asabi
New member
- Katılım
- 7 Ocak 2006
- Mesajlar
- 82
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Bu, ilmin kapisi Hz. Ali idiBir gonul esintisi halinde, Faruk Secilmis tarafindan yazilip gonderilen mektuplardan bazi bolumleri sizlere takdim etmek istiyorum:
Latin Amerika’ya gitmis egitim gonullusu bir adanmis ruhun mujde dolu bir ruyasi var: Muthis bir kalabaligin ortasinda bir cenaze duruyor. Aman Allah’im bu ne heybet, bu ne ihtisam!.. Herkes hayret ve saskinlik icinde onu seyretmekte... Kalabaligin icinde “Bu cenaze niye boyle? Neden bu kadar buyuk?” diye sorular dolasmakta. Meseleyi idrâk edenlerden birisi cevap veriyor: “O cok sevgili bir kul... Ilmine ve mânevî mertebesine isâreten ve uygun olarak boyle buyuk bir vucuda sahip...”
Herkes merakta... Fakat merakinin tahrikiyle birisi daha yakindan gormek icin yanina yaklasmak istiyor. Bunun uzerine bu buyuk zât, kendisi ayaga kalkiyor... Demek ki, kimsenin kendisine dokunmasini istemiyor... Zaten ondaki heybetten, hic kimse yakinina sokulamiyor.
Ayaga kalkip, o nurânî cehresiyle, hayranlik ve sevgiyle kendisine bakanlara: “Ben, Hz. Ali’yim... Ilmimden dolayi boyle buyuk bir bedenim var. Allah’in izniyle size yardim etmek icin sizin icinize geldim. Sizler ne kadar da cok karistiriyorsunuz bir seyleri... Duzeltmek de Allah’in izniyle bana dusuyor... Ben sizlerin buradaki yardimcinizim...” diyor.
“Buradaki” yani Latin Amerika’daki...
* * *
20 Ocak 2006 gunu, “Recoleta” mevkiinde, “Demokrasinin 20. Yili” isimli bir program duzenleniyor. Her irktan, her dinden, her ulkeden insan kendi muzikleriyle bu programa katiliyor... Adanmis ruhlar “Biz de katilmak istiyoruz.” diye muracaat ediyorlar ve kabul ediliyorlar... Programda bizimkileri en sona yerlestirmisler.
Herkes o gun kendi kulturu ve kendi muzigiyle sira ile o buyuk meydana geliyordu. O muthis kalabalik ortasinda, buyuk bir gurultu atmosferinde kendilerini ifade etmeye calisiyordu. Evet o buyuk sahneden herkes kendi inancini haykiriyordu...
Sira bizimkilere geldi... Sahnede yer alislari bir yildiz solenini andiriyordu... Sanki semâdan simâlarina meleklerin tebessumu dusmustu... Belli ki, kudsîler tarafindan sirtlari sivazlanmisti...
Onlarin enstrumanlari, besteleri, gufteleri cok farkliydi...
Kelâmlarina, Kelâm-i Kadîm Kelâmullah ile basladilar. Butun sesler kesilmisti... Herkes bu yeni, bu taze sese kulak veriyordu. Evet sesler ve nefesler kesilerek Ezelî Hitap dinleniyordu...
Bizimkiler ikinci fasil olarak salâtu selama basladilar. Bu da lâhûtî âlemlerin gonulleri hos eden ugultusu gibi dinlendi... Dinleyiciler de salâtu selamda ismi gecen Zât’a (a.s.) selâm durmus gibi dikkatliydiler...
Ucuncu fasilda ise, Hz. Bilâl-i Habesî (r.a.) kesilmis bir gonul eri Ezan-i Muhammedî okumaya baslamisti... Herkes, belki de “Kâlû Belâ”dan hatirladiklari bu sesin câzibesine kapilmis vaziyette idi...
Hicbir gruba yapilmayan bir teklifle o devâsa topluluk bizim mutevazilerden, ayni programi bir daha tekrarlamalarini istediler!..
* * *
Bir ruya gibi solen biterken adanmislara; “Siz kimsiniz? Ne okudunuz? Bir daha goruselim ne olur?” diyordu oradaki insanlar...
Dunyanin her tarafinda yasanan bu guzellikler insaallah artarak devam eder ve herkes uzerine duseni yapmaya calisir.
.............
Bu ruya on sene once gorulmustu
Faruk Secilmis’in Latin Amerika’dan gonderdigi uzun mektuptan secmelere devam ediyoruz:
Idrâk ettigimiz nisan ayinda buralardan bir Kutlu Dogum hatirasi aktarmaya calisacagim.
Salona gecerken iste icimizden gecenler:
Binlerce gul demetiyle geliyoruz ya Resulullah Gul’den semtine... Icimizde bir nesve var. Yillarca once cihana dogdugun gibi sanki gonullerimize dogacaksin. Demek ki, yâ Resûlullah sensiz gecen her gun, seni bize daha da ozletmis...
Biz daha once Anadolu’muzda Kutlu Dogum’larda bir araya geldik. Seni anlamak, Seni sevmek, Sana selam durmak, Senin icin aglamak icindi bunlar. Sen bizim ve kainatin guluydun. Seni sevdigimiz gibi gulleri de sevdik. Onlari sevdiklerimize Senin hatiran olarak verdik...
Ama artik burasi bir Latin Amerika ulkesi... Burada da insanlar Seni tanisin... Evet istiyoruz ki, herkes Seni yanlis tanimasin... Bazi ulkelerdeki bedbahtlar gibi yanlis girdabina batip da Senin hakkinda yanlis seyler yazmasinlar ve yanlis karikaturler cizmesinler diye Seni bir nebze olsun bazi guzelliklerinle ortaya koymak istiyorduk.
Onun icin programa gelen insanlari gullerle karsiliyorduk. Lisan-i hâlimizle, “Yâ Rabbi, ellerine verilen gullerin hatirina, Gullerin Efendisi’ni de gonullere sevdir...” diyorduk...
Davete icabet edenler o kadar coktu ki, salon bu kalabaligi kaldirmakta zorlaniyordu.
Konusmacilarin icinde Yahudi, Hiristiyan, Budist olanlar da vardi. Her konusmaci yâ Resulullah konusmasini, Senin adin ve Senin guzel vasiflarinla susluyordu. Dillerde tek Sen vardin...
Dikkati ceken husus, Senden bahsedenlerin kaynagi hep “Sonsuz Nur” idi...
Sen konusulunca buralarin havasi ne kadar da degismisti... Evet sohbette insibag vardi. Yani herkes ayni renge boyaniyor ve ayni havaya giriyordu. Simdi burada gul rengi ve gul kokusu hâkim olmaya basladi...
* * *
Programin sonundaki surprize gelince...
Kizlarinin ellerinden tutarak bir aile geldi... “Biz, kizimiza on senedir bir din ariyorduk... Cunku kizimiz on sene once gordugu bir ruyanin tesiriyle kalbini dolduracak bir imanin pesindeydi. Hep arayis icindeydi. Ama bugun buraya gelince ‘Evet, benim on sene once gordugum ruya iste bu programdi!.. Aynen oyle... Demek ben Hz. Muhammed’i ariyormusum!.. Ben aradigimi buldum!..’ dedi.” diyerek durumlarini arz ettiler...
Iste bu sahneye Turkiye’den bu programa katilmis olan bazi universite ogretim uyelerimiz ve bazi parlamenterlerimiz de sâhit oldular.
Yâ Resulullah, Sen gelmezsen, kis bastirir... Baharda gul tohumlarinin uyanip gulumsemesi icin gel... Mucrim de olsak hic olmazsa bir basimizi oksa...
Âlem-i menamda, senin ilim sehrînin kapisi Hz. Ali, o ulu heybet ve ihtisami ile tezâhur etti ya... Artik gam yemeyiz.
22.05.2006 - Abdullah AYMAZ