde kanunlaştırmıştır.
Ne yapmıştır Cumhuriyet'i kuran irade? "Devletin makarrinde, dinin iman ve ibadet meselelerini tedvirle ilgili anayasal bir kurum oluşturmuştur": Diyanet İşleri Teşkilatı'nı kurmuştur.
Diyanet İşleri Teşkilatı, kurulduğu günden beri Hanefi fıkhının ibadet ve iman alanını kotarmaktadır. Devletin bugün itibarıyla bu alanı kotarmak için harcadığı para, iki katrilyonun üstündedir. Dünyada, Hanefi fıkhının ameli kısmını uygulamak için bu miktarın değil aynını, çeyreğini bile harcayan bir başka devlet yoktur.
Şimdi bu Cumhuriyet mi Hanefi fıkhını imha etti? Hayır, asla. Tam tersine, Cumhuriyet, "taabbüdi" anlamda Hanefi fıkhını ihya etti. Öteki anlamdakiler zaten yoktu. Bir fikir adamının kitabı aleyhine "gol atacağız" diye tarihe yalan söyletip milleti yanlış yönlendirmek adamlık değildir. Aydınlık hiç değildir.
SİYASAL İMAMI ÂZAM
İmamı Âzam kitabı, bu büyük imamın hiç bahsedilmeyen bir yanının bulunduğunu ve o yanının onun kimliğinin en esaslı parçası olduğunu ortaya koydu ve herkese itiraf ettirdi. Sadece bu bile başlı başına bir olaydır, tarihe bir büyük ışık tutuştur.
Tam burada şunu hemen söyleyelim: İmamı Âzam kitabının en önemli tezlerinden biri, işte bu siyasal İmamı Âzam'ın temel düşüncelerinin Cumhuriyet Devrimi'nin icraatıyla örtüştüğüdür. Bu örtüşmenin varlığını inkâr edemeyenler, işi mugalataya boğuyorlar: "Ne alakası var, efendim? İmamı Âzam din adamı, Atatürk asker ve devlet adamı. Aralarında on iki asır zaman farkı var."
Şu mantığa bakar mısınız?
İki fikir arasında münasebet olması için bu fikirlerin sahipleri akraba veya meslektaş olmak, aynı zamanda ve memlekette yaşamak zorunda mı?
Eski Yunan filozofu Platon'un cumhuriyet ve devletle ilgili fikirleri Atatürk'ün fikirleriyle örtüşüyor dersem, aynı şey söylenecek mi? Hayır, orada söylemiyorlar. Bütün öfkeleri, Atatürk'ün İslam'la bir biçimde yakınlığının ifade edilmesine. Atatürk'ü din dışı ilan et, arkadan ne yaparsan yap, mubah. Dincisi de bunu istiyor, dinsizi de.
Tezgâhın gücü de burada, zalimliği de...
Bunu biliyoruz ama şunu da biliyoruz: Hak, kişilerden, senden, benden, dostluk ve düşmanlık ilişkilerimizden müberra, münezzeh, mualla bir kavramdır. Ona saygı duymak hepimizin insanlık borcudur. Bu borcu ödememek için nefsinin dürtüleriyle geleneğin ezberlettiklerini hakkın üstüne çıkaranlara yazıklar olsun!
Yaşar Nuri Öztürk
KAYNAK: HABERTÜRK - Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi