Gogomanyaa
New member
- Katılım
- 3 Mar 2011
- Mesajlar
- 925
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
160 bin nüfuslu Erciş’te 2 çadırkent kuruldu. Buralarda yer bulamayan çadırını kuytulara kuruyor. Soğuk fena...
Yağmur yağmışsa, soğuk vurmuşsa bir de akşam olmuşsa daha zor evsizlik. Çoluk, çocuk, dayı, amca kardeş böyle olunca koşuyor çadırhaneye. Bir çadırda on, diğerinde on iki kişi... Onlarınki çadırkent değil; yüz altmış bin nüfusluk ilçede bulunan iki çadırkentte yer bulamadıklarından sadece çadır...
Çadırkentte hayat çok zor..
Önce deprem, ardından yığılan acılar; sonra yokluk, açlık, yoksulluk; üstüne de evsizlik şimdi de soğuk, yağmur, çamur... Yüz altmış bin nüfusluk Erciş’e depremin ardından kondurulan çadırkent sayısı iki. Dışarıda kalan kalabalık önce günlerce Kızılay’dan gelecek çadırları bekledi. Sırtlayıp çadırlarını, apartmansız, ışıksız, kuytu sokaklarda yer bulmaya çalıştılar. Altı çamur, üstü yağmur buldukları her yere birer, ikişer kurdular çadırlarını. Amca, teyze, dayı, çocuk demeden; on iki kişi nefesleriyle ısıttıkları çadırlarda başladılar yeni yaşamlarına.
Abdulkerim Sağın, bakliyat depolarının bulunduğu ışıksız, sessiz, yağmur sularının gölet oluşturduğu Buğday Meydanı’na kurmuş iki çadırını. Kendisi, eşi, anası, babası ve altı çocuğu bir çadırda; kardeşleri, eşleri ve yeğenleri toplam on beş kişi yan çadırda kalıyordu. Onları gördüğümüzde, yakmaya çalıştıkları soba tütmüş, çadırı duman kaplamıştı. Apar topar dışarıya çıktıklarında terliksiz ayakları, gölete batıyordu. Ailelerinde kayıplar, evlerinde onarılamaz hasarlar vardı. Soğukta, göletin üzerinde ve karanlıkta söylediği tek söz, “Buna da şükür”dü.
Erdal Boran, Kışla Sokağı’nda, depremde çatlayan gecekondusunun bahçesine koymuştu çadırını. Ne olursa da o eve yeniden giremiyordu. Küçücük çadırının içinde bir genç kadın, kucağında bir aylık bebeği vardı. Genç kadın bebeğine sımsıkı sarılmıştı. Önce bizden ardından battaniye dağıtan yardım konvoyundan istiyordu: “Bir soba istiyorum, oğlum zatürree olacak.”
Kaynak
Yağmur yağmışsa, soğuk vurmuşsa bir de akşam olmuşsa daha zor evsizlik. Çoluk, çocuk, dayı, amca kardeş böyle olunca koşuyor çadırhaneye. Bir çadırda on, diğerinde on iki kişi... Onlarınki çadırkent değil; yüz altmış bin nüfusluk ilçede bulunan iki çadırkentte yer bulamadıklarından sadece çadır...
Çadırkentte hayat çok zor..
Önce deprem, ardından yığılan acılar; sonra yokluk, açlık, yoksulluk; üstüne de evsizlik şimdi de soğuk, yağmur, çamur... Yüz altmış bin nüfusluk Erciş’e depremin ardından kondurulan çadırkent sayısı iki. Dışarıda kalan kalabalık önce günlerce Kızılay’dan gelecek çadırları bekledi. Sırtlayıp çadırlarını, apartmansız, ışıksız, kuytu sokaklarda yer bulmaya çalıştılar. Altı çamur, üstü yağmur buldukları her yere birer, ikişer kurdular çadırlarını. Amca, teyze, dayı, çocuk demeden; on iki kişi nefesleriyle ısıttıkları çadırlarda başladılar yeni yaşamlarına.
Abdulkerim Sağın, bakliyat depolarının bulunduğu ışıksız, sessiz, yağmur sularının gölet oluşturduğu Buğday Meydanı’na kurmuş iki çadırını. Kendisi, eşi, anası, babası ve altı çocuğu bir çadırda; kardeşleri, eşleri ve yeğenleri toplam on beş kişi yan çadırda kalıyordu. Onları gördüğümüzde, yakmaya çalıştıkları soba tütmüş, çadırı duman kaplamıştı. Apar topar dışarıya çıktıklarında terliksiz ayakları, gölete batıyordu. Ailelerinde kayıplar, evlerinde onarılamaz hasarlar vardı. Soğukta, göletin üzerinde ve karanlıkta söylediği tek söz, “Buna da şükür”dü.
Erdal Boran, Kışla Sokağı’nda, depremde çatlayan gecekondusunun bahçesine koymuştu çadırını. Ne olursa da o eve yeniden giremiyordu. Küçücük çadırının içinde bir genç kadın, kucağında bir aylık bebeği vardı. Genç kadın bebeğine sımsıkı sarılmıştı. Önce bizden ardından battaniye dağıtan yardım konvoyundan istiyordu: “Bir soba istiyorum, oğlum zatürree olacak.”
Kaynak