ςคﻮคtคא_кђคภร khans
New member
CHP 'müdahaleyi' nasıl kışkırttı?
Mevcut yasama döneminin sonuna geldiğimiz şu günlerde, CHP'nin anamuhalefet partisi olarak yürüttüğü siyasetinin tahlil edilmesi ülkemizde demokrasinin yerleşmesi için şart görünüyor. 2002 seçimleri sonrasında Baykal'ın izlediği siyasetin, iki temel üzerine kurulu olduğu söylenebilir.
Birincisi, eğer mümkünse ve öncelikle, askerlerin baskısı altında AKP hükümetinin düşürülmesi, AKP'nin parçalanması ve Ankara'da kotarılacak yeni bir Meclis aritmetiğine göre CHP'nin iktidara gelmesi. Bu mümkün olmazsa, sivil ve askerî bürokrasinin yoğun muhalefeti teşvik edilerek, AKP'nin iktidar alanının daraltılması, yönetim yetkilerinin zaafa uğratılması ve yanlış yapmaya sevk edilmesi. Bu anlayışın arkasında, Baykal yönetiminin demokrasiyle bağdaşmayan zihniyeti yatıyor: Sivil ve özellikle askerî devlet kurumlarının "doğal" desteği nedeniyle, Ankara'da iktidar, seçimleri kaybetse dahi daima CHP'ye ait olmalıdır.
Onur Öymen'i askerlere kim gönderdi?
Baykal muhalefetinin ikinci temel anlayışı, ne pahasına olursa olsun iktidarın başarılı olmasını engelleyecek bir siyaset izlemektir. Söz konusu olan CHP'nin ve sosyal demokrasinin programına, hatta Türkiye'nin çıkarlarına açıkça uygun bir durum bile olsa, eğer o durumdan iktidar partisi olarak AKP kazançlı çıkacak gibi görünüyorsa, muhalefet ve engelleme yapılmalıdır. Siyasi literatürde bunun adı, yıkıcı muhalefettir. 2002 seçimlerine CHP kendini iktidarın en büyük adayı görerek girdi. 57. hükümetin kötü yönetimiyle gelen çöküş sonunda ortada ciddi bir rakip kalmamış gibi görünüyordu. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, ancak açık ara ikinci gelebildi. Hükümet kurulduktan sonra CHP Genel Merkezi'nde, askerin baskısı karşısında AKP iktidarının uzun süre ayakta kalamayacağı, CHP'ye iktidar yolunun açılacağı konuşulmaya başladı. Zaten Ecevit de 1998'de iktidara o şekilde gelmemiş miydi? CHP'nin bu siyaseti kısa sürede bir sır olmaktan çıktı; önce genel merkez duvarlarının, sonra Türkiye sınırlarının dışına taştı, açıkça bilinir ve izlenir oldu.
TSK komutanları ne zaman siyasi konulara müdahale anlamına gelen bir açıklama yapsa, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bu açıklamaları destekleyen, öven ve askerleri müdahale için yüreklendirmeye çalışan demeçler vermeye başladı: Komutanlar tamamen haklıydı, doğru konuşuyorlar, hatta az bile söylüyorlardı. Belli ki bu, bizzat Genel Başkan Baykal tarafından verilen bir görevdi. CHP, askerlerin ülke yönetimine ve siyasete müdahale etmesini alenen teşvik ediyordu. Söz konusu genel başkan yardımcısının o dönemde ayrıca, üst düzey komutanlarla özel görüşmeler yaptığına dair duyumlar vardı. Emekli Oramiral Özden Örnek'in kısa süre önce kamuoyuna yansıyan günlükleri, CHP'nin söz konusu genel başkan yardımcısının kuvvet komutanları ile gizli görüşmeler yaptığını doğruluyor ve bu görüşmelerde askerleri açık bir dille kışkırttığını yazıyor: Dönemin genelkurmay başkanı adeta AKP'nin adamı gibi hareket ediyormuş (çünkü darbe yapmak isteyen komutanları engelliyor!) ve o nedenle artık kimse ordudan bir şey beklemiyormuş... Hiç kuşkusuz, emekliye ayrılan komutanlar hatıralarını yazdıkça ve konuştukça, kamuoyu er veya geç bu gizli görüşmelerle ilgili çok daha fazla ayrıntıyı öğrenebilecek.
Bir siyaset adamı için en affedilmez şey, demokratik rejime müdahale için askerlere davette bulunmaktır. O nedenle MHP lideri Devlet Bahçeli, TBMM eski başkanının kuvvet komutanları ile üstelik çok daha masum içerikli görüşmeler yaptığı aynı günlüklerde ortaya çıkınca, sert tepki gösterdi ve o politikacının partiyle ilişkisinin kesilmesini istedi. CHP genel başkanı ise yardımcısının kapalı kapılar arkasında askerlerle yürüttüğü kabul edilemez ilişkilerini önemsemez göründü. Belli ki her şeyden haberi vardı ve kendi onayı ile yürütülen bir siyaset söz konusu idi.
AB ülkelerinden birinin Ankara'da görev yapan büyükelçisinin 2003'te bir gün anlattıkları ise inanılır gibi değildi. Baykal'ın yakınında ve genel merkezde en üst düzeyde görev yapan bir CHP milletvekili, o büyükelçinin ülkesine bir ziyaret yapacaktı. Söz konusu ziyaret nedeniyle gerçekleşen görüşme sırasında büyükelçiye şu müjdeyi (!) de vermişti: Biliniz ki AKP hükümeti bu dönemin sonunu getiremeyecek; askerler müdahale edecek, bu hükümet gidecek, biz iktidara geleceğiz. Büyükelçi, bu olayı naklederken bile şaşkınlığını saklayamıyor, sosyal demokrat bir partinin iktidara gelme umudunu askeri bir müdahaleye bağlamış olmasına inanamıyordu. O dönemde Avrupalı sosyal demokrat liderler Baykal'ın randevu taleplerini geri çevirmeye, Ankara'ya başka nedenlerle geldiklerinde CHP'ye nezaket ziyareti dahi yapmamaya başladı.
Rota değişiyor: Açıktan kışkırtma...
Askerler üzerinden siyaset yapmak, Baykal için yeni bir şey değil. 28 Şubat müdahalesini, "TSK 'demokratik kitle kuruluşu' (!) gibi çalıştı", "...kurmayca planlanmış bir strateji izledi. Bir müdahale açıktır, ama resmi muhtıra bile verilmeden sorun çözülmüştür" diye yüz kızartıcı övgülerle desteklemişti. Ama, AKP hükümetinin askerler tarafından düşürülmesi beklentisi gerçekleşmedi. Bu sonuçta, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün demokrasiye ve ülkeye bağlılığının büyük katkısı oldu.
Baykal, cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla küçük bir rota değişikliği yaptı. Bu kez Ankara'daki iktidar gücüne dayanarak, cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle AKP'yi köşeye sıkıştırmak, burnunu sürtmek ve yıpratmak siyasetini başlattı. Bunu da yine, öncelikle askerler üzerinden yürüttü. Söz konusu olan asla Tayyip Erdoğan'ın veya Abdullah Gül'ün kişisel konumundan kaynaklanan bir durum değil; AKP'nin başında başka bir kişi de bulunsa, Baykal'ın tamamen aynı tutum içinde olacağı muhakkak. Tıpkı, SHP genel sekreteri olarak Turgut Özal'a karşı da izlediği siyaset gibi. Söz konusu olan, "Ankara'daki iktidar" gücünü kullanarak rakibi AKP'yi zor durumda bırakmak ve sandıkta elde edemediği üstünlüğü o yoldan sağlamak istemesi.
Herhalde daha önce görevlendirdiği yardımcısı bütün çabalarına rağmen bir müdahaleyi sağlamakta başarısız (!) kaldığı için, bu kez genel başkan olarak ipleri doğrudan eline aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili Baykal'ın sürdürdüğü söylem, hesaplı ve büyük ölçüde askerlerin kışkırtılması üzerine kuruluydu. Bu özelliğiyle, demokrasi tarihi için hacimli bir kara kitap oluşturabilir.
İşte Baykal'dan bazı örnekler: Hatırlanacağı gibi, 2006'da ısrarlı bir şekilde erken seçim istiyordu. O arada erken seçim kararının alınması için, açık muhtıra çağrısı yapmaktan ve TBMM iradesine dönük tehditler dile getirmekten kaçınmadı (Haziran 2006): "Bizim önerdiğimiz (Mayıs 2007 öncesi erken genel seçim), muhtıra şeklinde ya da daha ince yöntemlerle aşılmasına gerek bırakmadan sorunu sandıkta aşma olayıdır." Sonbahar aylarında erken seçim kararı için zamanın daralması üzerine, harekete geçmekte acele edilmesi için, sözde ince bir siyaset üslubuyla yapılan, ama kaba ve muhatabının askerler olduğu belli bir çağrı daha (Eylül 2006): "Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığını önlemek gerektiğini düşünüyorlarsa, şimdi önlesinler." Grupta yapılan bir konuşmada, önce "herkesi göreve çağırıyorum" der ve hemen sonra kimleri göreve çağırdığı eksiksiz anlaşılsın diye, tamamlayıcı açıklama olarak talihsiz ve isyan duyguları uyandıran bir kıyaslama yapar (Ekim 2006): "...Celal Bayar, Adnan Menderes... geldi, geçti. Ama bugünkü yönetim kadar... laiklik özüne karşı bir kadro gelmedi." Sözde ince ve örtülü bir üslupla, ama gerçekte kaba bir şekilde yürüttüğü sürekli kışkırtmalara rağmen netice alamayan Baykal, zamanın daralmasıyla birlikte, son bir umut ve çırpınış içinde açık kışkırtmaya başladı (Mart 2007): "Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına Silahlı Kuvvetler kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum."
27 Nisan günü cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk oylama yapıldı ve üçte iki çoğunluk bulunamadı. Baykal'ın ısrarla kışkırtmaya çalıştığı müdahale henüz gerçekleşmemişti. O gün Baykal, "tüm çağrılarına rağmen toplumun en önemli ağırlık merkezlerinin duruma seyirci kaldığını" söyleyerek, askerlere serzenişte bulundu ve TBMM iradesine dönük bir müdahale gerçekleştirmedikleri için üzüntülerini dile getirdi. Aynı gece yarısı askerlerin demokratik işleyişe müdahalesi geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen hemen ve büyük bir coşku ile, askerlerin bildirisiyle tamamen aynı görüşleri paylaştıklarını ilan etti. Baykal da açıkça destek çıktı ve 1 Mayıs günü parti grubunda yaptığı konuşmada, askerî müdahalenin, öyle bir ihtiyaç duyulduğu için yapıldığını söyledi.
Demokrasi tarihinde kara bir leke...
Sosyal demokrat bir parti olarak CHP'nin, rejime yönelen demokrasi dışı müdahalelere herkesten önce ve önde karşı durması gerekir. Zaten CHP'nin parti programı da açıkça bunu öngörüyor. Ama Baykal yönetimindeki CHP ne yazık ki, karşı durmak bir yana, 2002'den beri demokratik rejime dönük bir askerî darbe beklentisi ve kışkırtıcılığı içinde. Sol ve sosyal demokrasiyle hiçbir yakınlığı olmayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bir süre önce, kendi partisinin "çağdaş" ve "ilerici", AKP'nin ise "gerici" olduğunu kanıtlamak için şu sorgulamayı dile getirmişti: "AKP lideri bir balo düzenleyebilir mi?" Öymen'e göre CHP ise, balo düzenleyebilecek bir partiydi. Tabii bu naif ve gülünç soru, o zaman sadece, bir üst sınıf eğlencesi olan baloyu ilericiliğin göstergesi sanan CHP'li yöneticilerin, içinde yaşadıkları toplumdan ne denli kopuk olduğunun yeni bir kanıtı olarak kabul edilmişti. Ama şimdi açıkça görülüyor ki, Baykal ve en yakın siyasi çalışma arkadaşları sadece basit bir balo değil, maskeli balo oynuyorlar. Sosyal demokrasi maskesi arkasına saklanıp, en gerici ve demokrasi karşıtı bir ideolojiye teslim olmuşlar, askeri müdahale destekçiliği ve kışkırtıcılığı yapıyorlar. Ama Baykal'ın ihtirasla oynadığı bu maskeli balo oyunu, rejimin kayması ve ülkenin ağır bedeller ödemesi sonucunu doğurabilir.
Bülent Ecevit önderliğindeki ortanın solu hareketinin CHP'de işbaşına gelmesinden bu yana, yaklaşık son 40 yıldır, TBMM'de temsil edilen hiçbir parti şimdi Baykal yönetimindeki CHP kadar açık ve yoğun bir şekilde askerleri kışkırtmadı, asker üzerinden siyaset yapmadı. 12 Eylül sonrasında ve askerî yönetimin himayesinde emekli general Turgut Sunalp tarafından kurulan MDP'nin, TBMM'ye girdikten sonra izlediği siyaset de buna dahildir. CHP bu ülkeye sandığı getiren, çok partili rejimin yolunu açan partidir. CHP'liler tarihlerinin o sayfasıyla daima ve haklı olarak gurur duyarlar. 2002 sonrasında ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Baykal'ın izlediği siyaset ise CHP ve demokrasi tarihinde daima bir leke olarak hatırlanacak. [email protected]
CHP PARTİ MECLİSİ ESKİ ÜYESİ
Mevcut yasama döneminin sonuna geldiğimiz şu günlerde, CHP'nin anamuhalefet partisi olarak yürüttüğü siyasetinin tahlil edilmesi ülkemizde demokrasinin yerleşmesi için şart görünüyor. 2002 seçimleri sonrasında Baykal'ın izlediği siyasetin, iki temel üzerine kurulu olduğu söylenebilir.
Birincisi, eğer mümkünse ve öncelikle, askerlerin baskısı altında AKP hükümetinin düşürülmesi, AKP'nin parçalanması ve Ankara'da kotarılacak yeni bir Meclis aritmetiğine göre CHP'nin iktidara gelmesi. Bu mümkün olmazsa, sivil ve askerî bürokrasinin yoğun muhalefeti teşvik edilerek, AKP'nin iktidar alanının daraltılması, yönetim yetkilerinin zaafa uğratılması ve yanlış yapmaya sevk edilmesi. Bu anlayışın arkasında, Baykal yönetiminin demokrasiyle bağdaşmayan zihniyeti yatıyor: Sivil ve özellikle askerî devlet kurumlarının "doğal" desteği nedeniyle, Ankara'da iktidar, seçimleri kaybetse dahi daima CHP'ye ait olmalıdır.
Onur Öymen'i askerlere kim gönderdi?
Baykal muhalefetinin ikinci temel anlayışı, ne pahasına olursa olsun iktidarın başarılı olmasını engelleyecek bir siyaset izlemektir. Söz konusu olan CHP'nin ve sosyal demokrasinin programına, hatta Türkiye'nin çıkarlarına açıkça uygun bir durum bile olsa, eğer o durumdan iktidar partisi olarak AKP kazançlı çıkacak gibi görünüyorsa, muhalefet ve engelleme yapılmalıdır. Siyasi literatürde bunun adı, yıkıcı muhalefettir. 2002 seçimlerine CHP kendini iktidarın en büyük adayı görerek girdi. 57. hükümetin kötü yönetimiyle gelen çöküş sonunda ortada ciddi bir rakip kalmamış gibi görünüyordu. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, ancak açık ara ikinci gelebildi. Hükümet kurulduktan sonra CHP Genel Merkezi'nde, askerin baskısı karşısında AKP iktidarının uzun süre ayakta kalamayacağı, CHP'ye iktidar yolunun açılacağı konuşulmaya başladı. Zaten Ecevit de 1998'de iktidara o şekilde gelmemiş miydi? CHP'nin bu siyaseti kısa sürede bir sır olmaktan çıktı; önce genel merkez duvarlarının, sonra Türkiye sınırlarının dışına taştı, açıkça bilinir ve izlenir oldu.
TSK komutanları ne zaman siyasi konulara müdahale anlamına gelen bir açıklama yapsa, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bu açıklamaları destekleyen, öven ve askerleri müdahale için yüreklendirmeye çalışan demeçler vermeye başladı: Komutanlar tamamen haklıydı, doğru konuşuyorlar, hatta az bile söylüyorlardı. Belli ki bu, bizzat Genel Başkan Baykal tarafından verilen bir görevdi. CHP, askerlerin ülke yönetimine ve siyasete müdahale etmesini alenen teşvik ediyordu. Söz konusu genel başkan yardımcısının o dönemde ayrıca, üst düzey komutanlarla özel görüşmeler yaptığına dair duyumlar vardı. Emekli Oramiral Özden Örnek'in kısa süre önce kamuoyuna yansıyan günlükleri, CHP'nin söz konusu genel başkan yardımcısının kuvvet komutanları ile gizli görüşmeler yaptığını doğruluyor ve bu görüşmelerde askerleri açık bir dille kışkırttığını yazıyor: Dönemin genelkurmay başkanı adeta AKP'nin adamı gibi hareket ediyormuş (çünkü darbe yapmak isteyen komutanları engelliyor!) ve o nedenle artık kimse ordudan bir şey beklemiyormuş... Hiç kuşkusuz, emekliye ayrılan komutanlar hatıralarını yazdıkça ve konuştukça, kamuoyu er veya geç bu gizli görüşmelerle ilgili çok daha fazla ayrıntıyı öğrenebilecek.
Bir siyaset adamı için en affedilmez şey, demokratik rejime müdahale için askerlere davette bulunmaktır. O nedenle MHP lideri Devlet Bahçeli, TBMM eski başkanının kuvvet komutanları ile üstelik çok daha masum içerikli görüşmeler yaptığı aynı günlüklerde ortaya çıkınca, sert tepki gösterdi ve o politikacının partiyle ilişkisinin kesilmesini istedi. CHP genel başkanı ise yardımcısının kapalı kapılar arkasında askerlerle yürüttüğü kabul edilemez ilişkilerini önemsemez göründü. Belli ki her şeyden haberi vardı ve kendi onayı ile yürütülen bir siyaset söz konusu idi.
AB ülkelerinden birinin Ankara'da görev yapan büyükelçisinin 2003'te bir gün anlattıkları ise inanılır gibi değildi. Baykal'ın yakınında ve genel merkezde en üst düzeyde görev yapan bir CHP milletvekili, o büyükelçinin ülkesine bir ziyaret yapacaktı. Söz konusu ziyaret nedeniyle gerçekleşen görüşme sırasında büyükelçiye şu müjdeyi (!) de vermişti: Biliniz ki AKP hükümeti bu dönemin sonunu getiremeyecek; askerler müdahale edecek, bu hükümet gidecek, biz iktidara geleceğiz. Büyükelçi, bu olayı naklederken bile şaşkınlığını saklayamıyor, sosyal demokrat bir partinin iktidara gelme umudunu askeri bir müdahaleye bağlamış olmasına inanamıyordu. O dönemde Avrupalı sosyal demokrat liderler Baykal'ın randevu taleplerini geri çevirmeye, Ankara'ya başka nedenlerle geldiklerinde CHP'ye nezaket ziyareti dahi yapmamaya başladı.
Rota değişiyor: Açıktan kışkırtma...
Askerler üzerinden siyaset yapmak, Baykal için yeni bir şey değil. 28 Şubat müdahalesini, "TSK 'demokratik kitle kuruluşu' (!) gibi çalıştı", "...kurmayca planlanmış bir strateji izledi. Bir müdahale açıktır, ama resmi muhtıra bile verilmeden sorun çözülmüştür" diye yüz kızartıcı övgülerle desteklemişti. Ama, AKP hükümetinin askerler tarafından düşürülmesi beklentisi gerçekleşmedi. Bu sonuçta, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün demokrasiye ve ülkeye bağlılığının büyük katkısı oldu.
Baykal, cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla küçük bir rota değişikliği yaptı. Bu kez Ankara'daki iktidar gücüne dayanarak, cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle AKP'yi köşeye sıkıştırmak, burnunu sürtmek ve yıpratmak siyasetini başlattı. Bunu da yine, öncelikle askerler üzerinden yürüttü. Söz konusu olan asla Tayyip Erdoğan'ın veya Abdullah Gül'ün kişisel konumundan kaynaklanan bir durum değil; AKP'nin başında başka bir kişi de bulunsa, Baykal'ın tamamen aynı tutum içinde olacağı muhakkak. Tıpkı, SHP genel sekreteri olarak Turgut Özal'a karşı da izlediği siyaset gibi. Söz konusu olan, "Ankara'daki iktidar" gücünü kullanarak rakibi AKP'yi zor durumda bırakmak ve sandıkta elde edemediği üstünlüğü o yoldan sağlamak istemesi.
Herhalde daha önce görevlendirdiği yardımcısı bütün çabalarına rağmen bir müdahaleyi sağlamakta başarısız (!) kaldığı için, bu kez genel başkan olarak ipleri doğrudan eline aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili Baykal'ın sürdürdüğü söylem, hesaplı ve büyük ölçüde askerlerin kışkırtılması üzerine kuruluydu. Bu özelliğiyle, demokrasi tarihi için hacimli bir kara kitap oluşturabilir.
İşte Baykal'dan bazı örnekler: Hatırlanacağı gibi, 2006'da ısrarlı bir şekilde erken seçim istiyordu. O arada erken seçim kararının alınması için, açık muhtıra çağrısı yapmaktan ve TBMM iradesine dönük tehditler dile getirmekten kaçınmadı (Haziran 2006): "Bizim önerdiğimiz (Mayıs 2007 öncesi erken genel seçim), muhtıra şeklinde ya da daha ince yöntemlerle aşılmasına gerek bırakmadan sorunu sandıkta aşma olayıdır." Sonbahar aylarında erken seçim kararı için zamanın daralması üzerine, harekete geçmekte acele edilmesi için, sözde ince bir siyaset üslubuyla yapılan, ama kaba ve muhatabının askerler olduğu belli bir çağrı daha (Eylül 2006): "Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığını önlemek gerektiğini düşünüyorlarsa, şimdi önlesinler." Grupta yapılan bir konuşmada, önce "herkesi göreve çağırıyorum" der ve hemen sonra kimleri göreve çağırdığı eksiksiz anlaşılsın diye, tamamlayıcı açıklama olarak talihsiz ve isyan duyguları uyandıran bir kıyaslama yapar (Ekim 2006): "...Celal Bayar, Adnan Menderes... geldi, geçti. Ama bugünkü yönetim kadar... laiklik özüne karşı bir kadro gelmedi." Sözde ince ve örtülü bir üslupla, ama gerçekte kaba bir şekilde yürüttüğü sürekli kışkırtmalara rağmen netice alamayan Baykal, zamanın daralmasıyla birlikte, son bir umut ve çırpınış içinde açık kışkırtmaya başladı (Mart 2007): "Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına Silahlı Kuvvetler kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum."
27 Nisan günü cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk oylama yapıldı ve üçte iki çoğunluk bulunamadı. Baykal'ın ısrarla kışkırtmaya çalıştığı müdahale henüz gerçekleşmemişti. O gün Baykal, "tüm çağrılarına rağmen toplumun en önemli ağırlık merkezlerinin duruma seyirci kaldığını" söyleyerek, askerlere serzenişte bulundu ve TBMM iradesine dönük bir müdahale gerçekleştirmedikleri için üzüntülerini dile getirdi. Aynı gece yarısı askerlerin demokratik işleyişe müdahalesi geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen hemen ve büyük bir coşku ile, askerlerin bildirisiyle tamamen aynı görüşleri paylaştıklarını ilan etti. Baykal da açıkça destek çıktı ve 1 Mayıs günü parti grubunda yaptığı konuşmada, askerî müdahalenin, öyle bir ihtiyaç duyulduğu için yapıldığını söyledi.
Demokrasi tarihinde kara bir leke...
Sosyal demokrat bir parti olarak CHP'nin, rejime yönelen demokrasi dışı müdahalelere herkesten önce ve önde karşı durması gerekir. Zaten CHP'nin parti programı da açıkça bunu öngörüyor. Ama Baykal yönetimindeki CHP ne yazık ki, karşı durmak bir yana, 2002'den beri demokratik rejime dönük bir askerî darbe beklentisi ve kışkırtıcılığı içinde. Sol ve sosyal demokrasiyle hiçbir yakınlığı olmayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bir süre önce, kendi partisinin "çağdaş" ve "ilerici", AKP'nin ise "gerici" olduğunu kanıtlamak için şu sorgulamayı dile getirmişti: "AKP lideri bir balo düzenleyebilir mi?" Öymen'e göre CHP ise, balo düzenleyebilecek bir partiydi. Tabii bu naif ve gülünç soru, o zaman sadece, bir üst sınıf eğlencesi olan baloyu ilericiliğin göstergesi sanan CHP'li yöneticilerin, içinde yaşadıkları toplumdan ne denli kopuk olduğunun yeni bir kanıtı olarak kabul edilmişti. Ama şimdi açıkça görülüyor ki, Baykal ve en yakın siyasi çalışma arkadaşları sadece basit bir balo değil, maskeli balo oynuyorlar. Sosyal demokrasi maskesi arkasına saklanıp, en gerici ve demokrasi karşıtı bir ideolojiye teslim olmuşlar, askeri müdahale destekçiliği ve kışkırtıcılığı yapıyorlar. Ama Baykal'ın ihtirasla oynadığı bu maskeli balo oyunu, rejimin kayması ve ülkenin ağır bedeller ödemesi sonucunu doğurabilir.
Bülent Ecevit önderliğindeki ortanın solu hareketinin CHP'de işbaşına gelmesinden bu yana, yaklaşık son 40 yıldır, TBMM'de temsil edilen hiçbir parti şimdi Baykal yönetimindeki CHP kadar açık ve yoğun bir şekilde askerleri kışkırtmadı, asker üzerinden siyaset yapmadı. 12 Eylül sonrasında ve askerî yönetimin himayesinde emekli general Turgut Sunalp tarafından kurulan MDP'nin, TBMM'ye girdikten sonra izlediği siyaset de buna dahildir. CHP bu ülkeye sandığı getiren, çok partili rejimin yolunu açan partidir. CHP'liler tarihlerinin o sayfasıyla daima ve haklı olarak gurur duyarlar. 2002 sonrasında ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Baykal'ın izlediği siyaset ise CHP ve demokrasi tarihinde daima bir leke olarak hatırlanacak. [email protected]
CHP PARTİ MECLİSİ ESKİ ÜYESİ