Büyük Türk Milleti'ne Mektup

Vtnsvr

New member
8 aydır mahkemeye çıkarılmadan cezaevinde tutulan Oktay Yıldırım'ın 13 Mart 2006 tarihli; "Büyük Türk Milleti'ne Mektup" başlıklı yazısı. Ve Oktay Yıldırım'ın Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanmadan önceki yazısı,yazıyı okuyunca neden "Benide çete üyesi olarak yargılayın"dedigini anlarsınız.---------------------------------------------------------

Büyük Türk Milleti'ne Mektup -
Oktay Yıldırım

Büyük Türk Milleti, bu mektupları yazacak senden başka muhatap yoktur. Yasamanın, yürütmenin ve yargının sahibi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Ordusunun ve bu kurumların bekasının tek teminatı olarak, benim senden başka muhatabım yoktur.
Ben yıllarca sana hizmet ettim, bundan sonra da hiçbir menfaat ve çıkar gözetmeksizin sana hizmet edecek ve senin için her fedakârlığı yapacağıma dair ettiğim yemine, ölünceye kadar sadık kalacağım.
Artık durum öyle bir hale gelmiştir ki, içinden senin iradenden başka hiçbir şeyin kılavuzluğu seni çıkaramaz.

Tüm yazılı, görüntülü ve sanal basında, nasıl sızdığı veya kimin ne maksatla sızdırdığı belli olmayan bir iddianame dolaşmaktadır. Ben iddianame dediysem öyle alışık olunan türden bir şey değil.
Ben de birçok insan gibi hiç üşenmeden tamamını okudum. Birçok yeri, terör örgütü terminolojisi ile yazılmış olan iddianamenin, aslında bir iddianame olmadığı o kadar belli ki.
Hukuk veya polisiye bilgisi çok az olan biri bile, yazılanların iddianameye konu suçu(?) değil de başka bir şeyi yargılamak için yazıldığını anlar.

--------------------------------------------------------------------------------

Öncelikle şunu belirtmek gerek, belli bir askeri eğitim seviyesine sahip kişiler,

birisini öldürmek için veya onu bombalayarak havaya uçurmak için veya iş yerine zarar vermek için, böyle üçüncü sınıf mahalle mafyası gibi gün ortasında gidip bomba falan atmazlar. Buna kuşlar bile güler ki çok merak ediyorum acaba mahkeme heyeti de güldü mü?



* Savcının oraya yazdığı gibi Askerler, terör örgütünün daha önce gerçekleştirdiği bombalı eylemlere ve örgütle bağlantısı olan Seferi Yılmaz’a aynı yöntemle cevap vermek gibi bir saçmalığın altına imza atmazlar. Askerler terörist gibi davranmazlar. Bu saçma sapan bir mahalle raconudur ve bunu ancak kurtlar vadisi silahşorları yapar.



Eğer bir asker hem de iyi eğitimli ve yıllarca özellik arzeden hassas görevlerde bulunmuş bir asker, kötü niyetle birine zarar vermeyi planlarsa, sizi temin ederim bunu ne savcı ve ne de o kişi anlayabilir.



* Komedi bununla da bitmiyor, Seferi Yılmaz ifadesinde, camın kırılma sesinden sonra el bombasını gördüğünü ve kendisini dışarı attığını, bu sırada da kahverengi montlu adamı pasajdan çıkarken gördüğünü söylüyor. Herkes bilir ki bir el bombasının patlama süresi 3- 6 saniye arasında değişir.



Askerliğin savaş sanatı olduğu gerçeği eğer doğruysa (o kadar doğru yer değiştirdi ki belki bu da yanlıştır diye korkudan böyle yazdım) ve ben naçizane senelerce bu öğretiyi okudum ve öğrettimse eğer, insanın etki-tepki reaksiyon süresi en iyi ihtimalle 5–10 saniye arasında değişkenlik gösterir(reaksiyon başlangıcı) diye biliyorum.



Bu durumda Seferi efendinin kendini dışarı atabilmesi için en fazla 1 veya 2 saniyesi var ki bu fizik kurallarına aykırıdır. Zira bombanın elden çıktıktan sonra ne kadar yol kat edip( çünkü bu 3–6 saniyenin ne kadarının havada uçarken geçtiği bilinmiyor) camı kırarak dükkânın içine düştüğü belli değildir.



* Komedi devam ediyor, Hiçbir tanık “patlamalar” demiyor. Seferi Yılmaz dâhil herkes “patlama” diyor. Bahsi geçen ikinci bombadan tek sözeden “Metin Korkmaz”.



* Lütfen canlandırmaya çalışın, iddiaya göre

· Adam ilk el bombasını atıyor

· Bomba camı kırıp içeri düşüyor

· Seferi Yılmaz ilk bombayı görüp dışarı çıkıyor

· Bu arada kahverengi montlu adamı pasajdan çıkarken görüyor.



* Diyelim ki buraya kadar doğru, adam ilk bombayı attıktan sonra kaçarken ikinci bombayı kim attı?



* Eğer iki el bombasını da aynı kişi attı ise Seferi Yılmaz ile karşılaşması gerekmez miydi?



* Ama Seferi Yılmaz, patlamadan önce kahverengi montluyu, sırtı dönük ve yürürken gördüğünü iddia etmektedir.



* Adamın ikinci el bombasının pimini çekip atmak için geçireceği sürede

Seferi Yılmaz ile burun buruna gelmesi lazımdı.



* Ama siz adam iki el bombasını da attı diyebilmek için bombaların pimleri çekilmiş ve atılmaya hazır vaziyette, pasaja geldiğini iddia ederseniz ve hatta bunu desteklemek için bazı tanıkların, ağız birliği etmişçesine kahverengi montlu adamın arabadan indikten sonra iki eli de cebindeydi demelerini mesnet kabul ederseniz.



* Adama sorarlar hemşerim iki elide cebinde el bombalarının maşalarını tutan bu adam arabanın, kapısını neresiyle açtı?





* Bu durumda kapıyı ona başka birinin açmış olması lazımdır ama tanıkların hiçbiri böyle bir olaydan bahsetmediği gibi, hepsi de diğerlerinin arabada olduğunu söylemektedir.



* Ayrıca Metin Korkmaz’ın dediği “yanarak yerde dönen bomba” sadece çizgi filmlerde olur, o da ucunda bir fitil yanan siyah bir top şeklindedir. Bir el bombasının içinde veya dışında yanmasını sağlayacak herhangi bir düzenek yoktur. El bombası yanmaz efendiler. Yan-maz!..



* Şemdinli ilçe emniyet müdürünün ve kaymakamının ifadeleri neden iddianamede yer almamıştır. Yoksa bu şahıslar olayları görmemiş midir?



* Jandarma lojmanına halk tarafından yapılan saldırı sonucu evlerine girilen ve evleri tahrip edilen üç uzman çavuşun ve ailelerinin ifadeleri alınmış mıdır?



* Eğer alındıysa neden iddianameye konulmamıştır?



* Tanıkların her biri aracın yanına gelip Veysel Ateş ile konuştuğunu beyan etmekte ve hiç biri o anda Veysel Ateş ile konuştuğunu iddia eden diğer tanıklardan bahsetmemektedir, bütün o kargaşanın içinde bu sohbetler(?)nasıl yapılmıştır?



* Nasıl olup ta Ali Kaya ve Veysel Ateş tarafından yapıldığı iddia edilen telefon görüşmelerini aynı anda birden fazla kişi duymuştur.



* Hadi konuşanın ne dediğini herkes duydu diyelim, konuşulan kişinin telefonda ne dediğini nasıl duymuşlardır?



* Ne hikmetse herkesin gördüğü ve duyduğu bu telefon konuşmasını Veysel Ateş’i on metre gerisinden takip ettiğini iddia eden Seferi Yılmaz neden görmemiş ve duymamıştır?



* Tanık İsmail Elmas ise her iki konuşana da çok yakın olduğu için, ikisinin de konuşmalarını duyduğunu iddia etmektedir, herkesin birbirine bu kadar yakın olduğu bir ortamda herkesin birbirini görüyor olması gerekmez miydi?



* Eğer mesafe bu kadar yakın ise kişiler birbirini duyabiliyor ve görebiliyorsa neden “neredesin” gibi aptalca bir soru soruluyor ve karşı taraftaki yerini tarif ediyordu?



* Beyaz, Renault marka araç Van Gölü tavukçuluğun mu, Akın marketin mi önündeydi? Ya da bu iki dükkân yan yana ve cephe genişlikleri ancak bir araç boyu kadar mıydı?



* Patlama olaylarını basından duyduğunu söyleyen Mehmet Ali Altındağ neyin tanığıdır? Şemdinli olaylarının mı yoksa Ali Kaya’nın kendi görüşüne göre nasıl bir insan olduğunun mu?



* Ya da olayla hiçbir bağlantısı olmayan bilmem kaç yılındaki bilmem ne olaylarının mı?



* İddianamedeki en uzun bölüm nedense Diyarbakır’da Kürtçe yayın yapan bir televizyonun sahibi olan bay Altındağ’ın ve isimsiz bir dilekçenin yer aldığı bölümdür.

Savcılık iddianamesine göre, eylemlerin amacı olarak görülen dört maddeyi aynen naklediyorum.



Eylemlerin gerçekleştirmesinde dört amaç güdülmüş olabilir;



1. Kültürel kimliğin üzerine inşa edilen siyasî kimliğin duyarlı hale getirilmesi, böylece toplumun rahatlıkla eyleme çekilebileceği ortamın sağlanması,

2. Birinci halde duyarlı hale gelen siyasî kimliğin tehdit algısı –gerçekte olduğundan daha fazla- abartılarak devletin şiddetli önlemlere başvurmasının yolunun açılması, bölgedeki idarî sisteme olağanüstü yönetim araçlarının hakim olmasının sağlanması,

3. Birinci ve ikinci halde bölgedeki güvenlik kaosunun siyasî otorite üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmasının yolunun açılması,

4. Son olarak ise bütün bu sayılanların üzerinde Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasî/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi,



Olayların gelişimine ve olup bitenlere bakıldığında iç içe halkalardan oluşan bir zincirleme reaksiyon mekanizmasının – yasadışı yapılanmanın – medyada ifade ediliş şekliyle çetenin kurulduğu anlaşılmaktadır





* Şimdi bir adam çıksa şöyle bir isimsiz mektup yazsa, bu sayın savcı onu da dikkate alır mıydı?

İsimsiz Mektup



Benim adım önemli değil ama ihtiyacınız olan tüm her şeyi biliyorum. Aslında olaylar çok önceden planlandı. Tüm tertip hazırlandı, her kes tiyatronun başlaması için istihbaratçıların oraya gelmesini bekliyordu.



Onların(Türk Askerinin) telefon dinlemesi yaptığı bilindiği için önce onlara duymalarını istediğimiz şeyleri dinlettik. Bu daha önce planlayıp uygulamaya koyduğumuz bombalama olaylarından sonra son derece dikkat çekici olacaktı. Ve istihbaratçıların bu paket hikâyesini dinleyince tuzağa gireceklerini çok iyi biliyorduk.

Bu operasyon için haftalardır hazırlık yapıyorduk, ama halkın çoğunun bilgisi yoktu, onlar sadece olay günü provoke edileceklerdi.



Olay günü istihbaratçıların buraya geldiğini, yabancı dostlarımızdan öğrendik ve onları beklemeye başladık.



Şemdinli ilçe merkezine girdikleri anda ise ……isimli arkadaşımız içinde el bombaları ile güçlendirilerek hazırlanmış olan patlayıcı madde paketini uzaktan kumanda ile patlatıp dışarı kaçtı.

Arkadaşın yandığını söylediği el bombası aslında ilk patlama ile etrafa dağılan ve kenarına bulaşan plastik patlayıcının, yandığı bir bomba idi. Ya da aslında paket falan hiç yoktu, ….isimli şahıs el bombalarını bizzat kendisi attı ve dışarı çıkıp senaryoya katıldı. Çünkü bu kısım son derece gizli tutuluyordu ve birkaç kişi dışında o gün nasıl bir olay olacağını kimse bilmiyordu. Herkes sadece “olay olacak” diye biliyordu.

Sonra kalabalık halde verilen komutla beraber arabaya hücum ettik. İlk önce bir grup ortalığı karıştırırken diğer grup bagaj bölümüne yöneldi ve o isim listesi ile bombaları bagaja koydu. Bagajdaki diğer şeyler ise (silahlar, harita ve krokiler) zaten olması muhtemel şeylerdi.



Olaydan sonra herkes nasıl ifade vereceğini biliyordu zaten. Üç kişiye karşı bir dolu adam olduğumuz için burada endişeye mahal yoktu. Savcılık herhangi bir delile dayalı suç isnat edemeseydi bile bu olay bizim propaganda ve ajitasyon yapmak için yıllarca kullanmamıza yeterdi.



Olaylar kontrolden çıktıktan sonrası ise son derece kolaydı, çünkü bu bir halk hareketi olmuştu ve bizim hedefimizdeki iki astsubay dışında suçlu bulmaları imkânsızdı. Bütün halkı suçlayacak halleri yoktu nasılsa.

Uzman Çavuş olayı ise bizim kontrolümüz dışında gelişti, ama ölü ve yaralıların olması da bizim işimize yaradı. Çünkü ne kadar çok insan zarar görürse bizim elimiz o kadar güçlenecekti, kimin kimi öldürdüğü önemli değildi.

Aslında o gün, devlet’in Şemdinli’de varlığını gösteremediği bir gündü ve biz o günü çok iyi değerlendirdik.



Not: Bu mektup tamamen hayal ürünüdür.



Not’un notu: Bu not bir kısım geri zekâlının yanlış anlaması ihtimaline karşılık yazılmıştır.



Evet, yukarıda sorduğum soruyu yineliyorum. Böyle bir isimsiz mektup alsa idiniz, bu mektup, iddianame’nin seyrini nasıl etkilerdi ve acaba yine iddianamenizde belirttiğiniz ve yukarıda naklettiğim, “sizce eylemlerin muhtemel amaçları ile ilgili dört maddelik tespitiniz” ortaya çıkar mıydı?



Veya bu şekilde mi çıkardı, bazı değişiklikler olur muydu? Acaba o zaman da “duyarlı hale gelen siyasi kimliğin tehdit algısı abartılmış mı olurdu? Şu anda Şemdinli’deki idari sisteme hâkim olan bir olağanüstü güç var mıdır? Zira bizim olağanüstü güçler yeterince hâkim olamamışlardır.



Eğer başka bir olağanüstü güç” bizimkilerden boşalan yeri kullanarak, sizin deyiminizle savcı bey, “idari sisteme hakim olduysa”, bu kimin gücüdür?





Tüm bunlardan sonra, büyük Türk milletine soruyorum, Seferi Yılmaz’ın serbest bırakıldığı bilinmekle beraber, adı geçen şahıs son günlerde Mezopotamya Kültür Merkezinde bazı konuşma veya konferanslar düzenlemiş midir?



Eğer düzenlediyse burada neler anlatmış ve ne gibi mesajlar vermiştir. Bunları kimin bilmesi gerekmektedir. Bilenler bu konuda ne yapmışlardır ya da bilmiyorlarsa neden bilmiyorlardır? Bunu da olağanüstü güçler mi düzenlemiştir?

Ya da hangi olağanüstü güçler, bizim olağanüstü güçlerin, olağanüstü güçlerini kullanmalarını, olağan bir şekilde engellemektedir?



Bu bizim olağanüstü güçler kimlerdir? Bu iyi bir şey midir, kötü bir şey mi?



Bu güçlerin toplum içinde bilinen genel bir adı var mıdır? Varsa nedir?



Bilsek de ona göre yerimizi belirlesek, bizim olağanüstü güçlerin yanında mı olalım, diğer olağanüstü güçleri mi alkışlayalım?

Zira yüce Türk milleti bilmelidir ki, eğer bizim bir olağanüstü gücümüz varsa ve bunlar vatanı bölmeye değil de vatanı tek parça halinde tutmaya uğraşan bir güç ise, bu gücün milletinin yardımına ihtiyacı vardır.



En son madde ise en ilgi çekici maddedir ama, acaba A.B süreci ve modernleşmenin akamete uğratılması derken “sözde ermeni soykırımını reddetmenin dahi yasaklandığı” A.B bakış açısı ile bakan savcı, meclis araştırma komisyonunun yüzüne karşı, “PKK’nın terör örgütü olmadığını” söyleyen belediye başkanını bu maddenin neresinde düşünmüştür?



Sayın savcının aşağıdaki değerlendirmesi de son derece önemlidir, okuyalım.



DEĞERLENDİRME :



“PKK/ KONGRA-GEL terör örgütünün şiddet eylemleri ve ROJ TV aracılığıyla gerçekleştirdiği provokasyonların Hakkâri yöresinde gerçekleştirenlerin kimliği meçhul birtakım eylemlerin meydana gelişinin zeminini hazırlamıştır. Terörle mücadele eden güvenlik güçleri açısından asıl dayanak noktası olan toplumsal desteği yok eden bu tür kuşkulu eylemleri gerçekleştirenlerin ortaya çıkartılması elzemdir. Üstelik bu tür eylemler devletin kendisi harekete geçilerek ortaya çıkartılamaması halinde örgüt mensupların eline şiddet eylemlerinin haklı gerekçeleri olarak kullanılabilecek argümanlar sunulmuş olacaktır. Şimdiden bazı sitelerde (www.kerkuk-kurdistan.com/pdf/semzinan1105_2.pdf-,) Şemdinli olaylarının aslında bir provokasyon olduğu ve bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin bizzat bu provokasyonları tertiplediği yönünde bilgiler yer almaya başlamıştır.



Ülkemizin 30 yıla yakın bir süredir terör örgütü ile mücadelesi ister istemez güvenlik güçlerinde de bir değişimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çatışma içerisinde şehit ve yaralı veren güvenlik güçlerinin örgütün arzu ettiği psikolojik kaos ortamından etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak bu durum illegal uygulamaların gerekçesi olarak kabul edilemez. Üstelik illegalitenin sonu gelmez bir süreç olduğu ve kaos ortamından şahsi çıkar sağlamak isteyen kesimlerin işine yarayacağı da mücadele sürecinden çıkartılan tecrübelerden anlaşılmıştır. Bunun önünün kesilmesi ise ancak siyasî söylemlerden kendini arındıran idarî mekanizmalar çatışma içerisinde yıpranan unsurların rehabilitasyonu için gerekli düzenlemeleri yapması ile mümkündür.”





Bu değerlendirmenin en önemli yanı, yukarıda adı verilen internet sitesindeki “Şemdinli olaylarının bir provokasyon olduğu ve bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin bizzat bu provokasyonları tertiplediği” yönündeki iddiaların savcılık iddianamesinin de özünü teşkil ediyor olması veya bunu ima ediyor olmasıdır.



Ayrıca 30 yıla yakın bir süredir terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin bazı değişimlere uğradığını, bu değişimlerin örgütün arzu ettiği kaos ortamından etkilenilmesi sonucunu doğurduğunu ve yine bununla beraber, bazı illegal uygulamaların gerekçesi olarak görülebileceği ve bunun kabul edilemez olduğunu söyleyen savcı, aynı şartlardan tıpkı askerler gibi et ve kandan mamul birer insan olan, benzer yaşam özellikleri gösteren adli makamları işgal edenlerin de etkilenebileceği ve onların da hukuk alanındaki benzer uygulamalarıyla bu veya buna benzer illegal yapılanmaların da müsebbibi olabilecekleri ihtimalini de düşünmüş müdür?



Tıpkı kendi değerlendirme yazısında dediği gibi, ortaya çıkan bu fevkalade nahoş kargaşa ortamının kimin veya kimlerin işine yarayacağını ise, yazdığı iddianameyi yeniden okuyarak ve Türkiye’nin sürüklenmek istediği bu ortamın şu anda bile kimlerin işine yaradığına veya en azından buna kimlerin alkış tuttuğuna bakarak anlaması lazımdır.



Buna rağmen, “hala anlamıyorsa” ihtimalini konuşarak, hukuk fakültesi bitirmiş ve Cumhuriyetin Savcısı olarak, Mahmut Esat Bozkurt’un iki cümleyle özetlediği o büyük sorumluluğu taşımaya aday olmuş bir hukuk adamının zekâ seviyesini tartışmak gibi bir saygısızlık yapmayacağım.



Bunun önünün kesilmesi için öne sürdüğü rehabilitasyon (Türkçesi İyileştirme) fikrini ise; olaylardan, kişilerden veya politik fikirlerden etkilenme ihtimalleri olan ve zatı alileri dahil olmak üzere, ülkemin tüm bölgelerinde görev yapan kamu personelinden, bu gün yaptıklarının doğruluğu veya etik değerlere uygunluğu konusunun kamuoyu tarafından tartışılmasını ben de şiddetle öneriyorum.



Ancak, bu rehabiliyasyonun (iyileştirmenin) bir kısmının tıbbi olmakla beraber bir kısmının da siyasi, ahlaki ve mesleki rehabilitasyon (iyileştirme) olması gerekliliğini ve yaşananlardan sonra gelinen noktada görüldüğü üzere de bunun zorunluluğunu, yüce Türk milletine önemle hatırlatıyorum.



Mensubu olmaktan her daim onur duyduğum, büyük Türk Milleti!

Olayların geldiği bu noktada, Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı makamına suç isnat edilmesi elbette ki son derce vahim bir durumdur. Ancak, esas olarak önemli olan ve dikkat edilmesi gereken, Türk Ordusunun savaşma gücünü ve omurgasını temsil eden iki Astsubayımızın durumudur. Zira onlar her yerde sizin başınızın üzerindeki egemenlik örtüsünün ve Cumhuriyetin bekçisi olarak cansiperane görev yapan, küçük birlik komutanlarına örnek teşkil edeceklerdir.



Bu olaylar sonunda hazırlanan iddianamenin, silah arkadaşlarının başına gelenleri gören binlerce genç Subay ve Astsubay’ın, görev yapmak için duydukları istek, azim ve kararlılığı nasıl etkileyeceği ve bu etkinin bize yarar mı, zarar mı getireceği sorusunun cevabını ise bu vatan evlatlarını bağrından çıkaran büyük Türk Milletinin yüce vicdanına bırakıyorum.



Olayların başladığı anda, polis özel harekât timinin, 20 dakika boyunca topluca bekledikleri odaya kapatılarak olaylara müdahale etmesinin engellendiği, daha sonra emniyet müdürünün kapıyı açarken “arkadaşlar bunu yapmak zorundaydım, bunu sizler için yaptım” dediği yolunda basında yayınlanan haberler doğru mudur?



Eğer doğruysa vay halimize. Emniyet müdürüne oradaki iki astsubayın belki de katledilme ihtimallerine rağmen, polis timini dışarı çıkarttırmayan güç nedir, kime veya kimlere aitdir bu güç?

Yoksa bu da olağanüstü güç müdür?



Emniyet müdürü polis timini kimlerden veya neden korumak için kilitlemiştir?

Bu kişilerin hiç birisinin ifadesinin iddianame muhteviyatında olmayışının sebebi nedir veya müsebbibi kimdir?

Tüm basın ve yayın organlarında günlerdir yayınlanan telefon dinleme kayıtları bu iddianameye girmiş midir?



Aslında sorulması ve cevaplanması gereken o kadar çok soru var ki, bunların tamamını yazalım veya konuşalım desek, günler ve sayfalar sürer.



Ancak özet cümle yüreğimden şu şekilde kopmaktadır; terörün antitezi çete değildir. Dilekçelerimizi, Genel Kurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Van cumhuriyet savcılığına Taksim postanesinden yolladık ama dostun, düşmanın, tarihin ve büyük Türk Milletinin huzurunda buradan da haykırıyorum.



Eğer vatan için teröre ve ona destek veren tüm odaklara karşı savaşan Türk Askerleri çete ise, bende o çetenin bir üyesiyim ve beni de onlarla beraber yargılayınız.



İsterseniz müebbetle değil idamla yargılayınız, ama unutmayınız ki bu dava, bu mektubun muhatabı olan Yüce Türk Milletinin vicdanında görülecektir. O yüzden hiçbir endişem yoktur, zira bu milletin vicdanında görülen Kaymakam Kemal davaları ne ilktir ve ne de son olacaktır. Endişe etmesi gereken Kaymakam Kemaller değil, namı nemrut, Kürt Mustafa paşalardır.

Hani birileri bir zamanlar, aşağılanan onurumuzu kurtarmak için gösterecekleri tepki yerine “bu müzik notası değil” demişlerdi hatırlar mısınız? Bizim de onlara bu oyunun, zannettikleri gibi çelik çomak oyunu olmadığını hatırlatmamız, eğer bilmiyorlarsa öğretmemiz lazım.

Büyük Türk Milleti!..

Atatürk’ün senin için beslediği umutları ve sana ne kadar güvendiğini belki hatırlatır diye umut ederek, seksen yedi yıl önce söylediğini bu gün hatırlatmakta büyük fayda görüyorum.

Umarım Atatürk’ü hayal kırıklığına uğratmazsın benim aziz milletim.



"Türk Milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu alçak, vatansız, milliyetsiz, beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir. Türk Milletinin sosyal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkûmdur" (1929)



GAZİ MUSTAFA KEMAL



“VARLIĞIM, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”





OKTAY YILDIRIM

10 MART 2006



Kaynak: Oktay Yıldırım - www.acikistihbarat.com
 

Vtnsvr

New member
Merak etme Oktay Yıldırım millet gerçekleri görecek.Bugün şeyh saidin torunları ülkeyi yönetiyor tabiki kahramanlar suçlanacak ve tutuklanacak.Onurdur o suçlamalar.Güneş dogunca ihanetin rengi ortaya çıkacak.
 

HTML

Üst