
Ya parayı getirirsin, ya sen bilirsin noktasında, Bilgili kimilerince Beşiktaşın resmi babası addedilen Alaattin Çakıcıya müracaat ediyor, Çöz nolur şu işi diyor Ve sonuçta, rivayet o ki, en olmayacak kapıyı çalıyor. Bu, aynı zamanda en etkili kapı
Aşağıdaki yazı, Süper Ligde şike iddialarının söz konusu olduğu ancak kısıtlı sayıda soruşturmanın sonuçsuz bırakıldığı ve konu üzerine yazan basın mesuplarının da hiç isim zikretmediği 2003/04 sezonunun ardından, Nokta dergisinin 1-7 Kasım 2004 tarihli nüshasında Haber Merkezi imzasıyla yayınlanmıştır.
***
Futbol camiasında kulaktan kulağa dolaşan bir öyküydü önce; giderek spor basınında kıyısından köşesinden yazılmaya başlandı, derken Sedat Peker operasyonuyla, kelimenin tam anlamıyla patladı; kahramanların isimleri dışında her şey söylendi, gazetelerin birinci sayfalarında, köşe yazılarında dillendirildi. Puzzleın parçaları birer birer ortaya döküldü ama, parçalar birleştirilip resmin bütünü beyan edilmedi.
Puzzleın ilk parçası
Her puzzle gibi, bu da herhangi bir parçadan başlayarak kurulabilir. Biz İnönü stadından, Kartalın kalbinden başlayalım. Süper Ligin -bu süper sıfatı söz konusu öyküyle birlikte iyice ironikleşiyor- ikinci devresinin ilk maçındayız. En yakın takipçisi Fenerbahçeye dokuz puan fark atan Beşiktaş, Samsunspor önünde. Lucescunun talebeleri tanınmayacak halde, nedense burunlarından soluyorlar. Hakem Cem Papila; genç, ismi şaibesiz. Fakat o da biraz asabi gibi. Pekala uyarabileceği, yatıştırabileceği oyunculara nedense Allah affeder, ben affetmem tavrında. Peşpeşe kırmızı kartları çıkarıyor, Beşiktaşın beş oyuncusunu soyunma odasına gönderiyor. Skor 4-1 Kartalın aleyhinde. Ama, siyah-beyazlılar sahada altı kişi kalınca, kurallar gereği 90 dakika tamamlanamıyor ve Beşiktaş hükmen yenik sayılıyor.
O gece ve o hafta ve müteakip haftalarda, Türkiyenin dört bir tarafında bu maç konuşuluyor. Ekranlarda, sayfalarda uzmanlar bulmacayı çözmeye çalışıyor: Beşiktaşlı futbolcular niye o kadar gergindi? Cem Papilanın kartları haklı mıydı? Bir hakem o kadar kolay kırmızı kart gösterebilir mi? Kenar yönetimi tehlikeyi gördüğü halde niye tedbir almadı? Hadi hakem kötüydü, Beşiktaş neden tanınmaz haldeydi? Ligin ilk yarısında tıkır tıkır oynayan takımın yerinde niye yeller esiyordu? Yoksa Beşiktaş üzerinde bir oyun mu oynanıyor?
Haftalar ilerledikçe, Kartal kan ve puan kaybettikçe, Fenerbahçe arayı kapattıkça, bu son soru siyah-beyazlıların gündeminin başköşesine oturmuştu. Beşiktaşlı yazarlar ima üstüne ima yapıyor, sorunun etrafında dolaşıyor, ama dişe dokunur bir iddiada bulunamıyorlardı. Derken Lucescu patladı: Çavuşevsku Romanyasında bile olmayan şeyler oluyor, Meclis soruşturması açılmalı.
Sen misin bunu söyleyen, bir fırsatını bulup Lucescuya haddini bildirmek isteyen Galatasaray ve Fenerbahçe basını veryansın etti, Romen hocaya dört koldan yüklendi. Ama hayati soru açıkta kaldı: Efendiliğiyle tribünlerin gönlünü fetheden Lucescunun kişiliğiyle tezat arzeden bir biçimde feveran etmesinin sebebi neydi? En baştan beri, çingenenin teki diyen zevatın, o söylem içınde buldukları açıklamalar, aklı selim sahiplerini ikna etmekten uzaktı. Gelelim puzzleın ikinci parçasına.
İkinci parça
Onun üzerinde 20 milyon dolar yazıyor. Ne parası olduğu meçhul, kimin parası olduğu konusunda, futbol basınında herkes aynı adresi gösteriyor: Sedat Peker. Söz konusu zatın baba olduğunu bilmeyen yok. Peki Peker, kazandığı onca parayı ne yapıyor? Evet harcıyor, dağıtıyor ve bu arada mülkleniyor. Her işadamı baba değilse de, her baba bir işadamı sonuçta. Peker de, her işadamı gibi yatırım yapıyor; gayrımenkul, menkul, akla ne gelirse. Borsa da onun kalemlerinden biri. Kendisi oynamıyor, işi erbabına, yani spekülatörlere havale ediyor. Ve bu noktada sahneye Serdar Bilgili çıkıyor. Beşiktaşın alışageldiği başkanlardan epey farklı bir portre çizen Bilgilinin becerikli olduğu rivayet edilen işlerden biri de spekülasyon.
Sermaye Piyasası Kurulu, 31 Mart 2003te Bilgili hakkında suç duyurusunda bulunma kararı almış ve borsada işlem yasağı koymuştu. Hal böyleyken, Bilgili fütursuzca borsayla ilgisi olmadığını söylüyordu. Fatih Altaylının köşesinden nakledelim: Serdar Bilgili aradı. ( ) Borsada yıllardır tek bir kağıdım, tek bir işlemim yok. Kimsenin parasına da ihtiyacım yok. Hayal mahsulü şeyler bunlar dedi. Bunları aynen yazayım mı? diye sordum. Yaz lütfen. Artık sıkıldım dedi
Rivayet o ki, Peker, 20 milyon dolarını Bilgiliye pas ediyor, tez zamanda gole çevirsin diye. Golün adı 100 milyon dolar. Gelgelelim, her al da at pası kaleyi bulmuyor, gol olmuyor. Bilgili fena bir ıska geçiyor, 20 milyon dolar buharlaşıyor. Pekerin sağlık olsun diyecek hali yok. Lisan-ı münasiple uyarıyor. Necil Ülgen 12 Ekimde [2004] Fanatikte yayınlanan ve fırtına koparan yazısında, bu sahneyi edebi bir dille şöyle naklediyordu:
Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucundaki sesin, o, insanın vücut kimyasını bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı. Bana tam 100 milyon dolara maloldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin
Yaşanmamış olması gereken bir öykü*
Purosunundan çektiği derin nefesi hızla dışarı doğru üfledi. Plazanın 12inci katındaki odasından dışarı bakarken, esmer yüzü camdan dönen dumanların içinde kısa bir süre kaybolur gibi oldu. Tam 6 saat olmuştu başkanla konuşalı. Hala bir cevap yok. Neler oluyor? diye düşündü.
Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucunda¬ki sesin, o, insanın vücut kimyasım bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı. Bana tam 100 milyon dolara maloldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin.
Sen bilirsin. Dağın kenarında bağırıp, yankılanan sesini dinler gibi beyninde büyüdü, büyüdü.
Borsadaki operasyonu yöneten arkadaşına okkalı bir küfür savurdu yeniden. Bilmeliydi. Evet, o kesin bilmeliydi. Speküle ettikleri kağıtların kime ne yapacağını, onun gibi bir uzman atlamamallıydı. Mafyanın 100 milyon dolarına malolmak.. İçinin titrediğini hissetti yeniden.
Masif gül ağacından yapılma çalışma masasma döndü. Deri koltuğuna oturmaktan son anda vazgeçti. Eğilip diafondan selereterine seslendi.
Bana bir duble daha viski ver. Bir türlü oturamıyordu yerine. Şu başkan da nerede kalmıştı. Böyle bir konuda en büyük rakibin başkanına ricacı olmak yeterince canını sıkıyordu ama ondan başka bu işi çözebilecek kimse de aklına gelmemişti. En azından şu anda sıkılacak bir cam vardı. Mafyaya kaybettirdiği 20 milyon dolara karşılık kendisinden 100 istenmesine de kızıyordu aslında ama bu konuda pek de yapacağı bir şey yoktu.
Mesaj çok net gelmişti. Biz o parayla 100 kazanırdık. Sen de bize 100 vereceksin.
Sabah başkanla konuşurken, Lütfen dedi, Bu işi 20ye bitir. Ondan sonra dile benden ne dilersen. Karşı tarafın isteği de mafya kadar sendeletti onu. Ama ağzından Tamam çıkmıştı bir kere.
Gitti, cep telefonunun çekip çekmediğini bir kere daha kontrol etti. Uzun zamandır Ya arayıp da ulaşamıyorsa psikozuna girmişti. Geçici bir tik gibi 5 dakikada bir cebini kontrol ediyordu. Artık hava kararmak üzereydi. Camın yanma gidip tekrar dışarı baktı. Trafiğin akşam keşmekeşi yeni yeni başlıyordu. Telefondan groove melodisinin tonu gelmeye başladığında yüreği yerinden çıkacakmış gibi oldu. Arayan oydu. Ondan başkası olamazdı, çünkü bu hattı sırf bu iş için alalacele aldırmıştı ve bu numara da ondan başkasında yoktu.
Doğruca Başkan diye açtı telefonunu. Merhabalar dedi karşısındaki ses. Bu aksan oldum olası komiğine gitmişti ama şimdi gülecek hiç hali yoktu. Ne oldu? diye sordu. Tamam dedi. 20ye 20. Teslimatı 3 gün içinde yapacaksınız. Gerisi konuştuğumuz gibi. Bana verdiğin sözü unutma. Tamam dedi kısık bir sesle.
Bütün gün hiç oturamadığı deri koltuğuna adeta çökerken. Tamam anlaştığımız gibi. Telefonu kapattıktan sonra biraz evvel sekreterinin bıraktığı Maccallan dolu bardaktan iri bir yudum çekti. Rahatlamıştı ama şimdi başkana verdiği sözü nasıl tutacağım düşündü. Nasıl yapmalıydı da onca puan farkı kapanmallydı. Akımda bu işi becerebilecek tek bir kişi vardı. Telefonu eline aldı ve numaraları çevirmeye başladı
Yukarıdaki hikayenin gerçekle alakası yoktur. Ya da olmaması gerekir.
*Necil Ülgen, Fanatik, 12.Ekim.2004
Fatih Altaylı, Necil Ülgenin yazısını köşesinde konu edinince, Serdar Bilgili, Altaylıyı arayarak, bahsi geçen kişi¬nin kendisi olmadığını iddia ediyor. Hikayeyi Altaylıdan dinliyoruz: Bilgili, Necil Ülgenin iddiasını yurtdışındayken öğrenmiş. Ülgeni aramış ve Beni tarif ediyorsunuz. Bu iddia doğru değil demiş. Bilgilinin söylediğine göre bunun üzerine Necil Ülgen, Hayır ben sizi kastetmiyorum diye yanıt vermiş. Daha sonra bir toplantı çıkışında gazeteciler bu konuyla ilgili soru sormuşlar. Serdar Bilgili de, Bu iddiada benim hiç adım geçmiyor. Cesareti olan bu iddiayı benim adımla yazar ve mahkemede hesaplaşırız demiş
Beşiktaş camiasını yakından tanıyan bir kaynak ise, Necil Ülgen-Serdar Bilgili diyaloğunu şöyle anlatıyordu: Bilgili, Ülgeni aradı ve yazında beni mi kastediyorsun diye sordu. Ülgen güldü ve şu cevabı verdi: Hayır, Del Bosqueyi kastediyorum
Düşen takımlarla ilgili iddialar
Milliyetin ele geçirdiği telefon görüşmeleri de oldukça çarpıcıydı. Milliyet 23 Ekimde manşetinden Sedat Pekerin adamlarının, küme düşmeme mücadelesi veren takımların yöneticileriyle yaptığı telefon konuşmalarını yayınladı:
Olgun Peker, telefonda konuştuğu bir kişiye Gökselle görüştüm (Samsun kalecisi). Diyarbakıra golü Serkan atacak diyor. Sonuçta Samsun, Diyarbakırı 3-1 yeniyor, ilk golü Serkan atıyor. Rizesporlu Saffetin adının anıldığı konuşmanın ardından Rize, Sebata yeniliyor, Beşiktaşlı Sergen için Vedat Peker evladımız diyor ve Rizenin ölüm kalım maçında Sergen kadroda olduğu halde özellikle forma giymiyor.
14 Mart 2004, saat 12.01. Olgun Peker, X şahısla konuşuyor:
Peker: Samsun - Diyarbakır maçı için Göksel ile görüştüm. Diyarbakıra golü Serkan atacak.
18 Mart 2004, saat 22.18. Olgun Peker ile X şahıs görüşüyor:
Peker: İstediğimiz hakemi tayin ettiremedik. O köyün müftüsü Diyarbakırda Müftü (Hakem Kuddusi Müftüoğlu) olacak.
22 Nisan 2004, 21.34. Olgun Peker ile Zeki Mazlum konuşuyor:
Peker: Diyarbakırspor Başkanı Reisin dostudur. Reis havalimanında iyi bir karşılanma istiyor. Başkanı iyi ağırlayın.
Mazlum: Abi tamam. Merak etme. Rizesporlu Saffet ile bağlantımız var mı? Maçla alakalı görüşmeliyiz.
Peker: (Kızıyor) Onunla konuşuruz. Telefonda bu işleri yapmayın.
10 Mayıs 2004, 13.15. X şahısla Vedat Pekerin telefon görüşmesi:
X: Teşvik primiyle ilgili rahatsızlık duyuyorum. Reisle görüşmek istiyorum. Bursaspor, Beşiktaşa prim yollamış. Sergeni çağıracaksın iş bitecek de, Sergen evladımız değil mi?
Vedat Peker: Hiçbir yere prim yollamayın. Sadece bana para getirin, sorumlusu benim.
Peki, Necil Ülgen bu edebi hikayeyi yazma ihtiyacını niye duymuştu ve nereden ilham almıştı? Ülgenin, Aziz Yıldırımın yakını olduğu biliniyor. Ama bu bilgi, yukarıdaki soruyu açıklamakta yetersiz kalıyor. Yoksa aralarına kara kedi mi girmişti?
Ya parayı getirirsin, ya sen bilirsin noktasında, Bilgili kimilerince Beşiktaşın resmi babası addedilen Alaattin Çakıcıya müracaat ediyor, Çöz nolur şu işi diyor. Çakıcı, zaten dertli olan başına bir de Peker derdi almak istemiyor, o topa girmem diye kestirip atıyor. Bilgili, bir süre zamana oynuyor, çare bulamıyor ve sonuçta, rivayet o ki, en olmayacak kapıyı çalıyor. Bu, aynı zamanda en etkili kapı.
Üçünçü parça
Geliyoruz üçüncü parçaya. Ama önce hafıza tazeleyelim. Sedat Pekerin futbol alemiyle içli dışlılığı biliniyor. O da önce Milli Takım diyor, Süper Ligin süper starlarıyla forma farkı gözetmeden al takke, ver külah ilişkisi kuruyor. Öyle ya da böyle, topçuları kendisine bağlıyor. Gözüne kestirdiğine altın saat hediye ettiği herkesin malumu. İnternet sitesi açıyor, Sergeninden Emresine bütün ası var orada. Halı saha turnuvası düzenliyor, milli starlar koşa koşa gidiyor. Ama Pekerin damarını kesseler sarı-lacivert akıyor. Örneğin -tek bir örnekle yetinelim- hatalı gol yedi diye Fenerbahçe kalecisi Rüştünün bir temiz ıslatılması için talimat veriyor. Rivayet tabii, ama basında Pekerin adamları Rüştüyü dövdü diye haber oluyor. Sağır sultan bile biliyor ki, Fenerbahçe camiasında Pekerin özgül bir ağırlığı var. Bilgilinin çaldığı kapı, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım. Pekere fren yaptırabilecek tek isim o. Yıldırım Başkan değil sadece, süper Başkan. Sahip olduğu güç dillere destan. Yönetim Kurulu üyesi Murat Özaydınlıyı -ünlü hava kuvvetleri komutanı İrfan Özaydınlının torunu- herkesin ortasında çocuk gibi azarlaya biliyor.
Yıldırımla eşdeğer maddi güçteki ikinci başkan Nihat Özdemir, başkan lavaboya gittiğinde kapıda bekliyor, ceketini tutuyor. Ali Şenin bile cepheden saldırıya geçmeye çekindiği bir isim Yıldırım. Yönetimi eleştiren eski futbolcu, yorumcu Engin Verelin kurşunlanması manidar bir hadise olarak yer ediyor spor kamuoyunun hafızasında. Yıldırıma bir suçlama mı? Haşa! Kimbilir hangi kendini bilmezin işi. Ama o işgüzarın bir beklenti içinde olmadığı da kolay kolay iddia edilemez herhalde. Rivayete bakılırsa, Yıldırım, o işi çözerim diyor Bilgiliye, ama, bu size bir şampiyonluğa patlar.
Dördüncü ve son parça
Sıra geldi dördüncü parçaya. Bu parçada rivayet filan yok, nesnel yorumlar var. Süper Ligin ilk yarısının son haftasındaki Çaykur Rizespor-Fenerbahçe maçında hakem Ali Aydın bir kural hatası yapıyor; iki sarı kart gösterdiği Rizesporlu futbolcu Victoriayı oyunda tutuyor. Hadi o bir anlık şuur kaybı, Kolombiyalı oyuncunun hakemi uyarmaması da öyle, peki kenar yönetiminin duruma müdahale etmemesine ne demeli? Fenerbahçeden alınacak bir puan, üstelik düşme hattında son haftaya kadar debelenen bir takım için, altın değerinde değil mi? O kural hatasının maçın tekrarına sebep olacağını, Rizesporlular da bir daha 1-1 lik skoru elde etmelerinin top yuvarlaktıra bile kolay kolay sığmayacağını bilmiyor olabilirler mi? Haydi o da bir şuur kaybı, peki tekrarlanan maçın ligin ikinci yarısının öncesinde oynatılmasına ne demeli? Daha önemlisi, tekrarlanan maçta, Fenerbahçenin yeni transferi Nobreyi oynatabilmesini kim nasıl açıklayabilir? Adı üstünde tekrarlanan maç; ilk maçta forma giymesi mümkün olmayan bir oyuncunun tekrarlanan maçta oynayabilmesi nasıl açıklanabilir?
O günlerde de açıklanamamış, Rizespor Tahkim Kuruluna gideriz tehditleri savurmuş, ama arkası gelmemişti. Ligin son haftasında, Peker soruşturmasının kayıtlarına da aksettiği gibi, Rizesporun düşmekten kurtarılmasının o tekrarlanan maçla bir alakası olup olmadığı futbol kamuoyunun aklına takılan sorulardan biriydi. Cem Papilanın beş kırmızı kart gösterdiği maçtan sonra, dönemin Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuzun, kendisine uzatılan mikrofonlara, Bundan böyle hakemler kimsenin gözünün yaşına bakmayacak demesine rağmen, hiçbir hakemin Papilavari kart kullanmaması, Papilanın da üç büyüklerin maçlarına verilmemesi nasıl izah edilebilirdi?
Ne var ki, faturayı MHKya ve hakemlere çıkarmak kolaycılık olur. Beşiktaşın ligin ikinci yarısında oynadığı futbolun şampiyonluğu hakketmediğini Çarşı Grubu bile kabul eder herhalde. Peki, ilk yarıda fırtına gibi esen Kartala ikinci yarıda ne oldu?
Altın dolu torba
Geçtiğimiz sezon olaylı bir biçimde hakemliği bırakan ve şu anda [2004] Vatan gazetesinde yazı yazan Ali Aydın da liglerde şike yapıldığmı iddia etti ve kendi başma gelen bir olayı anlattı:
Ligde şike var. Bundan 2 yıl önce halen Süper Ligde oynayan bir takımın yöneticisi elinde altın dolu torba ile yanıma geldi. Kulüp başkanlarının beni çok sevdiğini, hediye gönderdiğini söyledi. Almadım. MHKya da söyledim. Ama her hakem aym şeyi yapıyor mu diye sorarsamz, yorum yok derim.
Bu soruya, iyi haber alan kaynaklar ağız birliği etmişcesine aynı karşılığı veriyor. Takımın, devre arasında iyi hazırlanmaması için herşey yapıldı. .. Önceki senede şampiyonluğun başlıca kahramanlarından sayılan Sinan Engin geri hizmete alındı. .. Kulübün maddi durumunun iyiliğiyle övünen yönetim, her nedense futbolcuların alacaklarını aksatmaya başladı. .. Her kaybedilen puandan sonra suç hakemlere atıldı, oyuncular eleştiriden muaf tutuldu Hülasa, takımın demotive olması için ne lazımsa yapıldı. Peki, futbolcular bir şeylerin pişirildiğinin farkında mıydı? Takımı içerden bilenlerin yorumu şöyle: Devre arasında futbolcuların kulağına kar suyu kaçırıldı, bu sene sizi şampiyon yapmayacaklar dendi, durdu. Samsunspor maçındaki gerginliğin başlıca sebebi buydu. Hakemin aleyhte verdiği düşünülen her kararı futbolcular demek gerçekten bir tezgah var diye yorumladı, gerildikçe gerildi. Sonraki maçlarda da, yönetim, kaybedilen puanları hep hakem hatalarına bağlayınca, oyuncular şampiyonluğun masa başında ellerinden alınacağına kani oldular. Ayrıca, her puan kaybından ha¬kemler sorumlu tutulunca, futbolcular eleştiriden, özeleştiriden muaf oldular, kendilerine çeki düzen vermeyi düşünmediler. Sinan Engin faktörünün dev¬reden çıkarılmasının öneırıli sonuçlarından biri de buydu.
Parçalar birleştirildiğinde ortaya çıkan resim ne kadar hakikat, ne kadar rivayet? Bu sorunun cevabı büyük ölçüde Peker soruşturmasında yatıyor. Bu yazı boyunca naklettiklerimiz futbol camiasının içindeki herkesin birbirine anlattıkları, spor basınının da örtülü ifadelerle yazdıkları. Bu kadar dumanın olduğu yerde, ateş olmaması mümkün mü? Kimbilir, belki de mümkün. Bizim durumumuz Fuzulinin ünlü beyiti gibi: Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Peker, mahallenin şık abisi
Şikeyi en cesurca gündeme getirenlerin başmda Sabah yazarı Kazım Kanat geliyor. Kanatla geçen sene yaşananları ve tanık olduklarını konuştuk:
Neler oldu Rizede?
Ben Vedat Pekerle (Sedat Pekerin kardeşi) havaalanında karşılaştım. Konuştuk, kahvaltı yaptık. Onlar zaten Rizespor yönetiminin içindeler. Maç günü AKP milletvekilleri bile Beşiktaş soyunma odasmdaydılar.
Sergen bizim evladımız diyor ses kayıtlarmda Vedat Peker
Çünkü Sergen onun evladı. Sergen Yalçının kafile başkam Haşmet Bedii Kürüm. Sergen Yalçını sahaya çıkartıp oynatamadı. Sergen Yalçın formasını giydi, kramponlarını giydi, oyuna girmedi. Niye oynamıyorsun kardeşim? Uçağa geldim, Serdar Topraktepe vardı, Beşiktaş takımma yakışıyor mu dedim. 50 tane silahlı adam vardı soyunma odasında. Geldiler, Bir şeye ihtiyacımız var mı dediler, ama hepsinin belinde silah var. Ne yapalım dedi Serdar Topraktepe.
Sergen neden oynamadı?
Hatırlı abisi var. Oyunculara rica edildi, Rizespor küme düşmesin diye. Orada çirkin olan şu: Sergen neden oyuna girmedi? Ben yazdım şikeyi Sergene sorun diye. Takım kaptanı Sergen. Takımın menajeri Sinan Engin nerede? Avrupaya futbolcu bakmaya gidiyorum dedi, kaçtı gitti.
Olgun Peker, Haşmet diye birisiyle konuşuyor kayıtlara göre. O kim?
Haşmet Bedii Kürüm o. Ben ona da sordum, yakıştı mı, Sergeni oynatamadın dedim. Oynamadı, bağırdı çağırdı. Lucescu bağırdı, Sergen oynamıyorum dedi diye anlattı bana Haşmet Kürüm.
Sedat Pekerin konumu ne sizce bu olaylarda tam olarak?
Sedat Peker abilik yaptı. Gözlemim o. Mahallenin şık abisi. Rizespora kol kanat germesi gerekiyordu. Beşiktaş son hafta neden Akçaabata bıraktı maçı. Bir disiplinsizlik. Beşiktaş ruhu yitirilmiştir.
İddialar iki boyutlu; bir kısmı küme düşmeyle ilgili İkinci iddia olarak bir de Beşik¬taştan şampiyonluk çalındı denildi. Nedir işin aslı?
Ben yazdım. Beşiktaş şampiyon olur demiyorum, Beşiktaş şampiyon oldu. Ama Merkez Hakem Komitesi buna izin vermeyecek. Zaten izin vermezse de Türkiyede futbolun bittiği o gün belgelenecek dedim. O hafta içinde Aziz Yıldırım dedi ki, 17 maçın 17sini de alacağız ve şampiyon olacağız. Kulüp başkanı olarak bunu demesi güzel bir şeydir, ama kesinlikle şampiyon olacağız demesi, Beşiktaş şampiyon olamayacak anlamma gelir. Bunu nereden biliyorsun? Bir sene öncesine dön, Diyarbakır-Elazığ maçı oynanıyor. O maçta slalom yapar gibi bir gol atıldı. O maçı kim yönetiyor? Ali Aydın. Ali Aydın o maçtan sonra yılın hakemi seçildi.
Ata Aksu Futbol Federasyonu İkinci Başkan o dönem. Diyarbakırdaki maçları hatırlayın; Altay maçı olsun, Konya maçı olsun, sonra ligin son maçı. Devlet televizyonu Altay maçını yaymlayamadı. Nedir bu skandal dedim. Milli Güvenlik Kurulundan 8 imzalı kırmızı mektup var. Diyarbakır birinci lige çıkacak diye dedi. İstanbulda Büyükşehir Belediye ile Diyarbakır final oynuyor. Bu maçı yenerse, Diyarbakır birinci lige çıkacak. Gece yarısı saat 24.00te rahmetli Gaffarın (Okkan) eşi geliyor. Büyükşehir Belediyenin futbolcuları uyandırılıyor. Bu diyorlar, rahmetli Gaffar Okkanın eşi sizinle konuşmak istiyor. Kadın diyor ki, Kocamın bir vasiyeti vardı, Diyarbakırı Birinci Ligde görmek istiyor. O gün neredeyse Büyükşehir Belediyesi golleri kendi kalesine attı.
Bahis oyunları da bu tür şaibeli durumlarda çok etkili galiba, değil mi?
Diyarbakırda her maçta bahis müşterekçiler var. Adam onlarca para yatırıyor. O maçta bahsi müşterek var. Kaleci Şenola sor. Futbolcular fazla ses çıkartamıyor. Bahsi müşterekler en yüksek raddeye gelmiş. Bu da şike gibi. Ben yazdım, bir hakemle mahkemelik olduk. Hakem Ankarada kendi yönettiği maça bahsi müşterek oynamış ya. Adamın elinden hakemliği aldılar. Adam beni mahkemeye verdi.
2004 öncesi şike iddiaları
Beşiktaşın şike ve şaibe iddialarlyla kaybettiği şampiyonlukların mazisi 1986/87 sezonuna uzanıyor. Bu sezon Beşiktaş ile Galatasaray arasında süren şampiyonluk yarışında, Beşiktaş öndeyken Malatyaspor deplasmana gitmişti. Bütün hafta boyunca, Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu Ergun Gürsoyun, Malatyasporlu futbolculara galibiyet karşıllığında birer adet sıfır kilometre Doğan marka otomobil vaadettiği konuşulmuştu. Neticede Malatyaspor Beşiktaşı 1-0 yendi. Futbolcular Doğan otomobillerini aldı. İki yıl önce Starda yaymlanan Telegol programma konuşan dönemin Malatyasporlu futbolcuları, otomobilleri aldıklarını kabul etmişti. O sene Beşiktaş şampiyonluğu Galatasaraya kaptırdı.
Şike iddialarının ayyuka çıktığı bir başka sezon 1992/93 sezonuydu. Son haftaya puan puana giren Beşiktaş ile Galatasarayın rakipleri iki Ankara takımıydı. Beşiktaş, İnönüde Gençlerbirliği ile karşılaşırken, Galatasaray Ankarada Ankaragücü ile oynayacaktı. İki şampiyonluk adayı da maçlarını kazanırsa, şampiyonu genel averaj belirleyecekti. Hafta içinde yine Ergun Gürsoyun ağzından, Gençlerbirliğinin Beşiktaşa yatacağı ve bol gol yiyeceği söylentileri çıkartılıp dikkatler bu maça çevrildi. Beşiktaş, Recepin kırmızı kart gördüğü maçı zar zor 3-1 kazanırken, Galatasaray Ankarada Ankaragücünü 8-0 yeniyordu. Yugoslav kaleci Zaladın yediği goller saç baş yoldurlacak nitelikteydi. Zalad bu maçın ardından ertesi gün önce bankaya gitti, sonra da Türkiyeden ayrıldı. Bir daha da Türkiyeye uğramadı.
Ergun Gürsoy uzun yıllar sonra yine Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu. Geçen hafta yine ortalığı kaplayan geçen sezona yönelik şike iddialarlyla ilgili ilginç açıklamalar yaptı Gürsoy ve Ben Türkiyede şike olduğuna inanmıyorum. Eğer olsaydı biz bunu geçen sezon Trabzonda yapardık. Bunu herkesin böyle bilmesi lazım dedi.
Nokta, Haber Merkezi (2004)
foto/kolaj: habervesaire
Habervesaire | Bu kadar duman ateÅi bile boÄar
foto/kolaj: habervesaire
Habervesaire | Bu kadar duman ateÅi bile boÄar