türk ocağı
serdengeçti
BUNLARI İYİ TANIYIN!
Hayır, Apoyu ipten alan o üçlü toplantıdakilerden söz etmiyorum...
Sıra onlara da gelecek ama, ondan çok daha önce harekete geçen bir medya koalisyonundan, siyasi renkleri farklı da olsa aynı hedefe vuran lobi kardeşlerinin çirkin işbirliğini hatırlatmak istiyorum...
Türkiyede düzenin işleyişini anlayabilmek için, bunların pozisyonlarını, etkilerini ve rollerini tam tanımlayamadan yapılabilecek her türlü yorum eksik ve yanlıştır...
O gün nasıl bir koalisyon ve dayanışma duygusu içinde hareket edip, bir ekip oyunuyla sonuç aldıkları bugün çok daha net anlaşılıyor...
Bilindiği üzere, 29 Haziran 1999da mahkeme Abdullah Öcalanı idam cezasına çarptırdı...
Bu karar Yargıtay 9. Dairesi tarafından 25 Kasım 1999 tarihinde onaylandı...
Aponun avukatı Hasip Kaplan, iç hukuk yolunun tükenmesi üzerine aynı gün infazın durdurulması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurduklarını açıkladı...
Buraya kadar her şey normal gözüküyor... Oysa hiç de öyle değil...
İnfazın durdurulması için aynı gün Türkiye medyası da harekete geçiyor...
Ve bunu da Türkiyenin menfaatleri adına, kanın durması için yapıyor!..
İdamın onaylanmasını takip eden gün çıkan yazı ve yorumlara bir bakalım:
Hürriyetten Ertuğul Özkök, idama karşı çıkarken, idamı isteyenleri darağacı üzerinden siyaset yapmakla suçluyor ve onların ekarte edilip, aklımızla mantığımızla karar vermemizi tavsiye ediyor... Ve şu sözlerle de havucu milletin ağzına doğru uzatıyor: Bunun sonunda ülkemiz uzun yıllardan beri hakkettiği barışa kavuşur...
Eh, tamamen gerçekleşmiş bu sevilesi öngörü Ertuğrul Özkökle sınırlı değildi...
Yeni Şafaktan Fehmi Koruya göre, İdam kararının infazı Türkiyeyi dış dünyadan kopartan, içe kapatan bir sonuç verecek, içeride de temel hak ve özgürlükler mücadelesini sakatlayacaktır. Bu tehlikeli bir gelişme...
Görüldüğü üzere, sağolsun Fehmi Koru da önceliğe memleketi koymuş, sağduyulu düşünmenin, aklı hislerin önüne almanın zamanı olduğunu nasihat etmeden geçememiş!.. Onun da ne kadar doğru analiz yaptığı, memleketi, hak ve özgürlükler mücadelesini nasıl da bir makalede kurtardığı bugün daha iyi anlaşılmış durumda!..
Yeni Şafaktan Ömer Çeliki de atlamayalım... Kendisi daha sonra AKPde yönetici ve milletvekili de oldu... O da, idam kararının infaz edilmesi halinde Türkiyenin demokratik süreçten dışlanacağı tehlikesini milletin gözüne soktuktan sonra şu ültimatomla iddiasını tamamlamıştı: Öcalanın idamı, siyasetin işleme şansını da, Türkiyenin demokratik kanallarla dünyaya katılma şansını da gömecektir...
O gün yazılarıyla, bugün ise siyasi ferasetleriyle, terörle mücadele ve demokratikleşme mücadelesini at başı götüren, her daim haklı çıkan bu tiplere milletçe şükran borçluyuz elbette!..
Hürriyetin kronik CHPlisi Tufan Türenç, o ince ruhunu yazıya yansıtmış, çocuklarımızı düşünerek idama karşı çıkmıştı... Türenç Bu idam Avrupa camiasından tecrit edilmemize neden olacaksa, bunun için çocuklarımızın geleceğini feda etmeye değer mi? diye ikaz etmişti... Şükür ki, bu ikazlar yerini buldu da, çocuklarımız kurtuldu!..
Bugün yakasında CHP rozetiyle gezen yazarımız Oktay Ekşi de, mahkemenin kararına sevinenlere kızmış, onları 30-40 yıl öncesinin Afrikasında eline bir beyaz derili insan düşmüş gibi tamtamlar çalarak sevinenlere benzetmiş, onlara şu aklı vermişti: Aynı Afrikanın artık demokrasiyle yönetilmeyi deneyecek düzeye geldiğini görmeli ve kendinizi yamyamların düzeyinden kurtarmalısınız!.."
Aponun gül hatırı için acılı yürek sahiplerine yamyam diyebilen bu ulusalcı bugün CHP milletvekili...
Ulusalcılara geçmişken Cumhuriyetten söz etmezsek olmaz...
Orhan Birgit, Uygar ulusların en azılı caniler için bile artık idam cezası uygulamadığını müjdelemiş, Danyal Oral Çalışlar ise, 15 yıllık büyük acıların ardından, Güneydoğuda sular durulurken, halk rahatlamışken, ölüm uzaklaşırken, yeni çatışmaları kışkırtacak çatışmalardan uzak durmak gerekiyor diyerek,
infaz karşıtı lobide sağlam bir yere oturmuştu!.. Şayet bugün sular durulmuşsa, halk rahatlamışsa, ölüm uzaklaşmışsa, yeni çatışmalar olmuyorsa, hiç şüphe yok ki, bunda Danyal Oral Çalışlar gibilerin büyük payı vardır!...
Cumhuriyetteki koroyu tamamlayan isim büyük kemalist Hikmet Çetinkaya olmuştu... İnfazın Türkiyenin yararına değil, zararına olacağını, Öcalanın asılmasının Türkiyenin demokratikleşmesine darbe vuracağını buyurmuştu...
Milliyette monşer Şükrü Elekdağ, Türkiyede barış ve huzurun yaşaması için Öcalan yaşamalı derken, aynı gazeteden Doğan Heper, infazın sadece intikam duygularını tatmin edeceğini, ancak genel ve sürekli çıkara hizmet etmeyeceğini yumurtlamıştı...
Milliyetin duayen ismi Güneri Cıvaoğlu da, olgun gazeteci edasıyla bu duyarlı konuda sağduyumuzu korumamız gerektiğini hatırlattıktan sonra, bunun yolunu da göstermişti: İnsanlarımızın derin acılarını yüreğimizde hissetmeliyiz demiş ve cümleye ama ile devam etmişti... O ama da malum...
Aynı gazeteden Taha Akyol, diğerlerine oranla daha düşük dozajlı da olsa aynı eksende yazmıştı... Ona göre, Türkiyenin iç ahengi ve dış itibarı bunu gerektiriyordu!..
Doğan grubunun diğer kanattaki temsilcilerinden Radikal, bu konuda lafı eveleyip gevelemeden daha radikal dillendirmişti...
Haluk Şahin, duygulardan arınmak, toplumsal sağduyu, akıl ve sükûnet gibi klasik edebiyattan sonra, Türkiyenin bu davayla bir yol ayrımına girdiğini yazmıştı... Bu yol ayrımı da şuydu: Avrupalı olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Sorduğu bu soruya, yine kendisi bir başka soruyla cevap vermişti: Kovboy filmlerindeki gibi, ağaca ip fırlatıp Apoyu sallandırmak doğru mudur? demiş ve Sanmıyoruz diye ilave etmişti...
Anlı şanlı kemalist ve bir o kadar anlı şanlı ulusalcımız Emin Çölaşandan da farklı ses çıkmamıştı... Hürriyetteki köşesinde, İdamı bin kez hakketmiştir buyurduktan sonra o da şebekenin diğer elemanları gibi ama ile devam ederek, ülkemizin çıkarları için idam edilmeyebilirle cümleyi bitirmişti...
Doğan grubunun amiral gemisi Hürriyet bu kampanyanın da adeta amiral gemisi olmuştu... O günlerde Hürriyette yazan Fatih Altaylı, kalbinin başka aklının başka şeyler söylediğini ifade ederken, Sedat Erginde aynı paralelde yazdığı yazısını şu sözlerle hükümeti korkutarak tamamlamıştı: Hükümet Öcalan konusundaki adımlarını atarken, Avrupa sistemi içinde kalıp kalmak istemediğine de karar vermek zorundadır!..
Bu değerlendirmeler adı geçen gazete ve yazarların farklı tarihlerdeki yazılarından derlenmiş değildir... Hepsi, idamın onama kararının verildiği günü takip eden gün, yani 26 Kasım 1999da yayımlanmıştır...
Kemalist, ulusalcı, cumhuriyetçi, islamcı, solcu, liberal damgalı bir sürü insan, aynı amaç uğruna nasıl bir araya gelmişler ve o üç liderin yapacağı o uğursuz toplantıdan önce nasıl bir kampanyayı harekete geçirmişler?
Dikkat edilirse, hepsi bu iğrenç organizasyonu ülkenin menfaati, demokratikleşme, akan kanın durması, barış ve huzurun korunması, çocuklarımızın geleceği, terörün bitirilmesi ve Avrupayla ilişkilerin devamı gibi masum gerekçelere oturtmuşlar... Bugün geldiğimiz noktayla, bu gerekçeleri yanyana koyduğumuzda ne kadar haklı çıktıkları da ortadadır!..
Adeta tek merkezden yönetiliyormuşçasına son derece başarılı bir kampanya yürütülmüştür... Muhtemeldir ki, aynı gerekçelerle, dönemin şartları icabı ilgili ilgisiz her konuda görüş ifade eden, Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu da bu konuda garip bir sessizliğe gömülmüştür...
Sonunda iş uzlaşma kültürüyle şöhret bulmuş olan oüçlünün önüne gelmiştir... Sonuç ise, üç imzalı bir utanç metni ve infazın durdurulması... Ondan sonrası ise herkesin kendi tabanına yönelik kandırmaca edebiyatı...
O gün, bunun gereğini savunanlar, bugünkü tabloyu savunma pişkinliğine sahip midirler, bilmiyorum... Mesela idam infaz edilseydi, bugünkünden daha beter neler olabilirdi, açıklayabilirler mi acaba?
Karakol baskınlarında çatışmalar başka bir yerden yardım gelmeden 11 saat değil de, 3 gün mü sürerdi?
Ya da, devletin karayolunun yeniden ulaşıma açılması için, yol kesen PKKlıların kimlik kontrolünü bitirmesini 2 saat değil de, günlerce mi beklemek gerekirdi?
Öğretmenler üçerli beşerli değil de, il milli eğitim müdürlüğü topyekün mü kaçırılırdı?
Sahi daha ne olurdu?
Apo posterleri, İstanbulun göbeğinde ellerde değil de, Sultanahmet Camiinin minareleri arasında mı sergilenirdi?
Türk bayrağı, okul bahçesinde filan değil de, törenler eşliğinde TBMMde mi yakılırdı?
Bir ilçede sivilken arkadan vurulan uzman çavuşların cesetleri yerde sahipsiz biçimde 1 saat değil de, kokana kadar mı dururdu?
PKKlılar doçkalarla değil, tanklarla mı geliyor olurlardı?
Bugüne kadar iki tugay sayısınca güvenlik görevlisi kaybettik...
Aksi halde kolordu veya ordu mu kaybedecektik?
Şimdi biz bütün bu kârımızı Aponun yaşıyor olmasına borçlu olmalıyız herhalde!..
İşte kamuoyu böyle oluşturuluyor... Bu medyanın parmak izlerini her türlüğü pisliğin üzerinde görmek mümkündür... Allayıp pullayıp ölümü bile böyle pazarlarlar adama...
Aynı çevreler şimdi de barış gelsin gerekçesini kılıf yaparak başka şeyleri eveleyip geveliyorlar... Eskiden doğrudan PKKlıların veya onları destekleyen genellikle sosyalist kökenli Avrupalı siyasetçilerin söylediği ve milletçe büyük tepki gösterdiğimiz söz ve tavırlar artık Türkiye içinden geliyor...
BDP otobüsünün üstüne çıkıp zafer işareti yapanlar, devlete silahları susturma, operasyonları durdurma çağrısında bulunanlar, PKKlılar terörist yerine bağımsızlık savaşçısı gibi görenler, PKKnın katlettiği sivilleri hiç görmeyenler, KCKyı masum bir yapıymışçasına savunanlar, BDPlilerle görüşmek için turlar düzenleyenler, dünün infaz durdurma lobisinin elemanlarından başkaları değilller...
Bu lobi galip geldikçe, galiba biz her gün başka bir Türkiyeye uyanacağız... Tabii adı Türkiye kalırsa...
Servet AVCI
40ambar
k:BUNLARI İYİ TANIYIN! | Servet AVCI , Habererk Haber, Yurttan ve Dünyadan Son Dakika Haberleri, Haberler
Hayır, Apoyu ipten alan o üçlü toplantıdakilerden söz etmiyorum...
Sıra onlara da gelecek ama, ondan çok daha önce harekete geçen bir medya koalisyonundan, siyasi renkleri farklı da olsa aynı hedefe vuran lobi kardeşlerinin çirkin işbirliğini hatırlatmak istiyorum...
Türkiyede düzenin işleyişini anlayabilmek için, bunların pozisyonlarını, etkilerini ve rollerini tam tanımlayamadan yapılabilecek her türlü yorum eksik ve yanlıştır...
O gün nasıl bir koalisyon ve dayanışma duygusu içinde hareket edip, bir ekip oyunuyla sonuç aldıkları bugün çok daha net anlaşılıyor...
Bilindiği üzere, 29 Haziran 1999da mahkeme Abdullah Öcalanı idam cezasına çarptırdı...
Bu karar Yargıtay 9. Dairesi tarafından 25 Kasım 1999 tarihinde onaylandı...
Aponun avukatı Hasip Kaplan, iç hukuk yolunun tükenmesi üzerine aynı gün infazın durdurulması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurduklarını açıkladı...
Buraya kadar her şey normal gözüküyor... Oysa hiç de öyle değil...
İnfazın durdurulması için aynı gün Türkiye medyası da harekete geçiyor...
Ve bunu da Türkiyenin menfaatleri adına, kanın durması için yapıyor!..
İdamın onaylanmasını takip eden gün çıkan yazı ve yorumlara bir bakalım:
Hürriyetten Ertuğul Özkök, idama karşı çıkarken, idamı isteyenleri darağacı üzerinden siyaset yapmakla suçluyor ve onların ekarte edilip, aklımızla mantığımızla karar vermemizi tavsiye ediyor... Ve şu sözlerle de havucu milletin ağzına doğru uzatıyor: Bunun sonunda ülkemiz uzun yıllardan beri hakkettiği barışa kavuşur...
Eh, tamamen gerçekleşmiş bu sevilesi öngörü Ertuğrul Özkökle sınırlı değildi...
Yeni Şafaktan Fehmi Koruya göre, İdam kararının infazı Türkiyeyi dış dünyadan kopartan, içe kapatan bir sonuç verecek, içeride de temel hak ve özgürlükler mücadelesini sakatlayacaktır. Bu tehlikeli bir gelişme...
Görüldüğü üzere, sağolsun Fehmi Koru da önceliğe memleketi koymuş, sağduyulu düşünmenin, aklı hislerin önüne almanın zamanı olduğunu nasihat etmeden geçememiş!.. Onun da ne kadar doğru analiz yaptığı, memleketi, hak ve özgürlükler mücadelesini nasıl da bir makalede kurtardığı bugün daha iyi anlaşılmış durumda!..
Yeni Şafaktan Ömer Çeliki de atlamayalım... Kendisi daha sonra AKPde yönetici ve milletvekili de oldu... O da, idam kararının infaz edilmesi halinde Türkiyenin demokratik süreçten dışlanacağı tehlikesini milletin gözüne soktuktan sonra şu ültimatomla iddiasını tamamlamıştı: Öcalanın idamı, siyasetin işleme şansını da, Türkiyenin demokratik kanallarla dünyaya katılma şansını da gömecektir...
O gün yazılarıyla, bugün ise siyasi ferasetleriyle, terörle mücadele ve demokratikleşme mücadelesini at başı götüren, her daim haklı çıkan bu tiplere milletçe şükran borçluyuz elbette!..
Hürriyetin kronik CHPlisi Tufan Türenç, o ince ruhunu yazıya yansıtmış, çocuklarımızı düşünerek idama karşı çıkmıştı... Türenç Bu idam Avrupa camiasından tecrit edilmemize neden olacaksa, bunun için çocuklarımızın geleceğini feda etmeye değer mi? diye ikaz etmişti... Şükür ki, bu ikazlar yerini buldu da, çocuklarımız kurtuldu!..
Bugün yakasında CHP rozetiyle gezen yazarımız Oktay Ekşi de, mahkemenin kararına sevinenlere kızmış, onları 30-40 yıl öncesinin Afrikasında eline bir beyaz derili insan düşmüş gibi tamtamlar çalarak sevinenlere benzetmiş, onlara şu aklı vermişti: Aynı Afrikanın artık demokrasiyle yönetilmeyi deneyecek düzeye geldiğini görmeli ve kendinizi yamyamların düzeyinden kurtarmalısınız!.."
Aponun gül hatırı için acılı yürek sahiplerine yamyam diyebilen bu ulusalcı bugün CHP milletvekili...
Ulusalcılara geçmişken Cumhuriyetten söz etmezsek olmaz...
Orhan Birgit, Uygar ulusların en azılı caniler için bile artık idam cezası uygulamadığını müjdelemiş, Danyal Oral Çalışlar ise, 15 yıllık büyük acıların ardından, Güneydoğuda sular durulurken, halk rahatlamışken, ölüm uzaklaşırken, yeni çatışmaları kışkırtacak çatışmalardan uzak durmak gerekiyor diyerek,
infaz karşıtı lobide sağlam bir yere oturmuştu!.. Şayet bugün sular durulmuşsa, halk rahatlamışsa, ölüm uzaklaşmışsa, yeni çatışmalar olmuyorsa, hiç şüphe yok ki, bunda Danyal Oral Çalışlar gibilerin büyük payı vardır!...
Cumhuriyetteki koroyu tamamlayan isim büyük kemalist Hikmet Çetinkaya olmuştu... İnfazın Türkiyenin yararına değil, zararına olacağını, Öcalanın asılmasının Türkiyenin demokratikleşmesine darbe vuracağını buyurmuştu...
Milliyette monşer Şükrü Elekdağ, Türkiyede barış ve huzurun yaşaması için Öcalan yaşamalı derken, aynı gazeteden Doğan Heper, infazın sadece intikam duygularını tatmin edeceğini, ancak genel ve sürekli çıkara hizmet etmeyeceğini yumurtlamıştı...
Milliyetin duayen ismi Güneri Cıvaoğlu da, olgun gazeteci edasıyla bu duyarlı konuda sağduyumuzu korumamız gerektiğini hatırlattıktan sonra, bunun yolunu da göstermişti: İnsanlarımızın derin acılarını yüreğimizde hissetmeliyiz demiş ve cümleye ama ile devam etmişti... O ama da malum...
Aynı gazeteden Taha Akyol, diğerlerine oranla daha düşük dozajlı da olsa aynı eksende yazmıştı... Ona göre, Türkiyenin iç ahengi ve dış itibarı bunu gerektiriyordu!..
Doğan grubunun diğer kanattaki temsilcilerinden Radikal, bu konuda lafı eveleyip gevelemeden daha radikal dillendirmişti...
Haluk Şahin, duygulardan arınmak, toplumsal sağduyu, akıl ve sükûnet gibi klasik edebiyattan sonra, Türkiyenin bu davayla bir yol ayrımına girdiğini yazmıştı... Bu yol ayrımı da şuydu: Avrupalı olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Sorduğu bu soruya, yine kendisi bir başka soruyla cevap vermişti: Kovboy filmlerindeki gibi, ağaca ip fırlatıp Apoyu sallandırmak doğru mudur? demiş ve Sanmıyoruz diye ilave etmişti...
Anlı şanlı kemalist ve bir o kadar anlı şanlı ulusalcımız Emin Çölaşandan da farklı ses çıkmamıştı... Hürriyetteki köşesinde, İdamı bin kez hakketmiştir buyurduktan sonra o da şebekenin diğer elemanları gibi ama ile devam ederek, ülkemizin çıkarları için idam edilmeyebilirle cümleyi bitirmişti...
Doğan grubunun amiral gemisi Hürriyet bu kampanyanın da adeta amiral gemisi olmuştu... O günlerde Hürriyette yazan Fatih Altaylı, kalbinin başka aklının başka şeyler söylediğini ifade ederken, Sedat Erginde aynı paralelde yazdığı yazısını şu sözlerle hükümeti korkutarak tamamlamıştı: Hükümet Öcalan konusundaki adımlarını atarken, Avrupa sistemi içinde kalıp kalmak istemediğine de karar vermek zorundadır!..
Bu değerlendirmeler adı geçen gazete ve yazarların farklı tarihlerdeki yazılarından derlenmiş değildir... Hepsi, idamın onama kararının verildiği günü takip eden gün, yani 26 Kasım 1999da yayımlanmıştır...
Kemalist, ulusalcı, cumhuriyetçi, islamcı, solcu, liberal damgalı bir sürü insan, aynı amaç uğruna nasıl bir araya gelmişler ve o üç liderin yapacağı o uğursuz toplantıdan önce nasıl bir kampanyayı harekete geçirmişler?
Dikkat edilirse, hepsi bu iğrenç organizasyonu ülkenin menfaati, demokratikleşme, akan kanın durması, barış ve huzurun korunması, çocuklarımızın geleceği, terörün bitirilmesi ve Avrupayla ilişkilerin devamı gibi masum gerekçelere oturtmuşlar... Bugün geldiğimiz noktayla, bu gerekçeleri yanyana koyduğumuzda ne kadar haklı çıktıkları da ortadadır!..
Adeta tek merkezden yönetiliyormuşçasına son derece başarılı bir kampanya yürütülmüştür... Muhtemeldir ki, aynı gerekçelerle, dönemin şartları icabı ilgili ilgisiz her konuda görüş ifade eden, Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu da bu konuda garip bir sessizliğe gömülmüştür...
Sonunda iş uzlaşma kültürüyle şöhret bulmuş olan oüçlünün önüne gelmiştir... Sonuç ise, üç imzalı bir utanç metni ve infazın durdurulması... Ondan sonrası ise herkesin kendi tabanına yönelik kandırmaca edebiyatı...
O gün, bunun gereğini savunanlar, bugünkü tabloyu savunma pişkinliğine sahip midirler, bilmiyorum... Mesela idam infaz edilseydi, bugünkünden daha beter neler olabilirdi, açıklayabilirler mi acaba?
Karakol baskınlarında çatışmalar başka bir yerden yardım gelmeden 11 saat değil de, 3 gün mü sürerdi?
Ya da, devletin karayolunun yeniden ulaşıma açılması için, yol kesen PKKlıların kimlik kontrolünü bitirmesini 2 saat değil de, günlerce mi beklemek gerekirdi?
Öğretmenler üçerli beşerli değil de, il milli eğitim müdürlüğü topyekün mü kaçırılırdı?
Sahi daha ne olurdu?
Apo posterleri, İstanbulun göbeğinde ellerde değil de, Sultanahmet Camiinin minareleri arasında mı sergilenirdi?
Türk bayrağı, okul bahçesinde filan değil de, törenler eşliğinde TBMMde mi yakılırdı?
Bir ilçede sivilken arkadan vurulan uzman çavuşların cesetleri yerde sahipsiz biçimde 1 saat değil de, kokana kadar mı dururdu?
PKKlılar doçkalarla değil, tanklarla mı geliyor olurlardı?
Bugüne kadar iki tugay sayısınca güvenlik görevlisi kaybettik...
Aksi halde kolordu veya ordu mu kaybedecektik?
Şimdi biz bütün bu kârımızı Aponun yaşıyor olmasına borçlu olmalıyız herhalde!..
İşte kamuoyu böyle oluşturuluyor... Bu medyanın parmak izlerini her türlüğü pisliğin üzerinde görmek mümkündür... Allayıp pullayıp ölümü bile böyle pazarlarlar adama...
Aynı çevreler şimdi de barış gelsin gerekçesini kılıf yaparak başka şeyleri eveleyip geveliyorlar... Eskiden doğrudan PKKlıların veya onları destekleyen genellikle sosyalist kökenli Avrupalı siyasetçilerin söylediği ve milletçe büyük tepki gösterdiğimiz söz ve tavırlar artık Türkiye içinden geliyor...
BDP otobüsünün üstüne çıkıp zafer işareti yapanlar, devlete silahları susturma, operasyonları durdurma çağrısında bulunanlar, PKKlılar terörist yerine bağımsızlık savaşçısı gibi görenler, PKKnın katlettiği sivilleri hiç görmeyenler, KCKyı masum bir yapıymışçasına savunanlar, BDPlilerle görüşmek için turlar düzenleyenler, dünün infaz durdurma lobisinin elemanlarından başkaları değilller...
Bu lobi galip geldikçe, galiba biz her gün başka bir Türkiyeye uyanacağız... Tabii adı Türkiye kalırsa...
Servet AVCI
40ambar
k:BUNLARI İYİ TANIYIN! | Servet AVCI , Habererk Haber, Yurttan ve Dünyadan Son Dakika Haberleri, Haberler