Bu kadar duman ateşi bile boğar

react

Admin
Süper Moderatör
Katılım
18 Haz 2005
Mesajlar
25,237
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
an insatiable prsn from hell
sike_banner.jpg

“Ya parayı getirirsin, ya sen bilirsin” noktasında, Bilgili kimilerince “Beşiktaş’ın resmi ‘baba’sı” addedilen Alaattin Çakıcı’ya müracaat ediyor, “Çöz n’olur şu işi” diyor… Ve sonuçta, rivayet o ki, “en olmayacak kapı”yı çalıyor. Bu, aynı zamanda en etkili kapı…




Aşağıdaki yazı, Süper Lig‘de “şike” iddialarının söz konusu olduğu ancak kısıtlı sayıda soruşturmanın sonuçsuz bırakıldığı ve konu üzerine yazan basın mesuplarının da hiç isim zikretmediği 2003/04 sezonunun ardından, Nokta dergisinin 1-7 Kasım 2004 tarihli nüshasında “Haber Merkezi” imzasıyla yayınlanmıştır.

***

Futbol camiasında kulaktan kulağa dolaşan bir öyküydü önce; giderek spor basınında kıyısından köşesinden yazılmaya başlandı, derken Sedat Peker operasyonuyla, kelimenin tam anlamıyla “patladı”; kahramanların isimleri dışında her şey söylendi, gazetelerin birinci sayfalarında, köşe yazılarında dillendirildi. “Puzzle”ın parçaları birer birer ortaya döküldü ama, parçalar birleştirilip resmin bütünü “beyan” edilmedi.

‘Puzzle’ın ilk parçası

Her “puzzle” gibi, bu da herhangi bir “parça”dan başlayarak kurulabilir. Biz İnönü stadından, Kartal’ın kalbinden başlayalım. Süper Lig’in -bu süper sıfatı söz konusu öyküyle birlikte iyice ironikleşiyor- ikinci devresinin ilk maçındayız. En yakın takipçisi Fenerbahçe’ye dokuz puan fark atan Beşiktaş, Samsunspor önünde. Lucescu’nun talebeleri tanınmayacak halde, nedense burunlarından soluyorlar. Hakem Cem Papila; genç, ismi şaibesiz. Fakat o da biraz asabi gibi. Pekala uyarabileceği, yatıştırabileceği oyunculara nedense “Allah affeder, ben affetmem” tavrında. Peşpeşe kırmızı kartları çıkarıyor, Beşiktaş’ın beş oyuncusunu soyunma odasına gönderiyor. Skor 4-1 Kartal’ın aleyhinde. Ama, siyah-beyazlılar sahada altı kişi kalınca, kurallar gereği 90 dakika tamamlanamıyor ve Beşiktaş hükmen yenik sayılıyor.

O gece ve o hafta ve müteakip haftalarda, Türkiye’nin dört bir tarafında bu maç konuşuluyor. Ekranlarda, sayfalarda “uzman”lar bulmacayı çözmeye çalışıyor: Beşiktaşlı futbolcular niye o kadar gergindi? Cem Papila’nın kartları haklı mıydı? Bir hakem o kadar kolay kırmızı kart gösterebilir mi? Kenar yönetimi tehlikeyi gördüğü halde niye tedbir almadı? Hadi hakem kötüydü, Beşiktaş neden tanınmaz haldeydi? Ligin ilk yarısında tıkır tıkır oynayan takımın yerinde niye yeller esiyordu? Yoksa Beşiktaş üzerinde bir oyun mu oynanıyor?

Haftalar ilerledikçe, Kartal kan ve puan kaybettikçe, Fenerbahçe arayı kapattıkça, bu son soru siyah-beyazlıların gündeminin başköşesine oturmuştu. Beşiktaşlı yazarlar ima üstüne ima yapıyor, “soru”nun etrafında dolaşıyor, ama dişe dokunur bir iddiada bulunamıyorlardı. Derken Lucescu patladı: “Çavuşevsku Romanya’sında bile olmayan şeyler oluyor, Meclis soruşturması açılmalı.”

Sen misin bunu söyleyen, bir fırsatını bulup Lucescu’ya haddini bildirmek isteyen Galatasaray ve Fenerbahçe basını veryansın etti, Romen hocaya dört koldan yüklendi. Ama hayati soru açıkta kaldı: Efendiliğiyle tribünlerin gönlünü fetheden Lucescu’nun kişiliğiyle tezat arzeden bir biçimde feveran etmesinin sebebi neydi? En baştan beri, “çingenenin teki” diyen zevatın, o söylem içınde buldukları açıklamalar, aklı selim sahiplerini ikna etmekten uzaktı. Gelelim “puzzle”ın ikinci parçasına.

İkinci parça

Onun üzerinde 20 milyon dolar yazıyor. Ne parası olduğu meçhul, kimin parası olduğu konusunda, futbol basınında herkes aynı adresi gösteriyor: Sedat Peker. Söz konusu zatın “baba” olduğunu bilmeyen yok. Peki Peker, “kazandığı” onca parayı ne yapıyor? Evet harcıyor, dağıtıyor ve bu arada mülkleniyor. Her işadamı “baba” değilse de, her “baba” bir “işadamı” sonuçta. Peker de, her işadamı gibi yatırım yapıyor; gayrımenkul, menkul, akla ne gelirse. Borsa da onun kalemlerinden biri. Kendisi “oynamıyor”, işi erbabına, yani spekülatörlere havale ediyor. Ve bu noktada sahneye Serdar Bilgili çıkıyor. Beşiktaş’ın alışageldiği başkanlardan epey farklı bir portre çizen Bilgili’nin becerikli olduğu rivayet edilen işlerden biri de spekülasyon.

Sermaye Piyasası Kurulu, 31 Mart 2003’te Bilgili hakkında suç duyurusunda bulunma kararı almış ve borsada işlem yasağı koymuştu. Hal böyleyken, Bilgili fütursuzca borsayla ilgisi olmadığını söylüyordu. Fatih Altaylı’nın köşesinden nakledelim: “Serdar Bilgili aradı. ( … ) Borsada yıllardır tek bir kağıdım, tek bir işlemim yok. Kimsenin parasına da ihtiyacım yok. Hayal mahsulü şeyler bunlar’ dedi. ‘Bunları aynen yazayım mı?’ diye sordum. ‘Yaz lütfen. Artık sıkıldım’ dedi … ”

Rivayet o ki, Peker, 20 milyon dolarını Bilgili’ye pas ediyor, tez zamanda gole çevirsin diye. Golün adı 100 milyon dolar. Gelgelelim, her “al da at” pası kaleyi bulmuyor, gol olmuyor. Bilgili fena bir ıska geçiyor, 20 milyon dolar buharlaşıyor. Peker’in “sağlık olsun” diyecek hali yok. “Lisan-ı münasip”le uyarıyor. Necil Ülgen 12 Ekim’de [2004] Fanatik‘te yayınlanan ve fırtına koparan yazısında, bu sahneyi “edebi” bir dille şöyle naklediyordu:

“Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucundaki sesin, o, insanın vücut kimyasını bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı. ‘Bana tam 100 milyon dolara maloldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin’ … ”
Yaşanmamış olması gereken bir öykü*

“Purosunundan çektiği derin nefesi hızla dışarı doğru üfledi. Plazanın 12’inci katındaki odasından dışarı bakarken, esmer yüzü camdan dönen dumanların içinde kısa bir süre kaybolur gibi oldu. Tam 6 saat olmuştu başkanla konuşalı. “Hala bir cevap yok. Neler oluyor?” diye düşündü.

Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucunda¬ki sesin, o, insanın vücut kimyasım bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı. Bana tam 100 milyon dolara maloldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin.

“Sen bilirsin.” Dağın kenarında bağırıp, yankılanan sesini dinler gibi beyninde büyüdü, büyüdü.

Borsadaki operasyonu yöneten arkadaşına okkalı bir küfür savurdu yeniden. Bilmeliydi. Evet, o kesin bilmeliydi. Speküle ettikleri kağıtların kime ne yapacağını, onun gibi bir uzman atlamamallıydı. Mafyanın 100 milyon dolarına malolmak.. İçinin titrediğini hissetti yeniden.

Masif gül ağacından yapılma çalışma masasma döndü. Deri koltuğuna oturmaktan son anda vazgeçti. Eğilip diafondan selereterine seslendi.

“Bana bir duble daha viski ver.” Bir türlü oturamıyordu yerine. Şu başkan da nerede kalmıştı. Böyle bir konuda en büyük rakibin başkanına ricacı olmak yeterince canını sıkıyordu ama ondan başka bu işi çözebilecek kimse de aklına gelmemişti. En azından şu anda sıkılacak bir cam vardı. Mafyaya kaybettirdiği 20 milyon dolara karşılık kendisinden 100 istenmesine de kızıyordu aslında ama bu konuda pek de yapacağı bir şey yoktu.

Mesaj çok net gelmişti. Biz o parayla 100 kazanırdık. Sen de bize 100 vereceksin.
Sabah başkanla konuşurken, “Lütfen” dedi, “Bu işi 20’ye bitir. Ondan sonra dile benden ne dilersen.” Karşı tarafın isteği de mafya kadar sendeletti onu. Ama ağzından “Tamam” çıkmıştı bir kere.

Gitti, cep telefonunun çekip çekmediğini bir kere daha kontrol etti. Uzun zamandır “Ya arayıp da ulaşamıyorsa” psikozuna girmişti. Geçici bir tik gibi 5 dakikada bir cebini kontrol ediyordu. Artık hava kararmak üzereydi. Camın yanma gidip tekrar dışarı baktı. Trafiğin akşam keşmekeşi yeni yeni başlıyordu. Telefondan “groove” melodisinin tonu gelmeye başladığında yüreği yerinden çıkacakmış gibi oldu. Arayan oydu. Ondan başkası olamazdı, çünkü bu hattı sırf bu iş için alalacele aldırmıştı ve bu numara da ondan başkasında yoktu.

Doğruca “Başkan” diye açtı telefonunu. “Merhabalar” dedi karşısındaki ses. Bu aksan oldum olası komiğine gitmişti ama şimdi gülecek hiç hali yoktu. “Ne oldu? diye sordu. “Tamam” dedi. “20’ye 20. Teslimatı 3 gün içinde yapacaksınız. Gerisi konuştuğumuz gibi. Bana verdiğin sözü unutma.” “Tamam” dedi kısık bir sesle.

Bütün gün hiç oturamadığı deri koltuğuna adeta çökerken. “Tamam anlaştığımız gibi.” Telefonu kapattıktan sonra biraz evvel sekreterinin bıraktığı “Maccallan” dolu bardaktan iri bir yudum çekti. Rahatlamıştı ama şimdi başkana verdiği sözü nasıl tutacağım düşündü. Nasıl yapmalıydı da onca puan farkı kapanmallydı. Akımda bu işi becerebilecek tek bir kişi vardı. Telefonu eline aldı ve numaraları çevirmeye başladı …

Yukarıdaki hikayenin gerçekle alakası yoktur. Ya da olmaması gerekir.

*Necil Ülgen, Fanatik, 12.Ekim.2004

Fatih Altaylı, Necil Ülgen’in yazısını köşesinde konu edinince, Serdar Bilgili, Altaylı’yı arayarak, bahsi geçen kişi¬nin kendisi olmadığını iddia ediyor. Hikayeyi Altaylı’dan dinliyoruz: “Bilgili, Necil Ülgen’in ‘iddiası’nı yurtdışındayken öğrenmiş. Ülgen’i aramış ve ‘Beni tarif ediyorsunuz. Bu iddia doğru değil’ demiş. Bilgili’nin söylediğine göre bunun üzerine Necil Ülgen, ‘Hayır ben sizi kastetmiyorum’ diye yanıt vermiş. Daha sonra bir toplantı çıkışında gazeteciler bu konuyla ilgili soru sormuşlar. Serdar Bilgili de, ‘Bu iddiada benim hiç adım geçmiyor. Cesareti olan bu iddiayı benim adımla yazar ve mahkemede hesaplaşırız’ demiş … ”

Beşiktaş camiasını yakından tanıyan bir kaynak ise, Necil Ülgen-Serdar Bilgili diyaloğunu şöyle anlatıyordu: “Bilgili, Ülgen’i aradı ve ‘yazında beni mi kastediyorsun’ diye sordu. Ülgen güldü ve şu cevabı verdi: ‘Hayır, Del Bosque’yi kastediyorum’ … ”

Düşen takımlarla ilgili iddialar

Milliyet’in ele geçirdiği telefon görüşmeleri de oldukça çarpıcıydı. Milliyet 23 Ekim’de manşetinden Sedat Peker’in adamlarının, küme düşmeme mücadelesi veren takımların yöneticileriyle yaptığı telefon konuşmalarını yayınladı:
Olgun Peker, telefonda konuştuğu bir kişiye “Göksel’le görüştüm (Samsun kalecisi). Diyarbakır’a golü Serkan atacak” diyor. Sonuçta Samsun, Diyarbakır’ı 3-1 yeniyor, ilk golü Serkan atıyor. Rizesporlu Saffet’in adının anıldığı konuşmanın ardından Rize, Sebat’a yeniliyor, Beşiktaşlı Sergen için Vedat Peker “evladımız” diyor ve Rize’nin ölüm kalım maçında Sergen kadroda olduğu halde özellikle forma giymiyor.

14 Mart 2004, saat 12.01. Olgun Peker, X şahısla konuşuyor:
Peker: Samsun - Diyarbakır maçı için Göksel ile görüştüm. Diyarbakır’a golü Serkan atacak.

18 Mart 2004, saat 22.18. Olgun Peker ile X şahıs görüşüyor:
Peker: İstediğimiz hakemi tayin ettiremedik. O köyün müftüsü Diyarbakır’da Müftü (Hakem Kuddusi Müftüoğlu) olacak.

22 Nisan 2004, 21.34. Olgun Peker ile Zeki Mazlum konuşuyor:
Peker: Diyarbakırspor Başkanı Reis’in dostudur. Reis havalimanında iyi bir karşılanma istiyor. Başkanı iyi ağırlayın.
Mazlum: Abi tamam. Merak etme. Rizesporlu Saffet ile bağlantımız var mı? Maçla alakalı görüşmeliyiz.
Peker: (Kızıyor) Onunla konuşuruz. Telefonda bu işleri yapmayın.

10 Mayıs 2004, 13.15. X şahısla Vedat Peker’in telefon görüşmesi:
X: Teşvik primiyle ilgili rahatsızlık duyuyorum. Reis’le görüşmek istiyorum. Bursaspor, Beşiktaş’a prim yollamış. Sergen’i çağıracaksın “iş bitecek” de, Sergen evladımız değil mi?
Vedat Peker: Hiçbir yere prim yollamayın. Sadece bana para getirin, sorumlusu benim.

Peki, Necil Ülgen bu “edebi hikaye”yi yazma ihtiyacını niye duymuştu ve nereden “ilham” almıştı? Ülgen’in, Aziz Yıldırım’ın “yakını” olduğu biliniyor. Ama bu bilgi, yukarıdaki soruyu açıklamakta yetersiz kalıyor. Yoksa aralarına kara kedi mi girmişti?

“Ya parayı getirirsin, ya sen bilirsin” noktasında, Bilgili kimilerince “Beşiktaş’ın resmi ‘baba’sı” addedilen Alaattin Çakıcı‘ya müracaat ediyor, “Çöz n’olur şu işi” diyor. Çakıcı, zaten dertli olan başına bir de Peker derdi almak istemiyor, “o topa girmem” diye kestirip atıyor. Bilgili, bir süre zamana oynuyor, çare bulamıyor ve sonuçta, rivayet o ki, “en olmayacak kapı”yı çalıyor. Bu, aynı zamanda en etkili kapı.

Üçünçü parça

Geliyoruz “üçüncü” parçaya. Ama önce hafıza tazeleyelim. Sedat Peker’in futbol alemiyle içli dışlılığı biliniyor. O da “önce Milli Takım” diyor, Süper Lig’in süper starlarıyla forma farkı gözetmeden “al takke, ver külah” ilişkisi kuruyor. Öyle ya da böyle, topçuları kendisine “bağlıyor”. Gözüne kestirdiğine altın saat hediye ettiği herkesin malumu. İnternet sitesi açıyor, Sergen’inden Emre’sine bütün ası var orada. Halı saha turnuvası düzenliyor, milli starlar koşa koşa gidiyor. Ama Peker’in damarını kesseler “sarı-lacivert akıyor.” Örneğin -tek bir örnekle yetinelim- hatalı gol yedi diye Fenerbahçe kalecisi Rüştü’nün bir temiz ıslatılması için talimat veriyor. “Rivayet” tabii, ama basında “Peker’in adamları Rüştü’yü dövdü” diye haber oluyor. Sağır sultan bile biliyor ki, Fenerbahçe camiasında Peker’in “özgül” bir ağırlığı var. Bilgili’nin çaldığı kapı, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım. Peker’e fren yaptırabilecek tek isim o. Yıldırım “Başkan” değil sadece, “süper” Başkan. Sahip olduğu güç dillere destan. Yönetim Kurulu üyesi Murat Özaydınlı’yı -ünlü hava kuvvetleri komutanı İrfan Özaydınlı’nın torunu- herkesin ortasında çocuk gibi azarlaya biliyor.

Yıldırım’la eşdeğer maddi güçteki ikinci başkan Nihat Özdemir, başkan lavaboya gittiğinde kapıda bekliyor, ceketini tutuyor. Ali Şen’in bile cepheden saldırıya geçmeye çekindiği bir isim Yıldırım. Yönetimi eleştiren eski futbolcu, yorumcu Engin Verel’in kurşunlanması manidar bir hadise olarak yer ediyor spor kamuoyunun hafızasında. Yıldırım’a bir suçlama mı? Haşa! Kimbilir hangi kendini bilmezin işi. Ama o “işgüzar”ın bir beklenti içinde olmadığı da kolay kolay iddia edilemez herhalde. Rivayete bakılırsa, Yıldırım, “o işi çözerim” diyor Bilgili’ye, “ama, bu size bir şampiyonluğa patlar.”

Dördüncü ve son parça

Sıra geldi dördüncü parçaya. Bu parçada rivayet filan yok, nesnel yorumlar var. Süper Lig’in ilk yarısının son haftasındaki Çaykur Rizespor-Fenerbahçe maçında hakem Ali Aydın bir kural hatası yapıyor; iki sarı kart gösterdiği Rizesporlu futbolcu Victoria’yı oyunda tutuyor. Hadi o bir anlık şuur kaybı, Kolombiyalı oyuncunun hakemi uyarmaması da öyle, peki kenar yönetiminin duruma müdahale etmemesine ne demeli? Fenerbahçe’den alınacak bir puan, üstelik düşme hattında son haftaya kadar debelenen bir takım için, altın değerinde değil mi? O kural hatasının maçın tekrarına sebep olacağını, Rizesporlular da bir daha 1-1 ‘lik skoru elde etmelerinin “top yuvarlaktır”a bile kolay kolay sığmayacağını bilmiyor olabilirler mi? Haydi o da bir şuur kaybı, peki tekrarlanan maçın ligin ikinci yarısının öncesinde oynatılmasına ne demeli? Daha önemlisi, tekrarlanan maçta, Fenerbahçe’nin yeni transferi Nobre’yi oynatabilmesini kim nasıl açıklayabilir? Adı üstünde “tekrarlanan maç”; ilk maçta forma giymesi mümkün olmayan bir oyuncunun tekrarlanan maçta oynayabilmesi nasıl açıklanabilir?

O günlerde de açıklanamamış, Rizespor “Tahkim Kurulu’na gideriz” tehditleri savurmuş, ama arkası gelmemişti. Ligin son haftasında, Peker soruşturmasının kayıtlarına da aksettiği gibi, Rizespor’un düşmekten “kurtarılması”nın o tekrarlanan maçla bir alakası olup olmadığı futbol kamuoyunun aklına takılan sorulardan biriydi. Cem Papila’nın beş kırmızı kart gösterdiği maçtan sonra, dönemin Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz’un, kendisine uzatılan mikrofonlara, “Bundan böyle hakemler kimsenin gözünün yaşına bakmayacak” demesine rağmen, hiçbir hakemin Papila’vari kart kullanmaması, Papila’nın da üç büyüklerin maçlarına verilmemesi nasıl izah edilebilirdi?

Ne var ki, faturayı MHK’ya ve hakemlere çıkarmak kolaycılık olur. Beşiktaş’ın ligin ikinci yarısında oynadığı futbolun şampiyonluğu hakketmediğini Çarşı Grubu bile kabul eder herhalde. Peki, ilk yarıda fırtına gibi esen Kartal’a ikinci yarıda ne oldu?


Altın dolu torba

Geçtiğimiz sezon olaylı bir biçimde hakemliği bırakan ve şu anda [2004] Vatan gazetesinde yazı yazan Ali Aydın da liglerde şike yapıldığmı iddia etti ve kendi başma gelen bir olayı anlattı:
“Ligde şike var. Bundan 2 yıl önce halen Süper Lig’de oynayan bir takımın yöneticisi elinde altın dolu torba ile yanıma geldi. Kulüp başkanlarının beni çok sevdiğini, hediye gönderdiğini söyledi. Almadım. MHK’ya da söyledim. Ama her hakem aym şeyi yapıyor mu diye sorarsamz, ‘yorum yok’ derim.”

Bu soruya, “iyi haber alan kaynaklar” ağız birliği etmişcesine aynı karşılığı veriyor. Takımın, devre arasında iyi hazırlanmaması için herşey yapıldı. .. Önceki senede şampiyonluğun başlıca kahramanlarından sayılan Sinan Engin “geri hizmet”e alındı. .. Kulübün maddi durumunun iyiliğiyle övünen yönetim, her nedense futbolcuların alacaklarını aksatmaya başladı. .. Her kaybedilen puandan sonra suç hakemlere atıldı, oyuncular eleştiriden muaf tutuldu … Hülasa, takımın demotive olması için ne lazımsa yapıldı. Peki, futbolcular “bir şeylerin pişirildiğinin” farkında mıydı? Takımı “içerden” bilenlerin yorumu şöyle: “Devre arasında futbolcuların kulağına kar suyu kaçırıldı, ‘bu sene sizi şampiyon yapmayacaklar’ dendi, durdu. Samsunspor maçındaki gerginliğin başlıca sebebi buydu. Hakemin aleyhte verdiği düşünülen her kararı futbolcular ‘demek gerçekten bir tezgah var’ diye yorumladı, gerildikçe gerildi. Sonraki maçlarda da, yönetim, kaybedilen puanları hep ‘hakem hataları’na bağlayınca, oyuncular şampiyonluğun masa başında ellerinden alınacağına kani oldular. Ayrıca, her puan kaybından ha¬kemler sorumlu tutulunca, futbolcular eleştiriden, özeleştiriden muaf oldular, kendilerine çeki düzen vermeyi düşünmediler. Sinan Engin faktörünün dev¬reden çıkarılmasının öneırıli sonuçlarından biri de buydu.”

Parçalar birleştirildiğinde ortaya çıkan resim ne kadar hakikat, ne kadar rivayet? Bu sorunun cevabı büyük ölçüde Peker soruşturmasında yatıyor. Bu yazı boyunca naklettiklerimiz futbol camiasının “içindeki” herkesin birbirine anlattıkları, spor basınının da örtülü ifadelerle yazdıkları. Bu kadar dumanın olduğu yerde, ateş olmaması mümkün mü? Kimbilir, belki de mümkün. Bizim durumumuz Fuzuli’nin ‘ünlü beyiti gibi: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”

“Peker, mahallenin şık abisi”

Şikeyi en cesurca gündeme getirenlerin başmda Sabah yazarı Kazım Kanat geliyor. Kanat’la geçen sene yaşananları ve tanık olduklarını konuştuk:

Neler oldu Rize’de?
Ben Vedat Peker’le (Sedat Peker’in kardeşi) havaalanında karşılaştım. Konuştuk, kahvaltı yaptık. Onlar zaten Rizespor yönetiminin içindeler. Maç günü AKP milletvekilleri bile Beşiktaş soyunma odasmdaydılar.

‘Sergen bizim evladımız’ diyor ses kayıtlarmda Vedat Peker…
Çünkü Sergen onun evladı. Sergen Yalçın’ın kafile başkam Haşmet Bedii Kürüm. Sergen Yalçın’ı sahaya çıkartıp oynatamadı. Sergen Yalçın formasını giydi, kramponlarını giydi, oyuna girmedi. Niye oynamıyorsun kardeşim? Uçağa geldim, Serdar Topraktepe vardı, Beşiktaş takımma yakışıyor mu dedim. ‘50 tane silahlı adam vardı soyunma odasında. Geldiler, ‘Bir şeye ihtiyacımız var mı dediler’, ama hepsinin belinde silah var. Ne yapalım” dedi Serdar Topraktepe.

Sergen neden oynamadı?
Hatırlı abisi var. Oyunculara rica edildi, Rizespor küme düşmesin diye. Orada çirkin olan şu: Sergen neden oyuna girmedi? Ben yazdım ‘şikeyi Sergen’e sorun‘ diye. Takım kaptanı Sergen. Takımın menajeri Sinan Engin nerede? ‘Avrupa’ya futbolcu bakmaya gidiyorum’ dedi, kaçtı gitti.

Olgun Peker, Haşmet diye birisiyle konuşuyor kayıtlara göre. O kim?
Haşmet Bedii Kürüm o. Ben ona da sordum, ‘yakıştı mı, Sergen’i oynatamadın’ dedim. ‘Oynamadı, bağırdı çağırdı. Lucescu bağırdı, Sergen oynamıyorum dedi’ diye anlattı bana Haşmet Kürüm.

Sedat Peker’in konumu ne sizce bu olaylarda tam olarak?
Sedat Peker abilik yaptı. Gözlemim o. Mahallenin şık abisi. Rizespor’a kol kanat germesi gerekiyordu. Beşiktaş son hafta neden Akçaabat’a bıraktı maçı. Bir disiplinsizlik. Beşiktaş ruhu yitirilmiştir.

İddialar iki boyutlu; bir kısmı küme düşmeyle ilgili … İkinci iddia olarak bir de Beşik¬taş’tan şampiyonluk çalındı denildi. Nedir işin aslı?
Ben yazdım. ‘Beşiktaş şampiyon olur demiyorum, Beşiktaş şampiyon oldu. Ama Merkez Hakem Komitesi buna izin vermeyecek. Zaten izin vermezse de Türkiye’de futbolun bittiği o gün belgelenecek’ dedim. O hafta içinde Aziz Yıldırım dedi ki, ‘17 maçın 17’sini de alacağız ve şampiyon olacağız’. Kulüp başkanı olarak bunu demesi güzel bir şeydir, ama kesinlikle şampiyon olacağız demesi, Beşiktaş şampiyon olamayacak anlamma gelir. Bunu nereden biliyorsun? Bir sene öncesine dön, Diyarbakır-Elazığ maçı oynanıyor. O maçta slalom yapar gibi bir gol atıldı. O maçı kim yönetiyor? Ali Aydın. Ali Aydın o maçtan sonra yılın hakemi seçildi.

Ata Aksu Futbol Federasyonu İkinci Başkan o dönem. Diyarbakır’daki maçları hatırlayın; Altay maçı olsun, Konya maçı olsun, sonra ligin son maçı. Devlet televizyonu Altay maçını yaymlayamadı. Nedir bu skandal dedim. ‘Milli Güvenlik Kurulu’ndan 8 imzalı kırmızı mektup var. Diyarbakır birinci lige çıkacak diye’ dedi. İstanbul’da Büyükşehir Belediye ile Diyarbakır final oynuyor. Bu maçı yenerse, Diyarbakır birinci lige çıkacak. Gece yarısı saat 24.00’te rahmetli Gaffar’ın (Okkan) eşi geliyor. Büyükşehir Belediye’nin futbolcuları uyandırılıyor. Bu diyorlar, rahmetli Gaffar Okkan’ın eşi sizinle konuşmak istiyor. Kadın diyor ki, ‘Kocamın bir vasiyeti vardı, Diyarbakır’ı Birinci Lig’de görmek istiyor’. O gün neredeyse Büyükşehir Belediyesi golleri kendi kalesine attı.

Bahis oyunları da bu tür şaibeli durumlarda çok etkili galiba, değil mi?
Diyarbakır’da her maçta bahis müşterekçiler var. Adam onlarca para yatırıyor. O maçta bahsi müşterek var. Kaleci Şenol’a sor. Futbolcular fazla ses çıkartamıyor. Bahsi müşterekler en yüksek raddeye gelmiş. Bu da şike gibi. Ben yazdım, bir hakemle mahkemelik olduk. Hakem Ankara’da kendi yönettiği maça bahsi müşterek oynamış ya. Adamın elinden hakemliği aldılar. Adam beni mahkemeye verdi.

2004 öncesi şike iddiaları

Beşiktaş’ın şike ve şaibe iddialarlyla kaybettiği şampiyonlukların mazisi 1986/87 sezonuna uzanıyor. Bu sezon Beşiktaş ile Galatasaray arasında süren şampiyonluk yarışında, Beşiktaş öndeyken Malatyaspor deplasmana gitmişti. Bütün hafta boyunca, Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu Ergun Gürsoy‘un, Malatyaspor’lu futbolculara galibiyet karşıllığında birer adet sıfır kilometre Doğan marka otomobil vaadettiği konuşulmuştu. Neticede Malatyaspor Beşiktaş’ı 1-0 yendi. Futbolcular Doğan otomobillerini aldı. İki yıl önce Star’da yaymlanan Telegol programma konuşan dönemin Malatyasporlu futbolcuları, otomobilleri aldıklarını kabul etmişti. O sene Beşiktaş şampiyonluğu Galatasaray’a kaptırdı.

Şike iddialarının ayyuka çıktığı bir başka sezon 1992/93 sezonuydu. Son haftaya puan puana giren Beşiktaş ile Galatasaray’ın rakipleri iki Ankara takımıydı. Beşiktaş, İnönü’de Gençlerbirliği ile karşılaşırken, Galatasaray Ankara’da Ankaragücü ile oynayacaktı. İki şampiyonluk adayı da maçlarını kazanırsa, şampiyonu genel averaj belirleyecekti. Hafta içinde yine Ergun Gürsoy’un ağzından, Gençlerbirliği’nin Beşiktaş’a “yatacağı” ve bol gol yiyeceği söylentileri çıkartılıp dikkatler bu maça çevrildi. Beşiktaş, Recep’in kırmızı kart gördüğü maçı zar zor 3-1 kazanırken, Galatasaray Ankara’da Ankaragücü’nü 8-0 yeniyordu. Yugoslav kaleci Zalad’ın yediği goller saç baş yoldurlacak nitelikteydi. Zalad bu maçın ardından ertesi gün önce bankaya gitti, sonra da Türkiye’den ayrıldı. Bir daha da Türkiye’ye uğramadı.

Ergun Gürsoy uzun yıllar sonra yine Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu. Geçen hafta yine ortalığı kaplayan geçen sezona yönelik şike iddialarlyla ilgili ilginç açıklamalar yaptı Gürsoy ve “Ben Türkiye’de şike olduğuna inanmıyorum. Eğer olsaydı biz bunu geçen sezon Trabzon’da yapardık. Bunu herkesin böyle bilmesi lazım” dedi.


Nokta, Haber Merkezi (2004)
foto/kolaj: habervesaire

Habervesaire | Bu kadar duman ateşi bile boğar
 
ayen doğru samsun sporun beşiktaş karşısın da 4-1 lik yenmesine bile sevinememiştim .. üzücü bi durum ama bütün takımlarda var bu şike.. zamanın da son maçlarda şampiyon belli olacak .. gs-ts fb samsun ...oynuyor .. galatasarayın en az trabzonu 4 farklı yenmesi lazım fenerin de yenilmesi lazım .. ki galata saray şampiyon olsun .. ilk yarı dakika 30 falan samsun öne geçiyor .. fener karşısında galatasaray 4 tane atıyor trabzona :):) ikinci yarı samsun oynamıyor tabi ilk yarıdaki oyunu ve 3-1 yeniliyor .. samsun..... fener şampiyon .. trabzon bu zaman kadar 4 gol yememiş hala unutmam bunu ..
 
katılıyorum.o maç benimde aklımdan çıkmaz hiç... ama şimdi fenerliler hariç herkes ahlak sembolü olmuş..
 
daha ne maç izlerim ne de bakarım bizim lig hikaye ..
 
vah beşiktaşım vah, 3 yıldızı takıp havat atarlar, parayla satılıyor nasılsa alıp taksınlar..
 
Geri
Üst