Belaya davetiye

bytan

LinuX GeeK
Moderatör
Katılım
17 Tem 2006
Mesajlar
1,866
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
41° 0' 0 N, 27° 30' 0 E Amor en el exilio...
Belaya davetiye

Haziran 29, 2008 - HÜRRİYET, OKTAY EKŞİ

TÜRKİYE ile İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) arasında geçen ay tuhaf bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın onaylanmasını öngören yasa tasarısı da nedense çok hızlı bir şekilde TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edildi.

Anlaşma henüz TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmedi. Ama hükümetin acelesinden anlaşılıyor ki yakında o da yapılacak.

Peki neyi tuhaf buluyoruz ve neden rahatsızlık duyuyoruz. Anlatalım:

Önce anlaşmayı imzalayan “taraf”lar dikkati çekiyor:

İmzacılardan biri Türkiye Dışişleri Bakanı. Bu normal.

Diğeri, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri. O da normal.

Üçüncü bir imza daha var… Ali Sarıkaya adında bir Türk vatandaşı. Sıfatı, “İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu Başkanı” imiş.


Bir anlaşma ancak birbirini “muhatap” alanlar arasında yapılır. Türk hükümetinin muhatabı İslam Konferansı’dır. Peki ama Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu’nun statüsü nedir ki onların imza attığı bir uluslararası anlaşmada imzası bulunsun!


Araştırdık. Kısaca DİGF diyeceğimiz bu örgüt, merkezi İstanbul’da bulunan “uluslararası” nitelikte bir “dernek”miş. Dernek olduğu için de İstanbul Valiliği’ne tescil edilmiş olması lazım. Ama bu yapılmış mı belli değil.

Şimdi söyleyin bakalım, bir dernek başkanının “uluslararası bir anlaşmayı” imzalaması normal mi?

Anlaşmaya göre bu “Gençlik Forumu”, “İKÖ” üyesi ülkeler gençliğinin daha geniş bir işbirliği için diyalog kurmasına ve İslam Konferansı Örgütü’nün amaçlarını gerçekleştirmeye çalışacakmış. DİGF’nin gelirini de İKÖ üyesi devletler sağlayacakmış.


Biliyorsunuz “uluslararası” nitelikte başka dernekler de var. Ama bu onlardan farklı.

Bu derneğin başkanının, genel sekreterinin, başkan yardımcılarının ve uzmanlarının diplomatik dokunulmazlıkları ve ayrıcalıkları olacak. Hem de “Diplomatik İlişkiler Hakkında 18 Nisan 1961 tarihli Viyana Sözleşmesi”nin bildiğimiz diplomatlara, örneğin büyükelçilik yahut başkonsolosluk mensuplarına sağladığından daha genişi bu derneğe tanınmış.

Ne gibi, diyorsanız örnek verelim:

Viyana Sözleşmesi hiçbir ülkedeki yabancı devlet -veya uluslararası örgüt- temsilciliğinin “Herhangi bir sınırlamaya veya herhangi bir kontrol, düzenleme ve moratoryuma tabi tutulmaksızın,


a) Elinde her çeşit para bulundurmasına,

b) Fonları serbestçe getirip çıkarmasına” izin verdiğini söylemiyor. Ama bu sözleşme DİGF’ye bu hakkı tanıyor.


Üstelik Anayasamız dahil, kendi yasalarımızın da hiçe sayılmasına izin vererek bu hakkı veriyor. Çünkü anlaşmanın bir maddesi aynen, “Yukarıda belirtilen imtiyazları kullanırken Forum (yani DİGF) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin tavsiyelerine uyacak ve bunları kendi amaçlarına gerçekleşmesine uygun oldukları ölçüde dikkate alacaktır” diyor.

İslam Konferansı Örgütü bilindiği gibi “İslami temeller” üzerinde işbirliği öngörmektedir. Amacı tüm İslam ülkelerinde aynı anlayışı (daha doğrusu İslami rejimi) egemen kılmaktır.

Şimdi söyleyin, DİGF denen bu örgüte yılda 1 milyar dolar göndermek, çok zengin İslam ülkeleri için sorun olur mu?

Bu kadar para, bu devletin denetimi dışında ve bu ülkede harcanabilirse, Türkiye’nin altını birkaç yılda üstüne getirmek sizce zor mudur?
 
Çok önemli bir tesbit.Cumhuriyetin altına dinamit koyma çalışmalarının uzantısı,bu tür diplomatik saçmalıklar yıllardır devam ediyor.Aslında bu işin özü Fetulah çetesine Uluslararası alanda resmiyet kazandırmayı amaçlıyor.Bu derneğin elemanlarından birinin Tayyip Erdoğan'ın oğlu olması kuvvetle muhtemeldir.Bunu ne düşündürdü?Daha önce Alman savcının bir suçlamasını okumuştum.

"BURAK ERDOĞAN KURYEMİ???


KARAPARA DOSYASI GELDİ, MASAK'TA BEKLİYOR

Federal Almanya Frankfurt Savcılığı, kara para aklama ve dolandırıcılık suçundan geçen Nisan ayında açtığı soruşturmayla ilgili olarak Türk makamlarından bazı talepleri içeren dosyayı Ankara'ya gönderdi. Dışişleri Bakanlığı'na iletilen dosya Adalet Bakanlığı'nca incelendikten sonra Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK)'na devredildi. Dosya MASAK'ta bekliyor.

TUTUKLANMASAYDI AKP'DEN ADAY OLACAKTI

Soruşturmada tutuklanan, Almanya'daki bütün hesaplarına el konulan, bütün mal varlığının satışı durdurulan Mehmet Gürhan'ın Türkiye ilişkileri konusunda Frankfurt Savcısı Doris Moeller-Scheu şunları belirtiliyor:

"Mehmet Gürhan aldığımız bilgilere göre Türkiye'de Temmuz ayındaki seçimlerde AKP'den milletvekilliğine aday gösterilecekti. İncelediğimizde şahsın, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmelerini Ankara'ya giderek bizzat gerçekleştirdiğini tespit ettik."

TAYYİP ERDOĞAN'IN İFADESİNİN ALINMASINI TALEP EDECEĞİZ

Savcı Doris Moeller Scheu'ün açıklaması şöyle devam ediyor:

"Erdoğan ailesi ile sıkı ilişkilerde olan Mehmet Gürhan'ın İzmir limanında demirleyen ve İtalya'dan Türkiye'ye gurbetçi taşımak için satın alınan geminin Deniz Feneri'ne yapılan bağışlarla alındığını tespit ettik. Ayrıca uluslararası hukuksal yaptırımlardan faydalanarak Recep Tayyip Erdoğan'ın ifadesinin alınmasını talep edeceğiz.

"1992 yılında 2000 Mark karşılığı taksi şoförlüğü yapan Gürhan'ın 1,5 milyon Euro değerindeki filosuna nasıl sahip olduğunu, bir villa ve dört daireden oluşan 4,5 milyon Euro'luk mülkiyeti nasıl ve hangi parayla aldığını Gürhan'dan sorduk. Gürhan gibi avukatları da çelişkili açıklamalarda bulundular."

BURAK ERDOĞAN KURYE Mİ?

Frankfurt Savcılığı'nın 2007 yılının Nisan ayında başlattığı soruşturmada, en çok Mehmet Gürhan ile Türkiye arasındaki para trafiği üzerinde duruluyor. Buna göre Deniz Feneri Almanya'dan Türkiye'deki bazı banka hesaplarına yüklü miktarlarda paralar transfer ediliyor.

Para transferlerinde üst düzey bir bürokratın Ziraat Bankası hesaplarının kullanıldığı, savcılık tarafından belirleniyor. Bu konu, Ankara'ya gönderilen ve şu anda MASAK'ta bulunan dosyaya da yansıtılıyor.

Alman savcılığı, kara para hareketlerinin yaşandığı dönemde bir başka noktaya dikkat çekiyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan, tam da bu dönemde Deniz Feneri ve Kanal 7 Almanya'nın bulunduğu binaya sık sık gidip geliyor. Savcılığın bu ziyaretleri önemsemesi ve para transferleriyle aynı döneme denk geldiğine dikkat çekmesi, gazetecilerin de dikkatini çekiyor. Akşam ve Güneş gazeteleri internet siteleri gibi bazı yayın organlarında, "Burak Erdoğan kurye mi?" soruları ortaya atılıyor. Burak Erdoğan'ın Başbakan'ın oğlu olarak VIP salonlarını kullanması, üstünün veya eşyalarının aranmaması gibi özellikler de bu soruların dayanağı olarak değerlendiriliyor.

İÇ İÇE İLİŞKİLER AKP'Yİ GÖSTERİYOR

Frankfurt'ta kapılar kırılarak girilen binada çok sayıda belgeye el konulmuştu.

Operasyonun nedeni Deniz Feneri Derneği'nin topladığı 16 milyon Euro'nun 8 milyon Euro'sunu Kanal 7'nin Avrupa bürosuna aktarmasıydı. Frankfurt Savcılığı'nın baskında gözaltına aldığı dört zanlıdan üçünün, hem Deniz Feneri Derneği'nde hem de paraların aktarıldığı Kanal 7 ve YİMPAŞ Grubu şirketlerinde yöneticilik yaptığı açıklandı.

Kanal 7, 1995 yılında, Almanya'da Media 7 GmbH adıyla bir şirket kurdu. Gurbetçileri dolandıran Yimpaş'tan Media 7'ye, Media 7'den de Kanal 7'ye milyonlarca dolar aktarıldı. Paralarını Yimpaş'a ve patronu Dursun Uyar'a kaptıran gurbetçiler perişan olurken, onların paraları ile Media7 ve Kanal 7 palazlandı. Bu operasyonda görev yapan isimler daha sonra Deniz Feneri Derneği'nin Avrupa merkezinde bir araya geldiler.

O dönemde şirketin başında son operasyonda tutuklanan Mehmet Gürhan ve arkadaşları vardı. Bu isimler aynı zamanda Kanal 7'nin de yönetiminde görev yaptılar. Hortumlanan paralar Kanal 7'ye akıyordu.

Gurbetçi paralarını hortumlayan Yimpaş'ın ortak olduğu Media 7 daha sonra iflas ettiğini açıkladı. Media 7 iflas edince yerine Euro 7 kuruldu.

Mehmet Gürhan Euro 7'nin de ortağı. Mehmet Gürhan son operasyonda Deniz Feneri'nin topladığı yardım paralarını Euro 7'ye aktardığı için tutuklandı. Aslında Almanya'da başlatılan operasyonunun Türkiye'ye uzanan ilişkiler zincirinde hep aynı isimler ve bu isimlere ait şirketler var.

BURAK ERDOĞAN SIK SIK GİDİP GELİYORDU

Ön soruşturması yapılan davada Deniz Feneri Avrupa Başkanı ve Kanal 7 Avrupa Genel Müdürü Mehmet Gürhan'ın ve muhasebe sorumlusu Firdevsi Ermiş'in de ifadeleri alındı.

Önceleri taksicilik yapan Mehmet Gürhan'ın Frankfurt'ta 17 taksiden olusan taksi filosunu nasıl elde ettiği ve Frankfurt yakınlarındaki Dietzenbach kasabasındaki daire ve villa gibi gayrimenkullerin kaynağı soruldu.

Frankfurt Savcısının yaptığı araştırmaya göre Tayyip Erdoğan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın da çeşitli zamanlarda Frankfurt Deniz Feneri ve Kanal 7'ye gelip gittiği belirlendi.

Savcılık, araştırmanın en az bir yıl süreceğini, iki kamyon dolusu dosyanın incelenmesinin zaman alacağını, açıkladı.

Ayrıca İzmir limanında bulunan Atlas isimli gemiye el konulabileceğini, bunun için de Frankfurt savcılığı nezdinde ön çalışmaların tamamlandığını belirten Savcılık, ileriki günlerde bir grup Alman avukatın, Ankara'daki Alman Büyükelçiliği ile işbirliği yaparak, gemiye el konulması için hareket edilecek.

ALMAN POLİSİ KOSOVA'DA ARAŞTIRMA YAPTI

Federal Suç Dairesi (Kriminalamt) Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya ve İngiltere'nin yanı sıra Kosova, Türkiye ve Endonezya'da topladığı bilgilerle makbuzları karşılaştırdı.

Savcılık, Kosova'dan gelen ilk makbuzlarla Deniz Feneri'nin kayıtlarında yer alan; Kosova'da fakir köylere dağıtıldığı ileri sürülen yardımlara ilişkin makbuzların ilk karşılaştırmasında söz konusu Deniz Feneri'nin bağışladığı miktarlar ve kişilerin hayal ürünü olduğunun belirlendiğini açıkladı.

Alman ve Kosova polisinin işbirliğiyle Deniz Feneri'nin makbuzlarda verdiği adres ve köylere gidildi. Buna göre 28 köyün muhtarı ile yapılan görüşmelerde söz konusu makbuzlarda yer alan bu isimlere ait kayıtlar bulunamadı.

Kosova'daki muhtarlar, Alman İnterpol yetkililerine,

"Hayatımızda ne Deniz Feneri duyduk, ne de sözü edilen kişiler köylerimizde var"

dediler.

PAKİSTAN'DA HAYALİ ÜNİVERSİTE KURMUŞLAR

Alman polisi, Kosova'nın yanı sıra Pakistan'da da araştırmalarını sürdürüyor. Pakistan'daki araştırmalarda Deniz Feneri'nin kayıtlarında yer alan üniversite yapımı işi de uydurma çıktı. Konu edilen üniversite ile ilgili hiçbir şeye rastlanamadı.

Fatih'te muhtarların düzenledikleri sahte yardıma muhtaç kişiler ve yardım edildiği şeklindeki belgeler ayni zamanda araştırmanın diğer bir kanadını oluşturuyor."
_http://forum.efsanekomutan.org/showthread.php?t=2478_________________


İşte bu nedenden dolayı,bu zor iş kuryaliğe resmi statü kazandırılacağını düşünüyorum.
 
ne istiyorsunuz müslüman insanlardan çok günaha giriyorsunuz Allah sizi affetsin
 
ne istiyorsunuz müslüman insanlardan çok günaha giriyorsunuz Allah sizi affetsin

Senin için bir kitap yazılmış..İstersen bir oku..
Kimsenin müslümanlığına inancına lafımız yok..İtirazımız, Dinimizi kullanarak siyaset yapmaları ve sonrasında "Bu adamlar müslümandır, yanlış yapmazlar" düşüncesinin insanlar üzerinde hakim olmasıdır..Yazdığın mesajda bunu tam destekliyor..Aklımızı örtmemizi beklememeliler..

“Kur’an, “Allah ile aldatılmayın!” ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.

Allah ile aldatmanın rantından en büyük terör örgütleri bile yararlanıyor. PKK’nın başı, yandaşlarına şu talimatı veriyor:”Peygamberler şehri Urfa’ya ilahiyat akademisi kurun!”.

Allah ile aldatmak; dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.

Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır.

Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytanî siyaseti, ta 1920′de Müslüman dünyaya tanıtıyor; İngilizlerin siyasetinin ‘İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti’ olduğunu ilan ediyor.

Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.


Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında Allah ile aldatanların yarattığı ‘sadaka kültürü’ ve bu kültürün yarattığı ‘sömürü merhametçiliği’ gelmektedir. AKP iktidarı bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedirler.

Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslümanlar burada sadece taşeronluk yapmaktadır.


Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri ancak İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir.

HYP Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün son kitabı:
Türkiye’yi Kemiren İhanet: ALLAH İLE ALDATMAK
 
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ve bu örgütün Başkanı Ali Sarıkaya tarafından 15 Mayıs 2008 tarihinde imzalanan anlaşmanın gerekçesine baktığınız zaman "farklı medeniyetlere mensup gençler arasında kültürler arası diyaloğun geliştirilmesi amacıyla, sürdürülebilir bir uluslararası mekanizma tesis edilmesinin" istendiğini anlıyorsunuz.
Ancak anlaşmanın metni, gerekçede ileri sürülen bu amaçla ilgili tek bir kelime bile içermiyor.
Bu örgütü kurdunuzsa, onun "amacı şu" dersiniz. O amacı gerçekleştirecek organları sayarsınız. Onların yetkisi, işlevi her ne ise, anlaşma altına imza atan ülkenin de bilmesi gereken hususları yazarsınız.
Burada öyle bir şey yok.O yok ama söz konusu gençlik forumuna , diplomatik ilişkileri düzenleyen uluslararası anlaşmalarda bulunmayan imtiyazların verildiğini gösteren hükümler var. Örneğin bu Forum’un "Herhangi bir sınırlamaya veya herhangi bir kontrol, düzenleme ve moratoryuma tabi tutulmaksızın, elinde her çeşit para bulundurabileceği" bildiriliyor. Buna ilişkin "imtiyazları" kullanırken "Türkiye Cumhuriyeti’nin tavsiyelerinden, kendi amaçlarına (o amaçların ne olduğu bellli değil ) uygun bulduklarını" dikkate alması olağan sayılıyor.
Bir örgüte bu hükümle "Sen elindeki olanakları istediğin kadar kötüye kullanma imtiyazına sahipsin. Biz devlet olarak senin yapacağın her türlü kötülüğe koruma sağlayacağız" demiş olmuyor muyuz?
 
Geri
Üst