PePeSanceS
Çǿκ کε√díκ طę ∂طí
Altın Çağın Miladı: 1981-82
İnönü tribünlerinden yükselen Başın öne eğilmesin! Aldırma Kartal, aldırma! şarkısıyla başlamıştı bir sezon daha Atilla Gökçenin sözleriyle 15 yıldır yaşanamayan şampiyonluktan sonra siyah-beyaza gönül verenler, kendilerini Sabahattin Alinin ölümsüz dizelerine bırakmışlar, acıları bal eylemişlerdi Tabii bir de İnönü ahalisinin Sabahattin Alinin dizelerini o yılların en güzel müzik yapıtlarından birisine dönüştüren Edip Akbayramın şarkısını bayrak edinmelerinin bir sebebi daha vardı. Gizli anayasası Üçten fazla kişi bir araya gelirse devlet düzeni risk altına girer olan 12 Eylül 1980 darbesi TRTde Edip Akbayramın söylediği şarkıların çalınmasını yasaklamıştı.
15 yıl sonra gelen şampiyonlukta hayati bir rol oynayan Ziya Doğan o günleri şöyle anlatmaya başlıyor: Beşiktaş bizim dönemimizden önce 1970lerde her sezon flaş transferler yapardı ama doğru bir takım kimyası oluşmadığı için, değil şampiyon olmak kümede bile zar zor kaldığımız sezonlar olurdu. Biz genç takımdayken A takım maçlarında sürekli Aldırma Kartal tezahüratı yankılanırdı. Bir gün bizi yetiştiren, gerçekleştirdiği özkaynak devrimiyle Beşiktaşın ve Türk futbolunun tarihini değiştiren Serpil Hamdi Tüzün hocamız elini masaya vurdu ve şöyle haykırdı: Hayır, siz aldıracaksınız! Herkesten iyi olduğunuza inanacaksınız ve şampiyon olacaksınız! Tüzünün sayesinde yıllardır erozyona uğramış özgüven, en baştan inşa edildi. Tüzünün o zaman gerçekleştirdiği devrimle Rıza-Ziyalardan, Metin-Ali-Feyyazlara uzanan köprünün temeli atılmış oldu. Serpil hoca bir kültür inşa etti; o kültür sayesinde Beşiktaşın üst üste şampiyonlukları geldi.
Çok değil, iki sezon önce o zamanlar UEFA Kupasına katılma mücadelesi veren Zonguldakspor karşısında Serpil Hamdi hocanın altyapıdan yetiştirdiği oyunculardan Ercanın golüyle kümede kalınmıştı. 13 Haziran 1982de gelen şampiyonlukta, kümede kalma mücadelesi veren Eskişehirsporla deplasmanda oynanan maçta da goller Ziya Doğandan gelecekti.
Artık uzun yıllar Beşiktaşı istikrarlı başarılara taşıyacak özkaynak devrimi ilk meyvelerini vermişti. Şimdilerde Beşiktaş altyapısının başında olan 1982nin kaptanı Mehmet Ekşi ise Dorde Miliç, çok gözü kara bir teknik adamdı diye söze başlıyor, Serpil Hamdi hocanın yetiştirdiği oyuncuların hepsi pırıl pırıl çocuklardı. Miliçle sezon başında bir toplantı yaptık ve kamplarda, deplasmanlarda gençleri ve ağabeyleri eşleştirmeye karar verdik. Böylece çok iyi bir takım kimyası oluşturduk. Hâlâ şampiyonluk kupasını kaldırdığı günkü kadar fit gözüken Mehmet Ekşiye göre 1982 takımının sırrı o gençler-ustalar harmanında: 18 yaşındaki Rıza Çalımbay 32 maçta da oynayan tek oyuncuydu, 21 yaşındaki Ziya Doğan ise orta sahada oynamasına rağmen attığı gollerle sezonun kahramanı oldu ve 15 yıllık hasretin bitmesinde büyük rol oynadı. Başta Fikret olmak üzere o takımın diğer gençleri Kadir ve Ulvi de önemli rol oynadılar. Üç sezon üst üste şampiyon olan takımın vazgeçilmez oyuncuları yine Rıza-Kadir-Ulvi üçlüsüydü.13 Haziran 1982 Beşiktaş tarihinin dönüm noktası oldu
Atilla Gökçeye göre 12 Eylül darbesinin sıkıyönetim uygulaması yüzünden kutlanamayan şampiyonluğun bir sırrı da futbolcuların daha önce 1970lerde Beşiktaş forması giymiş oyunculara göre aşırı derecede alçakgönüllü ve mütevazı insanlar olmalarında: Bora Öztürk 30 kişilik ailesine bakmak zorundaydı. Trabzonsporda şampiyonluklar yaşamış takımın ağabeyleri Mehmet Ekşi, Necdet ve devre arasında Fenerbahçeden gelen Ali Kemal de Anadolu nefesini solumuş gerçek halk insanlarıydı. Beşiktaş paragöz yıldızların takımı olmaktan kurtulmuş; İskenderunspordan gelen Samet Aybabası, Elazığspordan alınan Ulvi Güveneroğlusuyla kavruk Anadolu çocuklarının takımına dönüşmüştü. Bu gelenek 90ların efsane kadrosuna Bergamaspordan Zeki Önatlı, Kahramanmaraşspordan Şifo Mehmet Özdilek gibi isimlerin transfer edilmesiyle süreklilik kazandı. O dönemde başkan Mehmet Üstünkaya hem Serpil Hamdi Tüzün vasıtasıyla uzun yıllar Kara Kartalı yüksekten uçuracak bir modelin temelini attı, hem de Beşiktaşı yeniden bir halk takımına dönüştürmeyi başardı. Süleyman Seba da bu temeli hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar geliştirdi. Bu uğurda her şeyi göze alıp dönemin en kudretli iktidar odağı Turgut Özalın eşi Semra Özala bile karşı durdu.
Süleyman başkan katıksız bir Beşiktaş aşkına heyecandan maça gidemezken, Semra hanım sürekli maçlara gelip kendince şov yapıyordu. Yine de Süleyman Sebanın meşhur Arnavut inadı Özalları da yenmeyi başaracak, efsane başkan boyun eğmeyecekti. Yine bir şampiyonluktan sonra Semra Özal, şampiyonluk kutlamasını sırça köşklerinden birinde düzenlemek istediğini söylediğinde, Süleyman Sebanın verdiği cevap o yıllarda sporun iktidarlara attığı en güzel tokat niteliğindeydi: Hanımefendi, Beşiktaş tarihi olarak halkın takımıdır ve her zaman halkın takımı olarak kalacaktır. Bu yüzden de şampiyonluğunu ilham aldığı halkıyla beraber sokakta, İnönüde, yüreğinde kutlar. Atilla Gökçe üstat bu cevaptan sonra Semra Özalın uzun bir süre Süleyman Sebayı devirmeye çalıştığını anlatıyor: Ama temel çok sağlamdı. Beşiktaşlı duruşunun ta kendisiydi!
Dorde Miliç, yönetimin kendisini geri plana çekmesiyle kafasındaki projeyi daha rahat hayata geçirebilecek bir ortam bulmuştu. Ligin devre arasında bir sabah Mehmet Ekşinin telefonu çalmıştı. Hattaki Dorde Miliçten başkası değildi: Mehmet, ikinci devre 4-4-2 oynamaya başlayacağız. Bize Necdet gibi bir oyuncu daha lazım, önereceğin bir isim var mı? Kaptan hiç düşünmedi bile, Ali Kemal var hocam, siz bakmayın Fenerbahçede bekleneni veremediğine; bize gelsin canavar kesilir! Gerçekten de has halis Faroz çocuğu olan Ali Kemal canavar kesilecek, Beşiktaşın yıllar sonra liderlik koltuğuna oturacağı 7 Mart 1982de Galatasaraya kornerden attığı golle sezonun hem en kritik, hem de en jenerik golüne imza atacaktı. Miliçe göre önemli olan sistemdi, sistem oturduktan sonra kimin oynadığı çok da önemli değildi ki 1982 şampiyonluğunda Beşiktaş orta sahasının iki maestrosu Serdar Bali ve Fikret Demirerin sakatlıklarına rağmen Küçük Haluk, Rıza ve zaman zaman santrfordan orta sahaya çekilen Bora Öztürklü takım o sezonun en güzel futbolunu sergileyecekti. Ziya Doğanın da altını çizdiği gibi bu uzun zamandır Türkiye liginde görülen en kolektif futboldu: Bizim 1982de kanıtladığımız ekolün doğuşu ve gelişimi sayesinde Beşiktaş Türk futboluna uzun yıllar damgasını vurdu: Özkaynaktan oyuncuları yetiştir, takımı onların üzerine kur ve istikrarı sağla!
Metin-Ali-Feyyazın ilk şampiyonluğu: 1985-86
Artık taşlar yerine oturmuş, istikrar sağlanmıştı. Ziya Doğanlar, Rıza Çalımbayların başarısı sayesinde Serpil Hamdi Tüzün ekolünün ikinci hasatı daha da verimli olacaktı. Genç yaşlarda altyapıya transfer edilen oyuncular 1985-86 sezonunun başında artık takımın kilit oyuncuları olmuşlardı: Forvet Metin Tekin, o sezon daha çok sol açık oynayan Feyyaz Uçar, orta sahada oyun kurucu Gökhan Keskin ve o zaman sağ bek oynatılan Ali Gültiken! 1982de üçüncü kaleci olan Zafer Öğer ise sezona yedek olarak başlayacak ve son maçta Trabzon deplasmanında Beşiktaş tarihinin en efsanevi kalecilik performansını sergileyerek şampiyonluğu getiren isim olacaktı. 2009 şampiyonluğunda da kaleci antrenörü olarak rol alan Zafer Öğer söze şöyle başlıyor: Ulvi çok iyi bir stoperdi, 10 yıl savunmanın belkemiği oldu. Zaten Ulvi örneğindeki gibi takımın asıl yıldızı bütün takımdı! Fenerbahçeye son kupa şampiyonluğunu yaşatmış Branko Stankoviç çok tecrübeliydi, amiyane tabirle kurt hocaydı. Bizi sezon başında rakım farkından dolayı kampa Vana götürmüştü, diğer takımlar Avrupaya giderken biz orada büyük kondisyon depolamıştık. Lige süper başlamadık, sonradan açıldık. İlk kez 17. haftada deplasmanda Sakaryasporu yenerek liderlik koltuğuna oturduk. Tabii bir de o sezon namağlup ikinci olan Galatasarayla oynadığımız kader maçını asla unutamam
Kemal Sunal ustanın ödüllü Garip filmindeki sahneyi kim unutabilir ki zaten? Beşiktaş yenikken Stankoviç oyuna Sinan Engin ve Ziya Doğanı sokar, birçok kişinin artık gitti dediği maç ve şampiyonluk Sinanın ortasına Ziyanın kafa vuruşu sonrası gelen golle geri gelir. Son iki maç ise Zafer Öğerin deyimiyle iğne fıçısından beter deplasmanlardır. Önce 1982nin intikam maçı olarak tarihe geçen Eskişehirspor karşılaşmasının en zor anlarında 1982den kalma altyapı mahsulü iki yıldız sahneye çıkarlar: Rıza ortalar Fikret atar, Fikret ortalar Rıza atar; geriye sadece son haftadaki Trabzonspor maçı kalır.
Ama ne maç! Rıza Çalımbayın sözleriyle Şike spekülasyonları yüzünden Trabzonspor, o sezonki performansının iki katı oynamıştı. Bütün sezon öyle oynasalar, açık ara şampiyon olurlardı. Hele o gün genç olan bir Hami vardı ki! Ama bizim kalede de Zafer vardı. İnanılmaz, efsanevi bir performanstı. 1986 şampiyonluğunu herkesten önce ona borçluyuz!
Söze Ben sadece görevimi yaptım, kimsenin bana borcu falan yok diye başlayan Zafer Öğer, o günü şöyle anlatıyor: Maçtan önce bir sürü hediye geldi ama hiç umurumda olmadı, arkamı dönüp bakmadım, açmadım bile Sadece hediyeleri değil, o maç kaleyi de hiç açmayacak ardına dek gole kapatacaktı. Bir kez daha altyapı mahsulü bir oyuncu sahneye çıkacak, Beşiktaş Gökhan Keskinin attığı golle dört yıl sonra yeniden şampiyon olacaktı.
Daha sonra 1993-94 sezonunda 34 yaşındayken yuvaya geri dönen, 1995 şampiyonluğunda bir maçta forma giyen, 2009da kaleci antrenörü olan Zafer Öğer Beşiktaşın üç evresine de şahit olacaktı: Metin Türel, 1980de beni Vefaspordan transfer ettiğinde Şeref Stadının yarı taş yarı toprak zemininde çalışırdık. Fareler arasında duş alırdık. O zamanlar hiç kaleci antrenörüyle çalışmadım. Antrenman bitince, malzemeci sert şut çekiyor diye beni antrenör niyetine çalıştırırdı. Takım arkadaşlarımın da benim gibi mütevazı bir hayatları vardı. 1986 şampiyonluk kutlamasında TRTye çıkıp el çırpa çırpa Civelek türküsünü söylemiş, sonra da eve gidip yatmıştık. 1993-1994 sezonunda geri döndüğümdeyse Fulya tesisleri cennet gibi geldi. 2008de Ümraniye tesislerinden adımımı attığımda Biz artık Barcelona olmuşuz dedim. En büyük idealim Beşiktaşa altyapıdan bir kaleci yetiştirmek. 29 yılda içimde kalan tek uhde ise üç yıl üst üste şampiyon olan takımda forma giymemiş olmam.
Milnein şampiyonları, Denizlinin takımını yener! 1989-90, 1990-91, 1991-92
O takımda kim oynamak istemezdi ki? Atilla Gökçenin deyimiyle İngiliz sterlini gibi taraflı tarafsız herkesin kabullendiği, ayakta alkışladığı bir takımdı. Serpil Hamdi hocanın keşfedip yetiştirdiği, Stankoviç tedrisatında cilalanan Beşiktaş tarihinin en narin mücevherlerinin ışıl ışıl parlayıp tüm siyah-beyaz futbol gecelerini aydınlattığı, biri namağlup olmak üzere üç yıl üst üste şampiyonluğa abone olan rüya takım
1990-95 arasında siyah-beyazlı formayla dört şampiyonluk yaşayan takozların en güzeli Recep Çetinle 2009 şampiyonluğunun hemen ertesinde buluşuyoruz. Sanki biraz evvel karşılıklı top sektiren Maradona ve Castronun arasına kademeye girmiş, sonra da yine orta yapmış gol olmuşçasına keyifli keyifli purosunu tellendiriyor.
Mustafa Denizli çok büyük iş başardı! Bu kadroyla bu kadar geriden gelip dört rakibi geçmek her babayiğidin harcı değil! Ama bizim Metin-Ali-Feyyazlı 90lar kadrosu 2009 takımını rahat yener, 2003 takımıyla da nefes kesen bir kapışma sonrası gollü berabere kalır! diyerek orta şut karışımı bir giriş yapıyor.
Biz Türkiyenin Barcelonasıydık diyor Recep Çetin. Süleyman Seba ve Gordon Milne öyle bir sistem kurmuşlardı ki kimin oynadığının pek bir önemi yoktu, sistem tıkır tıkır işlerdi: Şenol, Turan, Hamit, Mutlu; hiç fark etmez! Müthiş bir takım ruhu vardı. Transfer görüşmelerine tek tek girmezdik, hepimizin adına Kaptan Rıza hallederdi.
Atilla Gökçe, Rızanın tarihsel önemini şöyle özetliyor: Dondurma her şeyle yapılır ama sütsüz olmaz; o takımın sütü de Rızaydı, onsuz bunların hiçbiri olmazdı. Güven Taner ustanın taktığı lakapla Atom Karınca olarak anılan Rıza Çalımbay, Milne tarafından efsanevi muz ortalarını yapacağı sağ kanada alınacak, saha içi ve dışında dünya efendisi Rızanın anti-tezi olan takım ve oyun disiplinine uymayan Sinan Engin gibi oyuncular elden çıkarılırken, son anda kalan Metin Tekin önce Milne ile takışmasına rağmen daha da büyük bir efsane olarak geri dönecekti. Gökhan Keskin orta sahadan takım savunmasının beyni olarak liberoya kaydırılacak, artık ilk 11e adı yazılan ilk oyunculardan olan Feyyaz Uçar 1963teki Güven Önütten sonra 1990da Beşiktaş formasıyla gol krallığı tahtına oturan ikinci oyuncu olacaktı. O yıllarda üç ay kadar sakat sakat oynayan Recep Çetine göre 1990 şampiyonluğunun yıldızları oda arkadaşı Feyyaz Uçar ve Milnein asıl yeri olan santrforda oynattığı Ali Gültikendi. 1991in tartışmasız yıldızı Metin Tekindir diyor Recep Çetin, 1992 ise o zamanlar Kilyostan otobüsle antrenmana gelen Sergen çocuk yaşta herkesi büyülese de Şifo Mehmetin yılıdır ama üç şampiyonluğun da gizli kahramanı yani 1990ların Ernsti Rıza Çalımbaydan başkası değildir! Ama o yılların bir başka gizli kahramanı Zeki Önatlıya göre takımın tek büyük yıldızı var, o da başkan Süleyman Seba!
Gerçekten de o zamanlar Süleyman Sebanın başkanlığı, renklerin ötesinde taraflı tarafsız herkes tarafından eşine az rastlanır büyük bir saygı görüyordu. Hatta bir keresinde Beşiktaş 19 yıl önceki son dublesini yaptığı 1990daki Türkiye Kupası finalinden sonra başta başkan Mehmet Ali Yılmaz olmak üzere rakip Trabzonsporun yöneticilerinin hepsi tek tek Süleyman Sebanın elini öpmeye gelmişti. Israrla elini öptürmemeye çalışan efsane başkan İnanın sizin kaybettiğinize çok üzüldüm. Biz zaten ligde şampiyon olduk, keşke kurduğunuz bu güzel takımınız kupa şampiyonluğuyla taçlansaydı ama sahaya çıkan takıma da ne olur kazanmayın diyemezdim ki, çok özür dilerim diyecekti.
1982nin kaptanı Mehmet Ekşi, 90larda üç sezon üst üste şampiyon olan takımın Beşiktaş tarihinin en parlak kadrosu olduğunu düşünüyor ve Recep Çetinin altını çizdiği takım kültürünü yere göğe sığdıramıyor: 1990lar takımının bizim 1982 kadrosundan farkı, omurgasının çok kültürlü gençlerden oluşmasıydı. O takım Serpil Hamdi hocanın ektiği tohumların en bereketli hasadıydı. 1970lerin sonu 80lerin başında özkaynak devrimini başlattığında hep böyle bir takımın hayalini kurmuştu. 11 kişi bir oyuncu gibiydi, herkes kaptandı! Birçoğu bize göre daha Avrupalı gençlerdi. Çoğu tıkır tıkır İngilizce konuşuyor ama asla ukalalık taslamıyorlardı
Gerçekten de Gordon Milne, 1987de Beşiktaş tarihini değiştiren imzayı attığında 4-4-2 oynamayı İngiliz oyuncular kadar bilen bir futbolcu kadrosu devralacaktı. Atilla Gökçeye göre 90ların şampiyonluklarında Serpil Hamdi Tüzün, Miliç ve Stankoviçin de yadsınamaz bir payı var: Normalde Yugoslav hocalar 4-3-3 oynatırlardı ama 1970lerin sonu ve 1980lerin başında başta Liverpool olmak üzere İngiliz takımları Avrupa kupalarına ambargo koymuşlardı. Miliç ve Stankoviç de dediğim dedikçi Aragonesten çok her zaman kendisini yenilemeyi başaran Mustafa Denizli tipinde pragmatik hocalardı.
1982 ve 1986da 4-4-2 dizilişiyle şampiyon olan siyah-beyazlılar 90lı yılların ilk yarısında sistemi tamamen oturtacak, İnönü ahalisi 0-0 devam eden maçların son dakikasında bile galibiyetten emin bir şekilde maç izleyeceklerdi.
Recep Çetin, o sabır ve kendine güven üzerine kurulu sistemi şöyle anlatıyor: Karbon kâğıt kopya bir 4-4-2 değildi ki Gordon Milne de daha sonra 1981-82nin ikinci yarısı ve 1985-86daki sarkık liberolu 4-4-2yi Beşiktaşta başarıyla uyguladı.
Gordon Milne döneminde üç sezon üst üste şampiyonluk yaşamasının yanı sıra 1995te Daumla kazanılan şampiyonlukta da çok önemli bir rol oynayan Recep Çetin için en efsane şampiyonluk tarihi üçlemeyi başlatan 1989-90 sezonunda yaşanan. O sezon Anadoludan gelmiş genç bir oyuncu olarak hayatım boyunca hayalini bile kuramayacağım kadar güzeldi diyen Beşiktaş tarihinin gelmiş geçmiş en iyi sağ beki sözünü kazanılamayan bir şampiyonluğa getirerek son sözünü söylüyor: Ben de birçok kişi gibi 1993te de Beşiktaşı şampiyon olmuş sayıyorum. Zalada tersine teşvik primleri giderken bir yandan da Oğuz Sarvan İstanbuldaki maçın başında beni atarak nasıl iyi bir Beşiktaş karşıtı olduğunu kanıtlamakla meşguldü.
Allah aldıklarını vermeye başladı başkanım! 1994-95
Gordon Milneden sonra Beşiktaşın başına geçmek akıllı bir insanın kolay cesaret edeceği cinsten bir iş değildi. Zaten Türkiyedeki ilk macerasındaki Alman hoca Christoph Daum geldiğinde bir türlü kimse karar verememişti: Kupalarda coşup ligde bocalayan, oyuncuları motive etmek uğruna soyunma odasına engelli taraftarları getiren bu Alman deli mi yoksa sahiden de dâhi miydi? Saha kenarında sessizce oturup hiç yerinden kalkmayan Gordon Milneden sonra kafasını yedek kulübesine vuracak kadar kendiden geçen Daum, 2009 şampiyonluğundaki Mustafa Denizli misali sürekli şampiyon olacaklarını söylüyordu.
Recep Çetinin Beşiktaş tarihine gelmiş geçmiş en iyi teknik direktör olarak nitelendirdiği, zaman zaman Rıza Çalımbayı libero, Alpay Özalanı sol açık ve santrfor oynatacak kadar takımla oynayan ve yine Mustafa Denizli gibi takımın ne oynadığının bir tek kendisi farkında olan Alman hoca, sezon sonunda biraz da Galatasarayın aldığı şok mağlubiyetler sayesinde sezon sonunda haklı çıkacak, bir anda dâhiliğe terfi edecekti.
Sezon boyunca Daumun deli mi dâhi mi olduğuna bir türlü karar veremeyip Şampiyon olacağız sözüne ısrarla inanmayanlardan birisi de Atilla Gökçeydi: Tabii ki Daumun hakkını yememek lazım, bir anda 3-5-2ye geçmesi ve maç içinde yaptığı olağanüstü cesur değişikliklerle Daum çok önemli bir rol oynadı. Ayrıca 1995 şampiyonluğunun gizli kahramanının onun yardımcısı Roland Koch olduğunu mutlaka belirtmek lazım ama tarihsel olarak bakınca aslında bir yerde Allah Beşiktaşın hakkını teslim ediyordu. Beşiktaş özellikle 1992-93 sezonu olmak üzere, Süleyman Seba döneminde birçok kez şampiyonluğu hak etmesine rağmen şanssızlıklar, tartışmalı olaylar yüzünden pisi pisine kaçırmıştı
Recep Çetine göre takımın yıldızlarının Daum ve Sergen Yalçın, gizli kahramanının ise 1995te hem Ernst hem de Nobre rolünde olan Eyjolfur Sverrisson olduğu sezonda kaptan Rıza bir kez daha perde arkasındaki asıl kahramandı. Beşiktaştaki 15. sezonunu oynayan Atom Karınca, bir kez daha çok zor bir dönemde takımı bir arada tutmayı başarmış, zaman zaman yedek bırakılmasına rağmen görev verildiğinde kale hariç her yerde oynamış, Daumun saha içindeki jokeri, saha dışında da futbol takımıyla yönetim arasındaki köprü olarak bir nevi genel kaptanlık, futbol direktörlüğü rolünü üstlenmişti. Sezon başındaki iç transfer görüşmelerinde ortaya çıkan bürokratik bir yanlış anlama sonucu Feyyaz Uçar, Beşiktaşla yollarını acı bir şekilde ayırmak zorunda kalırken hem Daum hücumu üzerine kurmayı planladığı en önemli gol silahından yoksun kalmış, hem de ilk kez taraftarlar yönetimle karşı karşıya gelmişti.
Bu atmosferde Süleyman Seba yıllardır ilk kez transferde çok büyük bir para harcamak zorunda kaldı ve Ertuğrul Sağlam 67 milyar liralık bonservis bedeliyle Beşiktaşa transfer edilerek sezonun transfer rekoru kırıldı. Önce Avrupa kupalarına bir kez daha erken havlu atmanın yarattığı hayal kırıklığı ve daha sonra da bir önceki sezon kazanılan Türkiye Kupasından elenmenin yarattığı moral bozukluğu derken ligin son çeyreğinde de şampiyonluk yolundaki en kritik maçta Galatasaray karşısında alınan yenilginin ertesinde yıllar sonra İnönüden protesto sesleri yükselmeye başladı. Ancak 3-2 kaybedilen Galatasaray maçında sarı-kırmızılılar buldukları üç pozisyonu da gole çevirirken, siyah-beyazlı oyuncular gol kaçırma rekorları kıracaklardı. Ancak önce Süleyman Sebanın Rıza Çalımbay ile yaptığı toplantıdan sonra takım yavaş yavaş toparlanmaya başladı ve Galatasaray maçındaki oyun planında ısrar eden Daumun inadı sayesinde iyi bir galibiyet serisi yakalandı.
Beşiktaş toparlanmasına toparlanmıştı ama çoktan bütün gazeteler Galatasaray şampi manşetlerini atmışlardı. Ama birden 8 gün içinde olmayacak şeyler oldu! Galatasaray, Ali Sami Yende önce Gaziantepspora yenilecek daha sonra da sis yüzünden ertelenen maçta yine kendi sahasında Antalyaspor karşısında 3-0lık şok bir yenilgi alacaktı. O iki maçın şokundan bir türlü kurtulamayan Galatasaray, ezeli rakibi Fenerbahçeye de yenilince 8 günde 9 puan kaybetmiş olacak ve birden Beşiktaş öne geçecekti. Siyah-beyazlılar ligin bitmesine iki hafta kala Fenerbahçeyle golsüz berabere kalırken Kaptan Rıza altıncı şampiyonluk kupasını Şenes Erzikin ellerinden alıp gökyüzüne doğru kaldırıyordu.
O yaz, Beşiktaş Şampiyonlar Ligine hazırlanırken Süleyman Seba ve Atilla Gökçe, Bora Ersoyun babasının cenaze namazında yan yana saf tutacaklardı. Atilla Gökçe, önce ellerini havaya kaldıracak, sonra Süleyman Sebanın kulağına eğilecek: Başkanım, nihayet yukarıdaki aldıklarını geri vermeye başladı! Namaz bittiğinde ise önce başkan ellerini yüzüne götürerek şükredecek, sonra da Atilla Gökçeye dönüp döndü Haklısın, biraz daha dua et, konuş da diğer aldıklarını da yollamaya başlasın! diyecekti.
MAFlarla başa baş oynayacak 100. yıl şampiyonları: 2002-03
Türkiye Milli Takımının tarihi bir başarıya imza attığı 2002 yazı Beşiktaş, Süleyman Seba ve Atilla Gökçenin dualarını ettiklerinden beri siyah-beyazlılar yedi yıldır şampiyonluk yüzü görmemiş! Seba sonrası Beşiktaş yönetimleri efsane başkanın hiç olmadığı zamanki kadar iddialı başlamışlar ama o yaza kadar vaatler ne kadar beyazsa, yaşananlar da o kadar siyah olmuş. 100. yılda ya o siyah ile beyaz bir şekilde yan yana gelecek, ya da
Ya da ihtimalini hiç düşünmemek isteyenlerin başında bütün yaz İbrahim Altınsay ve Mircea Lucescu ile kafa kafaya veren Beşiktaş idari menajeri Erdil Arpacı geliyor: Hatalarımızdan büyük ders aldık. Süleyman Sebadan sonra Beşiktaşı yönetmek çok zor tabii ancak bu yıl olması gerektiği gibi her şey çok farklı olacak. Herkes İlhan Mansız, Tümer Metin, Ahmet Dursun gibi arızalı yıldızların yanına Pascal Nouma, Zago, Cordoba ve Sergen gibi en az onlar kadar büyük yıldız ve arızaları kadroya katmanın risklerinden bahsediyor ama bir noktayı unutuyorlar. Onların başında bir baba, mütevazı bir dehâ olacak: Mircea Lucescu!
Sezon başındaki fikstürü belirleyecek kura çekimineyse Beşiktaş yönetimi adına İbrahim Altınsay katılıyor, sondan bir önceki hafta Lucescuyu yollayıp yerine Fatih Terimi getiren Galatasaray çıkınca Altınsay Mustafa Denizlivari bir kehanette bulunuyor: O hafta Galatasarayı yenip şampiyonluk turunu atarız! Alntınsay, neye mi bu kadar güveniyor. Bizzat kendi sözleriyle emeğe ve çok çalışmaya: Aslında o sezon yenilmemiz bile bir mucizeydi, çünkü o kadar çok çalışmış, tüm maçları sezon başlamadan önce defalarca oynamış, en küçük ayrıntıya dahi günlerce kafa patlatmıştık. Lucescu tüm maçların senaryosunu bir bir yazmış, Fenerbahçenin kaçıncı dakikada oyuncu değişikliği yapıp, Galatasaraya oyunun hangi bölümünde pres yapınca sarı-kırmızılıların bocalayacağına kadar hepsini dakika dakika kafasında oynayıp kazanmıştı.
Gerçekten de zaman zaman haklı olarak defansif oynamakla eleştirilen Lucescunun takımı tarihin en çok gol atan ve en çok puan toplayan Beşiktaşı oldu. Hiçbir zaman yeteneklerinin yarısı kadar bile bir performans sergileyemeyen Sergen Yalçın bir anda sezonun yıldızına dönüştü ve yine altyapıdan çıkan bir oyuncu olarak şampiyonluk golüne imzasını attı. Scala ve Daum dönemlerinde Dövüş Kulübünün yeşil sahalardaki en kudretli temsilcisi olan Pascal Nouma önce şişelerce sakinleştirici içmiş gibi İlhan Mansız ve Ahmet Dursunla beraber ligin en güçlü hücum hattına eklemlendi, daha önce kafalarına cep telefonu fırlattığı hocaların aksine Lucescunun elini öptü. Lucescu gerçekten de ikizi gibi benzediği Neyzen Tevfikin neyinden insan ruhuna sızan nağmeler gibiydi: Bazısını heyecanlandırıyor, coşturuyor; bazısını da sakinleştiriyor ama her şekilde herkesten % 100 verim almayı başarıyordu.
Mesela Zago diyor Atilla Gökçe, 100. yılın gizli kahramanlarından birisiydi. Brezilyalı usta, sadece mücadelesiyle 18lik gençlere taş çıkartmakla kalmadı, taktiksel açıdan da Beşiktaşın kilidi oldu. Üçlü defansta stoper olarak oynamasına rağmen, Premier Lig sağ bekleri gibi top taşıdı, oyun kurdu; Beşiktaşta daha önceki sezonlarda kopuk olan orta saha savunma bağlantısını kurdu. Zagonun yanı sıra Tayfur-Giunti ikilisi de 2009daki Ernst gibi takımın hem ciğerleri hem de her mevkiye futbol taze kanı pompalayan kalbi oldular
Yine de Erdil Arpacı ile beraber bizzat yönetimle Lucescu arasındaki en önemli köprü olan İbrahim Altınsay ısrarla hiçbir oyuncuyu diğerinden ayırmak istemiyor: O takımın baş kahramanı emekti. Herkes gol attı, herkes savunma yaptı; hatta kaleci Cordoba diğer takımların orta saha oyuncularına taş çıkartırcasına asistler yaptı. Takımda herkes kilit oyuncuydu. Ama asla hafızamdan çıkmayacak tek bir an varsa o da Pancunun Trabzonspor maçında attığı beraberlik golünde topun yüzyıllar kadar uzun süren o saliselerde rakip kaleye süzülüşüydü. Denizli 2009da İçimde volkanlar patlıyor dedi ya ona çok duygudaş bir andı o. Hissettiğim baskıdan gözbebeğim dahi sabitlenmişti, hiç oynamıyordu! Eğer yönetim şampiyonluktan sonra kendi içinden pastadan pay kavgasına girişip dinamizmini kaybetmeseydi ve gerekli yenilenmeler yapılsaydı o takım Şampiyonlar Ligi`nde gruptan çıkar, finale gider, Türkiyede de daha uzun yıllar şampiyon olurdu. Öyle bir havası vardı o takımın. 2003 takımını kimse yenemezdi.
Beşiktaş, 100. yılda ne kadar mutlu olduysa 101. yılda da o kadar üzüldü, kahroldu. 101. yıl takımından Ümit Aydın da İbrahim Altınsay ile aynı fikirdeydi: O takım dağılmasaydı, dağıtılmasaydı uzun yıllar şampiyonluğa ambargo koyacak güçteydi.
Ali Ece / Haber1903