TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Bayramoğlu-Arınç benzerliği “İktidara biat”tan söz ediliyor ya işte ancak o biat kesinse bunların hepsi yapılabiliyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a “suikast ihbarı”nın bir Telekom bayisinin kontörlü telefonundan yapıldığı ortaya çıkmış ve bazı şahısların isimleri de şüpheli olarak belirlenmiş.
Yapılması gereken bu, çıkarsınlar ortaya kimlerin ihbar ettiğini ve neye dayanarak “suikast” iddiası ortaya attığını da bilelim. Ama işte maalesef burada olay polisin araştırıyor olması ve polisin “suçlu”su ile yargının suçlusunun da bu olaylarda birbirini hiç tutmaması... Bu nedenle yeni iddialara kimsenin inanacak hali kalmaması. (Bu arada Arınç’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “TV’de tartışalım” teklifini “O benim dengim değil, Baykal isterse onunla tartışırım” bombası müthiş değil mi? Nedir bu, krallıkla filan mı yönetiliyor Türkiye? Bir sınıf ayırımı filan mı var? Hangi standarda göre yapıyor bu kıyaslamayı ve kendine denk seçiyor? Gerçek demokrasilerde böyle bir söz asla söylenemez. Peki şimdi Baykal “Ben Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’yım, asıl Arınç benim hiç dengim değil” dese ne olacak?)
Neyse, Allah’tan bazı yazarlar ve siyaset bilimciler Türkiye’nin giderek daha demokratik, daha hukuka uygun, daha şeffaf bir hale geldiğini tekrarlayıp duruyorlar da millet rahatlıyor (!)
Son olarak, 2002’de iktidara geldikten sonra AKP’ye uzun süre destek veren (veya onu demokratik bulan) bazı yazar ve siyaset bilimciler gibi düşünen ama 2007’de yüzde 47 oy aldıktan sonra tavrının değiştiğini, otoriter bir tutuma girdiğini ve TSK’nın yerine Emniyet’in geçtiğini anlatan Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever’in gerçekçi ve “ülkenin önde gelen siyaset bilimcilerinin bugünkü görüşleriyle örtüşen” açıklamasının yanında Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nun gerçek tabloyla uyuşmayan, çelişkili açıklamalarını okuduk Vatan’da.
Bir grup arkadaşıyla TV’lerde de yaptıkları gibi sürekli “askeri vesayet”ten bahseden ve buna örnek olarak da “27 Nisan bildirisi”ni gösteren; “seçimlerde muhtıra yiyen parti büyük oy aldı”, “iktidara tam olarak biat etmeyen TSK yapısı kırıldı, demokratikleşme bu” diyen, “laik kesimin demokratlaşması”ndan, (sanki “laik”in karşıtı “İslami” imiş gibi) “İslami kesimin ise biraz sekülerleşmesinden” söz eden; “Türkiye’nin, Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov döneminde yaşadığı dönüşümü yaşadığını” iddia eden bir konuşma...
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt’ın 27 Nisan bildirisini ‘askeri vesayet’ örneği olarak veriyor ama “askeri vesayeti kaldırmak” için başarılı faaliyetlerde bulunduğunu iddia ettiği AKP iktidarının bütün ısrarlara, tepkilere rağmen neden 27 Nisan bildirisini sorgulamadığından hiç söz etmiyor. “Muhtıra yiyen partinin oyunu arttırması” mıydı tek mesele?
Normal demokratik akışı böylesine ciddi şekilde zedeleyen, gereksiz ve ‘tek başına yazıldığı, yazan Genelkurmay Başkanı tarafından açıklanmış’ bir muhtıranın hesabının neden sorulmadığı, isimsiz ihbar mektubu veya telefonlarıyla insanlar tutuklanır, TSK’nın “özel savunma bilgilerinin, devlet sırlarının bulunduğu odalar” didik didik aranırken, kesin delili ortada bir olayın neden üstüne gidilmediği, bu kadar “demokrat” kişilerin dikkatini hiç çekmez mi? Aynen iktidar partisi gibi bunu yok sayabilirler mi?
ASIL KAOS BU!
“Laik kesim” dediği “laik rejimin dibinin oyulmasını, böylece kısa sürede tanınmaz hale gelme ihtimalini” dikkate alanlar, “demokratik olmayan” ne yapmışlar ki demokratikleşiyorlar?
Eğer durum bu olsa, daha üç gün önce AİHM eski Yargıcı Rıza Türmen’in TV’de açıkladığı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi neden “Türkiye’nin laik kalmasının önemine inanıyor ve bu yönde verilen kararları onaylıyor”, bunun cevabı neden yok? Acaba AİHM’nin de “demokratikleşmesi” mi gerekmekte?
İslami kesim ile İslamcılar, “dindarlık” ile “dinî kurallarla yönetim isteme, siyasete din karıştırma” arasındaki farkı bir akademisyen bilmez mi? Peki, yanlış şekilde “İslami” dediği “İslamcıların” sekülerleştiğinin göstergesi ne?
Bu farkı bilmesine rağmen laiklikle-İslam’ı karşı karşıya getirerek asıl zihinsel kaosu yaratan biri, ayrıca ülkedeki karışıklığı tüm sosyologlar ve siyaset bilimciler, dünyanın önde gelen düşünce kuruluşları ve medyası fark ederken “Tehdit ve tehlikelerden söz edenler kaos politikasının destekçileri olmasın” gibi bir suçlama yapar mı?
Türkiye bugüne kadar görmediği bir karmaşaya sürüklenmişken “zaman zaman ortaya çıkan aksaklıklar” diye tabloyu gizlemeye çalışır mı? Ne “zaman zaman”ı? Yargının önde gelen tüm isimleri, yüksek yargı temsilcileri “yargının kuşatma altında olduğunu” söylerken (Bayramoğlu’na bu sözü ilk olarak Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’un söylediğini hatırlatalım), “Ergenekonla ilişkisi var mı” diye yüksek yargının bile telefonları dinlenir, dinlenen 56 yargı mensubunun hiçbirinin ilgisi olmadığı ortaya çıkarken, medyanın büyük çoğunluğu iktidarın güdümüne girmiş ve geri kalanlar ele geçirilmeye çalışılırken bunları görmezden gelebilir mi?
“İktidara biat”tan söz ediliyor ya işte ancak o biat kesinse bunların hepsi yapılabiliyor.
Asıl dikkat çeken ise Bayramoğlu’nun sözleri ile Bülent Arınç’ın “demokratikleşecekler” diyerek kurumların isimlerini saydığı konuşması arasındaki benzerlik... TSK ile ilişkilendirilen olaylar ve iddialar o konuşmadan sonra ortaya çıkmıştı. Şimdi bu açıklamaları da görenlerin “acaba hepsi senaryo mudur” diye düşünmesi hiç de zor değildir sanıyorum.
(Devam edecek...)
Bayramoğlu-Arınç benzerliği @ Kuvayi Milliye Haber Detay
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a “suikast ihbarı”nın bir Telekom bayisinin kontörlü telefonundan yapıldığı ortaya çıkmış ve bazı şahısların isimleri de şüpheli olarak belirlenmiş.
Yapılması gereken bu, çıkarsınlar ortaya kimlerin ihbar ettiğini ve neye dayanarak “suikast” iddiası ortaya attığını da bilelim. Ama işte maalesef burada olay polisin araştırıyor olması ve polisin “suçlu”su ile yargının suçlusunun da bu olaylarda birbirini hiç tutmaması... Bu nedenle yeni iddialara kimsenin inanacak hali kalmaması. (Bu arada Arınç’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “TV’de tartışalım” teklifini “O benim dengim değil, Baykal isterse onunla tartışırım” bombası müthiş değil mi? Nedir bu, krallıkla filan mı yönetiliyor Türkiye? Bir sınıf ayırımı filan mı var? Hangi standarda göre yapıyor bu kıyaslamayı ve kendine denk seçiyor? Gerçek demokrasilerde böyle bir söz asla söylenemez. Peki şimdi Baykal “Ben Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’yım, asıl Arınç benim hiç dengim değil” dese ne olacak?)
Neyse, Allah’tan bazı yazarlar ve siyaset bilimciler Türkiye’nin giderek daha demokratik, daha hukuka uygun, daha şeffaf bir hale geldiğini tekrarlayıp duruyorlar da millet rahatlıyor (!)
Son olarak, 2002’de iktidara geldikten sonra AKP’ye uzun süre destek veren (veya onu demokratik bulan) bazı yazar ve siyaset bilimciler gibi düşünen ama 2007’de yüzde 47 oy aldıktan sonra tavrının değiştiğini, otoriter bir tutuma girdiğini ve TSK’nın yerine Emniyet’in geçtiğini anlatan Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever’in gerçekçi ve “ülkenin önde gelen siyaset bilimcilerinin bugünkü görüşleriyle örtüşen” açıklamasının yanında Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nun gerçek tabloyla uyuşmayan, çelişkili açıklamalarını okuduk Vatan’da.
Bir grup arkadaşıyla TV’lerde de yaptıkları gibi sürekli “askeri vesayet”ten bahseden ve buna örnek olarak da “27 Nisan bildirisi”ni gösteren; “seçimlerde muhtıra yiyen parti büyük oy aldı”, “iktidara tam olarak biat etmeyen TSK yapısı kırıldı, demokratikleşme bu” diyen, “laik kesimin demokratlaşması”ndan, (sanki “laik”in karşıtı “İslami” imiş gibi) “İslami kesimin ise biraz sekülerleşmesinden” söz eden; “Türkiye’nin, Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov döneminde yaşadığı dönüşümü yaşadığını” iddia eden bir konuşma...
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt’ın 27 Nisan bildirisini ‘askeri vesayet’ örneği olarak veriyor ama “askeri vesayeti kaldırmak” için başarılı faaliyetlerde bulunduğunu iddia ettiği AKP iktidarının bütün ısrarlara, tepkilere rağmen neden 27 Nisan bildirisini sorgulamadığından hiç söz etmiyor. “Muhtıra yiyen partinin oyunu arttırması” mıydı tek mesele?
Normal demokratik akışı böylesine ciddi şekilde zedeleyen, gereksiz ve ‘tek başına yazıldığı, yazan Genelkurmay Başkanı tarafından açıklanmış’ bir muhtıranın hesabının neden sorulmadığı, isimsiz ihbar mektubu veya telefonlarıyla insanlar tutuklanır, TSK’nın “özel savunma bilgilerinin, devlet sırlarının bulunduğu odalar” didik didik aranırken, kesin delili ortada bir olayın neden üstüne gidilmediği, bu kadar “demokrat” kişilerin dikkatini hiç çekmez mi? Aynen iktidar partisi gibi bunu yok sayabilirler mi?
ASIL KAOS BU!
“Laik kesim” dediği “laik rejimin dibinin oyulmasını, böylece kısa sürede tanınmaz hale gelme ihtimalini” dikkate alanlar, “demokratik olmayan” ne yapmışlar ki demokratikleşiyorlar?
Eğer durum bu olsa, daha üç gün önce AİHM eski Yargıcı Rıza Türmen’in TV’de açıkladığı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi neden “Türkiye’nin laik kalmasının önemine inanıyor ve bu yönde verilen kararları onaylıyor”, bunun cevabı neden yok? Acaba AİHM’nin de “demokratikleşmesi” mi gerekmekte?
İslami kesim ile İslamcılar, “dindarlık” ile “dinî kurallarla yönetim isteme, siyasete din karıştırma” arasındaki farkı bir akademisyen bilmez mi? Peki, yanlış şekilde “İslami” dediği “İslamcıların” sekülerleştiğinin göstergesi ne?
Bu farkı bilmesine rağmen laiklikle-İslam’ı karşı karşıya getirerek asıl zihinsel kaosu yaratan biri, ayrıca ülkedeki karışıklığı tüm sosyologlar ve siyaset bilimciler, dünyanın önde gelen düşünce kuruluşları ve medyası fark ederken “Tehdit ve tehlikelerden söz edenler kaos politikasının destekçileri olmasın” gibi bir suçlama yapar mı?
Türkiye bugüne kadar görmediği bir karmaşaya sürüklenmişken “zaman zaman ortaya çıkan aksaklıklar” diye tabloyu gizlemeye çalışır mı? Ne “zaman zaman”ı? Yargının önde gelen tüm isimleri, yüksek yargı temsilcileri “yargının kuşatma altında olduğunu” söylerken (Bayramoğlu’na bu sözü ilk olarak Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’un söylediğini hatırlatalım), “Ergenekonla ilişkisi var mı” diye yüksek yargının bile telefonları dinlenir, dinlenen 56 yargı mensubunun hiçbirinin ilgisi olmadığı ortaya çıkarken, medyanın büyük çoğunluğu iktidarın güdümüne girmiş ve geri kalanlar ele geçirilmeye çalışılırken bunları görmezden gelebilir mi?
“İktidara biat”tan söz ediliyor ya işte ancak o biat kesinse bunların hepsi yapılabiliyor.
Asıl dikkat çeken ise Bayramoğlu’nun sözleri ile Bülent Arınç’ın “demokratikleşecekler” diyerek kurumların isimlerini saydığı konuşması arasındaki benzerlik... TSK ile ilişkilendirilen olaylar ve iddialar o konuşmadan sonra ortaya çıkmıştı. Şimdi bu açıklamaları da görenlerin “acaba hepsi senaryo mudur” diye düşünmesi hiç de zor değildir sanıyorum.
(Devam edecek...)
Bayramoğlu-Arınç benzerliği @ Kuvayi Milliye Haber Detay