Bush’a Latin Amerika çelmesi mi?

PROF. DR. CONSUELO CRUZ (*)


Bush’a Latin Amerika çelmesi mi?

İlk etapta Küba ve Venezüella olmak üzere iki ülkeydiler. Daha sonra Bolivya onlara eklendi. Şimdi, üç üyeli bu pakt ALBA olarak nitelendiriliyor. Venezüella bu grubun arkasındaki esas güç. Paktın ticari fayda potansiyeli henüz net değil; ancak politik hedefi önceden belirlenmiş durumda: Bölgede Birleşik Devletler’e karşı ciddi bir şekilde alternatif oluşturmak.


Bu hedefe ulaşmak, ALBA’ya yeni üyelerin çekilmesini gerektirmektedir. Bu amaç ise tek başına bile aşırı derecede büyüktür. Aslında yaşananlar tanıdık geliyor. Venezüellalı politik liderler petrol fiyatlarının yükselmesi için çengel atıyor. Ancak bunun iyi bir şekilde sonuçlanacağı beklenmemeli. Aslında hiçbir zaman sonu gelmez bu çabanın. Ciddi politik, ekonomik ve sosyal reformlar her zaman güdükleştirilebilir ya da ertelenebilir; çünkü ne zaman ki bir ülke dibe vurmaya başlarsa petrol fiyatları da yükselmeye başlar. Venezüella’nın petrol gelirlerini kontrol eden ve paylaşan iki büyük muhafazakar politik partinin üzerinden çok uzun zaman geçmedi. Bugün, kamu hazinesini elinde tutan ise demokratik yollarla seçilen Hugo Chavez.

Chavez popülist bir lider. Popülistler tipik bir şekilde kitlesel yabancılaşmayı körüklemeye, kaynakları alıcılarına dağıtarak ulusal bütünlüğü kurmaya çalışırlar ve belirgin bir düşmanı hedef alırlar. Ülkenin servetine güvenen Chavez, bölgesel seviyede bir popülizmi yaygınlaştırmaya niyetli görünüyor. Ancak bölgesel popülizmle ilgili sorun, içteki yerli gruplara karşı egemen ulusları harekete geçirmeye çalışmaktır. Bu nedenle Chavez’in planları ters gidebilir. Şu sıralar, Latin Amerika’da seçim propagandalarının yapıldığı dönemler. Son üç yılda Arjantin, Uruguay, Şili, Bolivya ve Kosta Rika’da seçimler düzenlendi; Peru, Kolombiya, Meksika ve Nikaragua’da son etaplara ulaşılmak üzere. İlk grupta seçimi kazananların çoğu sola ait. İkinci grupta ise, Chavez’in beklenmedik etkiler yaratmaya başlayan “solcu eğilim”den yararlanmak istediği bir ortamda Kolombiya hariç, tüm ülkelerde solcu başkan adaylarının kazanması kuvvetle muhtemel.

Chavez, Bush karşıtlığını kullanıyor; ama...

Bu liderler grubu ilk etapta mükemmel sonuçlar alıyor görünüyor. Küba’daki Fidel Castro, Bolivya’da Evo Morales ve Meksika’dan Arjantin’e kadar soldaki politikacılarla yakın ilişkiler geliştirdi. Ancak son zamanlarda, seçim dönemleri yaklaşan ülkelerdeki rekabet kızıştıkça, Chavez karşı çıktığı adaylara saldırmaya, desteklediklerini de methetmeye başladı. Böyle yaparak Chavez, en üst politik düzeyde düşman yaratıyor ve ortalama seçmenin milliyetçi duyarlılığını kaşıyor. (Kendi desteklediği adayın kaybetmesi durumunda Peru ile diplomatik bağları koparma tehdidinde bulundu.)

Yönetimdeki görevliler de Chavez’den memnun değiller. Şu andaki Meksika başkanını “Amerika’nın köpeği” olarak niteleyerek çileden çıkardı ki, böylesi bir aşağılama herhangi bir Meksikalının bağrına hançer saplamakla eşdeğerdir. Chavez, Birleşik Devletler’le kapsamlı ticaret anlaşması imzalayan liderleri affetmiyor; ancak Venezüella ABD’nin en büyük ticari ortağı olmayı sürdürüyor. Peru’nun bir önceki lideri Alejandro Toledo, Kolombiya Başkanı Alvaro Uribe gibi böylesi bir anlaşma imzaladı. Toledo ve Chavez şimdi aleni düşmanlar. Uribe’nin ise farklı bir hikayesi var. Chavez gibi, Uribe de ülkesinde aşırı popüler. Aslında Uribe’nin yeniden seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Ancak, Uribe’nin işi aşırı derecede hassas: Ülkenin barışını sürdürmek, vatandaşlarına fiziki güvenlik sağlamak ve Washington ile işleyen bir ilişkiyi devam ettirmek. Uribe’nin ihtiyacı olan son şey ise, dış politik konularda elverişli seçeneklerden ülkeyi mahrum bırakmak. Ancak Chavez retoriği tam da bu politikayı gerektirmektedir. Aynı zamanda Uribe, muhtemel bir baskıdan nasibini alacaktır; çünkü Venezüella en önemli ticaret ortağı. Bir açıklamasında Uribe, Chavez’e tüm ülkelerin değerli yer altı kaynaklarıyla lütuflandırılmadığını hatırlattı. Peru, Kolombiya ve Ekvador, Birleşik Devletler’le ikili ilişkilerini ilerletmeleri durumunda Chavez, Andean Toplumu (CAN) anlaşmasından çekilme tehdidi savuruyor. Bu birliğin üyeleri Bolivya, Kolombiya, Ekvador, Peru ve Venezüella. Böylesi yüzsüz bir dış baskı uygulamak işe yarayacak mıdır?

Pek çok Latin Amerika ülkesi buna meyilli değil ya da Venezüella’nın patronluğuna müşteri rolü oynamak istemiyor. Küçük, fakir ve kutuplaşmanın yaşandığı Nikaragua istisna olabilir. Venezüella’nın sömürebileceği zengin gaz kaynakları ihsan edilmiş Bolivya ise bir diğer müstesnalığı temsil ediyor. Yıllardır Sovyetler Birliği’nin müşterisi olan Küba, Chavez’in alicenaplığını kaybetmek yerine kazanmaktan daha fazla çıkarı olan bir ülke. Peki ya Peru? Perulu aday Ollanta Humala’nın Chavez’e hayranlığını ifade etmesi için çok şey yapıldı. Ancak seçimlerden galip çıkarsa, ki bu belli değil, Chavez’e uymakta pek gecikmeyecektir. Chavez gibi Humala da emir vermeye ve almaya alışık askeri bir yetkili. Aynı zamanda Chavez gibi o da Peru’nun yerli halkından biri olarak savunmasını yapacağı milliyetçi bir sicile sahip.

Şaşırtıcı güç ilişkileri...

Venezüella’nın, mazideki parlaklık ile ilgili bu tür iddiaları yok. Bunun yerine, Venezüella’nın petrol zenginliği ve Simon Bolivar’ın bir Güney Amerika federasyonu yaratma rüyası var. 19. yüzyılın başlarında, Bolivar bugün Bolivya, Kolombiya, Ekvador, Panama, Peru ve Venezüella’yı oluşturan toprakları İspanyol yönetiminden kurtarıp bağımsızlaştırdı. Daha sonra ümitsiz bir biçimde onları bir arada tutmaya çalıştı. Sonuçta Bolivar başarısızlığa uğradı ve ümitsizliğe düçar oldu. Her bir ülkenin kendi politik eliti ve tutkuları bulunmaktaydı. O günden bugüne bazı şeyler değişti, bazıları da aynı kaldı. Bolivar ateşli bir şekilde serbest ticareti savundu -çünkü bir liberaldi. Bugün, neo-liberal reformdan yirmi yıl kadar sonra, Bolivya ve Peru gibi ülkelerde ekonomik yönden marjinalleşen sektörler popüler tercihler yapıyor. Bolivar aynı zamanda, elitlerin bugün politikacıların etnik temelli yükselişlerine karşılık gelen yerli halktan ve karışık ırk kitlelerinden çok korktuğu bir dönemde yaşadı. Ancak şimdi, ülkeler birbirinden farklılık arz ediyor. Solcu liderler de bu ayrıklıktan nasibini alıyor. Pek çok ülkenin istediği şey hızlı bir biçimde değişen uluslararası ortama ayak uydurarak özgürlük seviyelerini arttırmaktır. Şili’de, politik yelpazenin her katmanındaki politikacılar daha fazla ticaretin daha iyi olduğu fikri üzerinde birleşmiş durumda. Şili, ikili ticaret anlaşmalarını art arda imzalayan bir ülke. Bu açıdan, yeni sosyalist Michelle Bachelet hükümeti de farklı değil. Bachelet ve bakanları, seçimlerdeki Perulu aday Humala’nın Şili karşıtı söylemlerini görmezden gelmeye kararlı görünüyor. Aynı zamanda, daha imkansız gibi göründüğü bir anda Peru ve Bolivya ile normal diplomatik ilişkiler kurarak tarihi düşmanlığı da bir kenara atmaya da kararlılar. Şili’nin sapmaz odak noktası ticaret ve refah üzerine kurulu.

Arjantin’in sol kanat Başkanı Nestor Kirchner de, diğer meseleler içinde benzer bir noktaya odaklanmış durumda. Bu nedenle Çin ve Arjantin arasındaki ticaret şaşırtıcı ölçüde genişlemeye devam ediyor. Şili ve Brezilya gibi, Arjantin de yenilik merkezli ekonomi sektörleri inşa etmeyi arzu ediyor. Arjantin de, Brezilya, Uruguay ve Paraguay gibi Güney Amerika Ortak Piyasası’na tam üye. Ancak Uruguay, blokun bazı üst düzey (Brezilya ve Arjantin) ve Venezüella gibi küçük ama ağırlığı olan üyelerinden dolayı kimi zaman mutsuz. Buna bir de Uruguay’ın Arjantin ile mevcut kağıt fabrikaları huzursuzluğunu ekleyin. Peki, tüm bu durum karşısında Birleşik Devletler ne yapmalı? Kendininkilerden olduğu kadar Chavez’in hatalarından da ders çıkarmalı: İncir çekirdeğini doldurmayacak çekişme ve mücadelelerden uzak kalıp serbest ve adil ticaretin teşvikine odaklanmalı.

 

HTML

Üst