BAŞBAKAN "DERİN OYUNU" BOZDU
Terör üzerinden Türkiye'de siyaseti dizayn etmeye çalışan gizli yapılar ve onun Türkiye uzantılarının oyununu Başbakan Erdoğan son kertede nasıl bozdu?
Türkiye tarihinde ilk defa büyük bir fırsat yakaladı. Terör üzerinden yürütülen operasyonlarla siyaseti dizayn edilen bu ülke, ilk kez kendisiyle oynayanların restini gördü ve korkup anlaşarak değil cesaretle yüzleşerek bu sorunun üstesinden gelebileceğine inandı. Başbakan, akıl tutulması yaşayan kendisine yakın çevrelerin yönlendirmesinden kurtularak, kararlılıkla terörün üstüne gitti ve kısa bir sürede şaşırtıcı sonuçlarla devletin gücünü hem kendi hissetti, hem de herkesi buna ikna etti.
Salı günü ülke genelinde gerçekleştirilen KCK operasyonları, öncekilerden farklı olarak ciddi sayılabilecek bir tepkisellikle karşılaşmadı. Bunda, KCK’nın illegal yapısıyla, terör adına gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin birinci dereceden sorumlusu olduğunun
anlaşılması kadar, Başbakan’ın süreci bizzat takip etme konusundaki kararlı duruşunun da etkili olduğunu görmek gerekiyor.
YENİDEN O FISILTIYI YAYMAYA ÇALIŞIYORLAR
Onun için terör üzerinden hesap yapan çevrelerin son bir telaş içerisinde fısıltıyla yaymaya çalıştıkları ‘hükümet yeniden PKK ile müzakere başlattı’ dedikodularının gerçek olduğuna ya da konuya duyarlı bazı yazarların dile getirdiği gibi ‘Habur faciası mucitlerinin’ bize yeni bir hayal kırıklığı yaşatabileceklerine inanmıyorum, inanmak da istemiyorum…
Çünkü; Türkiye’nin üstüne bir karabasan gibi çöken terör belası ile yüzleşebilmesi ve mevcut anayasal düzlemde işlevsizleştirilmiş siyaset kurumunun bütün imkansızlıklara rağmen, sorumluluğu tek başına üstlenerek süreci bugünlere taşıyabilmesi hiç de kolay olmadı.
ERGENEKON-PKK İLİŞKİSİ
Daha 2004’de bu hükümet işbaşına gelir gelmez PKK’nın ateşkesi (!) sonlandırarak eylemsellik kararı açıklaması, bugün Balyoz soruşturması sayesinde detaylarına vakıf olduğumuz darbe planlamalarında, PKK üzerinden de hesapların yapıldığını açıkça gösteriyordu.
Hükümet önceleri mevcut güvenlik mekanizmalarını temel alarak Türkiye’de bilinen klasik yöntemlerle terörün üzerine gitmeye çalıştıysa da doğal olarak bir türlü başarılı olamadı ve neye uğradığını anlamadan şehit cenazeleri üzerinden bir karşı propaganda ile sarsılmaya başladı. Terörle mücadelede bütün yetki ve imkânlar hükümetin hiç de müdahil olamadığı askeri makamlarda iken, hükümetin hedef tahtasına oturtulmasını acemice medyadan bildi herkes. Projenin gerçek boyutlarını o süreçte anlamak ne yazık ki çok da mümkün değildi. Derin yapının geçmişteki faaliyetlerini bilip, yaşanan terördeki dahilini hissedenlerin sesi ya güçlü koro sayesinde duyulmaz hale getirildi ya da komplo iddialarıyla kulak ardı edildi.
Biz hakkın güçlü olduğuna inanırız ama, Türkiye’de her zaman gücün de hatırı sayılır bir hakkı olduğunu iyi biliriz. Hükümet süreci nasıl yöneteceğini bilemediği bu dönemde kendi içinden de kan kaybetti. Geçmiş tecrübeler ışığında hükümetin yıkılmasını mukadder gören şaşı bakışlar, geminin biraz su almaya başladığını görür görmez, güç merkezlerine şirinlik yapma talaşına düştüler. Her ne kadar hepsi Abdüllatif Şener gibi vaktinden önce suya atlayıp denizin ortasında yalnız başlarına kalmadılarsa da o dönemde eksen kaydıran önemli bir kesimin yeniden rota tutturması da mümkün olmadı.
EĞER ERGENEKON SORUŞTURMASI OLMASAYDI?
O günkü koşullarda kimsenin ihtimal dâhilinde görmediği ve özellikle ilk başlarda hükümet içinden de ciddi tepkilerle karşılaşan Ergenekon soruşturmaları gündeme gelmeseydi, Türkiye’deki siyasal gelişimin bugünlere ulaşması zaten mümkün değildi. O dönemin savrulmalarıyla oluşan güven bunalımı, Başbakanı bir denge siyasetine mecbur ettiği gibi, zor kararları da tek başına alma düzlemine taşıdı.
TERÖRÜN DEVLET İÇİNDEKİ GİZLİ YAPILARLA İLİŞKİSİ
Ergenekon soruşturmaları, siyasal yaşamı sona ermekte olan hükümeti bu anafordan kurtarmakla kalmadı, bundan belki de daha önemli bir şekilde Türkiye’de terörün esasen devlet içerisindeki gizli yapılar marifetiyle kontrol edilmekte olduğunu gözler önüne serdi. İçişleri Bakanı olduğu dönemde Beşir Atalay’ın bu soruşturmalar karşısındaki tereddütlü duruşu, ne yazık ki bu çok önemli gerçeğin fark edilmesini zorlaştırdı. Doğal olarak terörle mücadelede Ergenekon gerçeğine gözünü kapayan bu anlayış, hükümet karşıtı projelere yeni bir alan açmış oldu.
MİT-PKK GÖRÜŞMELERİ
Ergenekon soruşturmalarıyla açığa çıkmış gerçekler ışığında terörle mücadeleyi yeni bir konseptle yapılandırmak gerekirken, hükümet şaşılacak bir şekilde art niyetli çevrelerin telkinlerine uydu ve PKK ile doğrudan bir müzakere sürecine girdi.
MİT-PKK görüşmelerine dair kamuoyuna yansıyan detaylardan anlaşıldığı kadarıyla 2006 yılında ilk olarak gündemleştirilen bu müzakere süreci, başta Başbakanın kontrollü yaklaşımı sebebiyle oldukça sınırlı bir düzlemde tutuldu. Öyle anlaşılıyor ki, Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanlığı döneminde, terörle mücadelenin koordinasyonu görevini de uhdesine alarak polisin ısrarla gündemleştirmeye çalıştığı KCK operasyonlarını engellemesi, hep bu art niyetli çevrelerin telkinlerine gösterilen hassasiyetin bir sonucuydu.
BAŞBAKAN TOPLUMSAL SAĞDUYUYA KULAK VERDİ VE KAZANDI
“Yakında güzel şeyler olacak” diyerek Başbakan’a rağmen ‘demokratik açılım’a müzakere düzleminde start verilmesi, zorlu bir o kadar da riskli bir sürece soktu Türkiye’yi. Ergenekoncu zihniyete eklemli olarak yapılandırılmış güçlü medya korosunun rüzgârıyla dolan yelkenler, ülkeyi terörün kanlı kıyılarına bir kere daha sürükledi. Her seferinde gemileri karaya oturtan ve meydana getirdiği anaforlarla yakın tarihimizi siyasi parti mezarlığına döndüren bu kanlı kıyılar tam yürekleri ağza getirmişti ki, Başbakan kendisini bugünlere taşıyan toplumsal sağduyuya kulak verdi ve bir kez daha ümitlerin tükenmeye yüz tuttuğu bir anda malum çevrenin oyunlarını bertaraf etmeyi başardı.
BAŞBAKAN'IN SİYASİ DİRAYETİ
Başbakan’ın son operasyonlarla ilgili muhalefet partilerinin terörle mücadele karşısındaki mesafeli duruşlarını eleştirmenin yanı sıra, kendi milletvekillerine de KCK operasyonlarını destekleme yönünde bir çağrıda bulunmuş olmasını, süreci çok boyutlu ele aldığının önemli bir işareti olarak görüyorum. Bizim dışarıdan gözlemlerle yaptığımız analizlere, bizzat yaşarak derinden vakıf olan Başbakan’ın, göz ardı edilmesi mümkün olmayan siyasi bir dirayete sahip olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Türkiye’nin yakın zamanda yaşadığı tecrübeler ışığında geldiği noktanın hafife alınmasını doğru bulmadığım gibi, sürecin gerçek dinamiklerine herkesten daha fazla vakıf olan Başbakan’ın bir daha gemisini o kanlı kıyılara yaklaştıracağına da hiç ihtimal vermiyorum. Büşra Ersanlı konusunda ciddi bir gayretkeşlikle operasyonların önünü kesmeye cür’et eden kesimlerin, bugün daha ince bir siyasetle konuya yaklaşımlarını, Başbakan’ın konuyu nasıl tavizsiz ele aldığını göstermesi bakımından güven verici buluyorum. Gizli hesaplarla süreci manipüle etme gayreti içerisinde olanların bu sefer işleri hiç de kolay görünmüyor.
Başbakan artık herkesten çok daha iyi biliyor ki; siyaset halka dayalı bir kavramsa, halkın güçlü ve gönülden destek verdiği bu süreçten el gevşetip, Türkiye’yi yeniden terörün kanlı hesaplarıyla yüz yüze bırakanların, siyaseten söyleyecek sözleri de kalmayacaktır.
Analiz: Yetkin Yıldız/Aktifhaber