BÜyÜkanit "vatan" Dedİ

Vtnsvr

New member
BÜYÜKANIT "VATAN" DEDİ
Yazar H. MÜMTAZ


Orgeneral Başbuğ HARBİYE'nin yeni öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmada haklı olarak Amerika'yı "söz söylemek, eylem yapmamak"la eleştirdiği zaman biz de "Söylenilen sözler çok önemlidir ama tesadüfe bakın ki biz de oldukça uzun bir zamandır başkaları için de söz söyleme değil, eylem zamanı olduğunu düşünüyoruz" diye yazmıştık. ("MAHALLE BASKISI ve MALEZYA ÖRNEĞİ, DERİN DEVLET'E KARŞI". Hüseyin MÜMTAZ. 29.09.2007)

Hâlâ aynı fikirde olduğumuz, uzun bir zamandır "sözde değil, özde tavır koyulması"nı beklediğimiz için Büyükanıt'ın Harp Akademileri konuşmasına hiç değinmeyecek, yok farz edecektik.
Fakat altına imza atacağımız şeyleri söyledi.

Çünkü o lâfların altına zaten imzamızı atmıştık.

Çünkü Paşa "Vatan" dedi, "Yemin" dedi..

"Cevap hakkımız" doğmuş oldu.

Çünkü Mustafa Kemal'in, "Mevzuubahis olan vatansa, gerisi teferruattır" sözünü son beş yıldır yazılarında ve konferanslarında en fazla kullanan, hatırlatan ve hâttâ Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre"sinden mülhem "Vatan Yahut Teferruat" isimli bir kitap yazan biziz.. ("VATAN YAHUT TEFERRUAT". Hüseyin MÜMTAZ. İcmal yay. İstanbul. Şubat 2007)

Ve Paşa Askerlik Yemini'ne gönderme yaptı..

Dikkatli okuyucu onbeş yıldır yine bu satırların yazarının değişik vesilelerle "askerlik yemini"ni hep hatırlattığını, sadece mesleği askerlik olanların değil, vatan görevini yapan ve terhis olarak şimdi çok önemli görevlerde bulunan tüm atanmış ve seçilmişlerin de bu yemini ettiğini ve bir kere edilen yeminin, zamanı gelip de üzerinden üniformayı çıkarınca "miadının dolmuş" sayılamayacağını devamlı yazmıştık..

Bu yüzden siyasi iktidarın ideologu Mümtaz'er Türköne'nin, Büyükanıt'ın "teferruat"ıyla ilgili olarak gündeme getirdiği, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve TİM Başkanı Oğuz Satıcının gerçekleştirdikleri "mucize gibi bir teferruat"a gönderme yapan 100 milyar dolarlık basın toplantısı yorum-haberinin üzerinde durmuyorum bile..

Çünkü memleketin, Öcalan'ın avukatlarının, hapishaneden çıkan PKK'lıların Atatürk'ün Meclisi'ne girebildiği, Dicle-Fırat arasının bile AB kriteri olabildiği bir zaman dilimi, 100 milyar dolarla makyajlanmasını bir yana bırakın 1919'dan; fakat 1839 ve 1856'dan bile daha elim ve daha vahim bir manzaranın fotoğrafını aksettirmektedir.

Cumhuriyet'in 25 Eylül 2007 tarihli nüshasında "Köşk'te Basın Turu" başlıklı yazının AA mahreçli fotoğrafı, "Cumhuriyet" için yeterince endişelenmemizi gerektirecek niteliktedir.

"Cumhuriyet"in içinde bulunduğu, getirildiği durumu aksettirmektedir.

O fotoğrafta, arkasında 16 yıldızlı Cumhurbaşkanlığı Forsu bulunan Türkiye Cumhurbaşkanlığı makamına kamerasıyla otura(bile)n geniş ağızlı bir muhabir görülmektedir.

Yâni, "güyâ" Çankaya "artık" halka açılmış, "halkın" olmuştur..

Öyle mi?

O fotoğrafta bir tek "yaver" eksiktir.

"Yaver" nerededir?

Ve inanın böyle bir ortamda "yaver"in bazı toplantılara "sivil" katılacak olması da hiç önemli değildir.

Çankaya Köşkü'nde şehit ailelerine ve gazilere verilen iftar yemeğinde Başyaver Kıdemli Albay Metin Özbek'in sivil kıyafet giymesi dikkat çekmiş. Ve Özbek'in, Cumhurbaşkanı'nın resmi kabulleri dışındaki faaliyetlerinde kişisel tercihine bağlı olarak sivil kıyafet giyebileceği belirtilmiş..

Lâf...

Yaver sivil elbise giyince yaver olmayacak mıdır?

Büyükanıt diyor ki;

"Ayrıca, kuşku duyulmaması gereken bir husus daha var: Biz, askerler olarak bir kez daha vurguluyoruz: Bizim taraf olduğumuz ve vazgeçmeyeceğimiz unsurlar vardır. Bunlar:

- Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısının,

- Üniter yapıdan oluşan, ulus devlet yapısının,

- Bu temel yapıya dayalı, laik devlet yapısının

- ve Silahlı Kuvvetlerin yerleşik düzenlemelerinin politik, hissî ve önyargılı yaklaşımlarla bozulmamasıdır".

Büyükanıt "askerin taraf olduğu ve vazgeçemeyeceği unsurları" böyle sayıyor ama gerginlikten nemalandıklarını düşünen din bezirgânları ve onların güdümündeki basın, bu dört maddeden sadece "laikliği" öne çıkarıyor. Bakın konuşmanın ertesi günü çıkan gazetelere, hangisi "Asker laiklikten ödün vermiyor" veya benzeri manşetiyle çıkmış, anlarsınız..

Büyükanıt; "...geldiğimiz noktada da adeta devleti budayarak bireyi yüceltmek gibi bir eğilimin ortaya çıktığını görüyoruz. Tabidir ki birey çok önemlidir. Ancak bireyi yükseltirken devleti yıpratmak ne kadar demokratik ve akılcıdır? Devlet ve birey rakip unsurlar mıdır? Devlet, birey için var olan bir yapı değil midir? Devleti, bireyi ezen bir kurum olarak görebilir miyiz?" diye soruyor ve bunu bence doğru olarak; "Devlet değil, birey odaklı anayasa yapıyoruz" diyen Dengir Mir'e soruyor..

Büyükanıt'ın, "Harp Akademileri'nin Değerli Mensupları"na görev verir ve yön gösterirken verdiği Yunan Mitolojisinden Promete örneği talihsizlik olmuştur.

Biraz gayret etse Türk Destan devirlerinden de benzer örnekleri kolayca bulabilirdi.

Büyükanıt'ın söylediği; "Korkularımızla yaşamayalım. Bir husustan emin olalım: Hiçbir güç Türkiye'yi bölemez! Kimsenin gücü buna yetmez. Türkiye'yi kim bölecek? Kimin veya hangi grubun böyle bir gücü var? Büyük Türkiye, böyle bir tehdidi bertaraf etme gücüne sahip değil mi? Kendimizi bu kadar zayıf görmeyelim. Hiçbir güç Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti başka bir şeye dönüştüremez. Hiçbir güç Türkiye Cumhuriyeti'nin laik yapısını değiştiremez ve bunu yapmaya gücü yetmez. Hiçbir güç, tüm çabalarına rağmen, Türk ulusunun ordusuna olan güvenini sarsamaz" sözleri güzel, alkışlanacak ve cesaret verici bir özgüvenin ifadesidir..

Tesadüf, Büyükanıt'ın bu sözleri söylediği aynı anlarda Giresun Üniversitesi'nin de ilk yıl açılış dersini veren Andrew Mango'yu dinliyordum..

Mango dedi ki; "Atatürk zamanında Türkiye'de ‘herkes bizi bölmek parçalamak istiyor' vehmi yoktu. Atatürk her yıl Meclis açış konuşmasının başında bütün ülkelere teşekkür edilirdi, kimseden düşman olarak bahsedilmezdi"..

Büyükanıt'ın yukarıda söyledikleri ile Mango'nun dikkat çektiği noktanın aynı olduğunu düşünüyorum.

Ama arada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir fark var..

Atatürk "galip"ti. Muzaffer idi. Barış'tan sonra kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de içinde yer aldığı yeni dünya düzeninde mağlup ettiklerine dostluk eli uzatıyordu. Kompleksi yoktu.

Venizelos'la bile el sıkışmıştı.

2007'nin Türkiye'si ise uluslar arası arenada ancak "eşbaşkan"dır. Figürandır. Başkalarının biçtiği-diktiği kostümlerle, başkalarının dekorlarında, başkalarının yazdığı senaryolarda rol alabilmektedir.

Büyükanıt'ın; "Son defa ifade ediyorum ve belki bir daha tekrar etmeyeceğim: Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç politika ile ilgisi olmaz ve olmamalıdır. Ancak, ülkemizin ve rejimimizin temel direkleri üniter, ulusal ve laik devlet yapımız bizim var olma nedenimizdir ve olmaya devam edecektir" sözlerine ise benim değil, sorumlu siyasilerin, mandacı-bölücü ve mürtecilerin dikkat etmesi gerekir..

Ve nihayet Büyükanıt diyor ki;

"Üzüntüyle söylüyorum, bunlar son zamanlarda Silahlı Kuvvetlere yapılan ve etik olmayan saldırılardır. Bu saldırılar, yalnız ülke içinden değil, ülke dışından da gerçekleştirilmektedir ve üzüntü ile ifade ediyorum, bu tür saldırılar ülke içinden de desteklenen ülke dışı saldırılardır. Bugüne kadar, kısmi suskunluğumuz devletimize, ulusumuza, dirlik ve düzenimize duyduğumuz saygıdan ileri gelmektedir. Şunun bilinmesini isterim ki, her şeyin bir hududu vardır. Bu hududu kimsenin zorlamaması gerekir.

Türk Silahlı Kuvvetleri üniformasını 53 yıldır büyük bir onurla taşıyorum. Bütün Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları gibi şanlı al bayrağımız üzerine el basarak ettiğim yeminle bu mesleğe başladım. Yemin, kutsal bir söz vermektir. Bu yemine asla ihanet etmedik ve etmeyeceğiz. Bu söz tüm Silahlı Kuvvetler mensupları için geçerlidir. Ulu Önderimiz Atatürk'ün dediği gibi: ‘Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır'.

Hangi sınır Sayın Orgeneral?

İstanbul'un orta yerinde Fener'de; Kuzey Irak'ta, Kıbrıs'ta, Dicle-Fırat arasında...

Ankara'nın göbeğinde sınır mı kaldı?

Milletvekillerinin yemin törenine gitmemeniz.....

30 Ağustos resepsiyonunu Kara Kuvvetlerine almanız...

Köşk'teki resepsiyona, Meclis'in açılışına ve açılış resepsiyonuna gitmemeniz...

..... NEYİ DEĞİŞTİRDİ?

Gül'ün yurt dışına gider ve gelirken Ankara Garnizon Komutanı'nın sergilediği ‘protokolden ayrılma' tavrı neyi etkiledi?

Neticeye bakın..

Gelinen noktaya bakın.

"Üniter yapıdan ve laiklikten vazgeçemeyiz" diyorsunuz.

Bölücüler ve din bezirgânları her yerde..

Tavrınız ve konuşmalarınız neyi engelledi?

Hangi sınır, nereye kadar sınır?

Ne at kaldı Sayın Orgeneral, ne Üsküdar..

Sizin katılmadığınız Meclis açılış resepsiyonunda Başbakan'a; "Terör örgütüne terörist diyemeyen, Terör örgütü mensuplarını kardeşlerimiz diye tanımlayan, Türk Silahlı Kuvvetlerine ‘bölücü' diyen bir zihniyetle karşı karşıya bulunmaktayız. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, bu sorunu hukuk içinde çözmek zorundadır" sözünüzle ilgili olarak ne düşündüğü soruldu.

Başbakan; "Parlamentoya gelenler de hukuki bir süreç içinde parlamentoya gelmiş olan insanlardır. Eğer yasa dışı bir şey varsa o zaman gereğini yapmak yargıya düşen bir şeydir. YSK bu konuyla ilgili olumsuz bir karar verdi mi?.. Vermedi" ve "Bu konuda dokunulmazlık bir engel olarak karşınıza çıkarsa tutumunuz ne olur?" sorusuna da, "doğmamış çocuğa don biçmenin bir anlamı yok" cevabını vermiştir.

Ertesi gün "hukuki süreç içinde parlamentoya gelen" ve Tunceli'ye Dersim diyenlerden Ahmet Türk;

"Başbakan ABD'deki bir toplantıda, ‘Kürtler azınlık değil. Çoğunluğun parçasıdır. Yeni anayasa çalışmalarında bazı yenilikler gelecek' diyor. Burada inkar yok. Bu bizim söylediklerimizden farklı değil. O yurttaşların, Kürtlerin kimliğini, kültürünü güvenceye alacak yasal düzenleme arayışı içindeyiz. Başkaları da, bugün İmralı'da da buna benzer geçmişte bir açıklama vardı" diyor. (Cumhuriyet. 3 Ekim 2007)

Şimdi Başbakan'ın bu benzetmeye "hukuk içinde" nasıl yaklaşacağını, hukuki hesap sorup sormayacağını hep beraber göreceğiz Sayın Orgeneral.

Sayın Büyükanıt..

Bahsettiğiniz yemini bayrağa ve silaha el basarak ben de ettim. Şu ana kadar da bu yemin doğrultusunda hareket ettim.

O yeminin hiçbir yerinde "Sabrın sonu selamettir" türünden bir ifade görmedim.

Hangi "sabır"? Nereye kadar "sınır"?

Halbuki "Dur bakalım ne olacak?" hâli; "inzivaya çekileceğini" ifade ettiği halde nedense hep sizin önemli konuşmalarınızla eş zamanlı olarak gündemi işgal etmeye çalışan selefiniz Bay Özkök'e daha çok yakışmaktadır.

Keşke "Fenerbahçe Cumhuriyeti"nden Tümer ve İbrahim kardeşlerimiz için gösterilen "aciliyet ve hassasiyet"in, "CUMHURİYET"in temel nitelik ve özellikleri için de gösterilebildiğini görmüş olsaydık...
3 Ekim 2007
 

Vtnsvr

New member
Suskunluk bozulacak, boz!

ENTERESAN hakikaten...

Genelkurmay Başkanı ne zaman konuşacak olsa, eski Genelkurmay Başkanı illa ki suskunluğunu bozup, konuşuyor!

*

12 Nisan...

Genelkurmay Başkanı, tam "sözde değil, özde" lafını söyleyecek... O güne kadar hiç konuşmayan eski Genelkurmay Başkanı, aniden "suskunluğunu bozup" Anadolu Ajansı'nı kabul ediyor ve "Cumhurbaşkanı halkı kucaklamalı, Meclis en iyisini seçer" diyor... Sanırsın, o güne kadarkileri Odalar Birliği seçti, onlar da Japonları kucakladı!

19 Temmuz...

Genelkurmay Başkanı, Harp Akademileri'nde konuşacak, ne diyeceği merakla bekleniyor... Eski Genelkurmay Başkanı, bir gün önce "suskunluğunu bozup" Anadolu Ajansı'na iade-i ziyarete gidiyor, "Genelkurmay Başkanı'nın Başbakan'a bağlı olduğunu" söylüyor.

30 Temmuz...

Genelkurmay Başkanı, KKTC için verilen resepsiyonda, "12 Nisan'da söylediklerimizin arkasındayız, kararlıyız" diyor... Eski Genelkurmay Başkanı, hemen bir gün sonra gene "suskunluğunu bozup" gene Anadolu Ajansı'nı kabul ediyor ve "katı politikalara karşıyım" diyor.

1 Ekim...

Genelkurmay Başkanı, "laik yapıyı kimse değiştiremez" diyor... A-aaa! Tam da o gün, eski Genelkurmay Başkanı, bu sefer AA'yı değil, Milliyet'i kabul etmiş, "AKP'nin aldığı oyların dini söylemle alakasının olmadığını" anlatıyor.

*

Daha enteresanı...

*

"Askerler konuşmasın" diyenler, eski Genelkurmay Başkanı'nın habire "suskunluğunu bozup" konuşmasından pek memnun oluyor.

"Saygı sınırlarını aşıyorlar, emekli generaller sussun" diyenler, emekli generalin "suskunluğunu bozmasını" saygıyla karşılıyor.

*

Ve, daha da enteresanı...

Genelkurmay Başkanı, tam manşet olacak; bi de bakıyorsun, eski Genelkurmay Başkanı, manşet!

Biri aşağı indirilirken...

Öbürü tam o anda yukarı çıkarılıyor.

"Timing" muhteşem.

*

Gazetecilikte ve askeri stratejide nedir bunun adı bilmiyorum... Ama, benzer davranış biçiminin basketbolda karşılığı var:

"Perdeleme!"

Tek sorun, boy farkı... Pivot, veteran guard'a oranla 20 santim falan uzun.



Yılmaz Özdil.
 

Vtnsvr

New member
Türkiye-AB ilişkileri...

Yılmaz ÖZDİL [email protected]

Doktor civanım...

ALLAH memlekete hırsızın bile hayırlısını versin kardeşim.

*

Bana bu lafı dedirten hadise, hafta sonunda Bursa'da yaşandı...

Araya Şırnak katliamı girdiği için yazamadım, kısmet bugüneymiş.

*

Bir hanımteyze... Evde yalnız.

Sabah sabah kapısı çalınır, tak tak tak...

- Kim o?

- Doktor!

Açar kapıyı teyzem... 1'i kadın, 3 kişi.

Derler ki, "hanımefendi, biliyorsunuz AB'ye giriyoruz, bundan böyle vatandaşın hastaneye gitmesine gerek yok, doktorlar eve gelecek, buyrun uzanın kanepeye, muayene edelim."

Teyzemin zaten beli ağrıyor...

Hani, "iyi olacak hastanın doktor ayağına gelir" derler ya... O hesap.

"Allah razı olsun" der, uzanır.

Biri tansiyonu ölçer, biri steteskopla dinler, biri de masaj aleti gibi bir cihazı, yüzükoyun yatan teyzemin beline bağlar.

Teyzem gevşer...

O sırada, "mutfaktan su alıp geleyim", "balkondan otomobile bakayım, çalmasınlar" diyerek, evin içinde gezmelerinden huylanmaz.

Masaj biter...

Teyzem uğurlar, doktorlar gider.

Yarım saat sonra...

Teyzem bir de anlar ki, oğlunun düğünü için sakladığı 6 bilezik, buhar!

*

"Hayırlı hırsız"dan kastım işte bu.

Teşekkür borçluyuz o arkadaşlara.

Çünkü, "Türkiye-AB ilişkisi" hakkında, yüzbinlerce haber yazıldı ama, bu kadar iyi anlatanını hiç görmemiştim!

*

Kanepeye bi uzanıyoruz...

Kıbrıs yok!

Enseye masaj yapıyor...

Bankalar gitmiş!

Aspirin veriyor...

Cep telefonunu araklıyor!

Tahlil yapıyor sanıyorsun...

Kalçadan terör virüsü enjekte ediyor!

Sen keyifle "oooooh, kulunçlarım açıldı valla" diye esnerken...

O çoktan cüzdana dalmış, dünyanın en yüksek faizini götürüyor!

*

"AB doktoru" evin içinde, yükte hafif pahada ağır ne varsa indirdi bagaja... Hálá "Allah razı olsun" diye dua ediyoruz.

*

Teyzem uyandı, polise gitti.

Bizimkiler hálá kanepede!

Bak orda sehpanın üstünde THY var, Ziraat banyoda havluların arasında, Halk Bankası yatak odasındaki dolapta duruyor.

"Elin değmişken, bi de ateşimi ölçüver sevabına!"
 

HTML

Üst