Carİyeler

CARİYELER
Osmanlı padişahlarının hususi evi olan sarayın harem-i hümayun bölümünde valide sultan, şehzadeleri, kızları, hanımları ve harem ağaları yanında en kalabalık grubu cariyeler oluşturuyordu.
Sayıları dönemine göre 200 ile 750 arasında değişen bu kızlar grubu, haremin en dikkati çeken ve üzerinde konuşulması, senaryo üretilmesi en cazip yönüydü. Zira harem hakkında yazılabilecek her senaryoda onlar mutlaka vardı. Onlara biçilen roller ise hiç değişmezdi... Cinsellik ve entrika...
Dünyanın belki en güzel, çekici ve yetenekli kadınları idiler. Cihan padişahının eşi olabilecekler ve ona bir erkek çocuk vererek ileride padişahın anası olacaklardı. Bu ise onlara
valide sultan ünvanı yla haremdeki en nüfuzlu kişi konumunu verecekti.
Bu devlet ve saadete erişebilmek hangi genç kızın rüyalarını süslemezdi...
Harem lügatte korunan, mukaddes ve muhterem olan yer anlamlarına geliyordu. Burada yaşayan kadınlara da harem denilmesi İslamiyetin bu bölümlere belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin girişini yasaklamasından kaynaklanırdı.
Ancak bu gizlilik, Osmanlı haremi hakkında pek çok senaryolar üretilmesine yolaçtı. Ne yazık ki özellikle Batılıların kaleme aldıkları yazılar, hep basit cinsel ilişkiler üzerine kuruluyordu. Sonraki yazar-çizer takımı da bunları doğru imiş gibi hiçbir tenkide tabi tutmadan kullanıyordu. Belki de öyle kullanmak işlerine geliyor veya prim ve gününüz moda deyimiyle reyting sağlıyordu.
Gerçekte haremdeki cariyelerin fonksiyonu ne idi? Nereden toplanırlardı? Okur - yazarlıkları ve eğitimleri hangi derecedeydi? Ne işler görürlerdi? Hangi mekanlarda yaşarlardı? Haremde ne kadar süre kalırlardı? Nelerle mutlu veya mutsuz olurlardı? Nasıl ve niçin ayrılırlardı? Sonra ne yaparlardı? İşte bütün bu suallerin cevapları...


Yatılı Saray Mektebi

Bu tabiri cariyeler için kullandım. Onlar hakkında ilk bilinmesi gereken şey köle sınıfından olmalarıydı. Efendileri ise padişahtı. Padişah onlar üzerinde her türlü hak ve tasarrufa sahipti. Ancak bağlı bulunduğu İslam Dini, onlara ne şekilde muamele edilmesi gerektiğini de belirtiyordu.
Gerek Kur'an-ı Kerim'de gerekse Resulullah Efendimiz'in hadislerinde köle ve cariyelere iyi davranılması, eziyet edilmemesi, yediklerinden ve giydiklerinden onlara da bol bol verilmesi emrediliyordu. Onları kardeşleri, oğulları ve kızları gibi bileceklerdi. En büyük sevaplardan birisi de onları azat etmekti.
İşte Osmanlı padişahları da hareme alınan bu cariyeleri öncelikle iyi ve mükemmel bir eğitimden geçirmeyi düşünmüşlerdi. Bu nedenle harem, gelen cariyeler için başlangıç itibariyle sanki yatılı mektepti.
Cariyelerin saraya gelişleri ise değişik yollarla gerçekleşmekteydi.
İlk cariyeleri savaşlarda ve fethedilen düşman şehirlerinde esir edilen kadınlar ve kızlar arasından seçilirdi. Çerkez, Gürcü ve Rus asıllı cariyeler ise genellikle satın alınarak hareme sokulurdu. Genişleme devresinde de bu usûl aynen devam etti. Ancak duraklama ve gerileme devri başlayınca bu kaynak kurudu.

Cariyelerin saraya alınmalarının ikinci yolu devlet adamlarının bunları padişaha armağan etmeleri idi. Başta sadrazam olmak üzere divan azaları, valiler, sancak beyleri, padişahın kızkardeşleri yetiştirdikleri veya satın aldıkları cariyeleri padişaha sunarlardı.
19. yüzyılda, Osmanlılarda esirlerin alınıp satılması yasak edildi. Buna rağmen Kafkasyalılar kendi rızaları ile kızlarını saraya vermeye devam ettiler.
Hareme alınan kızlar ilk olarak ebeler ve hastalar ustası tarafından muayene edilirdi. Hastalıklı olanlar veya uykusu ağır, horlama vs. bir kusuru bulunanlar derhal sahiplerine geri verilirdi.
Saraya cariyesi olanlara ilk olarak güzellikleri, karakter ve fiziki görünüşleri dikkate alınarak münasip bir isim verilirdi. Verilen bu isimler genellikle Farsça olurdu. Çeşm-i Ferah, Hoşneva, Mahcemal, Laligül, Şevkiâlem, Handeru, Ruhisar, Nergiz-eda, Neşeyab, Safinaz, Eda-dil, Şayeste, Mahitab gibi.
İsimlerinin herkes tarafından çabuk ve kolaylıkla öğrenilebilmesi için ilk zamanlarda bir kağıda yazılı olarak herkesin ismi iğne ile göğüslerine iliştirilirdi.
Hareme gelen yeni kızlara acemi denilirdi. Bunlara ilk olarak usta cariyeler tarafından terbiye, nezaket ve büyüklere karşı hürmet gibi edeb ve ahlak kuralları bütün ayrıntılarına kadar nazari ve tatbiki olarak öğretilirdi. Hareme ait hatıralar okunduğu zaman cariyelerin ne kadar kibar ve saygılı oldukları görülecektir.
Yine ilk olarak öğretilen Kur'an-ı Kerim okumaktı. Ayrıca günlük ibadetlerini yapacak bilgilere sahip olmaları arzu edilirdi. Abdest, namaz, oruç bilgileri hergün belirli aralıklarla verilirdi. Namazın vakti girer girmez hep beraber kılarlardı.
Sultan Mehmed Reşad, haremdeki kadınlar için hoca tayin edilen Safiye Ünüvar'a şu iradeyi tebliğ ettirmişti. "Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebelerine söylensin."
Bunun üzerine Safiye Hanım sınıfın kapısına şu levhayı yazdırıp astırmıştı. "Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez."
Kur'an-ı Kerim ve din bilgileri yanında cariyeler dikiş dikmek, dantel işlemek ve örgü örmek gibi işleri de öğrenir ve meşgul olurlardı. Günümüze kadar uzanan eşyaları ve elbiseleri onları bu dikiş ve nakış işlerini mükemmel bir şekilde yaptıklarını göstermektedir. Bütün bu faaliyetler incelendiğinde harem bir kültür okulu, ahlak ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski saraylılar yeni gelen acemi cariyelere;
" Sarayda terbiye olmayan hiçbir yerde terbiye öğrenemez. Burası terbiye mektebidir." derlermiş.

PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL
 
Hizmet ve Yükselme yolu

Saraya yeni alındıklarından acemi tabir olunan cariyeler, güzelliklerine ve kabiliyetlerine göre, çeşitli hizmet sınıflarına ayrılırlardı. İçlerinden en kabiliyetli, zeki ve güzel olanları terbiye edilmek üzere padişahın yakın hizmetkarları demek olan hünkar kalfasına ve özellikle de haznedar ustalara teslim olunurlardı.
Bunlar geleceğin müstakbel hanım sultanlığına ve valide sultanlığa namzet idiler.
Cariyelerin yüzde 90'lık çok büyük bir bölümü ise haremde çeşitli hizmetlerde istihdam olunmak üzere kalfaların ve ustaların yanına verilirlerdi.
Cariyelerin eğitimlerinin yanı sıra aynen Enderun'daki içoğlarına benzer şekilde, çeşitli birimlerde hizmet yoluyla yükselme yolları mevcuttu. Her iki teşkilatta da eğitime yeni başlayanlar Büyükoda ve Küçükoda denilen iki odada toplanırdı.
Daha sonra Enderundaki seferli, kiler ve hazine odalarına karşılık haremde kiler, külhan ve hazine odaları mevcuttu. Bu görevde iken cariyelerden bir kısmı genellikle taşra hizmetine çıkan Enderunlu gençlerden biri ile evlendirilirlerdi. Haremde kalanlarsa en yüksek iki hizmet alanı olan Hasoda ve Darüssaade odalarında vazife yaparlardı.
Bu üst seviyedeki grupların üyeleri padişahın veya valide sultanın şahsına hizmet ettiklerini belirten ünvanlar taşırlardı. Hasoda'da silahtar; çukadar, rikabdar, tülbent ağası, sır kâtibi; harem de ise berber usta, çaşnigâr usta, kahveci usta, ibrikdar ve kâtibe usta.
Has Bahçe Safaları

Haremde yaşayan kadınlar zaman zaman serbest bir şekilde bahçelerde ve mesirelerde halvet denilen eğlenceler tertip ederlerdi. Halvet günü üçüncü avlu tamamıyla boşalır, bahçenin görülebilecek yerleri halvet bezleri ile örtülürdü. Bahçede kadınların ve cariyelerin dolaşacağı yollar üzerine ve etrafına çadırlar kurulurdu. Böylece kapalı sokaklar ve oturma yerleri meydana getirilirdi. Ayrıca oturulacak, namaz kılınacak, oynanacak, eğlenilecek ve yemek yenilecek çadırlar da kurulurdu.
Harem ağaları "halvet" diye bağırınca nöbetçilerden başka bütün saray halkı belirlenen gezinti alanına dağılırdı. Kadınlar yeşillikler içinde eğlenip sohbetler ederken kızlar da kelebekler misali daldan dala, çiçekten çiçeğe uçuşurlar vaktin nasıl geçtiğini bilmezlerdi.
Akşam üstü, yine harem ağalarının halvet sadaları onları sanki tatlı bir rüyadan uyandırırdı. Kızlar bahçenin yaprakları, meyvaları, çiçekleri ellerinde, bütün günkü keyiflerin hikayeleri dillerinde yerlerine dönerlerdi. Bu eğlenceler baharın ve yazın birkaç defa tekrarlanırdı.
Bazan bu gezintiler İstanbul'un en ünlü mesire yerlerinden birine yapılır ve burası genellikle Sadabad olurdu. Bu tip eğlencelere Beylik Gezintiler denilirdi.
Gidilecek yerde çadırlar yine halvet sokaklarıyla birbirine bağlanırdı. Öyle ki kadınlar ve cariyeler serbestçe sokaklarda yürüyebilir, bir çadırdan öbürüne hiç kimseye görünmeden gidebilirlerdi. Dışarıda yeşil renkli çadırların, ağaçlar, çiçekler ve yeşillikler arasında kurulması, oraya yepyeni bir görünüş verir, gönüllere huzur ve ferahlık getirirdi.
Beylik geziler Cuma günleri yapılırdı. Baş ve ikinci katibe gezintinin nereye yapılacağını ve hangi cariyelerin katılacaklarını haremde ilan ederlerdi. Geziye katılacaklar büyük bir sevinç içinde en güzel elbiselerini giyerler ve gidişe hazırlanırlardı.
Arabalarla eğlence yerine varan ekip akşama kadar türlü oyunlarla eğlenir, yemekler yenir ve neşe içerisinde saraya dönerlerdi.
Kışın ise eğlenceler sarayda yapılırdı. Cariyeler kendi aralarında bekiz, kös ve sürme (dokuz taş) denilen oyunlar oynadıkları gibi düğün ve bayram günleri de onlar için eğlencenin ve mutluluğun unutulmaz vakitleri olurdu.
 
güzel olmyuş arkadaşım ellerine sağlık
maalesef biçok kişi haremi yanlış biliyoo yazı da söylenen sebebten dolayı (haremin gizli tutulması ve batılıların atıp tutmalarından dolayı)

güzel paylaşım
 

HTML

Üst