Shawn Michaels
New member

ARAP BAHARI VE ARAP SAÇI
Suriyedeki gelişmeler hızla tırmanıyor. Özgür Suriye Ordusu adıyla örgütlenen muhalif silahlı güçler, Batılı emperyalistlerden aldıkları destekle Esada çullanıyorlar. Arkalarında Türkiyenin yanı sıra Körfezdeki Sünni Arap rejimleri var. Silahlı mücadeleyi daha da şiddetlendireceklerini söylüyorlar. Silah temininde de Türkiyeye büyük görev düştüğünü, Türk topraklarını bu amaçla kullandıklarını ve kullanmaya devam edeceklerini belirtiyorlar. Kendi iddialarına göre, 10 bin silahlı adamları var.
Pek çok ülke, Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu Suriye Ulusal Konseyini bu ülkedeki tek yetkili muhatap olarak tanıdığını açıkladı. Konsey de daha cesur adımlar atmaya başladı. Muhalifleri silahlandırmak için askeri konsey kurdu. Askeri büroyu Türkiyede açabileceğini, silahların Türkiyeden gönderilebileceğini açıkladı. CIAye yakınlığıyla bilinen Stratfor belgelerinde de, Türkiyenin Suriyede bir iç çatışmayı kışkırttığı öne sürüldü. Suriyeli muhaliflere para ve silahın yanında silahlı eğitim de veren Türkiyenin çabalarından AB ve ABDnin haberdar olduğu belirtildi.
Eğer bu iddialar doğru ise Türkiyenin yaptığının ne diplomasiyle, ne uluslararası hukukla, ne iyi komşuluk ilişkileriyle, ne Müslümanlıkla, ne de Türkiyenin köklü dış politika anlayışıyla bağdaşmadığını kabul etmek gerekir. Türkiye gibi, kendi ülkesine yönelik terör ihracından yıllar boyunca çok çekmiş, bu nedenle Suriye ile neredeyse sıcak çatışmanın eşiğinden dönmüş bir ülkenin, şimdi Suriyenin içişlerine karışması, oradaki çatışmayı kaşıması, istikrarsızlaştırılmasına çalışması, sadece tarihten, hem de yakın tarihten ders almamakla açıklanamaz. Türkiyenin Suriye politikası, dış politikanın en eski, en temel ilkelerinden biri olan mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi gereğince, Suriyeye de bizim yaptıklarımıza karşılık verme, misillemede bulunma, benzer şeyler yapma hakkı verir. Suriye gibi, geçmişte terör örgütüne açık destek vermiş olan bir devlet, şimdilerde bunca sorunla boğuşuyorken, bunca baskıya maruz kalmışken, zaten gergin olduğu Türkiye ile ilişkilerini daha da germek pahasına, yeniden terör kartına oynar mı? Bu sorunun yanıtını vermek zordur. Ancak bu karta bir kez daha oynar ise bu kez Türkiyenin geçmişte olduğu gibi masum, mağdur ve haklı taraf olduğunu öne sürmek Ankara açısından zordur. Çünkü Ankara, Şamdaki rejime karşı açıktan tavır almıştır. Muhaliflerden yana taraf olmuştur. Suriyede Müslüman Kardeşler örgütünü desteklemekte, iktidara gelmesi için çalışmaktadır.
Türkiye gibi, tarihi boyunca ne komşu ülkelerde ne de dünyanın başka yerinde, dahili anlaşmazlıklarda taraf olmamış, iç çatışmalara katılmamış bir ülke adına talihsiz bir durumdur bu. Başka ülkelerin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliğine saygı duymayan bir Türkiye, daha saygın, daha muteber bir Türkiye olmaz, olamaz. Tam tersine daha az saygı görür. Emperyalist merkezler tarafından taşeron olarak kullanılan bir Türkiye olur. Başka ülkelerin iç çatışmalarında aktif taraf olmak, aynı zamanda bir anayasa suçudur. Kaldı ki bu durum, Suriye konusunda Ankaradan farklı tavır takınan Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle de ilişkileri gerginleştirmektedir. Dahası Türkiye, Iraktan ülkemize yönelen bölücü terör konusunda da inandırıcılığını, haklılığını yitirmektedir. Başka ülkelerin Siz de aynısını Suriyede yapıyorsunuz yollu eleştirilerine zemin hazırlamaktadır. Kendi ülkesine yönelen emperyalist destekli terörle mücadele etmede başarılı olamayan Türkiyenin çifte standart güttüğü yönünde bir algı oluşmaktadır.
Terör örgütüyle, hem de en yetkili organlar aracılığıyla müzakere etmenin, pazarlık yapmanın, terörü önlemediğini, tersine daha da cesaretlendirdiğini, elinde silahla siyasi çözüm arayanları meşrulaştırdığını göremeyenler çoktur maalesef. Bunu göremedikleri gibi, Fas, Tunus ve Mısırda Müslüman Kardeşler ekseninde iktidarların öne çıkmasını, bu hareketlerin Türkiyedeki iktidar partisinin adını taklit etmesini de alkışlamaktadırlar. Suriyede Müslüman Kardeşlerin güçlenmesini, Libyadaki İslamcı iktidarı sevinçle karşılamaktadırlar. Tarih bilmediklerinden, Arap dünyasındaki sorunlara taraf olmanın, Türkiyeye yarar getirmeyeceğini de bilmemektedirler. Örneğin Mısırda Müslüman Kardeşlerin, ABDyle rahatça uzlaşabileceğini öngörememişlerdir. İsrail siyaseti konusunda ılımlı hale geldiğini, aksi halde ABDden vize alamayacağını, kavrayamamışlardır. Soğuk Savaş yıllarında SSCB, komünizm ve Baas karşıtlığında ABD ile uzlaşmış olan İhvanın Washington ile eskiye dayanan bir hukuku olduğundan habersizdirler. İhvanın, Mısırda laikliğin önemini anlatan eş başkana, Herkes kendi işine baksın dediğini de, çabuk unutmuşlardır.
Hamasın Şamdaki merkezini kapatması da, hem Esad rejiminden umudu kestiği, hem de ABD ile uzlaşmaya hazır olduğu şeklinde yorumlanabilir. Hamasın Ankarada merkez açmayı düşünmesi de, bu arayışının ürünüdür. Çünkü Ankaranın ABD politikalarının sözcüsü olduğunun farkındadır. Emperyalist merkezler de Ankarada açılacak bir Hamas ofisini her açıdan kullanırlar. Bir yandan kendi denetimlerindeki bir merkezde açıldığı için sevinir, diğer yandan da yeri geldiğinde Türkiyeye baskı yapmak için kullanırlar. ABD, AB ve İsrailin terör örgütü olarak tanıdığı Hamasa, kucak açmakla, arka çıkmakla suçlarlar Türkiyeyi. Kapalı kapılar ardında da hem Hamas ile temas kurarlar, hem de Ankaraya baskı yapmak için bizzat Ankara tarafından kendilerine verilen bu kozun tadını çıkarırlar. Türkiye ise terör örgütü PKKnın büro açmasına, siyasi faaliyette bulunmasına için veren ülkeler nezdinde girişim yaparken, kendi elini zayıflatmış olur.
Kimileri one minute çıkışının danışıklı dövüş, iyi polis- kötü polis oyunu olduğuna, gerginliğin sınırlarının bizzat ABD tarafından çizildiğine inanmayabilir.
Ama Arap dünyasının liderliğine oynayan eş başkanın, böyle bir mizansene gereksinim duyduğu artık iyice açığa çıkmıştır. Nitekim Yurt gazetesinden Yılmaz Polatın haberine göre (3 Mart 2012), İsrail ile arayı düzeltmek için, Yahudi liderlerle ilişki kurmak ve bunu ABDyle ilişkilerin ilerlemesinde kullanmak için ABDdeki lobi kuruluşlarına geçen yıl 3.6 milyon dolar ödenmiştir.
Özetle dış politikamız, Arap Baharı sonrasında, iyice Arap saçına dönmüştür.
Barış Doster - İlk Kurşun 12/03/2012