ASLAN DAYIM---1 ...Kaybedenler Ülkesinden Öyküler.........( Yeni Öykü)

ozanyazar

New member
Katılım
8 Mar 2007
Mesajlar
26
Reaction score
0
Puanları
0
ASLAN DAYIM Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Can 6. sınıfa başlamıştı. İlk gün yeni öğretmenlerle tanışmış ve okul çıkışı neşe içinde evine dönüyordu. Fakat evin yarı aralık kapısını, içeri girmek için iteklediğinde, önce bir bağırma sesi duydu, sonra da uçan bir nesneyi fark edince hemen eğildi. Kafasının üzerinden bir terlik hızla geçti. Gülümsedi ;
-Dedem bağırdığına göre kesin dayım gelmiştir.
Neşeyle içeri girdi.
Dedesi Asım Bey bağırmaya devam ediyordu.
— Seni gidi seni, yine kovuldun değil mi?
Aslan;
—Yok baba ne kovulması. Sizi özledim geldim.
—Gel buraya, bacaklarını kıracağım senin.
—Dur baba, vurma. Bak koskoca adam oldum, dayak atman yakışır mı? Abla bir şey söylesene.
Cemile hanım; “Ben hiç karışmıyorum. Önceden seni savunduklarımda beni hep utandırdın.”
—Ne diyorsun sen abla, olur mu öyle şey.
—Bütün işlerinden kovulmadın mı?
—Yok, abla ne kovulması. Bana göre değildi işler, istifa ettim.
—Sana göre iş icat edilmedi değil mi?
—Vardır canım, masa başı, maaşı bol, işi az. Öğlenden önce uyanmam gerekmeyecek bir iş vardır elbet. Dur baba şaka yapıyordum, dur vurma ya… Abla, babama bir şey söyle.
—Peki söyleyeyim. Babacığım bu adı Aslan, kendi kediye hiç acıma… Ben çocuklara bakacağım, Can geldi, Aslan dayak yemen bitince yanımıza gel. Ayşegül de birazdan gelir.
—Aaa Can gelmiş, ne haber yeğenim. Şiişşt… ne gülüyorsun. Alırım bak ayağımın altına.
—Dayı, sen önce dedemin elinden kurtul da, sonra beni yakala. Eğil eğil…
—Ah! Kafam. Abla ya, şu eve yumuşak terlik al ya… Hah babam yoruldu, oturdu sonunda. Dur babacığım elini öpeyim.
—Defol, gözüm görmesin. Çabuk söyle bu işten de mi kovuldun.
—Yok, baba ya, şey… Ayrıldım.
Asım bey, “Oooof… Of.” Diyerek kendini koltuğa bıraktı.
—Tamam, babacığım, sen dinlen ben yeğenlerimin yanındayım.
Can’ın yanına gelir “Ne haber koçum, dersler nasıl?”
—Ya dayı ya, bir kere de bunu sorma?
—Ne oluyor len! Ne soracağımı önceden sana mı soracağım?
—Kızma dayı, bu gün okulun ilk günü de, ilk günden bu sorulmaz ki.
—Ha... hımm. Biliyorum canım, şey 7. sınıfa başladın değil mi?
Can gülerek “Bak bu sefer çok yaklaştın dayı. 6. sınıfa başladım”
—Bana baaak, sana bütün karate bilgimi gösteririm kerata, dalga mı geçiyorsun.
—Yok, dayı, ne demek. Ayrıca seni sevdiğim için uyarayım, akşam babam eve geldiğinde, beni dövdüğünü öğrenirse pek sevinmez.
—Vay tehdit ha!
—Yok, dayıcığım, seni sevdiğimden söylüyorum. Düşünsene, seni annem, dedem ya da babam öldürürse ben ne yaparım.
Aslan, Can’ın saçlarını sevgiyle okşayarak.
—Vay, dayına bir şey olursa üzülürsün ha!
—Tabi dayıcığım. Hem dedem bize hep seni örnek gösteriyor.
—Vay babacığım. Bana sert davranıyor ama ardımdan da böyle güzel konuşuyor ha…
—Pek güzel konuşuyor diyemem… “Okuyun da dayınız gibi serseri olmayın” diyor.
Dayısı elinin altından gülerek fırlayan Can’ı yakalayamaz.
—Gel buraya kerata.
Can güvenli bir mesafeden seslenir; “Dayıcığım, yaşadığın o komik hikâyeleri kim anlatacak bize.”
—Tamam, bu akşam sana bir şey anlatmayacağım. Sadece Ayşegül’e.
—Babamı da unutma. Senin maceralarını bizden dinleye dinleye alıştı. Dayın gelince bana da anlatsın” dedi.
—Ben yokken dalga geçtiniz ha. O enişte gelsin, bunu sorarım.
Birden kapıdan giren eniştesini ve Ayşegül’ü fark etti; “İyi adam da sözünün üstüne gelirmiş. Eniştem benim, hoş geldin. Ayşegül sen de hoş geldin canım”
Ayşegül dayısına sarılırken, babası manalı manalı bakarak Aslan’a sordu;
—Hoş bulduk Aslan. Sen de hoş geldin de, nedir şu bana soracağın?
—Ha o mu şey, bu gün nasılsın enişteciğim.
—Sırf bunu sormak için gelmedin sanırım.
—Özlemişim sizleri geldik işte.
—Özlemen güzel de, yeni işine gireli bir hafta olmadı daha. Nasıl izin verdiler?
—Anlatırım be enişte.
—Yine sana göre değildi ha… Neyse yemeğimizi yiyelim, sonra çocuklara anlat sen, ben de bir köşede dinlerim. İnan artık bu sefer ki bahanelerini ben de merak ediyorum. Kaynatamla iddia girecektim nerdeyse, ‘Bu sefer mantıklı bir bahane bulamaz’ dedim. Baktım ki oğluna çok güveniyor ‘Sen onu bilmezsin, ne bahaneler bulur’ deyince pes ettim.
—Enişte, daha selamın bitmeden dalga geçmeye başladın yahu. Neyse çocuklara dua et yoksa…
—Yoksa ‘Çekip gideceğim’ deme sakın.
—Çok beklersin. ‘Yoksa, yatıp uyuyacağım’ diyecektim.
—Yahu Aslan, sen yanlış kişileri mi örnek aldın nedir. Ben hayatta örnek alınacak anca 5—6 insan tanıdım.
Aslan şöyle bir omuzlarını dikleştirip, gülümseyerek sordu;
—Öyle mi enişte, biri ben olduğuma göre diğerleri kim? Dur yahu hemen yastık, minder ne bulursan atıyorsun. Neyse senle uğraşamayacağım. Nerde benim dünya güzelim. Aaa… bu ne hal, limon mu yedin de suratın ekşi.
Ayşegül,
—Babam bana küçük bir çocukmuşum gibi davranıyor.
—Ama öylesin.
—Hayııır ben 7 yaşına geldim, unuttunuz mu ilkokula başladım
—Ooo pardon. Doğru, 7 den küçük bütün çocuklardan da büyüksün.
—Eveeett.
—Artık ona göre davranmalıyız
—Eveeett.
—Yüzündeki çikolatayı sil
—Eveeett….Ne, çikolata mı?
Aslan yeğeninin çikolatalı yanağına bir öpücük kondurdu.
*** *** *** ***
Yemeğe oturdular. Babasının sert bakışlarına rağmen Aslan dayının neşesi hiç eksilmedi. Yemekten sonra her zamanki gibi çocuklar yeni maceralarını dinlemek için Aslan dayının dizlerinin dibine oturdu. Aslan dayı anlatmaya başladığında, odanın bir köşesine Ünal bey de oturup, yüzünde hafif bir tebessümle dinlemeye başladı. Aslan bey önce
Aslan;
—Aslında anlatacak çok şey yok çocuklar. Zaten ben üzülmüyorum ki, Benim gibi bir kıymetli şahsiyeti elinden kaçıran onlar. Ben değil onlar üzülecek tabi ki!
—Dayı tabi ki kovmadılar, sen ayrıldın ama anlat da niçin ayrılmak zorunda kaldığını biz de öğrenelim.
—Niye olacak canım, şakadan anlamadıkları için. Mesela bir gün, “Hastaların kaldığı odaları temizle.” dediler. ‘Tamam’ dedim ama aradım, mavi önlüğümü bulamadım. Ben de askıda gördüğüm beyaz bir önlüğü aldım, daldım odalara. Daha ilk girdiğim odadaki hasta bana korkarak “Çok korkuyorum, ilk ameliyatım olacak. Siz tecrübelisinizdir değil mi?” dedi. Ben de gülümsedim “Ben de daha önce ameliyata girmedim” dedim. Adam ‘İmdat’ diye bağırarak koridora fırladı. Meğerse biraz sonra ameliyata alınacak, doktorunu bekleyen bir milletvekili mi neymiş.
Ünal Bey dayanamadı; “Tabi suç sen de değil canım.”
—Öyle deme enişte yahu. Hem başhekim beni severdi ama “Daha önce seni çok idare ettim ama bu kez ben de bir şey yapamam, kovul…” şey.. ‘Sana çok ihtiyacımız var ama istersen ayrılabilirsin’ dedi.
—Bir dakika, ‘Daha önce çok idare ettim’ dediği nedir, anlat.
—Canım ne olacak sıradan şeyler işte. Mesela birinde acil serviste gece nöbetçiyiz. Acile hasta filan gelmiyor, iş yok yani. Ama gıcık bir nöbetçi doktor var. ‘Ben odama çekileceğim, siz acilin kapıda bekleyin’ dedi. ‘Biz de içerde beklesek’ dedim. ‘Olmaz, burada bekleyeceksiniz’ dedi. Baktım bizi ayakta bekletip kendi uyuyacak. Doktor odasına çekilince 10—15 dakikada bir dışarı dolanıp odasının camına ufak taş atıp, hemen geri geldim. Korkudan uyuyamadı tabi, gelip arada bize soruyor, “Dışarıda birini gördünüz mü?” diye. “Yooo, hiç kimse yok’ diyoruz.
—Eee… Nasıl yakalandınız o zaman?
—Ben de yakalanacak göz var mı? Yakalanmadık tabi ama yanımdaki arkadaş başka gün bana kızdı, ispiyonladı.
—Niye kızdı ki?
—Canım önemli değil. Bu arkadaş biraz korkak. Gece nöbetlerinde bir odaya girerken önce kolunu uzatıyor, ışığı yakıyor. Işığı yakmadan giremiyor.
—Eee…
—Bir gün küçük bir tartışma yaptık, beni kızdırmıştı. Baktım yine nöbette odaları filan kontrol edecek. Morgun hemen yanında bir odaya girdim, beklemeye başladım. Kolunu içeri uzatınca birden yakaladım. O kaçmaya çalışıyor, ben kolunu tutuyorum. Sonunda kolunu kurtarıp bağıra bağıra kaçtı. Ben de dayanamayıp ardından gülerek çıktım, beni gördü.
—O da seni hemen şikâyet etti.
—Yok canım hemen şikayet edemedi.
—Etmedi mi, edemedi mi?
—Canım hemen edemedi. Korkudan bir süre konuşamadı. Daha doğrusu konuşmaya çalıştı da kimse anlayamadı. Baktım beni göstermeye çalışıyor, hemen sıvıştım. Fakat sonra ismimi vermiş. Zaten şakadan hiç anlamıyorlar yahu. Zaten anlasalar 1—2 saat uyuduk diye de bu kadar yaygara koparmazlardı.
—Ne uyuması, kim uyudu?
—Nöbetçi personelin bir kısmı işte canım. Ben hastalar uyusun da milli maçı rahatça seyredelim diye düşünmüştüm.
—Ne yaptın.
—Koridordaki soğuk su sebili var ya…
—Eee…
—Ben ondan sadece hastalar içiyor sanıyordum. Meğerse doktorlar filan da sürahiyle odalarına alıyormuş. Ben sebilin içine uyutucu ilaç atmıştım. Baktım suyu içen hastalar mışıl mışıl uyuyor. Kafamız rahat maçı seyretmeye başladık. Önce sağda solda çalan telefon sesleri arttı, sonra da hastaneye gelenler artmaya başladı. Meğerse hastalar gelmiş doktorları/hastaların odasını filan telefonla arayıp da cevap alamayanlar olmuş, telaşlanmışlar. Sonra başhekim filan tüm hocalar da toplanıp hastaneye geldi. Allah’tan biz TV’yi hemen kapattık. Meğer doktorlar dahil çoğu nöbetçi personel sebilden su içmiş, mışıl mışıl uyuyormuş.
—Seni o zamandan işten atmalıydılar.
—Canım beni niye atsınlar ki, kimse benim sebile ilaç attığımı anlamadı ki. Hâlâ araştırma yapıyorlar, ilk defa rastladığımız bir hastalık mı diye. Neyse çocuklar, okulun ilk günü nasıl geçti.
Can,
—Nasıl geçecek. Yeni gelen öğretmenlerimiz, adımı öğrenince hep aynı şeyi söyledi durdu, “Can Cem ÇAM ha!, Çinli ismi gibi” deyip güldüler.
—Sen de deseydin ya, “Babam çok karate filmi seyretmiş de, ondan bu ismi vermiş” diye.
Ünal;
—Aslan, kızdırma beni. Ne yapayım, ben Can diyelim dedim, hanım da Cem dedi, anlaşamayınca iki ismi de verdik.
—İyi canım, bir şey demedik. Ama öğretmenler gülünce de kızmayacaksın. Ha… Öğretmen dedin de aklıma geldi. Stajyer doktorlara da öğretmenlik yapmıştım kısa süre. Açıkçası onlar da beni pek sevmezdi.
—Bir dakika yahu. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Senin gibi işsiz-güçsüz, pardon güçlü olsa da beceriksiz birisi stajyer doktorlara nasıl ders verir?
—Benim o beyaz önlükle temizlik yaptığım gündü. Ben laboratuarda temizlik yaparken bunlar yanıma geldi. ‘Hocam, hocam dersimize siz mi gireceksiniz’ filan diye seslenip duruyorlar. Birisi ‘Hocam, siz niye temizliyorsunuz ki, temizlikçi yok mu?” deyince, kafam attı ve bunların gerçekten derse ihtiyaçları olduğuna karar verdim. “Arkadaşlar, bir doktor fedakâr olmalı, bir doktor gerektiğinde temizliğini de kendi yapmaktan çekinmemeli” dedim. Tam o esnada birisi içeri girdi, elindeki kabı göstererek “Tahlil laboratuarı burası mı?” diye sordu. Hemen “Evet, burası oraya bırakın” dedim. Adam çıkınca, kabı elime aldım, “Evet ne diyorduk, bir doktor fedakâr olmalı, dikkatli olmalı.” Serçe parmağımı kaba daldırıp, onlara döndüm “Doktor olacaksanız bazı şeyleri göze alacaksınız. Şimdi benim yaptığımı aynen yapın” dedim ve işaret parmağımı emdim. İğrenerek de olsa parmaklarını kaba sokup, emdiler. Ben biraz otoriter, biraz da öfkeli bir tarzla ‘Ben ne dedim, dikkatli olmalı’ demedim mi?” dedim. ‘Ne hata yaptık!’ diye düşünerek heyecanla cevapladılar “Evet hocam, biz de aynen yaptık” “Hayır hiç biriniz dikkat etmemişsiniz. Ben serçe parmağımı kaba daldırdım ama işaret parmağımı emdim, oysa siz kaba soktuğunuz parmağınızı emdiniz” Onlar midelerini tutarken, asıl öğretmenleri Atıf bey derse girdi. Bana “Aslan Bey, siz çıkın derse başlayacağız. Bir dakika sizin önlükleriniz mavi değil miydi? ” dedi ama ben cevap veremeden öğrencilerin sesi duyulmaya başladı, “Aaa o temizlikçi miydi?” Bana öfkeyle baktıklarını görünce, Atıf beye de cevap vermeden hemen oradan sıvıştım. Utançlarından öğretmenlerine anlatamadılar ama beni her gördüklerinde gözlerini kısarak, sevgiyle bakıyorlardı.


Ounursa/istenirse --- DEVAMI VAR ---
 
Utançlarından öğretmenlerine anlatamadılar ama beni her gördüklerinde gözlerini kısarak, sevgiyle bakıyorlardı.
—Ardından en çok onlar üzülmüştür.
—Üzülecekler tabi. Stajyerlerle uğraşmayı hep sevmişimdir. Hatta başka bölümdekilerle de tanışma fırsatım olmuştu. Bir gün genel cerrahi bölümünde bir arkadaşın yanına gitmiştim. Yine üzerimde mavi önlüğüm yoktu, bu kez beyaz gömlek vardı. Laf aramızda, birilerine şaka yapma fırsatı elime geçerse dayanamıyorum...
—Merak etme şaka yaptıkların da dayanamıyor.
—Dur bitireyim enişte ya... Arkadaşı beklerken, baktım yanda gençler sohbet ediyor, herkes birbirine akıl veriyor. Onlar beyaz önlüklü ya arada benim beyaz gömlek dikkat çekmeyince, beni de doktor sandılar sanırım. Üstelik en yaşlı ben göründüğümden hemen numaraya geçtim. Stajyer doktorları aldım karşıma ; “Staj dediğin nedir ki, siz artık doktor sayılısınız. Şu sözüm benden size bir tavsiye olsun; insanları dış görünüşüyle değerlendirmeyin, …röntgenlerini, tahlil raporlarını filan inceleyin” dedim. Ciddi mi yoksa şaka mı yapıyor diye yüzüme bakarlarken, ben gayet ciddi bir yüzle devam ettim. “Hastaların morali de önemlidir. Baktınız sıkılan bir hasta var, alın birkaç ameliyat yapın, içi açılmış olur.” dedim. Bir tanesi kuşkulandı, gömlek cebime doğru sarkıttığım yaka kartımı yakaladı, doktor olmadığımı anlayınca bozuldular. Tabi ben hemen oradan uzaklaştım.
—Yahu desene sen atılınca bayram etmeyen doktor kalmadı.
—Enişte, atılma sözü kendimi kötü hissettiriyor. İnce ruhumda derin yaralar açıyor.
—Yaptığın bu şakalardan sonra seni öldürmediklerine dua et.
—Enişte ya, sen de hep suçu bende buluyorsun.
—Eh enişteler böyledir işte, senin harika kıymetlerini takdir etmeyi bilmez benim gibi.
—Bu laflarına pişman olursun yakında.
—Niye?
—Bir haftalığına fırında iş buldum. Her şeyi öğrenip, burada marifetimi sergileyeceğim.
—Tamam, öğren bizim de ağzımız tatlansın.
—Sana yok.
—Yahu daha öğrenmeden havasını atmaya başladın. Öğrenince ne hava atacaksın bakalım.
—Sen de, araba alınca seni bindirmeyeceğim demiştin ya.
—O kaç yıl önceki şakaydı, intikamını yeni mi alıyorsun?
—Olsun, elime yeni fırsat geçti.
—Ne iş yapacaksın fırında?
—Kamyonla getirilen un çuvallarını indireceğiz.
—Hayda, baklava filan yapmayı nerde öğreneceksin.
—Fırının bir kısmı ekmek, bir kısmı un mamulleri üretiyor ya… Un çuvallarını taşıyınca işimiz azalıyor. Anlattıklarına göre hamur hazırlama işlerine filan yardımcı olacakmışız.
—Sana öğreten filan olmayacak yani?
—Ayıp ettin enişte, baka baka öğreneceğim.
—Aslan’ım… yanlış anlama buradaki ‘Aslan’ senin ismin değil, deyimdeki aslan. Yani diyeceğim, “Baka baka öğrenilseydi, kediler kasap olurdu” diye bir deyim olduğunu duymadın mı?
—Tamam, enişte, yarın akşam görüşürüz.
—Görüşürüz bakalım.
Can;
—Dayı, üniversite yıllarını anlatacaktın?
Aslan Can’ın peşi sıra odadan çıkıp, çocukların odasına geçti.
—Neyini anlatayım. Kıymetimi bilmediler 2 yılda attılar, mecburen askere gittim. Gerçi aftan yararlanıp sınavlara girdim, zar zor bir diploma aldım ama…
—Olsun sende mutlaka bir komik hatıra vardır.
—Sen de beni soytarıya çevirdin ha. Benim gibi ciddi bir insan gülmek için değil, ders almak için dinlenir.
—Tamam, dayı, sen anlat ben gereken dersi alırım. –fısıltıyla– ders vermeye de bayılırsın.
—Neee... Bir şey mi dedin?
—Canım dayıcığım demiştim.
—Tamam… Tamam, yağ çekme, anlatacağım. Üniversite yıllarımda başka şehirde olduğumdan önce bir süre yurtta kaldım, sonra bir kaç öğrenci toplanıp ev tuttuk. Arkadaşlar benim kadar ciddi değil tabi. Biriyle okula gitmek için dolmuşa bindik. 1—2 durak sonra dolmuş tıka—basa doldu. Biz arkada sıkıştık kaldık. Hem kalabalık, hem şoför müziğin sesini açmış. İneceğiz şoföre sesimizi duyurmaya çalışıyor. Baktım arkadaş cepten bir yeri arıyor, sonra telefona doğru “Müsait bir yerde inebilir miyiz?” dedi. Dolmuş aniden fren yaptı. Şoförün şaşkın bakışları arasında indik. Meğer arkadaş şoför kısmının hemen üstüne kocaman yazılmış cep telefonunu aramış.
—Hadi ya… Eee başka anlat.
—Başka mı anlatayım. Dur bakayım. Eee… Arkadaşlarla ilk ev tuttuğumuzda kira filan pahalı geliyordu. Kâğıda ilan yazıp asacaktık. Arkadaşlardan biri takıldı, “Bayan arkadaş arıyoruz mu yazacaksınız?” İlanı yazan arkadaş ters ters baktı. Sen soğuk esprilerinle yeterince bayıyorsun. O yüzden baymayan arkadaş arıyoruz yazacağım” dedi, Öbürü de “Erkeksen yaz “ dedi. Ben şakalaşıyorlar diye aldırmamış, çıkıp dersime gitmiştim. Oluk çıkış evin yakınındaki otobüs durağında bir baktım, bizimkilerin yazdığı ilan ve “Baymayan arkadaş aranıyor” yazıyordu. İddialaşınca öyle yazmışlar.
—Bu komikmiş dayı, başka başka
—Bana bak yeğenim, 2 dakika gülme molası ver ya… Hemen başka diyorsun. Neyse bu kez otobüse bindik. Bir yerde yaşlı bir teyze bindi, bileti yok. Şoföre rica ediyor “Biletim yok, sonraki durakta bilet alsam olur mu” Şoför teyzeye “Tamam ama önce içeriye sorun” teyze anlamadı, otobüstekilere doğru seslendi; “Biletim yok, sonraki durakta bilet alsam olur mu” deyince şoför de, biz de gülme krizine girdik.
—Başka başka…
— Başka başka… Bak bende de repertuar geniş değil ona göre. Neyse hadi son bir tane anlatayım. Babam para gönderdiğini söylemişti. Bankamatikten baktım hesapta bir şey görünmüyor. Hemen müşteri hizmetlerini aradım. “Şu an Off’tayız dedi” ben de dalgınlıkla “Nee… Trabzon Of ‘da mısınız” demişim. Müşteri temsilcisi gülünce anladım, meğer sistem off’muş, yani çalışmıyormuş.
—Dayı bunu uydurdun gibi geldi.
—Ne yapayım ya, sürekli başka başka deyince arada uydurmam gerekiyor. Hah eniştem de geldi. Gel enişte kurtar beni bu canavardan.
—Ne yapıyor ki?
—Sürekli bir şeyler anlattırıyor.
—İyi ya, “Sahneye çıksam çok komik şeyler anlatırım. Adamlarda espri filan yok, kendi kendilerine gülerek meşhur oluyorlar” diye hava atıyordun. Unutmadım bu sözünü. Ben de oturuyorum, sahnedeymiş gibi başla.
—Ya enişte, ben senden imdat istiyorum, senin yaptığına bak.
—Hadi hadi.
—Beceremezsem gülmeyin bana.
—Ya zaten komedi yapmayacak mısın? Komik olmayı becerirsen esprine, beceremezsen haline güleriz.
—Peki, enişte, sen istedin bunu. Kızlarla maceramı anlatacağım.
—Hoop… Hop.
Can atıldı;
—Baba anlatsın ya… Anlattırmazsan nasıl olsa sonra anlattırırım ben.
—İyi anlatsın bakalım. Hanııım… Tabancamı yanıma getirsene, belki gerekir.
Aslan;
—Yok, enişte yahu, tabancaya gerek yok, merak etme sen. ‘Ne diyorduk’ diye başlayım. Bir gün üniversitedeki kantinde oturuyorum. Diğer bölümden güzel bir kız geldi yanımdaki masaya oturdu. Epeydir dikkatimi çeken bir kız olduğu için, hemen konuşmaya çalıştım. “Merhaba, kaç gündür size bakıyorum, anca cesaret edebildim. Çok güzelsiniz, arkadaş olabilir miyiz?” filan dedim. Ben böyle coşmuş birkaç cümle kurarken, kız ağzında sakızı marketten patates seçiyormuş gibi öyle alık alık baktı baktı… Sonra da bana ciddi ciddi “Sizden elektrik almadım” dedi.
Ünal;
—Heh... Heh... He... “Siz bir zahmet elektriğinizi alıp gelin, ben bekliyorum” mu dedin?
—Eh işte öyle bir şey “Biz burada elektrik mi satıyoruz” deyip o sinirle kalkıp gittim.
—Dayı, hiç mi normal kız arkadaşın olmadı?
—Yok, normal kalmamış, 3 kulaklı, 4 gözlüleri de ben beğenmedim... Şuna bak ya, dayısına neler söylüyor… Neyse ne diyorduk. Canım, biraz şansızlıklar oldu ama denemelerimiz devam etti. Bir gün kızlarla tanışacağız diye planladık. Çok yakışıklı bir arkadaşı yanımıza aldık.
—Niye?
—O yem canım. Yakışıklıyı görünce, kızlar davetimizi kırmaz masamıza gelir, biz de tanışırız diye düşündük. Yakışıklıya ‘Sen hiç konuşmayacaksın, sana bir şey sorsalar bile biz cevap veririz’ dedik.
—Hayda, niye konuşmuyor ki?
—Çok yakışıklı ama berbat cırlak bir sesi var. Sesini duyan kızlar hemen kaçıyor. Neyse oturduk, yan masadaki kızları birkaç bakışma, konuşmadan sonra masamıza davet ettik. Masamıza geldiler ama sürekli yakışıklıyı konuşturmaya çalışıyorlar. Durumu bir kurtardık, iki kurtardık. Sonunda açık verdi. Çaylar geldiğinde, kızlardan biri şekerliği alıp onun çayına uzandı, bir yandan da yakışıklının gözlerine bakıyor. Ortada soru yok diye biz rahattık ama kız, bizim yakışıklının çayına şeker atmaya çalışınca, bizimki birden cırlak cırlak bağırdı “Şikeeriii aaz kaaat!”. Kızların yüzündeki gülüş gitti, şok olmuş halde bakakaldılar. Biz de mosmor olduk tabi.
—Sonra?
—Sonrası kızlar bir bahane uydurup kaçtı yanımızdan.
Ünal gülerek;
—Yahu Aslan, senin başına hep şanssızlık, hep aksilik mi gelecek? Sırf merak ettiğim için sana kız istemeye ben de geleceğim. Mutlaka orda da bir şey olur. En azından üstüne kahve dökülür.
—Peki, enişte, bunu sen istedin!
—Hemen kızma ya, yalan mı?
—“Yalan mı?” dedin ya, senin ablamı istemeye gelişini anlatayım mı Can’a?


---DEVAMI VAR---
 
Geri
Üst