Bir oruç hikayesi... Siz hiç böyle derde düştünüz mü?

innuendo

HANZALA
1993 yılının Şubat ayıydı... Kışın en soğuk günleri yeni başlamıştı. Akşam ezanı okunalı yarım saatten fazla olmuştu. İftar açılacaktı.


Esentepe'deki yatılı okulun bahçesinde 200 kişilik yemekhaneye 600 öğrenciden henüz üçte biri girebilmişti. İlk posta girenler iftarını açacak, daha sonra dışarıda kalan öğrenciler sırası geldikçe iftar edecekti.


Anadolu'nun dört bir yanından henüz ana kuzusu denebilecek yaşta baba ocağından kopup gelmiş öğrenciler, sıcak bir çorba için sıranın kendisine gelmesini beklerken, kışın ayazında titreye titreye etrafı süzüyordu. Fenni ilimlerin yanında dini eğitimin de verildiği okulda, bir kaçı dışında öğrencilerin hemen hemen hepsi kendi rızasıyla oruç tutuyordu.

Bu duruma uzaktan şahit olan okula ilgili öğrenci velilerinden İsmail Amca, manzara karşısında gözyaşlarına boğulmuş, çaresizlik içinde kendisini okul bahçesinin dışına güç bela atabilmişti.

İlk otobüsle evinin yolunu tutan İsmail Amca, kendisini de açamadığı iftarını da çoktan unutmuştu. Bu çocuklar için bir hal çaresi düşünmek lazımdı. Ne yapsaydı da bu çocuklar henüz ilk günleri yaşanan Ramazan ayını rahat geçirebilsinlerdi.

Sadece iftar değil ki… Bir de bunun sahuru vardı. Gece yarısı ayazın, soğuğun en keskin olduğu saatlerde sıcak yatakhanelerden dışarı çıkılacak bahçede yemekhanenin tam kapı önünde sıraya girilecekti. Belki yarım belki bir saat yemek sırası beklenecekti. Anlayacağınız durum tam Şubat soğuğuydu... Bu dert artık İsmail Amca'nın derdiydi.

Evine vardığında yıllarca varlığı da yokluğu da paylaştıkları vefalı eşi, yılların biriktirdiği tecrübeden olsa gerek kocasının boynunu büken, onu hüzne boğan durumu hiç bir şey anlatmamasına rağmen sezmişti. Artık İsmail Amca'nın boğazından bir lokma geçmesi ne mümkündü... "Geleceğim, fidanlarım" diye sevdiği çocuklarının boğazından henüz sıcak çorba geçmemişken o nasıl hanımının özene bezene hazırladığı yemekleri mideye indirecekti. Orucunu açtı ama devamı gelmedi...

Bu kurşun kadar ağır derin düşüncelerle yatağa uzandı. Gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Bir hal çaresine bakmak lazımdı. Bu öğrenciler için yardımsever insanlara nasıl ulaşabileceğinin hesaplarını yapıyordu. Sahurdan sonra caminin yolunu tuttu. Namazını kıldı. Kendisi gibi varını yoğunu memleketinin geleceğine sermaye etmiş sabah namazı müdavimleri ile bu üstesinden kalkabilecekleri bir iş değildi.

Daha önce hiç tanımadığı insanlara gidip bir şey istememişti. Tanımadığı birine "bana bir çay ikram edebilir misin" demeye bile çekinen biri parasal bir yardımı nasıl talep edecekti. Camiden çıktı. Meçhul bir güç sanki kendisini yönlendiriyordu.

Bir anda içine Sultanhamam'a gitme fikri doğdu. Tek tek dükkanları dolaşacak. Esnaflara durumu anlatacak. İnanmayanları okula davet edip durumu gözleriyle görmelerini isteyerek ikna etme yolunu seçecekti. Ne olursa olsun kararını vermişti. Bu çocuklar için bunu en azından denemeliydi.

Bu düşüncelerle gittiği Sirkeci'de ikindi sonrasına kadar dükkan dükkan dolaştı. Öğrencilerin kış ayazındaki iftar ve sahur hallerini anlattı. Bir miktar yardım parası toplasa da bu kayda değer bir miktar değildi. Gün içinde yaşadıklarının psikolojik ezikliği artık bedenini güçlükle ayakta tutuyordu. Oruçlu olmanın bedeni hali de kendisini iyice göstermişti. İftara kısa bir süre kala tıklım tıklım dolu Pendik otobüsünde ancak ayakta bir yer bulabilmişti. İftar için yemek sırasında titreyen çocukların hali gözlerinin önünden hiç gitmiyordu. Bu düşünceler beyninde ve yüreğinde fırtınalar koparırken tam Boğaziçi Köprüsü üzerinde otobüsün içinde dizlerinin takatinin kesildiğini fark etti. Otobüsün içinde yere yığılıp kalmış bir süre şerit kopmuştu.

....................

20 yıl sonra...

Pendik Merkez Camii önünden kalkacak cenaze için eş, dost, akraba yavaş yavaş camiye gelmeye başlamıştı. Aynı okuldan mezun olmuş şimdi iş güç sahibi olmuş o yemek kuyruğunda titreyen öğrenciler de cenaze için cami avlusuna birer birer akın etmişti. Cenazenin yakınları gelenleri karşılıyor, okuldan sonra her biri farklı yerlere dağılmış okul arkadaşları, hayal mayal hatırladıkları simalardan birbirlerini çıkarmaya çalışıyordu.

İçlerinden Pendik eşrafını iyi bileni, yanlarına yaklaşan 80’ne merdiven dayamış piri faniyi göstererek: "İsmail Amca'yı tanıyorsunuz değil mi dedi?"

Okul arkadaşlarının hiç biri okula kocaman bir ek bina ve yemekhane yapılmasına önayak olarak o yıldan sonra okulda Ramazanların rahat geçirilmesini sağlayan gizli kahramanlarını tanıyamamıştı.

Konuşulanları gruba iyice yaklaşan İsmail Amca da duymuştu.

İsmail Amca'nın "Köftehorlar sizi, sıcak çorbaya kavuşunca bizi unuttunuz tabi" diye espriyle karışık sitemi tüm eski öğrencileri el öpme sırasına sokmaya yetmişti.

Hoşbeş faslından sonra o cılız fidanlarının yetişip şimdi her birinin vatanın ve milletin geleceğini şekillendirdiğini duyan İsmail Amca'nın "iyi ki sizler için o kadar uğraşmışım. Sizler için her şeye değermiş" şeklindeki sözleri duyuldu.

Tabi bu son cümle boğazları düğümlemeye de gözyaşlarına da fazlasıyla yetti.

Bugün hâlâ “ya İsmail Amca o derde düşmeseydi biz fidanların hali kış ayazında nice olacaktı” diye kendime sormaktan edemiyorum.



Osman Ateşli -Haber 7
 
Üst