türk ocağı
serdengeçti
Her Türk asker doğar” sözü asker ocağında her Türk evladına ezberletilir. Türk’ün kanında askerlik var mıdır, genlerinde savaşçılık yeteneği taşıyan kromozomlar bulunur mu bilemiyoruz. Ancak milletimiz bu sözü pek garipsemez…
Ahmet Yesevî ocağında yetişen Alperenler, savaşçı anlamında ‘alp’ ve ermiş manasında ‘eren’ ünvanlarıyla şereflenmiştir. Kişilikleri maddi ve manevi donanımla hem ruh dünyasında kanat çırpacak şekilde yücelmiş hem de iç (nefis) ve dış düşmandan korunmak için çift taraflı kalkanla teçhiz edilmiştir.
Osmanlı döneminde, Balkanlar’da askerce yaşayan Akıncı boyları, bir ufuk olarak hafızalarımızda hâlâ yerini korur. Dinden dönüş manasındaki Ankara’daki Mürted ovasının isminin Akıncı’ya çevrilmesi de bir tesadüf değildir. Günümüzde F-16 jet pilotları, “Tam Harbe Hazırlık Eğitimi”ni burada almaktadır.
Tımar sistemi de asker ve millet kavramlarının “iç - içeliğinin’ örneklerindendir. Sarayın güvenliğini sağlayan ‘Kapıkulu’ dışındaki Osmanlı ordusunun neredeyse tamamı halkın arasındadır.
İslam öncesi Uygurlar dışında yerleşik hayatla pek barışık olmayan Türk boylarının günlük hayatı adeta at üzerindedir. Otağını çarçabuk toplayan, kılıcını yanından ayırmayan aşiretler savaş yetenekleriyle meşhurdur.
Her ne kadar, “Akıncımız akıp gitti dönmedi / Gitmeyip yerinde seken sıkılsın!” deyip hasretiyle yansak ve Üstad Necip Fazıl gibi, “Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?” diye ardından türkü yaksak da yüreğimiz her zaman aynı heyecanla çarpmaktadır.
İslami bir vecibe olan cihat da bir yönüyle askerliktir. ‘Küçük cihat’tan (harp) ‘büyük cihat’a (nefis ile mücadele), müminlerin iç ve dış düşmanlara karşı müteyakkız durması gerekir.
Sonuçta ‘şehadet’ de ‘askeri’ bir makamdır. Müslüman, dini, vatanı, canı ve namusu için çarpışırken son nefesini verirse peygamberlikten sonraki en yüksek mevkiye yükselir.
Sivil kelimesi etimolojik (kelime bilimi) açıdan şehirli, uygar, medeni anlamındadır. Zamanla, üniforma giymeyen ve silah taşımayan devlet görevlilerini ifade etmeye başlamıştır. ‘Asker ve devlet karşıtı’ çağrışımlarına da sözlüklerde rastlanır.
Günümüzdeki örnekler, asker ve sivil kavramları konusunda kafaları karıştırıyor. Askerin sivil gibi, sivilin de asker gibi davranması bir çelişkidir. Uyum asker ve sivilin beraberce karar vermesi ve istişaresiyle sağlanır. Militarizm ise kesinlikle askerlere has bir doktrin değildir. Hatta çoğu kez askerden fazla militarizm heveslisi sivil ve sivilden daha çok demokrasinin önemine inanmış askerle karşılaşıyoruz.
12 Eylül, 28 Şubat süreci ve son 27 Nisan E-Muhtırası’nı destekleyen ve askeri, politikanın girift labirentlerine çekmeye çabalayan yazar ve aydınlarımızın yazı ve sözleri kitaplara sığmayacak kadar mübtezeldir.
ASKERDEN ASKER SİVİLLER! Aşağıdaki alıntılar, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe girişimlerinin yaşandığı dönemde demokrasiden yana tavır aldığı için eleştirilen dönemin genelkurmay başkanı Org. Hilmi Özkök hakkındadır:
“(Hilmi) Özkök, bulunduğu makam gereği Türkiye'nin güvenliği için önemli olan bütün hassas konulara duyarlı bir kişi. Ancak akla zaman zaman şu soru da gelmiyor değil: Acaba 18 yıl yurtdışında kalmasının da etkisiyle ülke hassasiyetlerine ve dengelerine Batı gözlüğüyle mi bakıyor?” (Cumhuriyet, 28 Mart, 2003)
“AKP ve çevresi Özkök'ü adeta demokrasi maketi haline getirmiş durumda. Laiklikle alay eden kesimler Genelkurmay Başkanı'nı övmeye başlamışlarsa, vay halimize...” (Cumhuriyet, 4 Mayıs 2003)
“Ben Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aşırı derecede takdir ediyorum! O yumuşak, diplomat, uysal, sessiz kimliği ve kişiliği ile Tayyip Bey ve hükümetle ne güzel anlaştığını, her konuda nasıl bir uyum içerisinde olduğunu ‘zevkle’ izliyorum ve kendi kendime sık sık ‘helal olsun paşama, bundan iyisi olamazdı’ falan diyorum! (Emin Çölaşan, 25 Nisan 2003)
“Genelkurmay Başkanı ile Tayyip Bey arasında her konuda uyum var. Hemen her konuda görüşleri aynı. Aman nazar değmesin, bu ikili arasında bugüne kadar tanık olduğumuz tek fikir ve görüş ayrılığı, tuttukları takım konusunda ortaya çıktı. Bu kadarcık da olsun yani!" (Emin Çölaşan, 12 Ağustos 2004)
“Özkök de benim gibi önyargılı olabilir mi? Olamaz, çünkü; Atatürk'ün resminden ve askerlerin sesinden ‘rahatsızlık’ çeken AKP milletvekili dahi, o sözlerinin sonunda ‘Böyle genelkurmay başkanımızın olması bizim için şans’ demiyor mu?” (Bekir Coşkun, 2 Ocak 2004)
Org. İlker Başbuğ da, asker-sivil görüşmelerinden ve uyumundan rahatsız olanlara şu soruyu yöneltiyordu: “Bu komplo teorileri TSK’nin birlik ve bütünlüğüne, emir-komutasına zarar vermeye yönelik bazı amaçlara hizmet etmiyor mu?”
Cumhuriyet gazetesinde “Genç Subaylar Rahatsız” manşetini atan Mustafa Balbay da, herhalde 27 Mayıs ve 12 Mart Muhtırası’nın genç subayların tahrikiyle gerçekleştiğini bilmiyor değildi!
GENERAL Mİ, SAVCI MI DAHA SİVİL?
Genelkurmay’ın sitesinde yayınlanan özgeçmişinde “anayasaya bağlılık” vurgusu yapan Org. Hilmi Özkök mü, yoksa arkasında halkın neredeyse yarısının desteğini almış bir partiyi, ortada mahkeme kararı olmadan gazete küpürlerine dayanarak kapatılmasını kamu adına talep eden savcı mı daha sivil?
Militarizm ihtirası bazen gazetecilerimizin başını vurgun yemişçesine döndürüyor. Sonradan pişman olsalar da demokrasi hanemize çoktan bir muhtıra çentiği daha atılmış oluyor. Bakın Fatih Çekirge, Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait darbe günlükleri sonrasında ‘özgeçmiş bombası’ndaki ‘anayasaya bağlılık’ vurgusunun önemini sonradan nasıl kavramış: “Bazı olaylar anında anlaşılmıyor. O an ‘Allah Allah bu da nereden çıktı şimdi’ diye sorduğunuz sorunun cevabı çok sonra geliyor.”
Cumhuriyet tarihinde polisin ilk kez orduevinden bir orgenerali tutuklaması ve lojmanlarda arama yapması üzerine, Genelkurmay Başkanlığı, aramaların ilgili kanundaki, “Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askeri makamlar tarafından yerine getirilir” hükmüne istinaden yapıldığına dikkat çekmişti. ‘Darbecilik’ iddiasıyla aranan orgenerallerin yakalanması için orduevinin ve lojmanların kapısının açılması fevkalade önemlidir. Darbe muhterislerini yıldıracak, heveslilerini kursaklarında bırakacak ciddi bir gözdağıdır...
‘Asker millet’ karakterini taşımakla, militarizmi savunmak birbirine taban tabana zıttır. Asker millet kavramından, ‘askerin milleti’ anlamı çıkmaz. Geleneğimiz ve kültürümüz, ‘milletin askeri’ rütbesine saygı duymayı gerektirir. Askeri sivilden yani milletten yahut halkı ordudan soğutmak ise cehaletten kaynaklanmıyorsa kesinlikle ihanettendir.
Ergenekon iddianamesinde, Turhan Çömez’in Sağlık Bakanı olursa müsteşar yapmayı vaat ettiği, Kuva-yı Milliye iddiasındaki Emekli Albay Fikri Karadağ’ın dinlemeye takılan konuşmaları ulusalcılık iddiasındaki kimi kesimlerin ulusa nasıl baktığını gösteriyor. İddianameye göre; Karadağ, telefonda kendisine oy vermeyenleri şu sözlerle tanımlıyor: “oğulları şehit olan şerefsiz köpekler de bunlara oy verdi, ben mi verdim.”
Seçim sonrası sandıktan çıkan (yüzde 46 değil) sadece 46 oyun verdiği hezimet duygusundan kaynaklanan kızgınlık denilerek geçiştirilemeyecek bu zihniyet, milleti hakir gören kara fikirlerin izlerini dışa vuruyor.
MİLİTARİZMİN KONUŞLANDIĞI YENİ MEVZİ
CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kendi partisinin anayasa değişikliği önerilerine bile ters düşen görüşleri, militarizmin ne kadar pespaye bir düşüncesizlik olduğunu ispatlıyor. Yüksek Askeri Şura (kısaca yargısız infaz) yoluyla subay ve astsubay atılmadığından şikayet eden Kılıçdaroğlu’na, Genelkurmay’dan verilen ‘ibret’ vurgulu cevap yine demokrasi dersi kıvamındaydı.
Unutmayalım ki, “Bu ülkeye Komünizm getirilecekse biz getiririz” diyen Nevzat Tandoğan kafasına, kıyafetini beğenmediği vatandaşı şehir merkezine sokmayan seçkinci yobazlığa, “ayağından çarığı çıkartmasın” diyecek konumda halkına yabancılaşan şeflik düzenine methiyeler düzenler de ‘sivil’ değil mi?
Batı’da demokrasi katliamlar ve kanlı ihtilaller temelinde yükselmiştir(!) Bizden başka, kanlı çatışma ve iç savaş yaşanmadan demokrasi inşa eden millet yoktur. Türkiye, en anarşik dönemde bile komşuların birbirinden endişe etmediği bir huzur yurdudur. Bugün dahi her türlü provokasyona aldırmadan, savaşmadan sosyal barışa doğru ilerleyen tek ülke olma azmindedir.
Trajikomik olan, militarizmin askerde mevzi kaybederken sivilde konuşlanmasıdır.
ALPEREN OCAKLARI GENEL MERKEZİ
Ahmet Yesevî ocağında yetişen Alperenler, savaşçı anlamında ‘alp’ ve ermiş manasında ‘eren’ ünvanlarıyla şereflenmiştir. Kişilikleri maddi ve manevi donanımla hem ruh dünyasında kanat çırpacak şekilde yücelmiş hem de iç (nefis) ve dış düşmandan korunmak için çift taraflı kalkanla teçhiz edilmiştir.
Osmanlı döneminde, Balkanlar’da askerce yaşayan Akıncı boyları, bir ufuk olarak hafızalarımızda hâlâ yerini korur. Dinden dönüş manasındaki Ankara’daki Mürted ovasının isminin Akıncı’ya çevrilmesi de bir tesadüf değildir. Günümüzde F-16 jet pilotları, “Tam Harbe Hazırlık Eğitimi”ni burada almaktadır.
Tımar sistemi de asker ve millet kavramlarının “iç - içeliğinin’ örneklerindendir. Sarayın güvenliğini sağlayan ‘Kapıkulu’ dışındaki Osmanlı ordusunun neredeyse tamamı halkın arasındadır.
İslam öncesi Uygurlar dışında yerleşik hayatla pek barışık olmayan Türk boylarının günlük hayatı adeta at üzerindedir. Otağını çarçabuk toplayan, kılıcını yanından ayırmayan aşiretler savaş yetenekleriyle meşhurdur.
Her ne kadar, “Akıncımız akıp gitti dönmedi / Gitmeyip yerinde seken sıkılsın!” deyip hasretiyle yansak ve Üstad Necip Fazıl gibi, “Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?” diye ardından türkü yaksak da yüreğimiz her zaman aynı heyecanla çarpmaktadır.
İslami bir vecibe olan cihat da bir yönüyle askerliktir. ‘Küçük cihat’tan (harp) ‘büyük cihat’a (nefis ile mücadele), müminlerin iç ve dış düşmanlara karşı müteyakkız durması gerekir.
Sonuçta ‘şehadet’ de ‘askeri’ bir makamdır. Müslüman, dini, vatanı, canı ve namusu için çarpışırken son nefesini verirse peygamberlikten sonraki en yüksek mevkiye yükselir.
Sivil kelimesi etimolojik (kelime bilimi) açıdan şehirli, uygar, medeni anlamındadır. Zamanla, üniforma giymeyen ve silah taşımayan devlet görevlilerini ifade etmeye başlamıştır. ‘Asker ve devlet karşıtı’ çağrışımlarına da sözlüklerde rastlanır.
Günümüzdeki örnekler, asker ve sivil kavramları konusunda kafaları karıştırıyor. Askerin sivil gibi, sivilin de asker gibi davranması bir çelişkidir. Uyum asker ve sivilin beraberce karar vermesi ve istişaresiyle sağlanır. Militarizm ise kesinlikle askerlere has bir doktrin değildir. Hatta çoğu kez askerden fazla militarizm heveslisi sivil ve sivilden daha çok demokrasinin önemine inanmış askerle karşılaşıyoruz.
12 Eylül, 28 Şubat süreci ve son 27 Nisan E-Muhtırası’nı destekleyen ve askeri, politikanın girift labirentlerine çekmeye çabalayan yazar ve aydınlarımızın yazı ve sözleri kitaplara sığmayacak kadar mübtezeldir.
ASKERDEN ASKER SİVİLLER! Aşağıdaki alıntılar, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe girişimlerinin yaşandığı dönemde demokrasiden yana tavır aldığı için eleştirilen dönemin genelkurmay başkanı Org. Hilmi Özkök hakkındadır:
“(Hilmi) Özkök, bulunduğu makam gereği Türkiye'nin güvenliği için önemli olan bütün hassas konulara duyarlı bir kişi. Ancak akla zaman zaman şu soru da gelmiyor değil: Acaba 18 yıl yurtdışında kalmasının da etkisiyle ülke hassasiyetlerine ve dengelerine Batı gözlüğüyle mi bakıyor?” (Cumhuriyet, 28 Mart, 2003)
“AKP ve çevresi Özkök'ü adeta demokrasi maketi haline getirmiş durumda. Laiklikle alay eden kesimler Genelkurmay Başkanı'nı övmeye başlamışlarsa, vay halimize...” (Cumhuriyet, 4 Mayıs 2003)
“Ben Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aşırı derecede takdir ediyorum! O yumuşak, diplomat, uysal, sessiz kimliği ve kişiliği ile Tayyip Bey ve hükümetle ne güzel anlaştığını, her konuda nasıl bir uyum içerisinde olduğunu ‘zevkle’ izliyorum ve kendi kendime sık sık ‘helal olsun paşama, bundan iyisi olamazdı’ falan diyorum! (Emin Çölaşan, 25 Nisan 2003)
“Genelkurmay Başkanı ile Tayyip Bey arasında her konuda uyum var. Hemen her konuda görüşleri aynı. Aman nazar değmesin, bu ikili arasında bugüne kadar tanık olduğumuz tek fikir ve görüş ayrılığı, tuttukları takım konusunda ortaya çıktı. Bu kadarcık da olsun yani!" (Emin Çölaşan, 12 Ağustos 2004)
“Özkök de benim gibi önyargılı olabilir mi? Olamaz, çünkü; Atatürk'ün resminden ve askerlerin sesinden ‘rahatsızlık’ çeken AKP milletvekili dahi, o sözlerinin sonunda ‘Böyle genelkurmay başkanımızın olması bizim için şans’ demiyor mu?” (Bekir Coşkun, 2 Ocak 2004)
Org. İlker Başbuğ da, asker-sivil görüşmelerinden ve uyumundan rahatsız olanlara şu soruyu yöneltiyordu: “Bu komplo teorileri TSK’nin birlik ve bütünlüğüne, emir-komutasına zarar vermeye yönelik bazı amaçlara hizmet etmiyor mu?”
Cumhuriyet gazetesinde “Genç Subaylar Rahatsız” manşetini atan Mustafa Balbay da, herhalde 27 Mayıs ve 12 Mart Muhtırası’nın genç subayların tahrikiyle gerçekleştiğini bilmiyor değildi!
GENERAL Mİ, SAVCI MI DAHA SİVİL?
Genelkurmay’ın sitesinde yayınlanan özgeçmişinde “anayasaya bağlılık” vurgusu yapan Org. Hilmi Özkök mü, yoksa arkasında halkın neredeyse yarısının desteğini almış bir partiyi, ortada mahkeme kararı olmadan gazete küpürlerine dayanarak kapatılmasını kamu adına talep eden savcı mı daha sivil?
Militarizm ihtirası bazen gazetecilerimizin başını vurgun yemişçesine döndürüyor. Sonradan pişman olsalar da demokrasi hanemize çoktan bir muhtıra çentiği daha atılmış oluyor. Bakın Fatih Çekirge, Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait darbe günlükleri sonrasında ‘özgeçmiş bombası’ndaki ‘anayasaya bağlılık’ vurgusunun önemini sonradan nasıl kavramış: “Bazı olaylar anında anlaşılmıyor. O an ‘Allah Allah bu da nereden çıktı şimdi’ diye sorduğunuz sorunun cevabı çok sonra geliyor.”
Cumhuriyet tarihinde polisin ilk kez orduevinden bir orgenerali tutuklaması ve lojmanlarda arama yapması üzerine, Genelkurmay Başkanlığı, aramaların ilgili kanundaki, “Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askeri makamlar tarafından yerine getirilir” hükmüne istinaden yapıldığına dikkat çekmişti. ‘Darbecilik’ iddiasıyla aranan orgenerallerin yakalanması için orduevinin ve lojmanların kapısının açılması fevkalade önemlidir. Darbe muhterislerini yıldıracak, heveslilerini kursaklarında bırakacak ciddi bir gözdağıdır...
‘Asker millet’ karakterini taşımakla, militarizmi savunmak birbirine taban tabana zıttır. Asker millet kavramından, ‘askerin milleti’ anlamı çıkmaz. Geleneğimiz ve kültürümüz, ‘milletin askeri’ rütbesine saygı duymayı gerektirir. Askeri sivilden yani milletten yahut halkı ordudan soğutmak ise cehaletten kaynaklanmıyorsa kesinlikle ihanettendir.
Ergenekon iddianamesinde, Turhan Çömez’in Sağlık Bakanı olursa müsteşar yapmayı vaat ettiği, Kuva-yı Milliye iddiasındaki Emekli Albay Fikri Karadağ’ın dinlemeye takılan konuşmaları ulusalcılık iddiasındaki kimi kesimlerin ulusa nasıl baktığını gösteriyor. İddianameye göre; Karadağ, telefonda kendisine oy vermeyenleri şu sözlerle tanımlıyor: “oğulları şehit olan şerefsiz köpekler de bunlara oy verdi, ben mi verdim.”
Seçim sonrası sandıktan çıkan (yüzde 46 değil) sadece 46 oyun verdiği hezimet duygusundan kaynaklanan kızgınlık denilerek geçiştirilemeyecek bu zihniyet, milleti hakir gören kara fikirlerin izlerini dışa vuruyor.
MİLİTARİZMİN KONUŞLANDIĞI YENİ MEVZİ
CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kendi partisinin anayasa değişikliği önerilerine bile ters düşen görüşleri, militarizmin ne kadar pespaye bir düşüncesizlik olduğunu ispatlıyor. Yüksek Askeri Şura (kısaca yargısız infaz) yoluyla subay ve astsubay atılmadığından şikayet eden Kılıçdaroğlu’na, Genelkurmay’dan verilen ‘ibret’ vurgulu cevap yine demokrasi dersi kıvamındaydı.
Unutmayalım ki, “Bu ülkeye Komünizm getirilecekse biz getiririz” diyen Nevzat Tandoğan kafasına, kıyafetini beğenmediği vatandaşı şehir merkezine sokmayan seçkinci yobazlığa, “ayağından çarığı çıkartmasın” diyecek konumda halkına yabancılaşan şeflik düzenine methiyeler düzenler de ‘sivil’ değil mi?
Batı’da demokrasi katliamlar ve kanlı ihtilaller temelinde yükselmiştir(!) Bizden başka, kanlı çatışma ve iç savaş yaşanmadan demokrasi inşa eden millet yoktur. Türkiye, en anarşik dönemde bile komşuların birbirinden endişe etmediği bir huzur yurdudur. Bugün dahi her türlü provokasyona aldırmadan, savaşmadan sosyal barışa doğru ilerleyen tek ülke olma azmindedir.
Trajikomik olan, militarizmin askerde mevzi kaybederken sivilde konuşlanmasıdır.
ALPEREN OCAKLARI GENEL MERKEZİ