Atamızın gizli kalan bir röportajı

vasya

New member
Ata'nın gizli kalan İslam sohbeti

ABD Büyükelçisi'nin Ata ile islam sohbeti; "Atatürk Tanrı'ya inanıyor ama dine inanmıyor"

Atatürk'ün din hakkındaki görüşlerine ışık tutacak yeni bir belge ortaya çıktı. 1932-1933 yıllarında Ankara'da görev yapan ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill'in hazırladığı ve Atatürk'ün kendi ağzından dinle ilgili görüşlerini içeren rapor ilk kez Toplumsal Tarih dergisinde araştırmacı yazar Rıfat N. Bali'nin hazırladığı yazıda yayımlandı. Büyükelçi, Ankara'da görev süresi boyunca Atatürk ile yaptığı görüşmelere ve gözlemlere dayanarak 'A Year's Embassy to Mustafa Kemal' adlı bir kitap hazırlamıştı. Eser ilki, 1934 yılında Atatürk yaşarken, üç kez Türkçeye çevrildi.

Kitabın en ilginç bölümü Atatürk'ün dine bakışını içeren kısımdı. Bu bölümde yazar, Atatürk'le yaptığı uzun bir mülakata yer vermiş ancak Atatürk'ün sözlerinin bir kısmını kitaba almamış bunu da "Din konusundaki şahsi görüşleri hususunda söylediklerinin tamamını burada vermek hiç doğru olmaz" satırlarıyla dile getirmişti.
Ancak Sherill, kitaba sadece bir bölümünü aldığı görüşmeyi özetleyerek bir rapora döktü ve ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdi. ABD Dışişleri Arşivi'ndeki bu raporu, Bali Türkçeye çevirip Toplumsal Tarih'e yazdı. Aşağıda, raporun tam metni yer alıyor.

ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ
Sayı:423
Ankara, 17 Mart 1933
Konu: Türkiye'de din
MÜNHASIRAN MAHREM
Saygıdeğer Hariciye Vekili
Washington
Beyefendi,
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ile dün öğleden sonraki üç saatlik mülakatımda, hakkında yazmakta olduğum biyografinin sekiz bölümünü birlikte gözden geçirdiğimiz sırada Türkiye'de din meselesi bahis edildi. İncelememde Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dininin gelişimi konusuna oldukça yer verdiğime dikkatini çektim, biyografim için -yayınlanmak veya yayınlamamak kaydıyla- bana söylemek istediği kadarıyla sınırlı olmak üzere bu mevzudaki görüşünü bilmek istediğimi belirttim. Sözlerinin hangi kısmının efkârı umumiye(nin) (bilgisi) için olduğunu, hangi kısmının olmadığını belirterek mevzu hakkında teferruatlı bir şekilde konuştu.

Galiba, altı ve yedi yaşındayken annesi onu bir sıbyan mektebine göndermek istiyordu. Burada öğretmen Kuran dersleri de verecekti. Bu, uzun Arapça bölümleri ezberlemek demekti. Diğer yandan babası oğlanın din eğitiminin verilmediği laik bir mektebe gitmesini istiyordu. Her ne kadar sonunda babanın sözü kabul edildiyse de annesi oğlanı Selanik'te geçerli olan geleneksel tören eşliğinde sıbyan okuluna gönderdi. Ertesi gün babası oğlanı okuldan aldı ve laik okula koydu. Buna çok üzülen annesi epey ağladı ve oğlanın teklif etmesi üzerine sıbyan okulundaki din hocası eve gelip ona Kuran eğitimini verdi. Bu sadece bir ay sürmesine rağmen anneyi tatmin etti. Bu, ömrü boyunca alacağı tek din eğitimiydi.

'Beşeriyetin Tanrı ihtiyacı'
Agnostik olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı, kesinlikle reddediyor, ancak dininin sadece Kâinat'ın Mucidi ve Hâkimi tek Tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor. Ayrıca beşeriyetin böyle bir Tanrı'ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu Tanrı'ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor.

Daha sonra teferruatlı bir şekilde neden o kadar inançlı bir Protestan Hıristiyan olduğumu sordu. Ben de ona, bu raporda yeri olmayan, sebeplerimi söyledim. Sadece bir genel mütalaa söyleyebilirim. Suallerinde tamamıyla samimiydi, bu da din konusunda yeterince zihin yorduğunu göstermekte. Daha sonra, 10 yıl önce inşa ettiği yeni Cumhuriyet'in Reisicumhuru olarak iktidara geldiği zaman İslam dininin durumu hakkında bilgi vermeye başladı. Şeyh-ül İslam'ı, medreseleri, Mahkeme-i Şer'iyyeleri ve bu mahkemelere riyaset eden kadılar, hocalar ve muhtelif dervişler dahil olmak üzere bütün ruhban sınıfını lağvetmeyi gerekli bulduğunu söyledi.

Osmanlı'da geçerli olan bu ruhban yapıdan geriye kalan, müezzin olarak minarelerden halkı ibadete çağıran ve camilerde namaz kıldıran imamlardı.
Ona az evvel tasvir ettiği bu yapıyı tamamıyla yok ettikten sonra Türk gençliği için, şayet kaldıysa, ne tür dini tedrisat kaldığını sordum. Kifayetsiz medrese sistemini tüm ülkeye yayılmış ilk ve ortaöğretim sistemiyle ikame ettiğini ve bu sistemin (talebeyi) üniversiteye dek götürdüğünü belirtti. Hz. Muhammed'in hayat hikâyesi ve daha ahlaklı yaşama konusundaki hikmetli düsturlarla dini tedrisat verildiğini, bu dini tedrisata Yeni ve Eski Ahit'te tasvir edilen diğer büyük dinleri ve Budist dini kitapları da dahil ettirdiğini söyledi.
Daha sonra o ve ben bu modern Türk dini tedrisatı ile Birleşik Amerika'da ortalama pazar okulunda verilen dini tedrisatı mukayese ettik. Pazar okullarımızda verilen dini tedrisatın cuma sabahları kadınlar tarafından tüm ülkedeki Halk Evleri'nde verilip verilemeyeceğini sorduğumda böyle bir fikrin muvaffak olacağına dair pek şüpheli göründü, ancak yeni bir fikir olduğunu ve kaale alacağını söyledi. Bu amaçla kadın öğretmenlerin vazifelendirilmesi fikri ona cazip geldi, çünkü bu şekilde hocaların erkek partizanları, siyaset veya benzeri muhtemel başka mesele yaratacak ihtimallerden kaçınılmış olacaktı.

Bursa hadisesi
Bu çerçevede yakın tarihte olan Bursa hadisesi üzerinde serbestçe konuştu. Bu hadise Türklerce değil üç yabancı tarafından çıkarılmıştı: Bir Arnavut, bir Bulgar ve bir Rus. Hatta Üçüncü Enternasyonal tarafından kışkırtıldığını da ima etti. Muhtemelen sıkıntı verecek bu siyasi hareketi basit bir dil meselesine, ezanın Arapça yerine Türkçe okunması haline dönüştürerek gösterdiği siyasi maharetten ötürü kendisine iltifatta bulundum.
Bu sözlerim Kuran'ın Arapçadan Türkçeye tercüme edilmesi için nasıl ve neden telkinde bulunduğu konusunda konuşmasına sebep oldu ve bu mevzuda yepyeni bir ufuk açtı. Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kuran'dan alınan bir Arapça bölüm okudu.


Türkçe Kuran okutma nedeni
Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder.* "Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?" dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.

Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü. Saygılı bir şekilde bu bakışıyla mutabık olmadığımı, eşimle yaşadığımız tecrübeyi anlattım. İki Türk arkadaşımızın daveti üzerine 23 Ocak'ta Ayasofya Camii'ne gidip Kadir Gecesi'ne şahit olduk. Ona yüzde 20'si askeri üniformalı 10 bin mümin tarafından doldurulan caminin ne kadar kalabalık olduğunu, bütün müminlerin tam bir saat Gazi'nin de varlığını kabul ettiği Tanrı'ya doğrudan yönelttikleri dualarla nasıl yoğun bir şekilde ibadet ettiklerini anlattım.

Bu kalabalık, bu ibadet ve müminlerin duaya yoğunlaşmaları hususunda izahat istemem, onun Türk gençliğinin din hakkında bilgi edinme fırsatı mevzusunda Türk hükümetinin kısıtlı bir rolü olması gerektiğine dair kanaatini dile getiren daha fazla beyanatlar vermesine neden oldu. Bu beyanatlarını bitirdiğinde şimdilik ortaöğretimde ve Dâr-ül-fünûn'un küçük ilahiyat bölümünde üç büyük din hakkında verilen tarihi tedrisattan fazlasını öğretmeye inanmadığı sarihti.

Sovyetler gibi lağvetmeye karşıydı
Ancak Sovyetler'in her türlü dini lağvetme fikriyle kesinlikle mutabık değil. Bellibaşlı camilerin hükümetçe muhafaza edilmeleri ve amaçları doğrultusunda kullanılmaları gerektiğinde ısrarlı. Üç büyük dinin ahlak öğretilerine dinden ziyade ahlak olarak inanıyor. Bize ihsan ettiği hayırlar için tek Tanrı'ya sık sık minnettarlığımızı dile getirecek ifadelerin eklenmemesi halinde şahsi dini inancının natamam olacağını söylediğim zaman şaşırdı, ancak alakadar göründü. Sadece yeni bir fikir olduğundan, bu fikri kaale alacağını söyledi. Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı, zira Yusuf Akçura bey gibi samimi arkadaşları beni sürekli onunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi'nin nazikçe 'dostluğumuz' olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikaz etmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dini inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi.

(Radikal)

bir kez daha saygı duydum Muasata Kemal'e
 

alish

вυяαq αℓι&#1
?????? Ya Ben YanLış AnLadım.. Yada Burada BişeLer YanLış AnLatıLıyor?
 

CHI€F

Kalpsiz
vasya' Alıntı:
bir kez daha saygı duydum Muasata Kemal'e
Atama saygı duyuyorsunuz ama hala ismini yazarken özen göstermiorsunuz

yazıya gelince ATA mın kimseden korkusu yoktu böyle bişey olsaydı gizli kalmasına gerek olmazdı bu sadece ATA mı din düşmanı gibi göstererek milleti bölmeye birbirine karsı kıskırtmaya yarayan güzel uydurulmus bir propaganda yazısı
 

vasya

New member
bir şeyi saklamanın korkudan başka bir nedeni olamaz mı sence?Atatürk'e saldırıda bulunan herkesten önce beni bulur karşısında.biliyorsunuz menemen olayını çıkaran rezillerin ne olduğunu.ve malesef bu forum da olmak üzere bir çok yerde hortadılar.
 

Tigin

New member
Sıra Atatürk’e mi geldi?

Burhan Özbey / Haber1

Türk milletinin Ulu Önder Atatürk’e olan bağlılık ve sevgisini yok etmeden, Türkiye’yi bölüp parçalamanın mümkün olmadığını bilen emperyalist güçler, yıllardır uğraş verdikleri hain plan ve senaryolarının son bölümünü sahneye koymaya çalışıyorlar.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarı dünya jandarması ABD, projenin yaşama geçmesinde Türkiye’ye “Ilımlı İslam” model ve rolünü uygun gördü. 1 Mart 2003 Tezkeresi ile bir ölçüde hayal kırıklığı yaşayan ABD’nin, 5 Eylül 2006 Lübnan’a asker gönderilmesi konusunda ki Tezkere’nin Meclis’ten geçmesiyle Türkiye’yi yola getirmenin coşkusu içerisinde, senaryonun önemli bölümünü hayata geçirme çabası içerisinde olacağı kesin.

Hedef, Atatürk’ü Türk milletinin gözünden düşürmek!..
Bunu başarabildikleri takdirde, çirkin amaçlarına büyük ölçüde ulaşabilmenin şansını ve mutluluğunu yaşayacakları uzak olasılık değil.

Atatürk’ün, şahsına yönelik olarak, Çankaya’dan Topal Osman taraftarlarının baskınından çarşaf giymek suretiyle kaçıp kurtulduğunu iddia edenlere; bir iki gün önce, Ulu Önder’in dine bakışında farklılıklar olduğunu ileri sürerek, 73 sene önce Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde kendisiyle yapıldığını belirttikleri bir röportajdan yola çıkarak, kafa karıştırmak çabasında olanlar eklendi.

İpek Çalışlar’ın iki ay önce piyasaya çıkan “Latife” adlı kitabında, Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe’nin ağzından ortaya atılan çarşaf giyme iddiasının tabi ki bugün için doğruluğunu kanıtlamak ya da böyle bir iddiaya hemen inanabilmek olanaklı değil. Ancak, aradan 70 yıldan fazla bir süre geçmişken, sağlıklı biçimde kanıtlanması olanaksız olan böyle bir konunun ve iddianın, ortaya atılmasında acaba hangi amaç güdüldü? Önemli olan bu!

Biz böyle bir çarşaf giyme olayının yaşandığına olasılık tanımıyoruz. Bugünlerde çeşitli basın organlarında ısrarla gündeme getirilemeye çalışılan söz konusu olayın, kimi önyargılı zihniyetlerin çabasıyla sıcak tutulmaya çalışıldığını düşünüyoruz. Amaç belli, Atatürk bir şekilde yıpratılmalı aşama aşama sahneye konulan senaryolarla halkın Ata’ya olan sevgisi tüketilmelidir.

6 Eylül Çarşamba günkü Radikal gazetesinde çıkan haber şöyle:

“Atatürk’ün biyografisini yazan ABD Büyükelçisi Charles H. Sheril’le yaptığı söyleşi Rifat N. Bali’nin imzasıyla Toplumsal Tarih dergisinde çıktı. Sherill: Atatürk agnostik olmadığını ancak dininin sadece tek tanrıya inanmak olduğunu söyledi. Sherill, şunları anlatıyor: Atatürk; Türk halkının bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Ayrıca Türk halkının gerçekte dindar olmadığına, sadece yüksek sesli duaların cezbine kapıldığına inanıyor. Shell’e göre Atatürk Tanrı’ya inanıyor ama dine inanmıyor…”

1932 – 1933 yılları arasında Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi Sherill 1933 yılında Atatürk’le yaptığı röpartajda, yukarıda belirtilenleri 1934 yılında yayınladığı kitabına almayarak, o tarihte ABD Dışişleri Bakanlığı’na rapor etmiş. Rapor günümüze kadar bilinmezliğini korumuş, her nedense aradan geçen 70 yılı aşkın süreden sonra, 2006 yılında Türk halkının bilgisine sunuluyor.

Dikkat edin!.. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan kitaba konulmayan röportaj, Atatürk’den (1938) 68 yıl sonra Türkiye’yi bölüp parçalamak için emperyalistlerin canla başla uğraş verdikleri, BOP gibi projelerin yaşama geçirilmeye çalışıldığı 2000’li yıllar sürecinde 2006 Türkiye’sinde gündeme getiriliyor.

Can alıcı önemli konu olan “Din” olgusunu, amaçları uğruna birincil koz olarak kullanan dış odaklı hain güçler, Ulu Önder’i dine karşı ve dine inanmaz olarak göstermek suretiyle, inançlı insanlarımızın beynine girmeye ve onları Atatürk konusunda yanıltmaya çalışmaktadırlar.

Kimse, aradan yarım asırdan fazla bir süre geçtikten sonra, hayali olarak Atatürk’ü çarşafa sokarak ve dine karşıymış gibi göstererek, ulusumuzun ve Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Önder’i Türk halkının kalbinden silemez!
Eğer silmeyi başarabilirlerse, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığından söz etmek de zaten mümkün olmaz!

[email protected]

http://www.haber1.com/makale.asp?id=1776

**********************************************


Bu yazı neden kaleme alındı onu biraz daha açmak isterim.Milliyet ve Radikal
Gazeteleri bu haberi yaptıktan sonra ilk beyanatlar ilginç isimlerden geldi , ikisini vermek istiyorum forumda :

İlki Baskın Oran. 2004 Ekim ayındaki Azınlık Raporu skandalına imza atan isim.Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” Raporu, Ekim 2004 isimli muhteşem eserinden dolayı bilindiği gibi Türklüğe hakaretten yargılandı , Orhan Pamuk gibi AB'den büyük destek gördü ve aynen onun gibi beraat ediverdi.Yargı kararı önünde saygıyla eğildiğimi belirtmek isterim.

Baskın Oran ne demiş bakalım :

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Baskın Oran: Sherrill'in yazdığı bana çok makul geldi. Mustafa Kemal konusunda aynı tahminleri yürütüyorum. Deisttir (tanrıya inanan, dini reddeden). Tanrıcıdır fakat dinle pek iştigal etmemiştir. Bunun bir uzantısı olarak Fransız devriminin o çok radikal antiklerikalizminin (ruhbaniliğe karşıtlık) etkisi altındadır. Bu aleyhtarlığı belirgindir. Sherrill'in izlenimini paylaşıyorum. Ancak Mustafa Kemal'e desteği şu veya bu biçimde azaltacak her bilgi saklandı. Bu bilgilerin açıkça sansür edildiğini sanmıyorum. Çünkü korku ve saygı iç içe geçmişti. Ancak Mustafa Kemal, çoğu asker ya da asker kökenli gibi, meşruiyetçidir. Meşruiyet aramaya, bulamazsa da meşruiyet göstermeye çalışır.

Aynı haberle ilgili ikinci açıklama Halil Berktay'dan geldi.Berktay kardeşimizin de diaspora Ermenileri'yle sıcakkanlı ilişkileri olduğunu unutmayalım ve hatırlayalım önce bu konuyu - forumda bu konu mevcuttur- :

Halil Berktay'a suçüstü

Ermeni Soykırımı konusundaki sivri çıkışları ile zaman zaman dikkat çeken Halil Berktay, ilk kez Ermeni Diasporası ile ilişki içindeyken yakalandı..

Adı: Halil Berktay

Halen Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi.

Ermeni Soykırımı konusundaki sivri çıkışları ile zaman zaman dikkat çeken Halil Berktay, ilk kez Ermeni Diasporası ile ilişki içindeyken yakalandı..
Amerikan PBS televizyonu, çoğu Amerika’da yaşayan Ermeniler'in finanse ettiği "Ermeni Soykırımı" belgeselini sözde soykırımı andıkları 24 Nisan’dan bir hafta önce 17 Nisan’da yayınlamaya karar verdi..

Ancak bu programın son bölümlerinde, Ermeni Soykırımı iddialarını çürütecek açıklamalar yapan isme, yani Gündüz Aktan ve Yusuf Halaçoğlu’nun görüşlerine yer verilince kıyametler koptu.. Ermeniler, finanse ettikleri bir programda kendilerini belgelerle yalanlayan iki ismin yer almaması için hemen lobi çalışmalarına başladı..

Ancak bu lobi çalışmalarının Türkiye ayağı çok önemliydi. Bu tür çalışmalarda sürekli Berktay’la dirsek temasında bulunan Ermeni diasporasından Stephen Feinstein, görüş istedi..

Berktay’ın sözleri ürperticiydi:
".. aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmelidir... Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır"

Stephen Feinstein (Feinstein, Minnesota Üniversitesi Katliam ve Soykırım Çalışmaları Merkezi profesörü) tarafından belirtilen bütün sebeplerden ve sonra diğerlerinden dolayı, ben öyle bir boykotun karşısındayım...
● Gündüz Aktan ve Yusuf Halaçoglu reddedici devletin adamlarıdır, faşistimsi neo-nasyonalisttirler ve gerçeklerin düşmanıdırlar. Bununla birlikte görüşleriyle oldukça tanınırlar.. Elbette herhangi bir tv kanalı ya da gazete, diğerlerinin arasında (yani diasporacilarin arasında) onların görüşlerini de yayınlamakta haklidir.

● Reddedicilerle (sözde ermeni katliamını reddeden Türkiye'yi ve Ermeni Soykırımı iddialarını reddedenleri kastediyor) direk olarak tartışma olamaz demek, hiçbir işe yaramaz. Çünkü bu, hiçbir görüşme anlaşma ve tartışma olmamalı demekle eşdeğerdir. Bu savunulamaz ve tamamen ikna edici, inandırıcı olmayan bir durumdur. Bu durum çok fazla derecede protesto ediyorlar düşüncesine yol açar... Bu durum, reddedicilerin 1915'teki tarihsel gerçekleri ortaya çıkarmak için savaşanların; çoğulculuğun, anlaşmanın, ifade özgürlüğünün düşmanı olarak algılamalarında yardımcı olur ve reddedicilerin eline koz verir..

● Aktan ve Halaçoğlu gibilerinin hakkındaki gerçekleri bilebilirken, esas önemli nokta halkın genelinin tanımasını sağlayacak eylemlere girişilmelidir.. Başarıyı böyle sağlayabiliriz.. Uzun maratonda neyin belirleyici olduğu dahil edilerek harekete geçilmelidir..

Bu eylemler sadece kendimizi iyi hissetmemize yarar. Ancak bunun yerine Türkiye ve yurtdışındaki Türkler üzerinde çalışma yapılabilir.. Bizimle aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmelidir... Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır.. (Yani para verilerek bazı Türklerin "Evet Ermeni Soykırımı vardı. Türkler 1 milyon Ermeni’yi öldürdü" denmesi sağlanmalıdır diyor..)

Bütün bu nedenlerden dolayı, bugün ya da yarın , oturacağım ve son İstanbul konferansının bütün katılımcılarına bir mektup yazıp bu durumu açıklayacak, Stephen Feinstein'in bahsini ettiği eylemi boykot etmeleri, benim söylediğim yönde bir çalışma yapılması çağrısında bulunacağım..
Bu yönlendirmenin ardından, Ermeni diasporasından Gerard Libaridian (Michigan Üniversitesi Tarih Bölümü profesörü) Halil Berktay’ın haklı olduğuna ve onun önerdiği çizgide bir yol izlenmesinin Türkiye’yi daha çok zor durumda bırakacağını belirtiyor..

Libaridian şunları söylüyor:

Halil'e tamamen katılıyorum. PBS'i boykot etme bazılarının iyi hissetmesini sağlar ama iyi olur mu emin değilim. Bilgili kimseler daha iyi doğal yetenekler ve kaynaklara sahiptirler. Bunun yanında, bazılarının, hiçbir akademik niteliği ve güvenilirliği olmayan reddedicilerin (Aktan ve Halaçoğlu'ndan bahsediyor) saldırılarıyla kendilerini rahatsız hissetmeleri anlaşılabilir bir durumdur, bu bir kişisel karakter sorunudur. Ancak, bunlar normal söylemler, bize yeni kategorilerde çalışma zorunluluğu getiriyor.. . Zorlu bir reddetme sürecine karşı koymayı reddetmek, reddediciliğe bir cevap değildir. Halil'in söylediği yönde çalışma yapılması daha uygundur...

kaynak : heddam.com
Libaridian'ın Halil'i de şunları söylüyor :

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Halil Berktay: Mustafa Kemal bir Jön Türk ve o nesil içinde, Abdullah Cevdet gibi, aynı düşünceye sahip başkaları da var. Pozitif bilimlere çok inanan, dini inanışları iskonto eden bir nesil bu. Hepsi ateist değil. Enver Paşa belirgin biçimde dindar örneğin.
Ama yetişme tarzları ve 19. yüzyıl sonlarının düşünme sistemi çereçevesinde pozitif bilimciliği yücelten ve dini iskonto eden bir yerde duruyorlar. Bazıları için ateizm, bazıları için de deizm denk düşüyor. Kafasında ve ruhunda İslami inanış ve ibadet pratiklerini gösteren bir bilgi yok.
Hayatı, siyasal pratiği, çeşitli uygulamaları en azıdan İslam kökenli kurumlarına karşı radikal bir tavır alışı var. Genel bir tanrı inancının insanlığa yararı olduğunu söylemekle beraber İslami kurum ve geleneklere karşı ortadan kaldırıcı politikalarını savunur. Ruşeni'nin kitabında geçen 'Din yok, millet var' ifadesinin yanına 'Çok doğru, bravo' ifadesini düşmüştür. Kolektif ibadet eylemine, camide namaz kıldığına da rastlamıyoruz. Varsa bile resmi uygulama tarafından silinmiş durumda. Ateist olduğunu söylemiyorum. Ama dindar biri değil. Sonuç olarak, 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' sözü dine alternatif olarak ve ona karşı söylenmiştir.

****************




Aslında Atatürk'ün bu tür eleştiriler için en güzel cevabı kendisindedir :

ATATÜRK’ÜN BALIKESİR HUTBESİ



Ey millet Allah birdir.Şanı büyüktür Allah’ın selameti, atifeti ve hayrı üzerimize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi teblihe memur ve resul olmuştur.Kanunu esasisi, cümlemizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki nusustur.İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir.Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tedabuk ediyor.Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiyye-i ilahiyye beyninde tezat olması icabederdi.Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Haktır.

Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi.Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin isr-i mübarekelerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyle bu dar-ı kutside Allah’ın huzurunda bulunuyoruz.Beni buna mazhar eden Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır.Bundan dolayı çok memnunum.Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

İşte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum.Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum.Amel-i milleyye, irade-i milleyye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilimum efrad-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir.Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.


7 Şubat 1923
Paşa Camii-BALIKESİR

NOT: Mustafa Kemal Atatürk camide minberden Cuma günü cemaata hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır.

Zannederim Gençliğe Hitabe'yi Atatürk bugünleri görerek yazmış , Soros çocuklarının elleri yine boşta kalacak , Cumhuriyete ve Türk milletine karşı yapılan bu saldırıları kınıyorum .
 

HTML

Üst