Bir Böreğin Düşündürdükleri

icemen

New member
Katılım
7 Şub 2007
Mesajlar
20,136
Reaction score
0
Puanları
0
Üşenmeyip de okuyan arkadaşlara bolca teşekkür.
Gerçekten öyle sevdiğimden mi yoksa bana tanınan hizmetlerden sonuna kadar yararlanmak isteyen arsız bir insan olduğumdan mı bilmiyorum böreğimi hep bol şekerli yemek isterim. O gün de Semih'le üniversite birinci sınıftan beri gittiğimiz börekçiye yine gitmiştik ve ben yine her zamanki gibi elinde pudra şekerliğiyle birlikte böreklerimizi getiren garsona "Abi şekerini biraz bol koyar mısın?" diye rica etmiş, oda bu isteğimi olgunlukla karşılayıp yerine getirdikten sonra pudra şekerliğini alıp alt kata inen merdivenlerin çıkışındaki üzerinde peçete ve bikaç boş tabak bulunan çekmeceli dolabın üzerine koymuştu. Yaklaşık sekiz yıldır oluyordu bu. Ve ben her seferinde üstteki pudralı yağlı katmanları yiyip alttaki şeker yüzü görmemiş yavaş katmanlara gelince şeker gereksinimi duyuyor, yerimden kalkıp şekerliği almaya gidiyordum. Şekerleme işlemi bittikten sonra gelecek olan diğer katmanlar için masada hazır durmasından mutluluk duyduğum şekerliği her seferinde garson bi şekilde alıyor ve ben tekrar yerimden kalkıp şekerliği almaya gidiyordum. Ne pudralı Kürt böreğinden vazgeçebiliyor ne de gönlümce börek yemenin zevkini çıkarıyordum.

Tabaktaki son kırıntıları yedikten sonra Semih'in yediği kıymalıdan da bi dilim alarak doydum. Hesabı ödeyip kasanın yanındaki peçetelerden azımsanmayacak bir balyayı "sonra lazım olur" diye cebe indirip dükkan sahibinin sinirli bakışlarına maruz kaldıktan sonra dışarı çıktık.

Hava soğuktu ve yağmur yağmasına rağmen dışarısı oldukça kalabalıktı. Taksime yürüyerek çıkmayı planlamıştık ama ağır hava şartları yüzünden otobüse binmeye karar verdik. Ben üst geçidin altındaki bayiye bilet almak için gittim. Biletleri alıp tam Semih'in yanına, otobüs durağına gitmek için döndüğümde karşımda onu gördüm. Ağır ağır yürüyerek bayiye doğru geliyordu. Pekala görmezden gelebilirdim ama yapamadım. Elimdeki abonmanlarla öylece kalakaldım. Yanıma geldi ve "Naber?" dedi. Üç yıldır görmemiştim onu ve şimdi gelip "Naber?" diyordu. Ben "İyiyim" derken o bayiden bi moda dergisi aldı. Para üstünü aldıktan sonra bana döndü ve tekrar nasıl olduğumu halimi hatrımı daha içtence sordu. "İyiyim" diye tekrar ettim ama iyi değildim garip bir şekil de utanma ile kızma arası bir duygu yaşıyordum. Hiç okumadığını bilerek mizah dergilerinden arkasından atıp tutmak kolaydı ama yüz yüze gelince bit ossuruğu serzenişinde bir "İyiyim" çıkabiliyordu ancak ağzımdan. O ise aksine çok rahat davranıyordu, Ezgi'lere uğradığını onlardan geldiğini şimdi eve gideceğini yemek yapacağını filan anlattı. Tam evliliğin ne kadar zor olduğunu aklım varsa evlenmemem gerektiğini anlatıp, nasihat verecekken, "Semih" dedim, "Semih bekliyor" diye ekledim. Hiç bişey konuşmadan Semih'in yanına gittik. Demin daha içtence dedim ya işte aynı ses tonuyla ve içtenlikle Semih'in de halini hatrını sordu. Ben tabi haliyle bu duruma biraz içerledim. Ne zaman içerlesem ağzım büzzük gibi büzülür, gözlerimi içerlediğim kişilerden kaçırırım. Ben gözlerimi kaçırınca, gelen Taksim otobüsünü gördüm ve tabelanın altındaki koltukta oturan adamla göz göze geldim. Gerçekten karmaşık duygular içerisindeydim. Üç yıl sonra onu yeniden en yakın arkadaşımdan bile kıskanıyor ve bir yandan da otobüsteki bi adama karşı dudak büzüyordum. Allahtan bu karmaşık duygular silsilesinden çabucak çıktım ve "Lan oğlum koş lan otobüs geldi, oğlum koşsana" diye feryad ederek, Semih'i iteklemeye başladım. Hep beraber otobüse bindik. Biz biletlerimizi atarken ona "Sen niye bindin yaa. Sen eve gitmeyecek miydin?" diye kızarcasına sordum. "Ne bileyim öyle bi panik yaptın ki mallaştım, bi anda gaza gelip atladım otobüse. Neyse Taksim'den giderim artık " diye durumu çok iyi izah etti. Bileti yoktu, Semih "Fazla bileti olan var mı acaba" diye seslendi. Uzun bir sessizlikten sonra tabelanın altındaki adam el etti. Semih seslenmesine rağmen nedense ben gidip aldım bileti, parasını ödemek istedim ama adam kabul etmedi ve pis pis sırıttı. Otobüs kalabalıktı ama arkada bi boş yer gördü benim şahin bakışlarım. Kalabalığı yara yara gittim arkaya oturdum koltuğa. Yeni boşalmış olmalıydı koltuk zira halen sıcaktı. Ayağa kalkıp orta kapının orda duyarsızca bekleyip vatandaşın ilerlemesine mani olan onları çağırdım, geldiler. Çantalarını kucağıma alıp konuşacak tek kelimem olmadığı için dışarıyı izledim.

"Gözlüklerini artık takmıyor musun?" diye sordu bana. Dışarıyı izleyerek "Hayır" dedim. "E görebiliyor musun peki böyle?" diye arsız gibi sordu. "Yeterince çirkinlik gördüm, bundan sonra görmesem de olur. Hem ben bazıları gibi mutluluğu uzaklarda aramıyorum, yakınımdakiler yetiyor bana" diye koydum lafı. Semih güldü "Lensleri var" diye yavşakça ispiyonladı beni. Bi müddet sustum ve sonra devam ettim, "Evet görüyorum, uzaklarda bi yerde bi kız çocuğu görüyorum. -Geleceğimi düşünmeliyim- diyor, çocuğu o kafede adisyonla baş başa bırakıp gidiyor, bir zamanlar masum olan bir kız görüyorum -artık büyüdüm- diyor" dedim."Belki kız halen masumdur, belki de o çocuk hiç bir zaman onu anlamamıştır" dedi. "Ya neyini yanlış anlayacak kardeşim aha kız açıkça söylüyor, -g.tümü sağlama almayım- diyor, neyini yanlış anladı o zavallı" dedim. "Belki de çocuk iyiydi de çevresi bozuyordu onu" dedi sitemkarca. "Kız artistlik yapmasın o zaman ablacığım. Açıkça söylesin durumu, zira gördüğüm kadarıyla o çocuk bi kız için arkadaşlarını satacak bir karaktere sahip!" diye kükredim. "Belki de çocuğun arkadaşları en başından biliyorlardı onların hiçbir zaman birbirlerine göre olmadığını da ondan öyle davranıyorlardı" diye söze karıştı Semih. Ve "Belki onların da yalnız, sevilmeye muhtaç bir kalbi vardı" diye ekledi. Muhabbetin bundan sonraki kısmında biz kendi derdimizi bırakıp o kız ve çocuk üzerinden konuşarak Semih ve Semih'in gizemli dünyası, yaralı kalbi üzerine konuştuk. Semih üçüncü tekil şahıslar üzerinden hareketle öyle bir muhabbetin merkezine oturdu ki O'nunla üç yıl sonra karşılaşmamızda muhabbet yine Semih ve Semih gibiler yüzünden boka sardı. En sonunda dayanamadım, bi teyzeye yer verdim de Semih konusu kapandı. Bir durak sonra Taksim'e geldik, o evine yemek yapmaya gitti biz de Semih'le hiç konuşmadan mal mal gezdik.

Akşam acıktık, bi börekçiye gittik. Semih, gündüz yıllar sonra olacak bi hesaplaşmanın içine sıçtığı yetmiyormuş gibi akşam da börekçi de durup dururken Yunan mitolojisinden, Tanrıların sürekli boşa çıkacak umutsuz bir iş yapmakla, hep yeniden aşağı yuvarlanacak bir kayayı tepeye çıkarmakla cezalandırdığı Sisyphos'tan, Albert Camus'un Sysphos'u yaşamın saçmalığına karşı bir kişilik olarak gördüğünden filan bahsetti. Resmen karşımda kişisel şov yapıyordu şerefsiz. Konu ilgimi çekti ama anlamadım, anlattı. "Bu Sisyphos cezasını bilinçli kabul etmiştir abi. Bütün yaşamını -evet-lemiş bir kişidir. Yaptığı iş, çabası anlamsız olsa da tepelere doğru didinmek bile başlı başına mutluluktur" dedi. Yine bi bok anlamadım. "Hacı böyle felsefi şeyleri fazla düşünme sonra kafayı yersin" diye Semih'e öğütte bulunurken garson'un 4. kez masamdan alıp götürdüğü pudra şekerliğine doğru ilerledim.


Alıntı: Umut Sarıkaya. Uykusuz dergi
 
evet süper de sanki devamı varmış gibi ama nerede?
 
okudunuzmu ya sonuna kadar yok artık lebron james desem size yeter herhalde
 
başlığı dikkatli oku canım bende ilk önce öyle anladım
 
Hay kardeşim:D:D

Börek hangi kısımda mı düşünmekte :D
 
vay anam vay semih ve simdi evli olan eski sevgilisi nasil üsünmeden yazmislar en ince ayrintisina :)
 
en ince ayrıntısını bile atlamadan
felsefi düşünceleri bile açıkca yazmış

helal
 
Geri
Üst