Birinci Tehdit ABD'dir

Vtnsvr

New member
Birinci Tehdit ABD'dir

Arslan Bulut- Yeniçağ Gazetesi


Emekli Amiral Ilker Guven'in makalesinden ABD Kongresi'nin 100 yil onceki Turkiye'yi Hiristiyan eyaletlere ayirmak projesinden bahsetmistik.

Dikkatli okurlarimiz, bu eyaletlerin isimlerini Paflagonya projesi ile ilgili incelemelerimizden hatirlayacaktir.

2001 yilinda Italyanlarin "Veneto'dan Bati Karadeniz Bolgesi'ne" sloganli bisiklet gezisinin arkasindan, kuresellesmenin

"yerel yonetimlere otonomi vermek ve milli hukumetin fonksiyonlarini yerel duzeyde merkezi olmaktan cikarmak"

projesi cikmisti.

Bu proje, Tayyip Erdogan'a CFR tarafindan AKP kurulurken gonderilen memorandumda ortaya konulmustu.

"Koklere Donus Projesi" dosyasi ile birlikte Bartin'da dagitilan haritaya gore sehir devletlerinden olusacak federe devletlerin adlari soyleydi:

Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya.

Goruldugu gibi haritada Kurtlerin adi bile gecmiyor! Demek ki Kurtleri, iste bu harita icin kullanmak istiyorlar!

* * *

Meselenin bir diger onemli tarafi, Kongre'nin Turkiye'yi parcalama projesine bahane olarak kullandigi gerekcelerdir:

* "1891 yilinda Maras'ta bulunan Hiristiyan okulunun yikilmasi ile devam eden Hiristiyan mulklerine verilen zararlar.

* Maras ve bolgede bulunan Hiristiyan-Ermenilerin can ve mal guvenliginin bulunmadigi
iddialari.

* Hiristiyanlarin ulkede can guvenliginin bulunmamasi, ulkedeki mallarina sahip cikamamalari, ulkeye giris ve cikista sorun yasamalari.

* Ermenilerin ozellikle Rusya'ya yakin olan bolgede politik, dini, kulturel ve her konuda ozgur ve ozerk yasama istekleri.

* Amerikan vatandaslarinin Osmanli Imparatorlugunda insanlik disi davranislara muhatap olduklari iddialari.

* Amerikan okullari ve bu okullardaki Amerikan (Hiristiyan) vatandaslarinin guvenlik ihtiyaclari.

* Amerika'nin Hiristiyan birligini toparlayabilecek gucte olusu, bu gucle beraber Muslumanligin yarattigi yikimlari sonlandirma istegi. Muslumanlarin dinlerinin ogrettigi cagdas olmayan yonetim seklinin degistirilerek, insan haklarina sayginin saglanmasi.."

* * *

Guven diyor ki,

* "100 yil once ileri surulen iddialara bakildiginda 11 Eylul New York Ikiz Kuleler saldirisi sonrasi ABD Baskani Bush'un agzindan kacirdigi Hacli Seferleri stratejisi ile tam bir uyum icinde olduklari gorulmektedir.

* Bush yonetimi, bugun terorist olarak ilan ettigi PKK teror orgutunu illegal yollardan besliyor, himaye ediyor ve siyasal olarak da destekliyor! PPK teroru de en basta ABD destegi sayesinde Turkiye'de masum insanlarin canlarini almaya devam ediyor.

* Yine Bush yonetimi, Kuzey Irak'ta barinan PKK teror orgutune karsi operasyon yapmak isteyen Turk Silahli Kuvvetlerinin karsisina dikiliyor ve hatta tehdit ediyor. Bir de yetmiyormus gibi Turk askerlerinin basina cuval gecirip ozur dahi dilemiyor.

* Yine Bush yonetimi, Kuzey Irak'ta ustlenen PKK teror orgutune silah veriyor. Bu silahlar Turkiye'de yakalanan teroristlerin uzerinden cikmasina ragmen yonetimin haberi yokmus, nasil intikal ettigini bilmiyormus gibi takiyeden de kacinmiyor."

Demek ki Turkiye icin birinci tehdit ABD'dir!

Bienal, Mersin, ABD ve Kuklaları

Kamil Pınarcı

Vietnam Savaşının nerede ise sembolü haline gelmiş bir fotoğraf hafızalarımıza kazınmıştır.

ABD işgaline karşı direnen Vietnam kurtuluş savaşçısı bir kişi sokakta ABD’nin hizmetinde bir kukla Güney Vietnamlı general tarafından vurulur. Kanunsuz, mahkemesiz tam bu el tabancası ile vuruluş anını gösteren fotoğraf nerede ise ABD’nin kanun tanımazlığını ve kuklaların zalimliğini gösteren, sembolleştiren tarihi belge haline gelmiştir.

Amerikan halkı da kendilerine yutturulmak istenen demokrasi (!) ve barış (!) için mücadeleye inançlarını yitirirler ve savaşın sonu gelir. Tarih göstermiştir ki her zaman kuklalar efendilerinden daha zalim ve görgüsüzdür.
İstanbul Bienalinin bir bölümü Mersine geldi. Ağırlıkla ABD’li sanatçılar vardı. Hatta aralarında bazılarının Irak savasına karşı çıktığı gazetelerde yayınlandı.

Temel konu savaş ve barış çağında iyimserlik, Mersinde ise yerellikler ve daha ziyade şehirleşme üzerine idi. Toplantıda İstanbul ABD konsolosluğunun kültür ve sanat konularında temsilcisi bir kişi de vardı.

Sonunda soru ve cevaplara geçildi. Ben daha önce böyle kültürel çalışmalara ABD elçiliğinin ilgisinin az olduğunu son zamanlarda ağırlıkla savaş konularında iştigal eden elçilikte bir politika değişikliği mi olduğunu sordum.
Şunu eklemekte de fayda var: Gerçekten son zamanlarda İran ve Suriye’ye ABD ve İsrail tarafından bir saldırının hazırlıkları söylentileri dolaşırken ABD elçiliğinde artan bir toplumsal faaliyetlerin artışı dikkate değerdi.
İstanbul Bienallinden gelen konuşmacıların hepsi Amerikalı idi. Sadece panel idarecileri Türk idi.

İşin acayip ve kabul edilemez tarafı, Amerikalı konuşmacıların sorumu normal görmelerine karşı ve cevaplamaya hazır olduklarını bildirdikleri zaman, orada bulunan panelist Veli Mert çok büyük tepki gösterdi adeta beni sansürlemeye kalktı. Savaş ve işgal çağında kraldan kralcı olmanın bazı avantajları vardır elbette.

Amerikalıların olağan karşıladıkları bir soruyu sansürlemeye kalkmak bir gerçek sanatçıya yakışmaz.

Göklere çıkartılan bienalden kalan anılar ise, uçak penceresinden çekilmiş kötü, net olamayan fotoğraflar, Meksika fakirlerinin ABD’den taşıdıkları eski Amerikan evi artıkları idi. Ana konu ile de pek alakaları yoktu bunların.

Modern sanatın bencil, züppe ve fetiş hezeyanından başka bir şeyde değildi.
Ertesi gün panel Nevit Kodallı salonunda devam etti.

Nitekim panel yöneticisi, Celal Soycan panelin olduğu gün Türkiye’nin tarihte en karanlık günlerinden birisini yaşadığını, 12 Eylülde çok sayıda sanatçı, yazar ve bilim adamının tutuklandığını, işinden atıldığını, işkence gördüğünü onurlu bir şekilde anlattı.

Bir şeyi eksik bıraktı.

O günler, Ankara ABD büyükelçiliğinde çalışan CIA bölge şefi Paul Henze telefonla merkezi arayarak, “Bizim oğlanlar işi başardılar” demişti.
Irak ta yalan üzerine kurulu bir işgalde soykırıma yakın 650 kişinin ölümümden sonra barış ve kültür ninnileri dinlemek, bir Türk işgüzar tarafından sansürlemek, güzel bir şey değil tabii.

Biz başka ortamlarda da karşıya gelip gelip hesap soracağız tabii.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bölgemizde savaş çığırtkanlığının devamlı yapıldığı, Mersin Limani, İncirlik ve Hatay’ın stratejik önem kazandığı ve bu yıkım ateşinin bölgeyi orman yangını gibi sarmasının önüne geçme mücadelesini kimseye bırakmayacağız.
İstanbul işgal altında iken, Anadolu insanı, kan ve ateş altında ölüm kalım mücadelesini verirken, İstanbul’da işgalci İngiliz zabitlerine parti verip kızlarını tanıştıran modern (!) Entel (!) işbirlikçi bir zümre vardı.

İşgal İstanbul’unu ve işbirlikçilerin haysiyetsiz dünyasını Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanlarında çok güzel aktarmıştır.

Bunlar kurtuluştan sonra cezalarını çekmişlerdir.

Tarihteki yerleri de tarihin çöp tenekesidir. Hiç kimse, Ecevit dâhil, hiç kimse onları oradan çıkaramamıştır.
 

sedapinar

New member
Son iki yüzyıl boyunca yeryüzünde bir küresel dünya hakimiyeti mücadelesi, gizli veya açık olarak, durmaksızın süregelmektedir. 20nci yüzyılın ilk yıllarında; bu mücadele içine giren devletlerden, İngiltere ve Almanya, Dünya liderliğinden vazgeçmiş ve tarihten gereken dersleri almışlardır. Ancak, bugün bu oyun, tarih sahnesine süper güç olarak çıkan ABD tarafından oynanmaktadır. Sadece, tek bir farkla, bu oyunda, hem silahlı, hem de silahsız işgal güçleri kullanılmaktadır.

Silahlı işgal boyutunda, Amerika-İngiltere-İsrail orduları ile beraber, NATO ve işbirlikçi ülke orduları; silahsız işgal boyutunda ise yerel, bölgesel ve küresel ölçekte örgütlenen legal, yarı legal Sivil Toplum Örgütleri, Sivil Toplum Kuruluşları, Etnik Kökenli Örgütler, Radikal Dini Örgütler, Masonik ve Premasonik Örgütler, Çok Uluslu Şirketler, İşbirlikçi Sermaye, Medya ve Terör örgütleri kullanılmaktadır. Tüm dünya, bu işgal güçlerince ‘’örümcek ağı’’ gibi sarmalanmış, ‘’Tek Dünya Devleti’’ne doğru koşar adım yaklaşılmakta, özellikle 11 Eylül 2001’den bu yana askeri yöntemlere ağırlık verilmektedir.

ABD tarafından açıklanan ‘’Amerikan Yeni Yüzyıl Projesi, Haydut Devletler Stratejisi ve Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’’ senaryoları, bir arada değerlendirildiğinde, dünyada yaşanan kaos ortamının gerçek amacı ortaya çıkacaktır. ABD Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın ifade ettiği gibi, 21nci yüzyılda dünyada iki zıt gelişme bir arada yaşanacaktır. “Bir tarafta bölünmeler, diğer tarafta, giderek artan küreselleşme...’’

Bu senaryolar, dünya hakimiyetinin ele geçirilmesi yolunda ‘’Evrensel Devlet, Evrensel Parlamento ve Evrensel Ordu’’ kurma uğrunda; emperyalist devletler liderliğinde bütünleşmeyi, diğer devletler boyutunda parçalanmayı öngörmektedir. Nitekim, SSCB ve Yugoslavya’nın parçalanması, ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali gibi gelişmeler, bu amaç doğrultusunda atılan adımlardır.

ABD, kısmen teolojik yaklaşımla, haydut Devletler olarak belirlediği ülkeleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır ki; birinci grupta Irak, Suriye, İran ve Kuzey Kore, ikinci grubun başında ise Türkiye bulunmaktadır. ABD’nin stratejik ve jeopolitik hedeflerine ulaşması için de, bu hedeflerin ele geçirilmesi şarttır.

Henry Kissenger, Zbigniew Brzesinski, Samuel P. Huntington, Françis Fukuyama, Graham Fuller, Bernard Lewis, Alvin Toffler tarafından ileri sürülen ve ’’Yeni Dünya Düzeni’nin Hakimiyet Teorileri’’ olarak adlandırılan bu fikirler; özetle şu adımlardan oluşmaktadır;

Stratejik Bölge ve Kaynakların Ele Geçirilmesi (Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya),

Birleşik Devletlerin Kurulması,

Ulus Devletlerin Yok Edilmesi,

Etnik Kökene Dayalı Mikro Devletlerin Kurulması,

Demokratikleştirme ve Liberalleştirme (Yönetim Sistemlerin Değiştirilmesi),

Tek Dünya Pazarının Oluşturulması

Küresel İmparatorluğun Kurulması.

Belirlenen hedeflerin ele geçirilmesi için stratejik kaynaklar ve stratejik bölgelerin ele geçirilmesi şarttır. Stratejik kaynaklar ve stratejik bölgeler; ‘’Bermuda Şeytan Üçgeni’’ olarak adlandırılan ’’Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar’’ coğrafyasıdır. Bu bölgenin tam ortasında da Türkiye Cumhuriyeti bulunmaktadır. Bu nedenle; kurulması planlanan Yeni Dünya Düzeni’nin ‘karargahı''Türkiye’dir.

Bu kapsamda; ABD, 2001 yılında Afganistan ve 2003 yılında Irak’ı işgal ederek, Suudi yönetimi üzerindeki gücünü daha da pekiştirerek, Azerbaycan ve Türkiye üzerindeki üslerin daha rahat kullanılmasına yönelik politik ataklar yaparak, Karadeniz egemenlik haklarına ilişkin yeni talepleri gündeme getirerek, Montreux’u delmeye, boğazlar üzerinde daha fazla söz sahibi olmaya yönelik girişimlerde bulunmuş ve İran’a karşı yeni bir strateji geliştirmiştir. ABD’nin İran’a müdahale etme düşüncesinin temellerinde; Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarına sahip olma isteğinin yanı sıra, Küresel Güçlerden Çin’in enerji kaynak ve yollarını, yani can damarlarını kesme isteği yatmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’ de, Ortadoğu Birleşik Devletleri (Büyük İsrail Devletini)’ni kurulmasına ve Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin parçalanmasına yöneliktir. ABD’li Dil Bilimci Noam Chomsky ‘’Ortadoğu’da ki Ulusallık ve Ulusal Kimlik yok edilmeli bunun içinde Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır, böylece bölgede batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sitemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir asla hoş görülemez.’’ diyerek, ulus devletlerin küresel emperyalizm karşısında bir tehdit olduğunu açıkça belirtmiştir. Dahası, bu projede Türkiye’ye verilecek görevi de işaret etmiştir: Ilımlı İslam ve Yeni Osmanlıcılık.

Küresel İmparatorluk önündeki en önemli engel Ortadoğu bölgesidir. Bu nedenle; Ortadoğu bölgesinin ele geçirilmesine ağırlık verilmiş ve Ortadoğu coğrafyası yeniden düzenlenmeye başlanmıştır. Ortadoğu’daki savaşlar her ne kadar; liberal uygarlığı tehdit eden Arap ve Müslüman dünyasına demokrasiyi götürme, tarihsel nedenlerle Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi ve liberalleştirilmesi olarak yutturulsa da, gerçek, bu bölge kaynaklarının ele geçirilerek Çok Uluslu Şirketler için yeni pazarlar yaratılmasıdır.

Bu senaryoların gerçekleşmesi önündeki en büyük engellerden İran, bugün tam anlamıyla bir emperyalist kıskaca alınmıştır. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri ve işbirlikçileri, İran’ın asla bir Irak olmadığı ve askeri işgal yolu ile kolayca ele geçirilemeyeceğini, üstelik Rusya ve Çin’in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, İran’a karşı askeri bir müdahaleyi asla onaylamayacağını çok iyi bilmektedirler.

İran’ın kıskaca alınmasının sadece jeopolitik yönü yoktur. ABD, Irak’taki başarısızlığını, Şii-Sunni çatışmasına da bağlamaktadır. Dahası, Şii kuşatmasının, Irak’ı çepeçevre sardığı inancı yatmaktadır. İran’ın kendisine ve İsrail’e karşı büyük bir Şii karşı cephesi yaratmakta olduğunun farkına varmıştır; bu nedenle muhtemeldir ki, Suriye’yi bırakıp öncelikle bu ülkeye yönelmiştir. ABD’ye karşı Şii cephesi günden güne büyümekte ve Çevre ülkelerden de güç bulmaktadır.

Diğer taraftan; Ayetullah veya dini bir lider olmasa da, Şii liderlerin arasında radikal duruşu ve her geçen gün artan popülaritesi ile Irak’ta geniş kitleleri peşinden sürüklemeye başlayan Muktada Sadr, ABD’ye karşı bayrak açan Şiilerin başında gelmektedir. Sadece Irak’ta gerçekleştirilebilecek bir Sünni-Şii gerginliğinin Irak’ın parçalanmasını kolaylaştırabileceği düşünülebilirse de, büyüyerek Ortadoğu’da, ABD karşıtı bir Şii platformuna dönüşmesi ABD’nin en büyük kabuslarından birisidir. Çünkü bugün İran’da %93, Irak’da %62,5, Kuveyt’te %30, Pakistan’da %20, Lübnan’da %41 Afganistan’da %15 Şii nüfus bulunmaktadır. Yoksa İran’ın nükleer teknolojiyi uzunca bir süredir işlemeye çalıştığı başta ABD olmak üzere tüm dünyada bilinmekte iken son zamanlarda ABD’nin hedef tahtasına yerleştirilmesi tesadüf değildir.

Tarihten bu yana uyguladıkları gibi, maşa dururken ellerini ateşe uzatmamayı tercih eden Amerikan stratejistleri; bu kez maşa olarak kullanmak üzere muhtemeldir ki, İran çevresinde ve İran politikalarını düşmanca veya saldırganca olarak algılayabilecek tüm ABD uydularını harekete geçirmeye çalışacaklardır. Bu ülkelerin İran’ı bir tehdit olarak algılamaları öncelikle Çok Uluslu Şirketlerin maddi desteği ile palazlanan sivil toplum örgütleri aracılığı ve desteği ile gerçekleştirilmektedir.

Bu uydu ülkeler arasında kuşkusuzdur ki artık tüm dünya gözüyle ABD.nin yarı sömürgesi olarak kabul edilen Türkiye de bulunmaktadır. Öncelikle İran’a yapılacak; kesin sonuçlu savaş için Türk ordusu kullanılmak istenecektir. ABD, böyle bir müdahale için gerekli olan Kara ordusundan mahrum olduğu için, muhtemel bir saldırı için şu senaryolardan bir tanesinin kaçınılmaz olduğunu varsayabiliriz:

Birincisi: Türkiye ve ABD’nin ortak harekatı:

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde; Türkiye-İran çatışması kaçınılmazdır. Böyle bir harekatta; Türkiye, Azeri Türklerle de çatışmak zorunda kalacak; Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim zamanında olduğu gibi kardeş kanı dökülecektir. Bu çatışma; tüm Müslüman ülkelerin, Türkiye’ye düşmanlık beslemelerine neden olacak ve dolayısıyla Türkiye’deki terör eylemleri son derece artacaktır .

İkincisi: ABD’nin İran’a yapacağı müdahaleye, Türkiye’nin katılmaması:

Türkiye, İran’a yönelik ABD taleplerini yerine getirmediği takdirde; Türkiye’nin parçalanması İran ile eş zamanlı başlatılacaktır. Bu planın zaten uygulanabilirliği test edilmiş kamuoyunun nabzı ölçülmüştür. Bu kapsamda; PKK konusunda bir türlü ABD ile uzlaşmaya varılamaz ve muhatap olarak (hesapta) Irak hükümeti gösterilirken, bir süredir Türk ordusunun Kerkük Musul bölgesine operasyon düzenlemesi dillendirilmeye çalışılmakta, Türkiye adım adım Irak bataklığına doğru çekilmektedir.

Bu muhtemel senaryo da, Kerkük-Musul ve Güneydoğu’da eş zamanlı Türk-Kürt çatışması başlatılacak ve Türk Ordusu Ortadoğu cehenneminde, bir çok cephede savaşmak zorunda bırakılacaktır. Irak içlerine ilerlemek zorunda bırakılıp çatışma içine sokulan Türk ordusu, Güneydoğu Anadolu’da başlatılacak bir Kürt ayaklanmasına müdahale edemeyecek, olası bir Türk-Kürt çatışmasının sonunda uzun dönemde Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi hatta asker göndermesi sağlanacak, bu arada ABD, hem Türkiye deki hem Pakistan, Suudi Arabistan, Azerbaycan’daki üstleriyle ve Irak cephesinden de kaydıracağı birliklerle rahatça hava harekatına girişebilecek, iki hedefi aynı anda yok etmiş olacaktır.

Üçüncü senaryo: Türkiye’nin yarı tarafsız kalması

ABD bu durumda; Türkiye deki üslerini de kullanarak, İran’a havadan saldırı yapacak; İran’ın da İsrail ve Türkiye’ye füze saldırısı yapması sağlanacaktır. Bu senaryo ile beraber, tıpkı Irak’ta uygulanan orta vadeli yıpratma senaryoları gibi, İran’daki etnik azınlıklar kışkırtılmaya ve toprak istemeye teşvik edilecektir. Dahası, Azeri Türkler üzerine oynanan senaryolarla, ısrarla bir Türkiye–İran çatışması çıkarılacak ve bu iki gücün birbirine kırdırılması sağlanacaktır. Gerçeklemesi en uygun bu senaryonun uygulanmasına şimdiden başlanmıştır. Tıpkı Irak işgal senaryolarında olduğu gibi; Türkiye’de siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri istikrarsızlık senaryoları (destabilizasyon) için düğmeye basılmıştır. Ekonomik kriz, Danıştay saldırısı, Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmaları, mevcut hükümetin düşürülerek genel seçime gidilmesi, Atabey Operasyonu, güvenlik kuvvetleri arasındaki çatışmalar, Genelkurmay Başkanı kim olacak polemikleri ve PKK kaynaklı iç isyan senaryoları bu senaryonun yansımalarıdır.

Görüldüğü üzere birinci ve üçüncü planlar arasında farklılık görülse de, her iki koşulda da Türkiye ile İran’ın bir şekilde çatışmaya girmesi hedeflenmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi’nde yel alan ülkelerin parçalanması senaryoları aşama aşama uygulanmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin çevresinde olan gelişmeleri dikkate almaması gibi bir lüksü bulunmamalıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi daha doğrusu Tek Dünya Devleti’nin kurulması, Türkiye ile doğrudan ilgilidir. Çok Uluslu Şirketlerin Talimatı doğrultusunda, ABD ile AB’nin dayatmaları ve yerli işbirlikçilerin desteği ile yapılan düzenlemeler Türkiye’nin parçalanmasını öncelikle öngörmektedir.

'' Türkiye ve Kıbrıs adası’nın, ‘’Enerji Dağıtım Üssü’’ haline getirilmesi bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bunun için;

'' Orta Asya petrolleri ile doğal gazı; Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hatları vasıtası ile İskenderun Limanına aktarılmaya başlanmıştır.

'' Ortadoğu petrolleri ile doğal gazı; Kerkük-Yumurtalık ve Musul-Kerkük-Hayfa Boru hatları ile Akdeniz Limanlarına aktarılacaktır.

'' Kuzey Asya Petrolleri ile doğal gazı; Samsun-Mersin boru hatları ile Akdeniz’e, Kıyıköy-Saros Boru hatları Ege Denizi’ne aktarılması planlanmaktadır.

Doğalgaz ve Petrollerin Taşınma Projesi ve Türkiye’nin gelecekte dağıtım üssü haline getirilmesi, Çok Uluslu Şirketlerin bir projesidir ve üç aşamada gerçekleştirilecektir.

Birinci aşamada; Kıbrıs Adası, Çok Uluslu Petrol Şirketlerine tahsis edilerek, bu şirketlerin enerji dağıtım üssü olarak yapılandırılacaktır. Bu kapsamda; tanker limanları inşa edilecektir. Kıbrıs’taki mevcut askeri üsler; Amerikan-İngiliz-İsrail Ordularına tahsis edilerek, petrol şirketlerin güvenliğini sağlanacak ve ‘’Akdeniz’in Uçak Gemisi’’ olarak adlandırılan Kıbrıs Adası vasıtasıyla, Ortadoğu Petrolleri ile İsrail’in güvenliği sağlanacaktır. Kısaca, Kıbrıs Adası’na özerklik verilecektir.

İkinci aşamada; İskenderun limanı da, Kıbrıs gibi Özerk hale getirilerek, Çok Uluslu Petrol Şirketlerine tahsis edilecektir. Basra körfezi ve Kıbrıs gibi İskenderun limanı güvenliği de; Amerikan-İngiliz-İsrail Ordularına verilecektir.
Üçüncü aşamada; tarihi, doğal ve kültürel güzellikleri ve stratejik değeri ile İstanbul’da Hong Kong modeli özerk bir devlet haline getirilerek, Çok Uluslu Şirketlere tahsis edilecek ve ‘’Tek Dünya Pazarı’’nın merkezi yapılacaktır. Bu proje içinde; Vatikan Tipi, üç semavi din temsilciliklerinin bulunduğu bir İstanbul, aynı zamanda inanç merkezi de olacaktır.

‘’Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir! sözünden hareket eden Batı, Anadolu toprakları ve Kıbrıs Adası’nı, Hong-Kong modeline benzer ve uluslar arası bir konsorsiyum ile yönetilen bir ülke haline getirerek, bu toprakları çok uluslu şirketlere devredecektir. Hatta, Tek dünya devletinin güvenliğini sağlayacak Evrensel Ordu’nun karargahı ve özel birliklerinin, Konya’da konuşlanması bile planlanmaktadır. Kısaca Türkiye’yi parçalama ve Türkleri yok etme aşamasının sonuna doğru yaklaşmaktadırlar.

Anadolu toprakları ve Kıbrıs Adası’na uygulanan yaptırımlar, Çok uluslu Şirketlerin ve Emperyalist Batı’nın bir projesinin bir gereğidir. Bu sayede; şimdiye kadar Anadolu topraklarında bulunan ve işletilmeyen yer üstü ve yer altı kaynakları da ele geçirilmiş olacaktır. Kısaca, Anadolu ve Kıbrıs adası, Tek Dünya Devletinin ülkesi olacaktır.
Üzücü olanı tarafı ise, gözlerini kan bürümüş emperyalist güçlere, yerli işbirlikçilerin destek vererek, ekmeğini yedikleri bu topraklara ihanet etmeleridir. Ne yazıktır ki, M. Kemal Atatürk’ten sonra görev yapan Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘karar verici ve karar alıcıları’, Türkiye üzerine oynanan oyunları kavrayamadığı gibi; milli politikalar da üretemediklerinden, Türkiye siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri açıdan yarı sömürge haline getirilmiş ve Türkiye bugünkü çıkmaz içine sokulmuştur. Sonuç olarak; duymaktan ürktüğümüz ve bir türlü görmek istemediğimiz, emperyalist devletlerin ve ihanetçilerin gerçek yüzü budur.
 

HTML

Üst