CooLGirL
New member
- Katılım
- 10 Haz 2010
- Mesajlar
- 214
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Gerçekçi bir değerlendirme yapmak gerekirse, bunalım denen şey ne çok abartılmalı, ne de yok sayılmalıdır. Bir şeyi merak etmek bile bunalım sayılabilir, bu yönüyle bir zaafa veya kusura izafe edilemez. Ama bunalım denen olgunun hayatı zehir eden ciddi boyutları da olduğu göz ardı edilmemelidir.
Eski zamanlarda adı konmuş bir psikoloji veya psikiyatri bilimi yoktu. Fakat çeşitli ruhsal rahatsızlıklar hep vardı. Bugünkünden farklı olan şey ise, hastalığın tanımı ve tedavi yöntemleri idi. Eski çağlarda bu tür rahatsızlıkların tabiat üstü güçlerin veya şeytanın insan ruhunu ele geçirmesi sonucu ortaya çıktığı düşünülürdü.
Ortaçağ Hıristiyan aleminde ruh hastalarını “imha” etmeye yönelik gayri insani yöntemler bilinen bir gerçektir. Buna mukabil, her zaman övgü ile bahsedildiği gibi, İslâm dünyasında akıl ve ruh hastalıkları için bugünkü tıbbın yeni yeni keşfettiği teşhis ve tedavileri görmekteyiz. Mesela bireyi olduğu gibi kabul eden “empatik anlayış” ile “meşguliyet terapileri” bizim eski bîmarhanelerde zaten uygulanan yaklaşımlardı.
Akıl hastalığı ve ruhî bunalım
Psikolojik rahatsızlıklar dediğimizde, öncelikle bir derecelendirme yapmak gerekir. Bu rahatsızlıklar hafif sıkıntılardan, Allah korusun, aklî melekelerin tümünün yitirilmesine, kendine ve başkalarına acı ve zarar vermeye uzanan bir yelpaze sergiler.
“Ruhsal bunalımlar” ve “akıl hastalıkları” şeklinde yapılabilecek iki farklı adlandırma, aradaki farkı da anlatır. Kısaca tanımlarsak:
Ruhî bunalım deyince, kişinin yaşadığı iradî veya gayri iradî değişim ve hayat olaylarına uyum sağlama yetersizliği akla gelir. Burada bilinç kaybı, mantık denetiminin bozulması, kendinin farkında olma halinin yitirilmesi gibi ağır durumlar söz konusu değildir.
Akıl hastalığı dediğimizde ise, hepinizin bildiği gibi çok daha ciddi bir duruma işaret etmiş oluruz. Hasta dediğimiz kişiler hasta olduklarının bilincinde dahi olmayabilirler. Böyle hastaların birçoğunda kalıtsal bir potansiyel mevcuttur. Ancak, çeşitli zorlayıcı etkenler bu irsî altyapının gün yüzüne çıkmasına, yani hastalığa dönüşmesine zemin oluşturur.
Akıl hastalıklarının bir kısmı için tamamen iyileşme ve normalleşme söz konusu olamayabilir; tıpkı genetik şeker hastalığı gibi sürekli tıbbî kontrol ve ilaç desteği gerektirebilir.
Herkesin bunalımı başka yerden
Bunalım kelimesi hem toplumsal düzeyde hem de bireysel düzeyde rahatsızlıklara işaret eder. Ekonomik bunalım, kimlik bunalımı, manevi bunalım, ergenlik bunalımı, ayrılık bunalımı gibi pek çok isimlendirme yapılabilir. Hastalık, iyileştirilmesi gereken bir hali, bunalım ise aşılması, yaşanarak tüketilmesi gereken bir süreci ifade eder.
Bunalım, kişinin nedenini, kendi ve çevresi üzerindeki etkilerini fark ettiği, ancak tahammül etmekte ve çözüm üretmekte yetersiz kaldığı, zaman ve çevre koşullarıyla yakından bağıntılı özelliğe sahiptir. Pek çok içsel ve çevresel etkene bağlı olarak gelişebilir. Mesela Akdeniz coğrafyasında yaz mevsimlerinde suç oranı bariz bir şekilde artar. Çünkü aşırı sıcak insan biyokimyasını ve buna bağlı ruh halini etkiler. Yaşam çevresi, iklimler bile insan üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir; astrologların iddia edip durduğu gökteki yıldızların etkisi bir tarafa dursun! İlle bunalım olacaksa vesile mi yok?..
Tabii ki bizi etkileyen, uyum sağlamamızı zorlaştıran hal ve olayların asıl kaynağı ve nihaî sebebinin, kaderi şekillendiren biricik Yaratıcımızdan geldiğinin şuurundayız. Burada konuştuğumuz şey, olan bitenin üzerimizdeki etkileri. Çünkü herkesin aynı olaya, benzer durumlara dayanma, katlanma, uyum sağlama, eşiği ve kapasitesi farklıdır. Hafif bir yer sarsıntısında nice babayiğitler panikle pencereden atlayıp hayatını kaybediyor, kimi kalp krizi geçiriyor, kimi de yerinden bile kıpırdamıyor!
Ciddi bir tehlikeye maruz kalacağını zannederek yaşamak, bir süre sonra bilinçaltı bir felakete dönüşebiliyor; ölüm korkusuyla panik atak olarak ortaya çıkıyor ve kişinin hayatını tam anlamıyla kâbusa çevirebiliyor. Ne evde yalnız kalabiliyor ne toplum içine çıkabiliyor.. Küçük yaşta yaşanan büyük bir olay, hiç akla gelmeyecek şekilde bireyin psikolojisini ömür boyu etkileyebiliyor..
Abartmadan ciddiye almak
Gerçekçi bir değerlendirme yapmak gerekirse, bunalım denen şey ne çok abartılmalı, ne de yok sayılmalıdır. Bir açıdan bakıldığında bir şeyi merak etmek bile bunalım sayılabilir, bu yönüyle bir zaafa veya kusura izafe edilemez. Bunaldım diyebilmek, çıkış için merdiven aramanın ilk sinyalidir.
Ne var ki, birileri tarafından bunaltılmış, hasta edilmiş olmayı çevresiyle baş edebilmede bir yaptırım ya da şantaj vasıtası olarak gören sahte bunalmışlarla, tüm çabalara rağmen bünyenin strese yenik düştüğü önemli vakaları ayırt etmek gerekir. Birine ilaç desteği gerekirken, diğerine yeni baş etme yolları ve yaşam becerileri, bakış açıları kazandırmak uygun olabilir.
Kişilik yapısı ve mizaç farklılıkları da sorunlarla baş etmede ve olumlu-olumsuz yeniliklere uyum sağlamada önemli bir faktördür. Başkalarına bağımlılık, baskın kişilik, yardım alma eğilimi, kendini aşağılama ile cinsiyet ve yaş da birer değişken olarak kabul edilir. Mesela asker anneleri sulu gözlüdür, ama babalar değildir. Evin ağası gibi yetiştirilmiş bir delikanlının askerî disipline uyumu ile normal bir evladınki farklıdır. Üniversite okumak için evinden ayrılan bir genç kız, kısa sürede okumaktan filan vazgeçip ailesinin yanına geri döner. Bir diğeri ise neredeyse eve ayak basmak bile istemez; yazları bile bir bahane bulup kalır. Kısaca, bireysel farklılıklar son derece önemlidir ve dikkate alınması gerekir.
Yoksa deli mi oldum?
Bunalma hali günlük hayatımızı etkilemeye başladığında, hayat kalitemizi önemli ölçüde düşürdüğünde neden psikoloğa veya psikiyatriste gitmekte çekingen davranırız? Herhalde “deli” zannedilmekten korkuyor olmalıyız. Merak etmeyin, hiçbir deli kendiliğinden doktora gitmeyi akıl edemez ve de gitmez. O halde bu düşünce, olsa olsa iyileşmenizi istemeyenlerin ekmeğine yağ sürer.
İkinci bir neden sebatsızlık olabilir. Çünkü ilaç kullanımı ve terapi seansları açısından psikolojik tedaviler, diğer hastalıklara nazaran daha uzun süre gerektirir. Çok sakıncalı olduğu halde birçok hasta ilaç kullanmayı bile bırakıverir. Terapi seansları ise henüz ülkemiz için bir lüks kabul edilmektedir.
Diğer bir neden ise rahatsızlığı veya hastalığı kabullenmemekten kaynaklanır. Bu durumda ilgili hekime gitmek yerine bu işin istismarcılarına baş vurulmaktadır. Okunmak maksadıyla hoca maskeli bir sahtekâra gidilir, bir şok da orada yaşanır, hepten işin içinden çıkılmaz hale gelinir. Sonra da “Bu ne dertmiş, ne hacıda ne hocada dermanını bulamadık!” diye serzenişte bulunulur. Ne demişler, “Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder!” Bu sözlerimize şifa niyetli okumaları katmadığımız sanıyoruz anlaşılıyordur.
İlaç kullanımı ve telkin
Ruhî rahatsızlıkların tedavisinde ilaç kullanmak mı, yoksa psikolojik destek almak mı daha etkilidir, sorusuna verilecek cevap ise şöyledir: Başlangıç olarak ilaç kullanımı ile öncelikle hastayı rahatlatmak oldukça işe yarar. Devamında ise etkili bir sonuç alabilmek için her iki tedavi yöntemini bir bütünün iki yarısı gibi görüp uygulamak yerinde olur. Nihayetinde bir değişim, yeni bir kişilik yapılanması hedeflenmektedir ki, bunun sadece ilaçlarla sağlanabileceğini düşünmek yanlış olur. Kaldı ki uzun süreli ilaç kullanımının önemli yan etki ve sakıncaları da vardır ve Allah korusun, ikinci bir tedavi de bunlardan kurtulabilmek için gerekebilir.
Bir genç kız şöyle anlattı: Annem beni çok sinirliyim diye doktora götürdü. Sakinleştirici bir ilaç verdiler, bir süre kullandım, iyi geldi. Ancak zamanla ilacı almadığım zaman mutlaka her şeye sinirlenecekmişim gibi bir hisse kapılmaya başladım, hep ilaca sığınıyordum. Bu kez de ilaç almadan çevremle geçinemiyeceğimden endişe etmeye başladım. Gizlice ilacı bıraktım, onlar fark etmediler bile!
Burada çok önemli bir konuyu hatırlatalım: Doktor tarafından verilmedikçe, eş-dost tavsiyesi ile kesinlikle psikolojik tedavi amaçlı ilaçlar kullanılmamalıdır. Ağrı kesici haplar için bile durum böyledir. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarma riski son derece yüksektir.
Şunu da çok rahatça söyleyebiliriz ki, pek çok ruhî bunalım ilaç kulanımını gerektirmeden, psikolojik terapiler ile gerçekten aşılabilecek niteliktedir.
Kültürel çelişki
Bunalımlardan kurtulma, stresle baş edebilme ve rahatlama konusunda önemli bir kültürel sorun vardır ki, o da şudur: İnsanımızın çok önemsediği pek çok unsur, psikologlar tarafından bilimsel çerçeveden çıkmama prensibi uğruna görmezden gelinebilmekte ya da küçümsenmektedir. Yani bir psikolog, kendisine danışanın beş vakit namaz kılmasını “obsesyon” veya “yoğun suçluluk duygularından arınma” çabası olarak değerlendirme hatasını yapıyorsa, karşıdaki kişinin ondan fayda ummaması doğaldır. Buna mukabil ilkel Hint öğretilerinden kaynaklanan bazı yöntemleri ruhu dinlendirici modern terapi olarak lanse etmek de, akıllara ziyan bir muammadır!
Özetlemek gerekirse: İnsanlık, ekonomik gelişmişlik düzeyi ile orantılı olarak gittikçe daha çok bunalmaya başladı ve bizler de bundan üzerimize düşen payı almış görünüyoruz. Yani bunalımlarımız var ama henüz umduğumuz tedaviye ulaşabilmiş değiliz.
Eski zamanlarda adı konmuş bir psikoloji veya psikiyatri bilimi yoktu. Fakat çeşitli ruhsal rahatsızlıklar hep vardı. Bugünkünden farklı olan şey ise, hastalığın tanımı ve tedavi yöntemleri idi. Eski çağlarda bu tür rahatsızlıkların tabiat üstü güçlerin veya şeytanın insan ruhunu ele geçirmesi sonucu ortaya çıktığı düşünülürdü.
Ortaçağ Hıristiyan aleminde ruh hastalarını “imha” etmeye yönelik gayri insani yöntemler bilinen bir gerçektir. Buna mukabil, her zaman övgü ile bahsedildiği gibi, İslâm dünyasında akıl ve ruh hastalıkları için bugünkü tıbbın yeni yeni keşfettiği teşhis ve tedavileri görmekteyiz. Mesela bireyi olduğu gibi kabul eden “empatik anlayış” ile “meşguliyet terapileri” bizim eski bîmarhanelerde zaten uygulanan yaklaşımlardı.
Akıl hastalığı ve ruhî bunalım
Psikolojik rahatsızlıklar dediğimizde, öncelikle bir derecelendirme yapmak gerekir. Bu rahatsızlıklar hafif sıkıntılardan, Allah korusun, aklî melekelerin tümünün yitirilmesine, kendine ve başkalarına acı ve zarar vermeye uzanan bir yelpaze sergiler.
“Ruhsal bunalımlar” ve “akıl hastalıkları” şeklinde yapılabilecek iki farklı adlandırma, aradaki farkı da anlatır. Kısaca tanımlarsak:
Ruhî bunalım deyince, kişinin yaşadığı iradî veya gayri iradî değişim ve hayat olaylarına uyum sağlama yetersizliği akla gelir. Burada bilinç kaybı, mantık denetiminin bozulması, kendinin farkında olma halinin yitirilmesi gibi ağır durumlar söz konusu değildir.
Akıl hastalığı dediğimizde ise, hepinizin bildiği gibi çok daha ciddi bir duruma işaret etmiş oluruz. Hasta dediğimiz kişiler hasta olduklarının bilincinde dahi olmayabilirler. Böyle hastaların birçoğunda kalıtsal bir potansiyel mevcuttur. Ancak, çeşitli zorlayıcı etkenler bu irsî altyapının gün yüzüne çıkmasına, yani hastalığa dönüşmesine zemin oluşturur.
Akıl hastalıklarının bir kısmı için tamamen iyileşme ve normalleşme söz konusu olamayabilir; tıpkı genetik şeker hastalığı gibi sürekli tıbbî kontrol ve ilaç desteği gerektirebilir.
Herkesin bunalımı başka yerden
Bunalım kelimesi hem toplumsal düzeyde hem de bireysel düzeyde rahatsızlıklara işaret eder. Ekonomik bunalım, kimlik bunalımı, manevi bunalım, ergenlik bunalımı, ayrılık bunalımı gibi pek çok isimlendirme yapılabilir. Hastalık, iyileştirilmesi gereken bir hali, bunalım ise aşılması, yaşanarak tüketilmesi gereken bir süreci ifade eder.
Bunalım, kişinin nedenini, kendi ve çevresi üzerindeki etkilerini fark ettiği, ancak tahammül etmekte ve çözüm üretmekte yetersiz kaldığı, zaman ve çevre koşullarıyla yakından bağıntılı özelliğe sahiptir. Pek çok içsel ve çevresel etkene bağlı olarak gelişebilir. Mesela Akdeniz coğrafyasında yaz mevsimlerinde suç oranı bariz bir şekilde artar. Çünkü aşırı sıcak insan biyokimyasını ve buna bağlı ruh halini etkiler. Yaşam çevresi, iklimler bile insan üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir; astrologların iddia edip durduğu gökteki yıldızların etkisi bir tarafa dursun! İlle bunalım olacaksa vesile mi yok?..
Tabii ki bizi etkileyen, uyum sağlamamızı zorlaştıran hal ve olayların asıl kaynağı ve nihaî sebebinin, kaderi şekillendiren biricik Yaratıcımızdan geldiğinin şuurundayız. Burada konuştuğumuz şey, olan bitenin üzerimizdeki etkileri. Çünkü herkesin aynı olaya, benzer durumlara dayanma, katlanma, uyum sağlama, eşiği ve kapasitesi farklıdır. Hafif bir yer sarsıntısında nice babayiğitler panikle pencereden atlayıp hayatını kaybediyor, kimi kalp krizi geçiriyor, kimi de yerinden bile kıpırdamıyor!
Ciddi bir tehlikeye maruz kalacağını zannederek yaşamak, bir süre sonra bilinçaltı bir felakete dönüşebiliyor; ölüm korkusuyla panik atak olarak ortaya çıkıyor ve kişinin hayatını tam anlamıyla kâbusa çevirebiliyor. Ne evde yalnız kalabiliyor ne toplum içine çıkabiliyor.. Küçük yaşta yaşanan büyük bir olay, hiç akla gelmeyecek şekilde bireyin psikolojisini ömür boyu etkileyebiliyor..
Abartmadan ciddiye almak
Gerçekçi bir değerlendirme yapmak gerekirse, bunalım denen şey ne çok abartılmalı, ne de yok sayılmalıdır. Bir açıdan bakıldığında bir şeyi merak etmek bile bunalım sayılabilir, bu yönüyle bir zaafa veya kusura izafe edilemez. Bunaldım diyebilmek, çıkış için merdiven aramanın ilk sinyalidir.
Ne var ki, birileri tarafından bunaltılmış, hasta edilmiş olmayı çevresiyle baş edebilmede bir yaptırım ya da şantaj vasıtası olarak gören sahte bunalmışlarla, tüm çabalara rağmen bünyenin strese yenik düştüğü önemli vakaları ayırt etmek gerekir. Birine ilaç desteği gerekirken, diğerine yeni baş etme yolları ve yaşam becerileri, bakış açıları kazandırmak uygun olabilir.
Kişilik yapısı ve mizaç farklılıkları da sorunlarla baş etmede ve olumlu-olumsuz yeniliklere uyum sağlamada önemli bir faktördür. Başkalarına bağımlılık, baskın kişilik, yardım alma eğilimi, kendini aşağılama ile cinsiyet ve yaş da birer değişken olarak kabul edilir. Mesela asker anneleri sulu gözlüdür, ama babalar değildir. Evin ağası gibi yetiştirilmiş bir delikanlının askerî disipline uyumu ile normal bir evladınki farklıdır. Üniversite okumak için evinden ayrılan bir genç kız, kısa sürede okumaktan filan vazgeçip ailesinin yanına geri döner. Bir diğeri ise neredeyse eve ayak basmak bile istemez; yazları bile bir bahane bulup kalır. Kısaca, bireysel farklılıklar son derece önemlidir ve dikkate alınması gerekir.
Yoksa deli mi oldum?
Bunalma hali günlük hayatımızı etkilemeye başladığında, hayat kalitemizi önemli ölçüde düşürdüğünde neden psikoloğa veya psikiyatriste gitmekte çekingen davranırız? Herhalde “deli” zannedilmekten korkuyor olmalıyız. Merak etmeyin, hiçbir deli kendiliğinden doktora gitmeyi akıl edemez ve de gitmez. O halde bu düşünce, olsa olsa iyileşmenizi istemeyenlerin ekmeğine yağ sürer.
İkinci bir neden sebatsızlık olabilir. Çünkü ilaç kullanımı ve terapi seansları açısından psikolojik tedaviler, diğer hastalıklara nazaran daha uzun süre gerektirir. Çok sakıncalı olduğu halde birçok hasta ilaç kullanmayı bile bırakıverir. Terapi seansları ise henüz ülkemiz için bir lüks kabul edilmektedir.
Diğer bir neden ise rahatsızlığı veya hastalığı kabullenmemekten kaynaklanır. Bu durumda ilgili hekime gitmek yerine bu işin istismarcılarına baş vurulmaktadır. Okunmak maksadıyla hoca maskeli bir sahtekâra gidilir, bir şok da orada yaşanır, hepten işin içinden çıkılmaz hale gelinir. Sonra da “Bu ne dertmiş, ne hacıda ne hocada dermanını bulamadık!” diye serzenişte bulunulur. Ne demişler, “Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder!” Bu sözlerimize şifa niyetli okumaları katmadığımız sanıyoruz anlaşılıyordur.
İlaç kullanımı ve telkin
Ruhî rahatsızlıkların tedavisinde ilaç kullanmak mı, yoksa psikolojik destek almak mı daha etkilidir, sorusuna verilecek cevap ise şöyledir: Başlangıç olarak ilaç kullanımı ile öncelikle hastayı rahatlatmak oldukça işe yarar. Devamında ise etkili bir sonuç alabilmek için her iki tedavi yöntemini bir bütünün iki yarısı gibi görüp uygulamak yerinde olur. Nihayetinde bir değişim, yeni bir kişilik yapılanması hedeflenmektedir ki, bunun sadece ilaçlarla sağlanabileceğini düşünmek yanlış olur. Kaldı ki uzun süreli ilaç kullanımının önemli yan etki ve sakıncaları da vardır ve Allah korusun, ikinci bir tedavi de bunlardan kurtulabilmek için gerekebilir.
Bir genç kız şöyle anlattı: Annem beni çok sinirliyim diye doktora götürdü. Sakinleştirici bir ilaç verdiler, bir süre kullandım, iyi geldi. Ancak zamanla ilacı almadığım zaman mutlaka her şeye sinirlenecekmişim gibi bir hisse kapılmaya başladım, hep ilaca sığınıyordum. Bu kez de ilaç almadan çevremle geçinemiyeceğimden endişe etmeye başladım. Gizlice ilacı bıraktım, onlar fark etmediler bile!
Burada çok önemli bir konuyu hatırlatalım: Doktor tarafından verilmedikçe, eş-dost tavsiyesi ile kesinlikle psikolojik tedavi amaçlı ilaçlar kullanılmamalıdır. Ağrı kesici haplar için bile durum böyledir. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarma riski son derece yüksektir.
Şunu da çok rahatça söyleyebiliriz ki, pek çok ruhî bunalım ilaç kulanımını gerektirmeden, psikolojik terapiler ile gerçekten aşılabilecek niteliktedir.
Kültürel çelişki
Bunalımlardan kurtulma, stresle baş edebilme ve rahatlama konusunda önemli bir kültürel sorun vardır ki, o da şudur: İnsanımızın çok önemsediği pek çok unsur, psikologlar tarafından bilimsel çerçeveden çıkmama prensibi uğruna görmezden gelinebilmekte ya da küçümsenmektedir. Yani bir psikolog, kendisine danışanın beş vakit namaz kılmasını “obsesyon” veya “yoğun suçluluk duygularından arınma” çabası olarak değerlendirme hatasını yapıyorsa, karşıdaki kişinin ondan fayda ummaması doğaldır. Buna mukabil ilkel Hint öğretilerinden kaynaklanan bazı yöntemleri ruhu dinlendirici modern terapi olarak lanse etmek de, akıllara ziyan bir muammadır!
Özetlemek gerekirse: İnsanlık, ekonomik gelişmişlik düzeyi ile orantılı olarak gittikçe daha çok bunalmaya başladı ve bizler de bundan üzerimize düşen payı almış görünüyoruz. Yani bunalımlarımız var ama henüz umduğumuz tedaviye ulaşabilmiş değiliz.