DaredeviLL
Uşak Gfb
Bir Tribün Hikayesi: Sarhoşluğun İfadesi
Yazı uzun, ama hikaye tadında... Bir içten teşekkür sonuna kadar okuyanlara...
---------------------------------------------------------------
Tarih: 15-16 Eylül 2005
Ligin henüz ilk haftalarıydı. Evinde Malmö'ye yenilen Beşiktaş'ın acil moral depolamaya ihtiyacı vardı. Bunun için önünde inanılmaz bir fırsat vardı; Fenerbahçe'yi yenmek. Fenerbahçe'yi yenerlerse hem Malmö mağlubiyetini unutturacaklardı, hem de şampiyonluk yolunda iyi bir gözdağı vermiş olacaklardı.
Ama şimdi biraz sezon başına dönüyoruz...
Tarih: 2 Ağustos 2005
İstanbul Vali'si Muammer Güler başkanlığında toplanan İl Spor Güvenlik Kurulu, bir karar aldı. Karara göre üç büyükler arasında oynanacak maçlara rakip seyirci alınmayacaktı. Bunun ilk denemesi Beşiktaş-Fenerbahçe maçında uygulanacaktı. Bu karar belkide tarihe geçecekti. Yarı yarıya tribün sistemi elinden alınan taraftarlardan şimdide deplasman hakkı isteniyordu. Ama bu tarihi En Büyüğün destekçileri, yani her zaman tarih yazanlar, bozacaklardı...
Yeniden...
Tarih: 15-16 Eylül 2005
Fenerbahçe taraftar sitelerinde bir haber dolaşıyordu. Herkesin ağzından "gideceğiz" lafı çıkıyordu. Bu haber çığ gibi büyüdü. Ama itimat edilmedi. Nedeni basitti; o güne kadar bir çok kez çeşitli tribünlerde bu tip söylentiler ortaya çıkmıştı, ancak hepsi lafta kalmıştı.
Oysa rakip taraftarlarının unuttuğu bir şey vardı. Bu sefer bu olayı konuşanlar, "geliyoruz" diyenler, Fenerbahçeli'ydi. Sanal aleme düşen yazılarda, "mümkün değil", "yemez", "komik" gibi yorumlar yapılıyordu genç nesil tarafından. Oysa ağabeyleri belkide bir çok kez tarihte Beşiktaş-Fenerbahçe olayı yaşamışlardı. En azından karşı tarafın kudretini bilerek davranmaları lazımdı. Ama belkide onlarda, bu genç kardeşlerinin rahatlığına kapılıp önemsemediler belkide.
Tarih: 17 Eylül 2005
Bir genç evinden çıktı. Oyalanacak birşeyler arıyordu ama ne mümkün! Yarını düşünüyordu. Birşeyler yapıp orada olmalıydı. Bir arkadaşını aradı, akşama kadar onunla sokaklarda başı dönmüşcesine takıldı. Aslında başı dönmüştü. Aşk sarhoşuydu, Fenerbahçe aşkı... Kimisi aptallık dese bile...
Akşam olunca evine gitti. Babasına birşey söylemeliydi. "Ben" dedi, "İstanbul'a arkadaşlarımla gezmeye gidiyorum. Tüm masraflarımı da arkadaşım karşılıyor. Merak etme baba." Baba önce oralı olmadı ancak sonunda tamam dedi. Oysaki üniversitesinde çok önemli sınavlar arifesindeydi. Ama bunu düşünecek hali yoktu, çünkü sarhoştu...
Gece 03:00'da Ankara otogarı AŞTİ'ye geldi, 2 arkadaşıyla birlikte bilet aldı. Tabiiki biletini arkadaşları almadı, haftalığını bu işe yatırmıştı, bir hafta aç gezmek sorun değildi. Ve yola koyuldu. Sabah gün ağarırken İstanbul'daydı...
Tarih: 18 Eylül 2005
O genç daha önceden Ankara'dan yola yine bu iş için koyulan bir ağabeyi ve İzmir'den gelen bir kardeşi ile buluştu. İki simit bir ayran, bir de 2 paket sigara... Ama ne yediklerini biliyorlardı, ne yaşadıklarını. "O an"ı düşünüyorlardı. Akşam ne olursa olsun takımın yanında olmayı... Tıpkı 700-800 kişi gibi...
Öğle sularında 700-800 kişi stadın yanında toplanmışlardı. Amacın takımın yanında olmak olduğu ve nasıl hareket edilmesi gerektiği anlatıldı. Kimse taşkınlık yapmamalıydı, çünkü amaç kavga değil, takımın yanlarında olduğumuzu görmesiydi.
Herkes vapura bindi. Karşıya geçildi, stada girildi.
Evet görüntülerde görünen ve toplu halde duran Fenerbahçeli sayısı yaklaşık 300'dü. Ama sanılmasınki geriye kalanlar kuş olup uçtu. Şunun bilinmesinde fayda var, çoğu oradaydı. Ancak o topluluğun olduğu tarafa geçmekte bazı güçlükler yaşandı ve polis kapattı orayı. 2 tarafta dağınık olarak durmak zorunda kaldılar.
300 sarı-lacivert yürek ve aynı bölgeye girebilen Beşiktaşlılar maçı bekliyorlardı. Beşiktaş taraftarı ve polis bir şeylerden kuşkulandılar, ama "olmaz" rehaveti üstlerine çökmüştü bir kere.
Hani o iskeleyi bastık diyenler var ya... Burayı okumasınlar, çünkü bu paragraf onları aşar. Yanımdaki bir renktaş 3-5 koltuk yanımızdaki 2 yaşı küçük ve arkadaş olan çocukları çağırdı. "Siz yukarıya çıkın abicim" dedi. Çocuklara birşey olmasından korkmuştu. Renkleri ne olursa olsun onların ana-babası vardı, günahları zaten hiç yoktu. Çocuklar ne olduğunu anlamadılar ama yukarı çıktılar. Öyle de şerefliceydi bu iş.
Maç başladı. Birinci dakika dolmak üzereyken bir ses patladı, "Her zaman her yerde en büyük Fener." Bağıranların, ekran başındakilerin, Türkiye'deki herkesin tüyleri diken diken olmuştu. O ses yine yükseliyordu işte, "Her zaman her yerde en büyük Fener." O sesi bağırmak, o sesi duymak... Halkın takımından başka kimsenin tezahuratına yakışmayan sözler, ve Fener... "Her zaman her yerde en büyük Fener."
Maçın ilk saniyeleri büyük gürültüyle tezahurata başlayan Beşiktaş tribünleri bir anda sustu, 3-5 saniye çıt çıkmadı. Anlamak zordu tabi bu olayı. Bir küfür başladı ama akıllar karışıktı. "Nasıl olabilirdi? Geldiler"...
Evet gitmiştik. Üst kısmımızdaki Beşiktaşlılar anında dağıldılar. Yağmur gibi yan tribünlerden bozuk para yağıyordu. Tam o sırada genç sahaya baktı, Volkan gurur ifadesiyle tribünlere bakıyordu, Serkan Balcı yumruğunu sıkmış, 45 derecelik açıyla havaya kaldırıp o sesi ruhuna işliyordu sanki.
Taraftar ise gururluydu. Takım yalnız kalmamıştı. Çubuklu yine ordusuyla oradaydı. Herşeye rağmen...
Polis geldi, herkesi dışarı çıkardı. Bir grup karakola götürüldü. Karakola alındı diye üzülen, sıkılan, darlanan kimse yoktu. Herkes mutluydu. Çünkü onlar sarhoştu...
Maçı Fenerbahçe 2-1 kazanmıştı. Bu da ayrı mutluluktu. Hoş kaybetsede üzülen olmazdı, çünkü onların ruhu ÇUBUKLUYDU...
Artık sabaha karşı olmuştu ki... Televizyonda maç ile ilgili haberler verilirken bir kişi "onlar bizden değil" diyordu, "Fenerbahçe taraftarı olduğunu düşünmüyoruz." Bunu diyen üzüntü verici bir şekilde çubuklunun yöneticisiydi. İşte o günkü tek mutsuzluk oydu oradaki o 700-800 kişi için.
Varsın olsun, onlar yüreklerdeki sevdayı, yârinin yanına taşımışlardı.
İşte hikaye böyle...
Önemli ayrıntı ise; bu sarhoşluk hiç bitmezdi ki... Bu sarhoşluk ömürlüktü.
Bilinmesi gereken tek şey ise ne olursa olsun o "çubuklu"nun yalnız kalmayacağıdır. Her ortamda,yani o günkü yüreklerden kopan ses gibi; "her zaman her yerde."
İşte bunu bilmemek sarhoşluk değil, aptallık olur.
Çubuklunun karşısına çıkmaya cüret edecek olanlara duyurulur
Biz de sarhoş çok
Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Saygılarımla...
Volkan
Not : Genç Fenerbahçeli Kardeşim Volkan'ın Bi Hatırasıdır ( ALINTIDIR)
Yazı uzun, ama hikaye tadında... Bir içten teşekkür sonuna kadar okuyanlara...
---------------------------------------------------------------
Tarih: 15-16 Eylül 2005
Ligin henüz ilk haftalarıydı. Evinde Malmö'ye yenilen Beşiktaş'ın acil moral depolamaya ihtiyacı vardı. Bunun için önünde inanılmaz bir fırsat vardı; Fenerbahçe'yi yenmek. Fenerbahçe'yi yenerlerse hem Malmö mağlubiyetini unutturacaklardı, hem de şampiyonluk yolunda iyi bir gözdağı vermiş olacaklardı.
Ama şimdi biraz sezon başına dönüyoruz...
Tarih: 2 Ağustos 2005
İstanbul Vali'si Muammer Güler başkanlığında toplanan İl Spor Güvenlik Kurulu, bir karar aldı. Karara göre üç büyükler arasında oynanacak maçlara rakip seyirci alınmayacaktı. Bunun ilk denemesi Beşiktaş-Fenerbahçe maçında uygulanacaktı. Bu karar belkide tarihe geçecekti. Yarı yarıya tribün sistemi elinden alınan taraftarlardan şimdide deplasman hakkı isteniyordu. Ama bu tarihi En Büyüğün destekçileri, yani her zaman tarih yazanlar, bozacaklardı...
Yeniden...
Tarih: 15-16 Eylül 2005
Fenerbahçe taraftar sitelerinde bir haber dolaşıyordu. Herkesin ağzından "gideceğiz" lafı çıkıyordu. Bu haber çığ gibi büyüdü. Ama itimat edilmedi. Nedeni basitti; o güne kadar bir çok kez çeşitli tribünlerde bu tip söylentiler ortaya çıkmıştı, ancak hepsi lafta kalmıştı.
Oysa rakip taraftarlarının unuttuğu bir şey vardı. Bu sefer bu olayı konuşanlar, "geliyoruz" diyenler, Fenerbahçeli'ydi. Sanal aleme düşen yazılarda, "mümkün değil", "yemez", "komik" gibi yorumlar yapılıyordu genç nesil tarafından. Oysa ağabeyleri belkide bir çok kez tarihte Beşiktaş-Fenerbahçe olayı yaşamışlardı. En azından karşı tarafın kudretini bilerek davranmaları lazımdı. Ama belkide onlarda, bu genç kardeşlerinin rahatlığına kapılıp önemsemediler belkide.
Tarih: 17 Eylül 2005
Bir genç evinden çıktı. Oyalanacak birşeyler arıyordu ama ne mümkün! Yarını düşünüyordu. Birşeyler yapıp orada olmalıydı. Bir arkadaşını aradı, akşama kadar onunla sokaklarda başı dönmüşcesine takıldı. Aslında başı dönmüştü. Aşk sarhoşuydu, Fenerbahçe aşkı... Kimisi aptallık dese bile...
Akşam olunca evine gitti. Babasına birşey söylemeliydi. "Ben" dedi, "İstanbul'a arkadaşlarımla gezmeye gidiyorum. Tüm masraflarımı da arkadaşım karşılıyor. Merak etme baba." Baba önce oralı olmadı ancak sonunda tamam dedi. Oysaki üniversitesinde çok önemli sınavlar arifesindeydi. Ama bunu düşünecek hali yoktu, çünkü sarhoştu...
Gece 03:00'da Ankara otogarı AŞTİ'ye geldi, 2 arkadaşıyla birlikte bilet aldı. Tabiiki biletini arkadaşları almadı, haftalığını bu işe yatırmıştı, bir hafta aç gezmek sorun değildi. Ve yola koyuldu. Sabah gün ağarırken İstanbul'daydı...
Tarih: 18 Eylül 2005
O genç daha önceden Ankara'dan yola yine bu iş için koyulan bir ağabeyi ve İzmir'den gelen bir kardeşi ile buluştu. İki simit bir ayran, bir de 2 paket sigara... Ama ne yediklerini biliyorlardı, ne yaşadıklarını. "O an"ı düşünüyorlardı. Akşam ne olursa olsun takımın yanında olmayı... Tıpkı 700-800 kişi gibi...
Öğle sularında 700-800 kişi stadın yanında toplanmışlardı. Amacın takımın yanında olmak olduğu ve nasıl hareket edilmesi gerektiği anlatıldı. Kimse taşkınlık yapmamalıydı, çünkü amaç kavga değil, takımın yanlarında olduğumuzu görmesiydi.
Herkes vapura bindi. Karşıya geçildi, stada girildi.
Evet görüntülerde görünen ve toplu halde duran Fenerbahçeli sayısı yaklaşık 300'dü. Ama sanılmasınki geriye kalanlar kuş olup uçtu. Şunun bilinmesinde fayda var, çoğu oradaydı. Ancak o topluluğun olduğu tarafa geçmekte bazı güçlükler yaşandı ve polis kapattı orayı. 2 tarafta dağınık olarak durmak zorunda kaldılar.
300 sarı-lacivert yürek ve aynı bölgeye girebilen Beşiktaşlılar maçı bekliyorlardı. Beşiktaş taraftarı ve polis bir şeylerden kuşkulandılar, ama "olmaz" rehaveti üstlerine çökmüştü bir kere.
Hani o iskeleyi bastık diyenler var ya... Burayı okumasınlar, çünkü bu paragraf onları aşar. Yanımdaki bir renktaş 3-5 koltuk yanımızdaki 2 yaşı küçük ve arkadaş olan çocukları çağırdı. "Siz yukarıya çıkın abicim" dedi. Çocuklara birşey olmasından korkmuştu. Renkleri ne olursa olsun onların ana-babası vardı, günahları zaten hiç yoktu. Çocuklar ne olduğunu anlamadılar ama yukarı çıktılar. Öyle de şerefliceydi bu iş.
Maç başladı. Birinci dakika dolmak üzereyken bir ses patladı, "Her zaman her yerde en büyük Fener." Bağıranların, ekran başındakilerin, Türkiye'deki herkesin tüyleri diken diken olmuştu. O ses yine yükseliyordu işte, "Her zaman her yerde en büyük Fener." O sesi bağırmak, o sesi duymak... Halkın takımından başka kimsenin tezahuratına yakışmayan sözler, ve Fener... "Her zaman her yerde en büyük Fener."
Maçın ilk saniyeleri büyük gürültüyle tezahurata başlayan Beşiktaş tribünleri bir anda sustu, 3-5 saniye çıt çıkmadı. Anlamak zordu tabi bu olayı. Bir küfür başladı ama akıllar karışıktı. "Nasıl olabilirdi? Geldiler"...
Evet gitmiştik. Üst kısmımızdaki Beşiktaşlılar anında dağıldılar. Yağmur gibi yan tribünlerden bozuk para yağıyordu. Tam o sırada genç sahaya baktı, Volkan gurur ifadesiyle tribünlere bakıyordu, Serkan Balcı yumruğunu sıkmış, 45 derecelik açıyla havaya kaldırıp o sesi ruhuna işliyordu sanki.
Taraftar ise gururluydu. Takım yalnız kalmamıştı. Çubuklu yine ordusuyla oradaydı. Herşeye rağmen...
Polis geldi, herkesi dışarı çıkardı. Bir grup karakola götürüldü. Karakola alındı diye üzülen, sıkılan, darlanan kimse yoktu. Herkes mutluydu. Çünkü onlar sarhoştu...
Maçı Fenerbahçe 2-1 kazanmıştı. Bu da ayrı mutluluktu. Hoş kaybetsede üzülen olmazdı, çünkü onların ruhu ÇUBUKLUYDU...
Artık sabaha karşı olmuştu ki... Televizyonda maç ile ilgili haberler verilirken bir kişi "onlar bizden değil" diyordu, "Fenerbahçe taraftarı olduğunu düşünmüyoruz." Bunu diyen üzüntü verici bir şekilde çubuklunun yöneticisiydi. İşte o günkü tek mutsuzluk oydu oradaki o 700-800 kişi için.
Varsın olsun, onlar yüreklerdeki sevdayı, yârinin yanına taşımışlardı.
İşte hikaye böyle...
Önemli ayrıntı ise; bu sarhoşluk hiç bitmezdi ki... Bu sarhoşluk ömürlüktü.
Bilinmesi gereken tek şey ise ne olursa olsun o "çubuklu"nun yalnız kalmayacağıdır. Her ortamda,yani o günkü yüreklerden kopan ses gibi; "her zaman her yerde."
İşte bunu bilmemek sarhoşluk değil, aptallık olur.
Çubuklunun karşısına çıkmaya cüret edecek olanlara duyurulur
Biz de sarhoş çok
Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Saygılarımla...
Volkan
Not : Genç Fenerbahçeli Kardeşim Volkan'ın Bi Hatırasıdır ( ALINTIDIR)