- Katılım
- 10 Ara 2005
- Mesajlar
- 7,669
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Canım Converse... Balım Converse...
Kendi ayakkabılarımı satın alabilmenin ne büyük keyif olduğunu 13-14 yaşlarında anladım...
Ama aldığım ayakkabıların çoğu onaylanmıyordu ailem tarafından...
'Bu bez parçasının nesine bu kadar para verdin'le küçümseniyordu Converse misal...
Ben o 'bez parçasının' klasik tavrına, yıllara meydan okuyan şuurlu yapısına, kendini bozmamasına para vermeyi sürdürdüm...
Yürüdüm, koştum, top oynadım, düştüm, kalktım, ağaca çıktım, konsere gittim Converselerimle...
Eskidikçe, kirlendikçe güzelleşiyordu...
Epey oldu kendisiyle ayrı düşeli...
Bembeyaz bir Converse bulmanın imkansız olduğu şu günlerde, arkadaşımın aldığı Converse'in ardından kalan kutuyu karıştırıyordum ki, kullanma kılavuzunu okumaya başladım...
Converse'in 'işine gelirse birader' aymazlığına hayran oldum bir kez daha...
İşte kılavuzdan bazı bölümler:
* Sıkan, acıtan, vuran ürünleri satın almayınız. Unutmayın, bir Converse sadece ayağınızı sıkabilir, canınızı sıkan mutlaka başka bir şeydir.
(Peki tatlım, kızma sen n'olur...)
* Kullanılmış ürünlerin değiştirilmeyeceğini unutmayınız. Sonuçta kendini kullanılmış hisseden bir ayakkabıyla kimse dolaşmak istemez...
(Hep derdim Converse'in bir ruhu var diye... İşte bu...)
* Romantik olacağım diye deniz kenarındaki yürüyüşlerinizi Converse'lerinizle yapmak renk solmasına neden olur...
(Ay sen pek bir nazlı olmuşsun be!..)
* Ürün fonksiyonu ve üretim amacı dışında kullanılmamalıdır. Converse'i yolda yürüyesiniz diye ürettik, spor yapasınız diye değil.
(Ama ben top oynadığımı bilirim bu ayakkabıyla... Ne yani üzerime doğru bir top geliyorsa ve uzaktan topu kaçmış çocuklar 'abi topu at' diyorsa, vuramaz mıyım topa?.. Hadi canım, bu kadar da hassas olma...)
* Yürürken düşmemeye, çarpmamaya dikkat ediniz. Alkollüyken giymeyiniz, ayrıca arka topuk kısımlarına basmayınız.
(Yürürken kim düşmek ister?.. Hepimiz dikkatliyiz bu konuda emin ol... Ama 'dur bira içmeden önce çıkarayım şunları' da olmaz ki... Ne oldu sana balım, sen böyle değildin... Hem bu topuğuna basmayınız, sadece Türkiye'de satılan ürünlerin kılavuzunda yazıyor sanırım...)
* İçi astarlı astarlı ve astarsız ayakkabılar hakiki deriden imal edildiği için sağlığınız bozabilecek kimyasal katkılar içermez. Yine de yenmemesi tavsiye olunur.
(Bu ne be?.. Ye ama, yemesen daha iyi olur da nedir?.. Kıtlık anında falan, çok zor durumdaysak hani yiyebiliyor muyuz?..)
Hıyar Romantizmi...
Posta Gazetesi'nde 'Romantik İsyankar' köşesinde, yazılarını kaçırmadığım(!) romantizm kişisidir Halim Bahadır.
Her an kendisine romantik bir atmosfer oluşturan, yüreği dağlanan Halim Bahadır yazılarında sıkça gece, yakamoz, ay, deniz, yürek, sihir, sigara, rakı vs... ifadelerini kullanarak romantizmde tavan yapıyor.
Tamam da, haftanın 4-5 günü ulusal gazetede yazan biri, sırf köşesinde yer vermek için nereye kadar zorlayabilir kendini?..
7 Mayıs'ta köşesinde yazdığı romantik anın bir kısmını aktarıyorum:
'Otobüste başımın üzerindeki küçük lambanın ışığında kitap okuyorum. Yolcuların çoğu uyuyor. Ön koltukta iki çocuğuyla seyahat eden bir kadın var. Başında beyaz bir yaşmak. Kaba bir şiveyle konuşuyor. Bir ara çantasına uzanıyor genç kadın. Birkaç salatalık çıkarıyor. Özenle soyuyor salatalıklardan ikisini. Birini tabağına bırakıyor. Sonra ağır ağır çeviriyor başını. Ve kapkara gözleri birkaç saniye geziniyor yüz hatlarımda. Gülümsüyorum belli belirsiz. 'Size' diyor 'salatalık ikram etmek istiyorum, içimden geldi' Teşekkür ederim çocuklara verin diyorum. 'Sizi tanıdım, alın bunu' diyor. Alıyorum salatalığı. Otobüsü takip eden dolunaya bakıyorum camdan. Sihirli bir gece diye geçiyor içimden. Ve böyle bir gecede yüreği kocaman, merhametli, sımsıcak Anadolu kadınının verdiği salatalığı götürüyorum ağzıma.'
Afiyet olsun da, kaba bir şiveyle konuşan, yaşmaklı bir kadın nereden ve nasıl tanır Halim'i?..
Ben de klozet, yalnızlık, gece, keder, loş, sigara, mecal kelimelerini cümle içinde kullanarak romantik olmayı deneyeceğim, başarılı olursam Posta'dan teklif bekliyorum:
'Sigaramdan sensizliği içime çekerken, gece yine ağır ağır çöküyor üstüme. Güzel günlerin şiiri yazılmaz da kalan kederdir bir aşktan şiire diye mırıldanıyorum kendimce. Ne yapsam boş. Bir ara tuvalete yöneliyorum. Tuvaletin ampulü geçmiş. Holün ışığını kullanarak kendime loş bir kuytu yaratıyorum tuvalette. Pantolonumu sıyırıyorum aniden. Külotum da ayrılığa mecali olmayan sevgili gibi peşi sıra takip ediyor pantolonumu. Kakam yok oysa. Oturmamla klozetin soğukluğu kalçamdan bedenime yayılıyor. İyi geliyor üşümek yalnızlığıma. Oturmuşken kakamı da yapıyorum. Tuvalet kağıdından iki dal koparıyorum. Biri dinmeyen gözyaşlarıma yetmiyor, diğeri hijyen kaygıma...'
Kendi ayakkabılarımı satın alabilmenin ne büyük keyif olduğunu 13-14 yaşlarında anladım...
Ama aldığım ayakkabıların çoğu onaylanmıyordu ailem tarafından...
'Bu bez parçasının nesine bu kadar para verdin'le küçümseniyordu Converse misal...
Ben o 'bez parçasının' klasik tavrına, yıllara meydan okuyan şuurlu yapısına, kendini bozmamasına para vermeyi sürdürdüm...
Yürüdüm, koştum, top oynadım, düştüm, kalktım, ağaca çıktım, konsere gittim Converselerimle...
Eskidikçe, kirlendikçe güzelleşiyordu...
Epey oldu kendisiyle ayrı düşeli...
Bembeyaz bir Converse bulmanın imkansız olduğu şu günlerde, arkadaşımın aldığı Converse'in ardından kalan kutuyu karıştırıyordum ki, kullanma kılavuzunu okumaya başladım...
Converse'in 'işine gelirse birader' aymazlığına hayran oldum bir kez daha...
İşte kılavuzdan bazı bölümler:
* Sıkan, acıtan, vuran ürünleri satın almayınız. Unutmayın, bir Converse sadece ayağınızı sıkabilir, canınızı sıkan mutlaka başka bir şeydir.
(Peki tatlım, kızma sen n'olur...)
* Kullanılmış ürünlerin değiştirilmeyeceğini unutmayınız. Sonuçta kendini kullanılmış hisseden bir ayakkabıyla kimse dolaşmak istemez...
(Hep derdim Converse'in bir ruhu var diye... İşte bu...)
* Romantik olacağım diye deniz kenarındaki yürüyüşlerinizi Converse'lerinizle yapmak renk solmasına neden olur...
(Ay sen pek bir nazlı olmuşsun be!..)
* Ürün fonksiyonu ve üretim amacı dışında kullanılmamalıdır. Converse'i yolda yürüyesiniz diye ürettik, spor yapasınız diye değil.
(Ama ben top oynadığımı bilirim bu ayakkabıyla... Ne yani üzerime doğru bir top geliyorsa ve uzaktan topu kaçmış çocuklar 'abi topu at' diyorsa, vuramaz mıyım topa?.. Hadi canım, bu kadar da hassas olma...)
* Yürürken düşmemeye, çarpmamaya dikkat ediniz. Alkollüyken giymeyiniz, ayrıca arka topuk kısımlarına basmayınız.
(Yürürken kim düşmek ister?.. Hepimiz dikkatliyiz bu konuda emin ol... Ama 'dur bira içmeden önce çıkarayım şunları' da olmaz ki... Ne oldu sana balım, sen böyle değildin... Hem bu topuğuna basmayınız, sadece Türkiye'de satılan ürünlerin kılavuzunda yazıyor sanırım...)
* İçi astarlı astarlı ve astarsız ayakkabılar hakiki deriden imal edildiği için sağlığınız bozabilecek kimyasal katkılar içermez. Yine de yenmemesi tavsiye olunur.
(Bu ne be?.. Ye ama, yemesen daha iyi olur da nedir?.. Kıtlık anında falan, çok zor durumdaysak hani yiyebiliyor muyuz?..)
Hıyar Romantizmi...
Posta Gazetesi'nde 'Romantik İsyankar' köşesinde, yazılarını kaçırmadığım(!) romantizm kişisidir Halim Bahadır.
Her an kendisine romantik bir atmosfer oluşturan, yüreği dağlanan Halim Bahadır yazılarında sıkça gece, yakamoz, ay, deniz, yürek, sihir, sigara, rakı vs... ifadelerini kullanarak romantizmde tavan yapıyor.
Tamam da, haftanın 4-5 günü ulusal gazetede yazan biri, sırf köşesinde yer vermek için nereye kadar zorlayabilir kendini?..
7 Mayıs'ta köşesinde yazdığı romantik anın bir kısmını aktarıyorum:
'Otobüste başımın üzerindeki küçük lambanın ışığında kitap okuyorum. Yolcuların çoğu uyuyor. Ön koltukta iki çocuğuyla seyahat eden bir kadın var. Başında beyaz bir yaşmak. Kaba bir şiveyle konuşuyor. Bir ara çantasına uzanıyor genç kadın. Birkaç salatalık çıkarıyor. Özenle soyuyor salatalıklardan ikisini. Birini tabağına bırakıyor. Sonra ağır ağır çeviriyor başını. Ve kapkara gözleri birkaç saniye geziniyor yüz hatlarımda. Gülümsüyorum belli belirsiz. 'Size' diyor 'salatalık ikram etmek istiyorum, içimden geldi' Teşekkür ederim çocuklara verin diyorum. 'Sizi tanıdım, alın bunu' diyor. Alıyorum salatalığı. Otobüsü takip eden dolunaya bakıyorum camdan. Sihirli bir gece diye geçiyor içimden. Ve böyle bir gecede yüreği kocaman, merhametli, sımsıcak Anadolu kadınının verdiği salatalığı götürüyorum ağzıma.'
Afiyet olsun da, kaba bir şiveyle konuşan, yaşmaklı bir kadın nereden ve nasıl tanır Halim'i?..
Ben de klozet, yalnızlık, gece, keder, loş, sigara, mecal kelimelerini cümle içinde kullanarak romantik olmayı deneyeceğim, başarılı olursam Posta'dan teklif bekliyorum:
'Sigaramdan sensizliği içime çekerken, gece yine ağır ağır çöküyor üstüme. Güzel günlerin şiiri yazılmaz da kalan kederdir bir aşktan şiire diye mırıldanıyorum kendimce. Ne yapsam boş. Bir ara tuvalete yöneliyorum. Tuvaletin ampulü geçmiş. Holün ışığını kullanarak kendime loş bir kuytu yaratıyorum tuvalette. Pantolonumu sıyırıyorum aniden. Külotum da ayrılığa mecali olmayan sevgili gibi peşi sıra takip ediyor pantolonumu. Kakam yok oysa. Oturmamla klozetin soğukluğu kalçamdan bedenime yayılıyor. İyi geliyor üşümek yalnızlığıma. Oturmuşken kakamı da yapıyorum. Tuvalet kağıdından iki dal koparıyorum. Biri dinmeyen gözyaşlarıma yetmiyor, diğeri hijyen kaygıma...'