ATATÜRK KARŞITLIĞININ ARKA PLANI ____ 29 Ocak 2009

Panter_4

New member
ATATÜRK KARŞITLIĞININ ARKA PLANI

Batı'nın, Müslüman dünyanın uyanmasını önlemede kullandığı temel stratejilerden biri de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e düşmanlıktır.
Son yıllarda elle tutulur bir şekil alan bu düşmanlık gerçekten şaşırtıcıdır.
Şu çarpıklığa bakar mısınız:?
İslam dünyasındaki aldatılmış taassup takımı, Atatürk'ü 'İslam'a aykırı' gösterirken onu, 'Müslümanları Batı'ya, Batı değerlerine teslim etmek'le suçlamaktadırlar. Gelin görün ki, Atatürk, Batı tarafından da aynı gerekçeyle suçlanmaktadır. Bu çok şaşırtıcı bir durumdur ve hem Batı'nın hem de İslam dünyasının büyük bir tutarsızlık içinde olduğunun tipik kanıtlarından biridir.

NİYE DÜŞMANLAR?
Atatürk, Müslüman dünyayı ve Müslüman Türkiye'yi Batı'ya, Batı değerlerine teslim etmiş bir önder ise Batı neden ve niçin Müslümanları kendisine ''teslim eden'' bir insana düşmanlık beslemektedir? Eğer böyle değilse İslamcı taassup Atatürk''e niçin karşı çıkmaktadır?...
Bu sorunun akla ve gerçekçiliğe uygun tek cevabı olabilir: Batı, Müslüman dünyanın bir rönesans yaratabilmesinin, yeni bir dirilişle ayağa kalkabilmesinin en pratik reçetelerinden birinin, belki de birincisinin, Atatürk''ün getirdiği ve uyguladığı devrim ve düşüncelerde saklı olduğunu çok iyi bilmektedir.
Batı; akılcı, bilimci değerleri öne çıkaran Atatürk'ün bu değerleri kullanarak Batı emperyalizmini saf dışı etmenin yolunu-yöntemini Müslümanlara gösteren tek adam olduğunun bilincindedir. Böyle olduğu içindir ki, Atatürk'ü, İslam dünyasında kendisini rahatsız eden ve ileriki zamanlarda da rahatsız edecek olan bir numaralı düşünce ve eylem öncüsü olarak görmekte ve onu Müslümanların hafızalarından silmek için amansız bir mücadele içine girmiş bulunmaktadır.

TEK BAĞIMSIZ BİZDİK

Biraz geriye gidelim ve gerçeği tam omurgasından görmeye çalışalım:
Atatürk, esir alınmasına ramak kalmış Türkiye'yi Haçlı-emperyalist işgalden kurtardığı zaman, İslam dünyasının tek bağımsız ülkesi Türkiye idi. Bugün Atatürk'e sataşan, sataşırken de onun kurduğu devletin tüm nimetlerinden sınırsızca yararlananlar acaba o günleri, o şartları hiç düşünüyorlar mı?
O günlerde, Atatürk Türkiyesi dışındaki tüm Müslüman ülkeler sömürge veya tutsaktı. İslam'ın tek bağımsız bayrağını da indirmek üzere olan Haçlıların tarihî emellerini suya düşürüp asırlık rüyalarını karartan önder, Atatürk oldu.
Atatürk Batı'nın rüyalarını bir değil, iki kez kararttı: Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda. Çanakkale Şehitleri'nin yarattığı destanı bir şiir anıtıyla tarihe mal eden Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale erlerini ''Bedr'in arslanlarına benzetirken'' İslam imanı taşıyan vicdanlara çok önemli bir şey söylemektedir. Bir yandan ''Ben Müslümanım'' deyip öte yandan Akif’in mesajına kayıtsız kalanların imanlarından da, İslamlarından da kuşku duymamak mümkün mü?

GELENEĞİN DEVAMI
Şimdi izin verirseniz, Atatürk'ün TBMM duvarındaki mareşal resminden rahatsız olma gibi bir talihsizliğe yenik düşen ''milletvekili'' bir kişinin demeci yüzünden başlayan tartışmalara, konumuz bağlamında değinmek istiyorum. Tartışmalara, benim gibi kalemiyle katılan ve Atatürk''ün Meclis''teki resminin diğer Müslüman ülkelerdeki benzerlerini de yayınlayan tarihçi Murat Bardakçı'nın, Atatürk''ün önemini, ona sataşan zihniyetlerin ise hüsran ve bühtanını tanımamıza yardımcı olan yazısından birkaç satır alayım. Diyor ki Bardakçı:
"Meclis'teki resim tartışması hakkında bir hayli şey yazılıp söylendi ama konunun çok önemli bir tarafının üzerinde hemen hiç durulmadı. Mareşal üniformalı Atatürk'ün, daha doğrusu tablo gibi yapılmış olan halıda görünen ''Mustafa Kemal Paşa'nın asker kıyafetli resmi bir zamanlar sadece Türkiye'de değil, birçok Müslüman ülkede hem evlerin hem de bağımsızlık maksadıyla kurulmuş teşkilâtların duvarlarını süsledi. Bu resimlerin İslam dünyası için hürriyet hasretinin sembolü olduğu gerçeği üzerinde de hiç durulmadı.''
'Meclis'teki mareşal üniformalı Mustafa Kemal Paşa resmi, işte bu geleneğin bir devamıydı.'
"1923'te, yani Cumhuriyet'i kurduğumuz sırada, dünyanın bağımsız olan tek Müslüman memleketi, Türkiye idi. İslam dünyası, Türkiye hariç, hür değildi. Milyonlarca Müslüman'ın yaşadığı topraklar Hıristiyan ülkelerden birine ya doğrudan bağlıydı yahut manda ile veya vesayetle idare edilmekteydi. O dönemin İngiltere'si için söylenen ''Dünyanın en fazla Müslüman nüfusa sahip devleti'' sözü, bu vaziyeti açık şekilde gösteriyordu.
"İstiklâl Savaşı'nın bütün şiddetiyle devam ettiği yıllar, Türkiye'nin, Hıristiyan idaresi altında yaşayan İslam âlemine örnek teşkil ettiği, ümidlerin ve bağımsızlık hayallerinin yeşerdiği bir dönemdi. Türkiye'deki hareketin lideri olan Mustafa Kemal Paşa'nın mücadelesi Müslüman dünyanın gözünde sadece siyasî ve askerî bir hareket değil, aynı zamanda İslam'ı yüceltecek bir başkaldırıydı. Mustafa Kemal Paşa hem siyasî, hem de dinî bir görev üstlenmiş sayılıyordu ve işgale uğrayıp sömürgeleşmiş olan Tunus, Mısır, Hindistan'ın Müslüman bölgeleri ve Azerbaycan gibi yerlerde Paşa'nın başarısı için camilerde dualar bile edilmekteydi.''

ÖVGÜ DOLU DİZELER
'Başta Mustafa Kemal olmak üzere, Anadolu'da düşmana karşı savaşan diğer paşaların resimleri elden ele, yine onlar hakkında yazılmış olan şiirlerle destanlar da dilden dile dolaşıyordu.'
'Paşa'nın zafer haberlerini büyük bir hasretle bekleyen toprakların başında o sırada İngiltere'den giden genel valilerin idare ettiği Hindistan'da sonradan 'Pakistan' adını alacak olan Müslüman bölgeler geliyordu. Pakistan'ın milli şairi Muhammed İkbal 'Mustafa Kemal Paşa'ya Hitap'başlıklı şiirinde, 'Takdirin gizli âleminin sırlarını bir milletin hikmeti, aklı ve idraki sayesinde öğrenebildik. Aslımız, rengi uçup gitmiş bir kıvılcım iken, onun bir bakışı ile cihanı aydınlatan güneş haline geldi. Araplar dinin temsilcisi olduklarını söylerlerken gönüllerinden aşk kavramını çıkartıp atınca, bu hata yüzünden dünyaya rezil olduk. Atın nereye kadar giderse oraya git ve kaygı duyma! Biz, bu meydanda tedbir ve kaygı yüzünden defalarca mat olduk!' diyor, şiirin okunduğu hemen her yerde Atatürk'ün bir resmi asılı duruyordu.'
'Bu resimler, anonim halk sanatkârlarının ellerinden çıkmış; estetik olmaktan ziyade inanç ve hasret tarafı ağır basan samimi çizimlerdi.'

'DECCAL'DEDİLER...
'İşte, Meclis'te asılı duran ve Hüsrev Kutlu'nun kaldırılmasını istediği mareşal üniformalı Mustafa Kemal Paşa resmi, bu resim geleneğinin devamıydı. İstiklâl Savaşı yıllarında Anadolu'nun işgalden kurtulması halinde kendisinin de Rus idaresinden kurtulacağına inanan ve Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı hareketi bağımsızlığının öncüsü olarak gören Azerbaycan'da o günlerde böyle çizimlerden çeşit çeşit yapılmış ve duvarlara asılmıştı.' (Hürriyet, 11 Ocak 2004)
İşte, Atatürk, İslam dünyasının gözünde buydu. Batı bunu elbette gördü, bunun ileriki zamanlarda Haçlı dünyanın başına açacağı badireleri elbette hesapladı. Ve gereğini yapmak üzere kolları sıvadı.
Batı gizli servisleri stratejiyi çok iyi belirlemişti: Atatürk'ün çağdaşlığa yönelik hamleleri, 'İslam'ı yok etme, Müslümanları Batı'ya teslim etme hamleleri' olarak damgalandı. Atatürk'e 'Deccal' sıfatı yakıştırıldı.

MANDACI DAMAR...
Ve bu Haçlı-İngiliz oyunu, duygusal Müslüman kitlelerde etkili oldu. İslam dünyasında, o arada Türkiye'de, 'Mustafa Kemal Deccaline karşı görevli mehdi' olduğunu söyleyen bir yığın tarîkat şefi çıktı. Bunların bağlı olduğu zihniyet, Kurtuluş Savaşı günlerinde dile getirdiği İngiliz Mandası özlemini gerçekleştirmek için şimdi yeni bir fırsat yakalamış oluyordu.
Bugün Atatürk'e saldıranlar ve saldırdığı için de ABD ve AB tarafından ödüllendirilenler, acaba o mandacı damarın atışıyla mı hayat bulmaktadırlar?
Bunu bilemem ama şunu biliyorum: Bugün bizler, temeli Haçlı oyunlarıyla atılmış olan o tahriplerin faturasını ödüyoruz.
ABD ve AB'nin, Atatürk'e karşı dinci-İslamcı-bölücü grupları sınırsız bir biçimde desteklemesinin gerçek sebebi ve arka planı sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.
Yaşadığımız günlerdeki gelişmeleri dikkate alarak şunu düşünebiliriz:
Gelecek yıllarda, İslam dünyasının Atatürk'ün ve mesajının değerini anlamaya başlaması, Atatürk'e sahip çıkma noktasına gelmesi, emperyalist-sömürgeci Hıristiyan Batı'nın en korkulu rüyası olur. Batı böyle bir rüya görmek istemiyor, onun için de tüm gücünü ve imkânlarını kullanarak Müslüman dünya ile Atatürk'ün kucaklaşmasını engellemek istiyor. Bu, Batı için 'olmazsa olmaz' politikalardan biridir.

ATATÜRK KARŞITLIĞININ ARKA PLANI (2)

Atatürk’e saldırı, kurumsal bir düzeye getirildiğinde laik Cumhuriyet’e saldırı halini almaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısına saldırı, son yıllarda, Batı’nın, özellikle Avrupa’nın ve özellikle de AB ülkelerinin pervasız ve cepheden vuruşlarıyla sergilenmektedir. Maksat, Müslüman’a hizmet değil, İslam’a ve Müslümanlar’a güç ve itibar kazandıracak değerlerin tahribidir.

Ne hüzün vericidir ki, laiklik meselesinde temel gerçek, İran gibi bir ülkenin Devlet Başkanı Muhammed Hatemî tarafından bile görülüp laikliğin İslam’a aykırı olmadığı itiraf edilirken bizdeki ‘dinci gaflet’ hálá‘din adına laiklik düşmanlığı’ yapmayı sürdürüyor.

Ve Atatürk’ü, ‘emperyalizm ve sömürgeciliğin azraili’ olarak gören Batı kurmayları bu gafleti kuş sütü, kuru üzümle besliyor, o gafletin arzusu yerine getirilmedikçe AB’ye giremeyeceğimizi haykırıyor. Şu rezil örneğe bakın:

Türkiye’nin Irak operasyonu münasebetiyle ABD’ye bir yığın ‘problem’ çıkardığı bir sırada, AB’den ‘dostça’ yaklaşımlar beklenirken, bakıyorsunuz Avrupa Parlamentosu bir bildiri yayınlayarak Kemalizm’in Türkiye’nin yolunu tıkadığını ilan ediyor.

• TUTARSIZ OOSTLANDER

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Arie Oostlander’ın Parlamento adına hazırladığı raporun temel mesajları şunlar: Türk anayasası Kemalist anlayış üzerine oturan bir anayasadır. Bu anayasa, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü gibi bir anlayışla sürekli korku yaratmakta ve bu korkuya dayalı olarak da orduyu bir numaralı güç ve güven kaynağı haline getirmektedir. Bu anayasanın yarattığı olumsuzluklardan biri de köktendincilik fobisidir.

Köktendinciliği Atatürkçü düşüncenin ürettiği bir ‘fobi’ olarak görme tutarsızlığını hiç çekinmeden sergileyen Hıristiyan demokrat Oostlander’ın Atatürk Cumhuriyeti’ne yönelik teklifleri, bir işgal ordusu komutanının teklifleri kadar cüretkâr ve tehdit edicidir. İslamcı radikalizmi Atatürkçü zihniyetlerin ürettiği bir fobi gibi gösteren Avrupa’nın ve onun söylemlerini sürekli destekleyen ABD’nin, daha sonra başı sıkıştığında ‘İslamcı terör’den şikâyete kalkmasının inandırıcı bir yanı olabilir mi?

Peki, Türkiye’yi, ‘teröre karşı bir numaralı merkez’ haline getirmenin açıklaması ne olabilir?

Eğer İslamcı radikalizm bir ‘Kemalist fobi’ ise 11 Eylül saldırısı ile İstanbul’daki sinagoglara ve konsolosluklara yönelik terör eylemleri El Kaide’ye neden mal ediliyor? Yoksa El Kaide ve alt kuruluşu olan terör odaklarını Kemalistler mi teşkilatlandırıp ortalığa saldı? Bu iddiaları dinleyenler şu soruları sormakta haklıdırlar:

Terörü besleyen ülke olarak suçlayıp işgal ettiğiniz Saddam Irakı ve şu günlerde yeni tehditlerle bunalttığınız İran, ‘Kemalist fobi’nin etkisiyle mi bu noktaya gelmiştir?

İslamcı radikalizm ve İslamcı terör, Kemalizm’in ürettiği bir fobi ise neden bu ‘fobi’nin eylemlerinden canınız yandığında, Kemalist Türkiye’yi, ‘çağdaşlık, demokrasi, insan hakları ile İslam’ı kucaklaştırmanın tek başarılı modeli’ olarak öne çıkarıyorsunuz?

Kemalist model, başınız sıkıştığında iyi, siyasal çıkarlarınız elvermediğinde kötü mü oluyor? Eğer böyle ise, Müslümanlar sizin bu tutarsız kişiliğinize güvenmemekte haklı değiller mi?

Türk devletinin egemenlik ve anayasal yapısına açık saldırı niteliği taşıyan sözde raporunda şunu da söylüyor Oostlander: Anayasa değiştirilmeli, Heybeliada’daki ruhban okulu açılmalı, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliği kabul edilmeli... vs.vs. Oostlander’in bir de büyük rahatsızlığı var: Türk halkının orduya birinci derecede güven duyması. (Bu rapor için bk. Hürriyet Gazetesi, 21 Mart 2003)

Oostlander, işgalci bir komutan edasıyla ádeta emirname yazdırıyor. Önerdiği metnin dostluk ve diplomasiyle ilgisini kurmakta zorlandığımız gibi, hümanist değerlerle, hukukla da bağdaştırmakta zorluk çekiyoruz.

• OMURGA CUMHURİYET

Ana saldırı noktası daima Atatürk ve Laik Cumhuriyet. Çünkü omurga orası...

Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir Ortaçağ din devleti olmasını önleyen laikliğe iki koldan saldırı düzenlenmiştir: Bir yandan din adına, bir yandan demokrasi adına... Birinci kulvardaki radikal dinciler, Batı servislerince belirlenen sloganlarla bağırıyorlar: Káfir laiklik, káfir‘Kemalizm dini’, dini eziyor, onun yerine geçiyor; İslam elden gidiyor, ayağa kalkalım!

Batı, bu kulvardakileri, ‘Bu yolda devam edin, kurtuluşunuz buradadır, işte cihat budur.’ diye sürekli teşvik ve tahrik ediyor, destekliyor. Böylece bir taşla iki kuş vuruyor: Hem nefret ettiği İslam’a itibar kazandıracak yöntemi etkisiz kılıyor hem de Türkiye’yi zayıflatıyor.

İkinci kulvardakiler, yani bölücülerle, ekonomik çıkarları uğruna dinci radikalizmi destekleyenler seslerini şöyle yükseltiyor: ‘Biz dinle-diyanetle ilgili olmasak da çağdaş, demokrat, insan haklarına saygılı kişileriz. Bu dinci kesimin demokratik hak ve özgürlükleri laiklik adı altında çiğneniyor. Bunlara destek olalım, Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkıp ikinci bir cumhuriyet kuralım; tam özgürlük, tam demokrasi gerçekleşsin!...’

• ASIL PLAN ÇOK FARKLI

Hıristiyan Batı stratejileri bu yıkım seslerinin ikisine de destek veriyor. Genelde tüm Batı, özel olarak da Avrupa, onlarca vakıf, dernek ve enstitü ile bu stratejiyi hedefine vardırmak için çalışan bir dünya manzarası arz etmektedir.

Türkiye’deki laiklik karşıtı güçler, dış destek olmadan hiçbir başarı gösteremeyeceklerini bilmektedirler. Laiklik karşıtlığının elemanları laikliğe zaman zaman cepheden saldırmakta ama daha çok onun içini boşaltmaya çalışmaktadırlar. Osmanlı’dan beri gelen Avrupalılaşma rüyası ve bugünkü AB sevdası, anti-laik girişimlere kalkan yapılmakta, laikliğin içini boşaltma eylemi AB standartlarına uyum, reform gibi başlıklar altında pazarlanmaktadır. İşin arka planı ve esası bu söylenenler değil, şudur:

Laik cumhuriyet değerlerini tahrip edip Türkiye’yi bir Ortadoğu din devletine dönüştürmeyi politik çıkarları için son derece önemli gören Batı, sahip bulunduğu büyülü imkânları kullanarak Türkiye’de Atatürk’le başlamış bulunan aydınlanma ve yükselme sürecini durdurmak istemektedir. Bu amacına ulaşmada, Türkiye’nin laiklikten koparılmasının şart olduğunu biliyor. Çünkü laiklikten koparılan bir Türkiye, etnik ve mezhepsel çatışma ve parçalanmaların girdabında Ortadoğu’nun en kahırlı cehennemi olur.
http://www.addgenclik.org/index.php?PHPSESSID=fp8t8lopperl5gjdj8ftvnue06&topic=1566.msg83322#msg83322
 

HTML

Üst