Ç@rŞi
Çarşi,kapalının ortasında sıralanan bir gurup değildir. çarşi bir ruhtur. çarşi,
new york’da metro trenine yazılmış siyah beyaz bir grafitidir, prag'da duvara
yazılmış bir yazıdır, erzincan'da bir dağın yamacına yazılmış sevgidir, adana'da
bir rengi bozuk derneğinin duvarlarına boyanmış siyah'la beyazdır, galatasaraylisesi duvarına yazılmış "çarşi ulan" işaretidir. bir tiyatro sahnesinde hiç birdekora uymadan sırtında taşınan kutsal beşiktaş formasındadır çarşi.
zonguldak'tamaden göçüğünden çıkarıldığında ilk nefesle sorulan "maç kaç kaç?" sorusundadır
çarşi. hakeme kızdığında "satanist hakem" diye bağırıp gündemi takip edenlerdir.
atatürk’e dil uzatan dönemin milletvekili hasan mezarcı'ya "hasan mezarcı'ya kafam
girsin" diyen tezahüratıyla cumhuriyet'in kemalist çizgisindeki duruşunun ödünsüz
sesidir. ezik civcivler'in yalakalıklarına "tek adam, atam" yada "bir pankartta
verhaugen’e aç avrupa şampiyonu ol fener" diyen zekadır. beşiktaş aşkını
pankartlarda "başka boyutların tanrısı" diye ifade eden kalp’dir. ceza'sı gereği
boş kalmış tribünlere "ruhumuz yeter" yazan yüreklerdir. kaşınanı tesislerinde
ziyaret eden yada ellerine verdikleri "cobarde gallina ortega (korkak tavuk
ortega)" pankartıyla maymun edenlerdir. "erkek adam renkli takım tutmaz" deyip
alemi dut yemiş bülbüle çevirenlerdir. "işıklar söndüğü zaman tüm fenerliler
güzeldir" pankartıyla herkesi güldürenlerdir. "bizim taraftarımız daha fazla" diye
böbürlenenlere "en fazla sinek'de bokun üzerinde olur" cevabını yapıştıranlardır.
futbolcusuna kızdığında "aşkımız renklere sizlere değil" diyen renk aşkıdır. 2 km
bayrak yapıp dünya rekoru kıran sevgidir, o bayrağın en arkasında hiç bırakmadan
duran 72 yaşındaki teyzedir. dünkü bükreş maçında televizyonların gösterdiği, o
soğukta, ayakta boynunda siyah beyaz kaşkoluyla titreyerek karakartallarini
seyreden nine'dir. tribünde bir doktordur, işçidir, iş adamıdır, okuma yazma
bilmeyen bir sokak çocuğudur, profesördür. omuz omuza zıplayıp "beşiktaşım benim
biricik sevgilim" diye gözünde yaş gırtlağını yırtan solcusudur, sağcısıdır,
ateistidir, hacısıdır, müslümanıdır, ermenisidir, yahudisidir, hıristiyanıdır. irak
işgalinden önce savaşa karşı duran yurtseverlerin yanındaki ruhtur. mitinglerde
"beşiktaşliyiz, savaşa karşiyiz" tezahüratlarında, tribün'de "savaşa hayir",
"amerikan şahinlerine karşı karakartallar" pankartlarıyla tepkisini koyandır. bir
f16 burnuna yapılmış kartal’dır. çarşi’nın "a" sını anarşinin "a"sıyla yazan güce
tapmayan isyankarlıktır. "siyah beyaz ölüm yaşam" diyen felsefedir. holiganlığı
kahpelik, delikanlılığıda hayat felsefesi olarak benimseyenlerdir. sevinmek için
sevmeyendir, inadına inançla bağlı olandır. nazım hikmet'in "aslolan hayattir" ına
tribünlerin hacı babasıyla "hayatta beşiktaş" diye ölümsüzleştirenlerdir. "çarşi,
mustafa kemal hariç herkese, hatta kendine de karşi" diyen aykırılıktır. tribüne
boydan boya "ölüm ne zaman ve nereden gelirse gelsin; mezarıma siyah beyaz güller
atılacaksa, mezar taşıma beşiktaş yazılacaksa, böyle ölüm hoş gelsin sefa
gelsin..." yazan ölümsüz sevgidir. çarşi ruhu beşiktaşinin uslanmaz asi ruhudur,
beşiktaşini taparcasına seven çılgın aşığıdır.
! ! ! G E L İ Y O R U Z ! ! !
18 yaşında bir delikanlıyı en az 10 sene yararlı olacağını bildiklerinden yok etmeye çalışanlara "İnadına Serdar Kurtuluş" diyerek, GELİYORUZ.
Nobre'nin helal terleriyle oyundan çıktığında boncuk boncuk akıttığı iki damla gözyaşını alkışlayarak, GELİYORUZ.
Biz Ricardinho, Runje, Delgado kötü oynadıkça iyi kumaş olduğunu bilip iyi olacaklarını düşünerek destekleyenlerdeniz. İyi olduğunu bilip de "Beşiktaş faydalanmasın" mantığını güderek "Bunlardan topçu mu olur" diye yazanlara gülerek, GELİYORUZ.
"Seviyoruz" dedikçe "Bunlar kendilerini eğlendiyor" diyenlere "Hodri meydan"ları açarak, GELİYORUZ.
"Her şey galibiyet değildir" mantığını kamuoyuna, gençlere ve tüm meteryalistlere şırınga ederek, GELİYORUZ.
Onun için maçlarımızı TV'den seyrederken gözlerinizi kapatırsınız. Ve ahengi yüksek bir orkestranın çok ve gür sesli "tını"larını duyarsınız. Tüm bunları çekemeyenler vardır ve doğaldır. Kıskananları bilerek,GELİYORUZ.
101. yılda ikinci yarı başındaki 8 puan farktan türlü entrikalar sonucu verilen şampiyonluğu bu seneye hitaben "Tarih tekerrürden ibaretttir" kitabesine "Şampiyonluk öyle alınmaz böyle alınır" sloganlarını hazırlayarak, GELİYORUZ.
Stadımızda küfür yok deyip de en iğrenç pankartları açanlara yol verenleri kınayarak,GELİYORUZ.
15 yaşına kadar şampiyonluk görmemiş bir neslin Beşiktaş aşkına ölümlere körebe oynayışına gözlerimiz dolarak ve dalarak, GELİYORUZ.
Ve sevenler ayrılmaz biliyorsunuz. Tüm insanlar ufak tefek hatalar yapmıştır, anlıyorsunuz. O yüzden fazla güzelde gözümüz yok, ey Azrail... Biz Beşiktaşlılar cehennemden kombine aldık.
ORAYA DA GELİYORUZ.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
-BAYRAK ALTINDA BAYRAK
DEVLET ALTINDA DEVLET
CUMHURİYET ALTINDA CUMHURİYET OLMAZ
BİZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAYRAGINI BAĞRIMIZDA LOGOMUZDA TASIYORUZ.BİZ NE PKK YA KONSERVE SATIYORUZ NE DE RUS MAFYASINDAN GELEN SİLAHLARI ,
BİZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARIYIZ VE BEŞİKTAŞLIYIZ
HERKES HADDİNİ BİLECEK !!!
Pascal Nouma!!!
İNANDIĞI DAVAYI YAŞAMAYAN YAŞADIĞI HAYATA İNANIR!!!
Yaşasın Holigan Mücadelemiz...
12 Senedir KAPALIYIZ!!!
SENİNLE AĞLADIK, ﷲ
SENLE GÜLDÜK BİZ, ﷲ
SEVDAMIZ UĞRUNA, ﷲ
CANLAR VERDİK BİZ, ﷲ
SİYAHIN ZİNDAN OLSUN, ﷲ
BEYAZ AYDINLIK, ﷲ
Ħêŕķèsé ŊåŝįÞ ÓľмǺź βЄşίķŤαŞĻĮĻĮķ
Yağmurlu bir günde görmüştüm seni...
Üstünde Çubuklu Formalar Vardı...
Bir anda tutuldum aşık oldun ben...
Hayatın anlamı Siyah Beyaz dı...
Ölümle Yaşamı Ayıran Çizgi ...
Siyahla Beyazı Ayıramaz ki...
Her yolun sonunda Ölüm olsa da...
Sevenleri Kimse Ayıramaz ki...
siyah geleceği ardına alıp beyaz aydınlığa yürümektir BEŞİKTAŞ lılık.Dogmamis çocuguna Besiktas marsini dinletmek, dogar dogmaz SiYaH BeYaZ forma almak ve sampiyonlar ligi final maçina 6 aylikken götürme düsüyle yasamaktir BESiKTAS lılık.BeYaZ gömlegine SiYaH kravat seçebilme ayricaligidir BESiKTAS lılıkSari - kirmizi aristokrasi ve sari - lacivert küçük bir burjuva taraftarligini reddetmek ve halktan biri olmanin gururudur BESiKTAŞ lılık..........
Sevdalara bezenmiş geliyoruz...adımlarımız asker disiplininde siyah deyip basıyoruz sag ayagımızı yere gür bir beyazla indiriyoruz sol ayagı toprak ananın bagrına dogru.inat etmşiiz isyan etmiş serefsızlerın purolarından cıkan islerin kapkara yaptıgı duvarlarına..baca dumanından cıkar gıbı cıkıyor nefesımız gecenin zifiri karanlıgında,sıfırın altında bilmem kac derece soguga inat.meteliksiziz biliyorduk cebımızde basımızı dondurmeye yarayan kimyasalları almaya paramız yok,olsada almaya nıyetımız yok.vermısız kendımızı kopek oldurenın koynuna,köpek gıbı tıtrıyoruz,tahta banklara kendımızı bırakmıs haldeyken.tutsak etmıs bızı kendıne,gönüllü mahkumunuz senın ipe götürmeyınde muebbet verın siyah beyaz duvarların arasında.Arman olsun hücreme dolan ısıgım,uzun alanlar ıstemem keza sesimin yankısını duyacak kadar uzak olayım duvarlarına yeter bana.körolasın emı dünya,goremeyesın sevısmelerımızı boyluboyuna yatmısken dolmabahce sırtlarında.Büyük Amigomuzun dokulen yaslarını yalancı agıtların mahsulu sanarsın sen ey gidi serefıne yandıgımın medyası.mil çekilsin gözlerinize gormeyın emı armamızdaki TÜRK bayragının hıc bır takıma nasip olmadıgını,görmeyın siz kan fışkıran şeytan gözlerinizle şerefımızı yazdıgımız İnönü duvarlarındakı pankartları,sagır olun duymayın sarkılarımızı.sızlerı dusunupde zehır edemem valsımı yarıda bırakamam.ortakoy semalarında ucmaktayım su an,bogaz koprusune gerdanlık derdım de yalan,inanmayın siz.Dünyanın pırlantasıdır semtimiz.şerefin simgesidir armamız.varsın olsun olmasın müzemizde 2 tane UEFA patentlı kupamız yada armamızda sırıtan 3 tane yıldızımız,55bın ınegın otladıgı besi damımız olmasın ya da ne bıleyım tarıhınde tek basarısı uefa ceyrek fınalı olan göztepe gibi mazimiz olmasın.bizim tarihimiz yazsın her zaman ankaragünün yatışlarını satışlarını volkswagen bayısının kasasına ındırdıgı passat fıyatlarını ve surucu koltuklarındakı davarları.bunlardır bizi böyle süründüren tukruk bezlerımızı salgı manyagı yaparak delırten yüzlerıne tukursek bıle yarabbı sukur deyıp ırgalamayanlar.bunlardır kadıkoyde suyu son damlasına kadar kesen ve engel olamayan sahadakı gol yagmuruna.ve sonra bagısta bulunan kızılay kan bankasına.bizde böyle kardesım her sene boyle biz oyun bozanız kardesım.her turlu kumpasın ortasına atarız bedenımızıyumrugumuzu peskes masanıza vurmasakta her turlu bır yerden hıssettırırız acısını.peeeeh canına yanayım senın Karakartal nelere kadirsin be gözüm.nesin sen böyle aşık etmıssın yuzbınlerce şerefını kanında hısseden ınsanı...haykırtıyorsun peşinden milleti..coktan girmeye hazırlar zindanlara sırf siyahı ölesıye yasayayım dıye...senın ıcın bırakıp gelmısler baharları yazları asık olmuşlar kışa.sırf bembeyaz kar burusun her yanı dıye...anlatsam güler herkes içimdeki seni..deli kulpunu takacaklar belkı bana..ama sen benım ıcın herzaman kundakta bebeksın sevgıme muhtacsın bende senın tanrısal kokuna muhtacım.gozlernın hapsındeyım bırakmısım senın kullarına savur benı ordan oraya bebegım sut beyaz tenıne degmesın kımsenın elı..bir sonrakı görüş gününde görüşmek üzere Kartalım tum dunyam sensın.kalbımde taşikardi sinyallerı artıyor senı gordukce ve asıgım sana ölesıye,ölmez sag kalırsam bu dunyada,hergun SİYAHIN ZINDAN OLSUN BEYAZ AYDINLIK...
İstanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır.Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.Parası olmayanların kaderleri değişmesede yerlerinin değiştiği bir başlangıç,yada sondur burası.Hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.Öğlen ezanı okunuyordu.Nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı.Artvin’e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip,otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı.Muavin bagaj kapaklarını kapattı,peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp,kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı.”22 numara,22 numara...”.22 numara yoktu.Tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona.Ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu.“Bagaj var mı?”muavin.Adam “yok,ama cenazem var”dedi.Muavin yıkıldı.Çünkü ağzına kadar dolu bagajı indirip,tekrara yerleştirmek demekti bu.Peron zili çalıyor ama Artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu.Tabut orta kısma sürüldü,ambulans sessizce ayrıldı yan perondan.Yolcular cama dayanmış,efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni.Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri,otobüs yola düştü.22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs.Müsade isteyip yerine oturdu.Yanındaki yolcu merakını kustu hemen,“Allah rahmet eylesin,yakının mıydı?”Adam düşündü uzun uzun,“Mehdi” benim neyim oluyor diye.İçini çekip,“Kardeşim di”dedi.Otobüs köprü üzerinden geçiyordu.Adam içinden,“Mehdi,son kez hisset boğazı”diye geçirdi.Uzun yol başlıyordu.Adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.Sürekli içleniyor,vah vah çekiyordu.“Kaç yaşındaydı” diye sordu yolcu.Adam,“Tam olarak bilmiyorum,ama ben yaşlarındaydı”.“Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun”diye hayret dolu çıkıştı yolcu.“Kardeşim dediysem,öyle değil”dedi adam.“Ya nasıl” dedi yolcu.Uzun bir sohbet başlıyordu,Otobüs İstanbul sınırlarından çıkarken.Mehdi’yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm.Alt koğuşlarda,*** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavaga çıkınca bizim koğuşa postaladılar.*** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi’nin.En dipte benim ranzanın sağ altına yatırdılar onu.Birkaç ay kimseyle konuşmadı.Yemek yaptı,topladı,çay dağıttı.Havalandırmada yalnız dolaşırdı.Koğuş eğitimlerimize katılmazdı,annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.Anladım ki fraksiyoncu filan değil.Bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri.Her koğuş baskınında Jandarma o defteri bulur yırtardı.Bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni defter bulur,bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi.Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp,defterini bizim zulaya attım.Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi hayretler içinde kaldı.Ona aldığımı söylemedim,merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını.Herhalde karı kız resimleridir,hela için malzeme yapıyorudur diye düşünüyordum.Öyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.Işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri.Gözlerime inanamamıştım.Koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı,ziyaretlerde don,sigara sarılıp getirilen,iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış,içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı.Resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı,kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş buruşukluktaydı.Ama herbirinin altında tarihi düşülmüş,önemli yerlerinin altı çizilmişti.İlginç gelmişti bana Mehdi.Bir sabah yoklamasında yanında durdum.Pantolunuma soktuğum defteri arkadan sıkıştırdım eline.Şaşırdı.Çocuk gibi sevindi.Teşekkür etmek istedi,konuşmadım onunla.Ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.Havalandırmada yolumu kesti.“Sağol” dedi.Sigara tuttum ona.Çömeldik.“Kimsin,necisin,ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde”dedim.“Vallahi bende bilmiyorum,neci olduğumu bende bilmiyorum”dedi Mehdi.“Peki anlat o zaman”dedim.“Kimseye demek yok ama,söz mü”dedi.“Söz” dedim.Eylül 80 yılıydı.Malum stad bir tane.Ülke bir savaş yaşıyor ama bizim derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı.Akşamdan yığıldık,sabahlıyoruz kapalının kapısında.Kimimizin koynunda şarap,kiminde emanet,kiminde yarım somun ekmek.Askın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz Maçka tarafına, Dolambahçeye,spor sergiye.Ben gece üç gibi Maçkadayım.Motorcular geliyordu aşağıdan.Son seferinde karşıdan grup indirmiş,nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler.Bıçkın delikanlıyız o zamanlar,semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet.Bir o sokağa dalıyorum,bir bu sokağa derken bir baktım,o grup duvara tezahürat yazıyor.Allah dedim,çektim emaneti üzerlerine yürüdüm.On kişiydiler,dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçamaya başladılar,bende arkalarından.Eğer benim hemen arkamda Polis varmış,ben onları kovalıyorum,koşuyorum,polis hepimizin arkasından koşuyor.Girdik bir çıkmaz sokağa,çocuklar durdular,elleri havada,ben hala bana teslim oldular diye havalardayım,Polis arkadan ışık tutunca uyandım,elimde emanet,kolum havada,megafondan“at elindeki silahı”diye bağırıyor,ben kala kaldım.İçimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.Çocuklar bilmem ne örgütünden,ben orada saf saf bir adam,polis minibüsünde Gayrettepeye vardık.Nezarete oturduk,geçmiş olsunlaştık.Çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer,ben onları ne zannettim,güldüm kendi kendime,bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala.Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım,sabah oluyordu,sigara tuttu arkamdan biri.Uzandım aldım,hırsızmış,basılmış evde salak.Durumu anlattım güldü bana.Rakip takımı tutuyormuş,iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size dedi.Ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı,koyum kafayı burnunun üstüne,dağıldı ağzı burnu.Apar topar çıkardılar dışarı.Tehditler savurdu bana.Hadi lan ikile,kodumun hırsızı dedim arkasından.Sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,teker.Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte.İçim rahat,ifadeyi verip gideceğim maça.Aaa,bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,oturdu karşımda.Burnu tamponlu,sargı içinde. Noldu lan yetmedi dedim.Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım.Sivilmiş meğer,nezaretten laf almaya karışmış,nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar,ama bizim kırık burun davasından“memura karşı koyma ve darptan”kalakaldık.Maç gitti,ama asıl giden benim hayatımdı.Asker ertesi gün darbe yaptı.Memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım.Darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım.Konuşturmadılar bile.Sonrası o koğuş senin,bu koğuş benim.Her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar.Bende kimseyle konuşmamaya başladım.Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama yakalandığım grup çok sivriymiş,çok vukuatı varmış,yırtamaz demişler.Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır,ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum,ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse Beşiktaş abuk subuk hareket yapıyorlar,bende dalıyorum,sonrası jandarma dayağı,bıktım,ağzımda diş kalmadı.Otobüs otobanı bitirmiş,yola döner dönmez,mola vermişti.Yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı.İkide bir vah,vah diyor,yorum yapmak istiyordu.Adam aşağı indi,bir sigara yaktı.Hava soğumaya başlamıştı.Bagaj sıcakmıdır,diye düşündü.Ölüler üşümezdi oysa.Çaylarla birlikte üst üste,hızlı,hızlı sigaralar içildi.Anons yapıldı,otobüs mola yerinden ayrıldı.Meraklı kulaklar dikildi,VCD’de oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu.Adam devam etti.Mehdi’nin bir arkadaşı olmuştu artık Ben.Okumamıştı,ama hayat onu yetiştirmişti.Bize katıl dedim ona.Anlamam o işlerden,sevmem o işleri dedi.Olsun vakit başka türlü geçmez,gel otur akşamları sende tartış bizimle dedim.Koğuş sorumlumuza durumu anlattım.Ajan olabilir dedi.Ben kefil oldum Mehdi’ye.Oturdu o akşam bizimle.Kısmetsiz Mehdi’nin ilk geceside şanssız başlamıştı aramızda.Okuma yapılacaktı.Zuladan kitaplar çıktı.Herkes harıl harıl okumaya başladı.Yan gözle Mehdi’yi seyrediyordum,okumak ne kelime,kitaba bakmıyordu bile,sonra harita metodunu soktu kitabının arasına,yine kendi dünyasına daldı.Ama onu bekleyen bir süpriz vardı ki,okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı geceyarısı.Okuma bitti.Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara yanıt veriyordu.Sıra Mehdi’ye geldi.Ben gözlerimi kapadım,çıkacak cümbüşü ve Mehdi’nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum.Koğuş sorumlusu sordu“Mehdi,teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?”.Ben yer yarılsada içine girsem diye düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi,konuşmaya başladı,kulaklarımı tıkadım.“Bir harekete taraf olmak,eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır.İnsanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur.Benlik,bencillikten türemiştir.Teori diye tanımlanan hareket,insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider.İşte insanoğlu harekete saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur,beyninde aşk olmazsa benlik yada bencillik,teoriyi zorunluluk haline getirir.Teoride yenik düşmek,eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir.Ben sevdalarıma hiç yenilmedim”.Sessizlik oldu.Kulaklarımı diktim sessizliğe.Felsefenin temel ilkeleri,bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü.Işıklar söndü,herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye.Birkaç gece geçti.Koğuş sorumlusu Mehdi’yi istedi yanına.Ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı.Hiçbir kayıt yoktu.Direk sorgu yapacaktı.Havalandırma sırasında ben,Mehdi’yi karşısına oturttu,hikayesini onada anlattı Mehdi.“Peki,sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları,bir aşka bağlayıp nasıl sonladın Mehdi“dedi koğuş sorumlusu.“Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu?”diye cevap verdi Mehdi ve devam etti.“Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi.Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar.Ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu,yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk.Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan.Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini,bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz.Peki kendinizi,yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz.Veya bu coğrafyada yaşıyanlar sizin için ne ifade ediyor”diye konuştu Mehdi.Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum,kitaplar yutmuştum,makalelerim çıkmıştı dergilerde ama Mehdi’nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti.İleriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile Beşiktaşlılığı anlattı.O zamana kadar sporu,hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak,toplumun afyonu sayan bizler,Beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık.Şimdi anlayabiliyorduk Mehdi’yi,bu kadar bir futbol takımını sevip,maçlardan,seyirden,gazetelerden,radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş bu kadar sevebilmesini.Çünkü sahada oynanan oyun değil,taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini.82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı.Kararı çıkan kendi memleketine yakın cezaevine naklini istiyor,orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.Mehdi’ye yapışan örgüt davası çok dallanmış,hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti.Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu.Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.Yaza doğru karar çıktı,devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti Mehdi’nin.Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti.Bu tam bir yıkımdı.Mehdi’yi sakinleştirmek için yanına gittim.Zaten sakindi ama hüzünlüydü.“Şimdi olacak şey mi bu müebbet.Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı seyredemeyecekmiyim şimdi?”dedi Mehdi ve devam etti.“Birde benim sevdiğim vardı biliyormusun.O benim sevdiğimin farkımda bile değildi ama ben onu çok severdim,bir veda bile edemedim.”Mehdi sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.Yüzünü anlattı,ellerini anlattı,gülüşünü anlattı,evini önünü anlattı,bakışlarını anlattı.Beynimde zehirli bir düşünce,o anlatırken,kızın resmini çizmişti gözümün önüne.Söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza,Mehdi’nin kızına.Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile.Artık buralarda kalmasının anlamı yoktu.Nakil istedi.Hemde kimselerin tahmin edemediği bir yere,Eskişehir’e.Ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin.Ama Beşiktaş orada oynayacaktı,şampiyon olacağı maçı.İdare seve seve kabul etti,bir ilk yaz günü elinde bavul,ardında bizleri bırakıp çekip gitti.Giderken sanki mahpusluğa değil,İstanbuldan Es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi.Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı.Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık.Biran önce otobüse dönüp Mehdi’yi dinlemek istiyorlardı.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz,öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.“Sonra ne oldu,görüşebildiniz mi?”diye sordu şoför.Adam kaldığı yerden devam etti.Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten.Üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık.Bu sevince birde Beşiktaş’ın Eskişehiri 3-0 hükmen yenip şampiyon oluşuda eklenince,o gece hem Mehdi’yi anmak,hemde şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik.Bir hafta sonra bende ayrıldım oradan.Bursa hapisanesinde sevk oldum,iyi bir yerdi. Ama Eskişehir’den inanılmaz haberler geliyordu.Kıyım vardı,çok zor haber alabiliyorduk.Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu,birde boncukçuluğa merak sarmış,çakmak kılıfıydı,anahtarlıktı,siyah beyaz hediyeler gönderiyordu bana.Ara sıra mektupta yazıyordu,ama yarısı yırtık,karalanmış ve silinmiş şekilde.Silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine.Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir’de.İçim içimden gitti Mehdi dedim.Birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere,heber gelmedi sonraları.Ben tahliye oldum.Mehdi’yi aramaya koyuldum ama nafile.Eskişehirdeki isyanı o başlatmış.O yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.Avukatlar tuttum,işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi.Çaresiz İstanbul’a döndüm.İçim içimi yiyordu.Mehdi’yi bulamıyordum.Arkadaşlarını buldum,Beşiktaş’ta.Onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.Birden karşıma o çıktı.O kız.Mehdi’nin sevdiği kız,Mehdi’yi sordu. Büyülenmiştim.Konuşamadım bir süre.Bir muhallebicide oturduk,uzun uzun anlattım ona olup bitenleri.Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.Sık görüşmeye başladık,bir süre sonra Mehdi’den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık.Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste,yapılır mı bu diyordu bir kısmı,diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler.Otobüs Karadenize paralel virajları ala ala,saatler sabaha karşı Vakfıkebire ulaşmışlardı.Adam devam etti,Onunla evlendim. Beşiktaş’ta ev tuttuk.Mehdi’den haber yoktu. İşsizdim.Zor geçiniyorduk.Özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım.Reklamcı oldular,gazetelerde yazar oldular,hepsi yolunu buldu.Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri.Hani o benlik bencilliğe dönmesi,aşkı,sevdası.Nerede kalmıştı o yüce teoriler.Hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım.Çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta,adını koymakta tereddüt etmedik.“Mehdi”.....Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki.Tribün tayfası olmuştum,bir iş buldum sonraları.Kalem katipliği gibi birşey belediyede. Yıllar geçti,Mehdi’den haber yoktu.Kimileri gördüğüne yemin ediyordu,yeni açıkta.Ama ben görmedim.İzini sürmeyi bıraktım.Yıllar geçti aradan.Bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki.Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,yetişemedim.O muydu,değilmiydi,çok kuşkulandım.Tekrar aklıma düştü Mehdi.Araştırmaya koyuldum ve buldum onu.Dosyasını çabuk çabuk okudum.Mardinde,Antepte,Bingölde yatmış. Hastalanmış. aralanmış.Önceden suç işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçlarıda ortadan kalkmış,sonrada Rahşan Hanım affından salıverilmiş.Demek doğruymuş,oymuş.Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.Bulamadım.Ta ki geçen haftaya kadar.Uyku çökmüştü otobüse.Artvin gözüküyordu ama viraj,viraj,viraj.Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin.Adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.Geçen hafta iki polis geldi evime.Polis gelince bir korku aldı beni,mahpusluktan kalma alışkanlıkla.Bir kağıt tutuşturdular elime.İstinye Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni.Ne için diye sordum,tesbit dediler.Ceketimi aldım çıktık.Hastanenin bodrum katına indirdiler beni.Morg odasına bir sürgü açılmış beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni.Çarşafı kaldırdı,yatan Mehdi’ydi.Öylesine yaşlanmış,saçları beyaz,mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.“Başınız sağolsun,giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,kardeşinizmiş,Allah sabırlar versin”Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan.Yıllardır aradığım adam karşımdaydı,sarıldım ona çaresiz.Evrakları hazırladılar,işlemleri yaptırdım.Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık.Doğum yeri gözüme çarptı Mehdi’nin.Artvin.Ertesi gün onu Artvin’e götürüp gömmeye karar verdim.“Peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin İstanbul’da”dedi muavin.“Yok,ölmüş hepsi,eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye”diye cevap verdi adam.Artvin otogarına girdi otobüs.Omuzlar üzerine alındı Mehdi.Yukarı mahallede bir camiye götürdüler.Otobüs yolcuları cemaat olmuştu.İmam sordu,“Nasıl bilirdiniz?”Hepbir ağızdan“iyi bilirdik”sesi yankılandı.Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta,kartal yuvasında buluştu toprakla Mehdi.Ama aşkı hiç ölmedi.
Girilmez yazılı tabelanın tam altındaydı. Ameliyathane-nin o çirkin yüzlü kapısı o ana kadar ona hiç bu kadar soysuz gelmemişti. Başını iki küçük elinin arasına almış, oracığa çömelivermişti. Gözlerinden akan yaşlar Kızılırmak'ın deli suları gibiydi. Varsın aksındı. Hatta hiç durmasındı. Ama doktor amca müjdeli haberi bir an evvel versindi. "Baban kurtuldu" desindi. 11 yaşındaki o gencecik yüreği şimdi bir ayrı çarpıyordu. Çaresizlik durağında beklemek onu bir hayli yıpratmıştı. Şöyle bir ayağa kalkar oldu. Acıktığını hissetmişti. Ellerine baktı... Kan içindeydi. Üzerinde babasının ona 100. yılda aldığı nostalji formalarından vardı. O günü hiç unutamıyordu. Babası iş çıkışı 'store'a uğramış, akşam yemeğinde ona sürpriz yapmıştı. Heyecandan sabaha kadar formayla dolaşmış, hiç uyumamıştı. Ya şimdi! Babası azraille çatışıyordu. Üstündeki formanın armasını öptü, gözlerini kapadı, ağzından iki üç kelime döküldü: 'Seninle ağladık, senle güldük biz...' Sonra bir duygu sağanağı patladı. Bir türlü gözlerine dolan yaşlara hakim olamıyordu. Formasının alt kısmıyla gözlerini sildi. 'Ne vardı sanki balkona çıkacak' diye kendi kendine hayıflandı. Fenerbahçe maçının atmosferinden etkilenmişti babası... Konya maçından sonra eve geldiğinde şampiyon oldukları sene diktirdiği bayrağı sandıktan çıkarmış, bir güzel ütülemişti. Bayrağı caddeye asacaktı. Ama ip eksikti. Onu da ertesi gün işten gelirken alacaktı. Bu işleri iyi biliyordu. 1982 şampiyonluğunda İstanbul'u bayrak delisi yapmışlardı. Antrenmanlıydı. İpi alıp geldiğinde bir yandan çocuğu ile konuşuyor, maaşını aldığında 1 numaralı Pancu formasını alacağını taahhüt ediyordu. İşte o anda balkonun en bakımsız ve çürük yeri çökmüştü. Babası gözü önünde Beşiktaş bayrağıyla aşağı düşüyordu. Bayrağın balkon demirlerine takılması düşüş hızını kesmişti. Hastaneye nasıl gelmişlerdi hatırlamıyordu. Birden irkildi. Babası hâlâ çatışıyor muydu azraille? Doktor hâlâ neden 'müjde' dememişti? Babası da annesi gibi onu terk mi edecekti? Hüzünler hiç bitmez miydi? Ve kapı açıldı... Doktor karşısında dimdik duran çocuğa ağlamaklı bir sesle ancak 'Kimin kimsen yok mu? ' diyebildi. 'Kurtaramadık' diyememişti bile. Avucunda doktorluğuna lanet edercesine sıktığı bir kağıt parçası vardı. Sessizce uzatıverdi çocuğa... Ufacık elleriyle buruşuk kağıdı düzeltti. Kağıtta; " SEVDAMIZ UĞRUNA CANLAR VERDİK BİZ SİYAHIN ZİNDAN OLSUN BEYAZ AYDINLIK HERKEZE NASİP OLMAZ BEŞİKTAŞLILIK " yazıyordu.." ÇARŞI " işte bu
(YAĞMURLU BİR GÜNDE GÖRMÜSTUM SENI)
Karısından ayrı yaşıyordu. Mahkeme onları bir celsede boşamıştı ve 11 yaşındaki delikanlı anneye verilmişti. Karısının, duruşma salonunda hakime anlattıkları, dudaklarında gülümseme, kulaklarında çınlama yapıyordu.
"Hafta içi basket, hafta sonu futbol maçlarına gider, bize hiç vakit ayırmazdı. Uykusunda hakem isimleri sayıklar, federasyonu istifaya davet ederdi. Evin içinde Beşiktaş'tan başka bir şey konuşulmazdı. Meğer bu adam benimle değil, Beşiktaşla evliymiş" sözleri; İnönü'nün bütün koltuklarına kazılıydı sanki.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi haftada bir gördüğü oğlu babasının elinden tutarken "Baba, beni maça götürme. Çünkü hakemler Beşiktaş'ı sevmiyor, ben de hakemleri sevmiyorum" dediğinde, dudaklarının arasından "Beşiktaş'ın Beşiktaş'tan başka dostu yok" mırıldanmaları ancak çıkabilmişti. 11 yaşındaki çocuğun bile sevgisinden yoksun bu hakemler, nefret bahçelerinde mi büyümüşlerdi acaba? Bu sefer adaletli maç yöneteceklerdi.. En azından öyle umuyordu..
Ve çocuğuna söz vermişti hakemler adına.. Beyninde, karısının hakime söyledikleri vardı.. Yüreği ise inadına Beşiktaş diyordu. Çocuk, 12. dakikada verilmeyen penaltı sonrası babasına şöyle yandan bir bakış attı. Baba mahcup ama azimliydi, ses etmedi. 19. dakikada Ronaldo sahada, adam da çocuğunun yanında kıpkırmızı olmuştu. Çocuk aklıyla işi çözmüştü. Ama babasını kıramıyordu. Onu, en sevdiği tribüne "Kapalıya" getirmişti. Babasının omuzlarında ilk maça gelişi ve tribünün onu "Yavru Kartal" diye selamlamasını asla unutamazdı.
Babası, tribünle beraber iyice galeyana gelmişti. Futbolcu onur mücadelesi veriyordu. Beşiktaş ruhunu iyice hissetmeye başlamışlardı. "Hep böyle oynayın canımızı verelim" nidaları, 2-0'ın coşkusuyla tavan yapmıştı.
Adam çocuğunu kavrayarak "İşte bu ruh, bu onur mücadelesidir aşık olduğum. Ama annene bunu bir türlü anlatamadım" derken gözleri nemlenmişti. Aynı gece çocuğun annesi, baba ocağında TV'den Beşiktaş maçını izliyordu.
Yaşadıkları gözünün önünden film şeridi gibi geçmeye başladı.. Kocasını ilk gördüğü yer kapalı tribünün C kapısıydı. Şakır şakır yağmur yağıyordu ve delikanlı çubuklu bir forma giymişti. Birbirlerine aşık olmuşlardı..
Delikanlı, kutsal apoletli formayı oracıkta kendisine hediye etmişti.. Genç kadın, babasının şaşkın bakışları arasında o kutsal formayı üzerine giydi. Hayatın anlamını, iş işten geçtikten sonra anlamıştı. Volume tonlaması sonda olan TV'den Beşiktaş taraftarının sesi bütün odayı sarıyordu: "Bir anda tutuldum aşık oldum ben, hayatın anlamı siyah-beyazdı.."
Yağmurlu bir günde görmüştüm seni
Üstünde çubuklu formalar vardı
Bir anda tutuldum aşık oldum ben
Sevdanın anlamı Siyah Beyazdı
Ölümle yaşamı ayıran çizgi
Siyahla Beyazı ayıramaz kı
Her yolun sonunda ölüm olsada
Sevenleri kimse ayıramaz
Doğduğu anda başlar Beşiktaşlının aşkı. Beşiktaşlı, doğduğunda hayatı siyah beyaz görür. Bir bebeğin gözünü açtığında ilk algıladığı renkler siyah beyazdır. Sonra tanır diğer renkleri. Beşiktaşa karşı duyulan aşkta doğumla başlar, işte o yüzden Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur. Beşiktaşlılık, çocukluğunda mahallede top oynarken kendini Metin, Ali, Feyyaz yapmaktır ya da kapalıda açılan bir pankarta, çocukça akılla yapılan yorumdur. Bir babanın "Yarın ben oğluma ne diyeceğim?" sorusunda gizlidir Beşiktaşlılık. İlk aşkı Beşiktaşla yaşıyan insan, unutamaz ilk aşkını hayatı boyunca. İnsan büyüdükçe aşkıda büyür Beşiktaş'ına. Bu aşk, Beşiktaşa geldiğinde kalbinin kıpır kıpır atmasıdır, bazen Çarşıda yürümektir, bazen de Kazanda delikanlılığa ilk adımdır. Kolkola yürümektir Çarşıdan İnönüye, bazen helal parayı kazanmaktır Köyiçinde. Maç sonrası sonuca bakmaksızın aşkını beklemektir Fulyada, bazen de her şeyi Köyiçinde başlatmaktır inadına.
Rakipleri masa başında kazandıkları şampiyonluk sayılarıyla övünürken, şerefiyle kazandığı ikinciliklerle mutlu olabilmektir, Beşiktaşlılık,
Ulu önderin kulubü sadece bir kere ziyaret etmesiyle övünmeyip, kurtuluş savaşı yıllarında her gün Beşiktaşın antremanlarını izlediğini, gün aşırı kulüp binasını ziyaret ettiğini Beşiktaşa ithafen yazdıklarının kulüp binasının girişinde asılı olduğunu bilip, Atatürk bizim takımı tutuyordu diyenlere gülebilmektir, Beşiktaşlılık,
Ulu önderin kurduğu Cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkıp, kendi kendine cumhuriyet kuranlara "Nerede sizin Atatürkçülüğünüz?" diyebilmektir, Beşiktaşlılık,
Halkın takımı olmaktır, Beşiktaşlılık,
Vefalı olmaktır, köy takımına elendikten sonra İnönüdeki ilk maçta stadı doldurup aşkını tazelemektir, Beşiktaşlılık,
Yaratıcı zekasıyla besteleriyle, tezahüratlarıyla, pankartlarıyla diğer takımların kendini bire bir taklit etmesini izlemektir, Beşiktaşlılık,
Rakip takımın taraftarına, dünya yıldızı dediği futbolcusuna, deplasmanda "Korkak Tavuk" dedirtecek zekaya sahip olmaktır, Beşiktaşlılık,
Yıllarca hasreti çekilmiş olan şampiyonluğa çok yaklaşıldığı bir anda takım öndeyken ezeli rakibinden talihsizce gol yiyip şampiyonuğu hediye eden kalecisini, tesislerde dövmek yerine alkışlayıp bağrına basabilmektir, Beşiktaşlılık,
Vefalı taraftar sıfatını Türkiyede başlatan ve hala da taşıyan tek taraftar topluluğu olma gururudur, Beşiktaşlılık,
Siyahla beyazı, ölümle yaşamı ayıran çizgi de bağdaştırmaktır, Beşiktaşlılık
Kulüp başkanının dedikleriyle hareket etmeyip kendi başkanına "O koltuk kutsaldır nasip olmaz herkese" diyebilmektir, Beşiktaşlılık,
Halkın takımı olmanın verdiği gururla, alın teriyle kazanılan parayla dalga geçenlere, "Hepimiz Kapıcıyız" diyip "Silah mı satsaydık?"diye sorabilmektir, Beşiktaşlılık,
Rakipleri masa başında kazandıkları şampiyonlukları ile taktıkları yıldızlarla övünürken, Türkiyede sadece taşıma hakkı kendisine verilen milletimizin uğruna şehit düştüğü ay yıldızımızı gururla taşıdığını bilip, bizim ay yıldızımız yeter diyebilmektir, Beşiktaşlılık,
Takım böyle tutulur diyenlere, ilk kurulan takım olmanın gururuyla bakabilmektir , Beşiktaşlılık,
Tesiste futbolcusunu dövmek yerine, kötü oynayan takımını sahaya arkasını dönerek, maçtan sonra stadı terketmeyip şarkılarla türkülerle protesto etmektir, Beşiktaşlılık
Bir gün herkesi Beşiktaşlı yapmak gibi kompleksli bir düşünce yerine "Beşiktaşlı olmanın ayrıcalığını Beşiktaş ruhuyla yaşayabilmektir", Beşiktaşlılık,
Nihat, Sergen, Metin ,Ali, Feyyaz, Rıza gibi yüzlerce futbolcuyu kendi özkaynak düzeninde yetiştirip Türk futboluna kazandırmaktır, Beşiktaşlılık,
Sportif Başarıların bilincinde olup, mazisiyle övünürken, yıldız savaşı yapan rakiplerine yukarıdaki ahlaki ve etik değerleri sayabilmektir, Beşiktaşlılık,
Bütün bu sayılanları bir cümlede toplayıp, "Beşiktaş Sen Bizim Herşeyimizsin" diyebilmektir, Beşiktaşlılık,
Bundan yıllar yıllar önce..
11 yaşındaki çocuk her yerini siyah – beyaz renklerle özene bezene döşediği odasında uykuya dalmak üzere..
Yanındaki saat 7:00 ye kurulmuş ..Beşiktaş marşı ile uyandıracak onu...Şu an hiçbir yerde duymadığımız hatta bazılarımızın çoktan unuttuğu bazılarının ise hiç bilmediği marş ile..Babası o kadar uğraşmış ki bu saati bulmak için...
“Sporumda en yüce en yüce başsın
Sen yüksel başkası senden ders alsın”
Çocuk aşık olduğu kızı ve yarın okulda olacakları düşünürken, yavaştan gözleri kapanıyor,derin bir uykuya dalıyor..
İskenderun sıcak memlekettir vesselam...Temmuz ayında asfaltta yumurta pişirmişliğimiz vardır ve bu bir şehir efsanesi değildir.. Rutubetin ne menem bir şey olduğunu nefes alamadığınız zaman anlarsınız bu coğrafyada...
Geceleri sivrisinek vızıltıları ile birlikte yapış yapış uyumak eh normaldir de...
Sabaha doğru bir kabustan dolayı ter içinde pek uyanmamıştı bu çocuk...
Ama o gün uyandı...
Rüyasında, hayatında o güne kadar hiç gitmediği İnönü stadyumu’ndaydı..Hakikaten de rüya gibiydi her şey..O taraftar..O siyah beyazlık..O ses...Aman Allah’ım o ne sesti...
Onbinlerin kurduğu tek kişilik bir orkestraydı İnönü’nün taş duvarlarında yankılanan..Oranın mistik havasını sezinlememek için insanın duygularını aldırmış olması gerekirdi herhalde..Zamanla iç içe geçmiş bir mekan..Osmanlı’dan o güne devir bir misyonun kokusu..
Sahada bir maç var,rakip belli değil..Hani belli de çocuğun umurunda değil..Varsa yoksa hep hayalini kurduğu İnönü’nün yani hayal İnönü’nün gerçek İnönü ile maçını oynatıyordu zihninde..Hem gerçek olan da açık farkla öndeydi..
Sonra bir gürültü...Tribünden değil..Farklı bir ses..Yukarıdan geliyor..Kafasını kaldırıp baktığında yeni açığın oradaki kaleye doğru inen bir helikopter gördü çocuk..
Rüya işte..Bir dakika..Helikopter inmedi ama aşağıya bir ip sarkıttı...Vay vay vay..Rüyaya bak...Kalede dev bir adam var o sıralar Beşiktaş’ta..Kapı gibi bir adam..Orta Avrupa’nın azıcık solundan gelmiş bu ülkeye zamanında..
Çocuğun gözünde o bir efsane..Çekilen şutları top değil değil de leblebi gelmiş gibi tutuyor..Ama bu sefer tuttuğu şey top değil..İpi yakalıyor dev kaleci ve göğe yükseliyor...Yavaş yavaş da gözden kayboluyor...
Tribünlerde çıt yok...Herkes şaşkın..”Ulan maç var noolcak bizim kale?” diyor çocuk içinden...Böyle şov olur mu maç devam ederken..Şimdi gelir herhalde diyor..Geri iner aşağıya..Hayır yok...Bu sırada tribünlerde dalgalanan bir sesi inceden inceye anlamaya başlıyor..”Kaçırıldı” diyor biri..Sonra diğeri...Sonra diğerleri...Sonra herkes..
Kaçırıldı mı? Kim kaçırır dev adamı? Kim kaçırır RADE ZALAD’ı?
Sinirleniyor delikanlı..Her zamanki gibi gözünden yaş gelinceye kadar sinirleniyor..
Uyandığında gözler birbirine yapışmış bir halde banyoya gidiyor..”Ne garip rüyaydı ya” diyor içinden...Alıyor çantasını ve yola çıkıyor okuluna doğru..
Yıllar geçiyor..Şampiyonluklar...Sevinçler..Baba başka memlekette olduğu için kumbarayı kırıp içindeki tüm parayla taksi tutarak İskenderun’un palmiyelerle dolu yemyeşil sahilinde şampiyonluk turuna çıkmalar...
Bayrak olmadığı için siyah beyaz çizgili bir çarşafı bayrak diye taksinin üzerine örtmeler..Fenerli akrabaların evinin kapısına her şampiyonluk sonrasında bırakılan siyah beyaz sinir edici adamı çileden çıkartıcı hatıralar...Okulda yumruk yumruğa takım kavgaları...Simsiyah geceler..Bembeyaz günler...
1825 adet 24 saat geçer böyle...Derken bir gün;
“Hayır..Ben bu maçı izlemeyeceğim bana yazlığın anahtarını verin”
Aile şaşkın..Mümkün değil ki bu çocuğun bir Beşiktaş maçını izlememesi...Hele böyle bir maçı..
“Neden oğlum?” diye soruyor anne..”Neden izlemeyeceksin?”
“Bilmiyorum anne,heyecandan sanırım”
Çocuk delikanlı olmuş artık..Dediği hemen yapılsın kabul edilsin istiyor..Ama ne mümkün..Anne Nuh diyor peygamber demiyor..Soruyor neden diye devamlı..En sonunda baba araya giriyor da alıyor anahtarları 30 km ileride Arsuz’daki yazlığa doğru yola koyuluyor..
Heyecan o kadar fazla ki..Artık insanlıktan çıkmış..Robot gibi bakıyor her yere..Baktığını görmüyor..Duyduğunu anlamıyor..Gitmesi gereken yeri biliyor sadece..Tek başına kalacağı kimsenin onu görmeyeceği bir yer orası..Kapılar pencereler kapanacak..Karanlık bir salonda oturulup aydınlık için dua edilecek..
Sadece bir his var içinde..Geçmişten gelen çok kötü bir içgüdü..Rahatsız edici bir duygu..Heyecandan o kadar net ayırt edebiliyor ki bu hissi kendisi bile şaşırıyor...Neyse bunu düşünecek zaman değil şimdi..
Maçların başlamasına 1 saat kadar var..Yazlık bir site...Dışarıda tek tük çocuklar..Bu çimler de iyice uzamış..Babamla keseriz artık 1-2 haftaya kadar...
Çim mi ? Hafta mı? Maç ? “Hey Allah’ım 2 saniye uzak kalayım şu heyecandan yahu “ diye düşünüyor delikanlı.. Eve giriyor..Saate bakıyor..Birazdan maçlar başlayacak...
Tam 2 saat sonra evden çıkıyor...
Evde dinlediği müzik hala kulaklarında..O kadar da yüksek sesle dinlemeye gerek yoktu diyor içten içe..Ama olmazdı.. Ya dışarıdan bir gol sesi duysaydı..? Hayatta dayanamaz fırlardı sokağa kimin attığını öğrenmek için..
Gözleri etrafta siyah beyaz bir bayrak arıyor...Bir çocuk çığlığı duymak istiyor “Beşiktaş” diye..Yok..Peki sarı kırmızı var mı ? O da yok...Maçlar mı bitmedi acaba? Olay mı çıktı yarım mı kaldı? Ne oldu Allah’ım?
Anayola iniyor..Hala bir şey yok...Ses yok..Seda yok..İnsan yok..”İyi de bu kadar boş değildi buralar ben geldiğimde” diye düşünüyor..Çok geçmeden neredeyse yolcusuz bir minibüs geliyor,biniyor delikanlı..
Araçtaki teyzelere maç sorulmaz..Amca da yok ki..Bir tek şofor var..
Çekine çekine, sesi titreye titreye soruyor şoföre;
“Abi....Maçlar bitti mi ? “
Adam dikizden bakıyor..Sanki hangi takımı tuttuğunu yüzünden anlayacakmış gibi inceliyor kısa bir süre delikanlıyı..
“Bitti hayye*( Arapça’da “canım” ) Hangi takımlısın ?”
“Beşiktaş”
“Galatasaray şampiyon oldu, 8 tane attılar vallah”
Son cümleyi duymadı..Duydu da anlamadı..Anladı da konduramadı...
Bitti diye düşündü...Olmadı..Yapamadı Beşiktaş’ım..Olsun dedi..Olsun be...
Sonra adamın son cümlesini algılamaya başladı...8 mi ? 8 tane mi attılar?
Şampiyonun averajla belirleneceği bir maçta 8 gol mu attılar?
O anki duygularımı anlatmam hakikaten mümkün değil...Minibüsten sahilde indim..Eve ulaşmak için nereden baksan 3 kilometre yol yürümem gerekecek..Sahile çıktım...Palmiyelerle dolu yemyeşil İskenderun sahilinde sarı kırmızı bayraklar, ukala ve umarsız kornalar,her yol mübah diyen insanlar arasında evime yürüdüm..
Tüm benliğimle hissetmeye çalıştım..Kendime acı çektirdim o yol boyunca..Bilerek yaptım bunu..Ağladım..Sinirden ağladım...Haksızlıktan ağladım..Çaresiz olmaktan ağladım..Anlamaya çalıştım o gezenlerin hislerini..Bu nasıl bir vurdumduymazlıktır? Bu nasıl bir hırstır? Bu nasıl bir dalga geçmektir? Bu nasıl bir...? Bu nasıl...?
Önümde arkamda yürüyenlerden birinden “Zalad” ismini duydum...
Unutmuştum...Hatta aklıma dahi gelmemişti..O ana kadar..
5 sene önce beni uykumdan gözyaşları içinde uyandıran o rüyayı yaşadım tekrar...
Ürperdim...Kendimden korktum...Allah’ın varlığına bir kez daha inandım...Şükrettim..Bana 5 sene öncesinden göstermişti ne olacağını..Üzülmemi istememişti belki de bu kadar..Ama yapamıyordum..Üzüntü yerini yarası asla kapanmayacak bir ihanet acısına terketti..
Çünkü Dev adam kaçırılmamıştı.. Ve o gökyüzünde kaybolurken ben boşuna akıtmıştım çocuk göz yaşlarımı
Ben o sahil yolunda bıraktım çocukluğumu..
Hayatı öğretti bana o uzun yol...Tokatlayarak öğretti ama öğretti... O sahil yolunda ben bir daha şampiyonluk turuna çıkmadım...
Kirlenmiş asfaltı temizleyemedim...Orada elinde siyah beyaz atkısıyla inadına yürüyen bir gencin hüznünü görmekten korktum...
Kirlilere yüz yıldan beri beyazından veren Beşiktaş’ım...Vermeye devam et...Sen bir şey kaybetmezsin de senden aldıkları her beyaz, ab-ı hayat gibi gelir onlara...
EMEGE SAYGI TÜM BEŞİKTAŞLILAR YORUMLARINIZI BEKLİYORUM