snıper
New member
- Katılım
- 17 Ocak 2006
- Mesajlar
- 2,345
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Tüm şehitlerimize ve vatan uğruna canını feda etmeye hazır olanlara...
.....
Çocuktuk, önce emekledik sonra doğrulduk. Çocukluğumuzun en güzel zamanlarında bıraktık kirazları ağaçların dallarında. En tepeye tırmanmayı severdik, ağaç dallarından bulutlara uzanacağımızı sanırdık...Kirazlar hep bahaneydi, maksat: Bakın tepelere çıkınca rüzgar işte böyle esiyor saçlarımıza. Yukarılara çıktıkça ve saçlarımız rüzgarda uçuşmaya başlayınca anlardık ki en güçlü biziz, en yüksek tepesine çıkarsak eğer ağaçların sanırdık ki bulutları tutacağız...Çocuktuk işte sevinmiştik...Ufacık şeylere bile sevinmeye bilirdik...Esince bir nihavent makamı uzaklardan, anladık ki bizim bahçenin sahibi bir daha hiç gelmeyecek. Belki bir daha hiç koşmayacaktık...Cümbür cemaat karınca sürüsü indik birden ağaçlardan aşağıya...ama yine de içimizde hep bir ümit, hep bir ümit var... O gitmiş olamaz...Ona yetişebiliriz...Son bir kez de olsa görebiliriz. İşte o zaman öğrendik bir daha hiç yorulmamayı. En tepeye çıkan o karınca ilk düştü.Ağzında taşıdığı bir kiraz tanesinin kırmızılığında...Ve karıncalar da ağlar. Bir tutam yaşamak adına...Biz indik, bir şeyler kaldı rüzgarlarda...
Gece aydınlıktı...Biz ay karanlık...Ateşin yarısı yüzümüzün bir yanını aydınlatırdı. Bayatlamış bir ekmek parçası bulduk mu bize bugün bayram. Hikayeler anlatırdı bize büyük babamız...İnanmazdık....Bir insan bu kadar sevebilir miydi yaşamayı ve bir insan bu kadar sevebilir miydi ölüme dört nala koşmayı. Anlamazdık...Bizler kendimizce küçük birer karıncaydık...İnsan olmaya çalışan...Ne zaman bulutları tutarsak sanırdık ki işte o zaman....Çiçeklerimiz vardı bizim, bağlarımız, bahçelerimiz, kelebeklerimiz renkleri tüm hayatın renklerine dar... O en tepeye çıkan karınca vardı ya ilk düştü...Güneşlerimiz üşüdü...Ve çiçekler de ağlar...
Korkma korkma benim ben Snipo, Korkma korkma benim ben...Öyle yorgunum ki, öyle yorgun...Hani kanatları kırık bir kuş nasıl bırakılırsa gökyüzüne...Öyle işte...Amede ne oldu...Niye gelmedi...Yoksa o çok sevdiği esrikli hülyaların peşine takılıp Ankanın peşinden mi gitti...Ay geceye yakışmazsa zaten başka hiç bir yere yakışmaz...Unutmanın yok olduğu zamanlarda kavuşturduk gözlerimizi kimse görmeden....En tenha köşelerin el değmemiş o soğukluğunda, tavan arası frekansı tutmayan bozuk bir radyoda bizim şarkımız çalıyordu. Ezberledim yüzündeki çizgileri, yuvasız ağaç dallarından ezberlediğim bir heyecan... Başka seçeneğin yoktu...Üzülme, küllerinden yeniden doğar büyük ışıklar... Gece olur ve biz dünyayı yeniden avuçlarımızda tutarız...Belki bir yerlerde karşılaşırız şair, ha ne dersin...Belki bir şiir yazarız....Alem ağlar...
Aşktı aldığımız nefesin anlamı
Yaşamaktı savaşımızın adı
Ölümüne gittiğimiz
Rüzgar nereye esiyorsa oraya
Rüzgar nereden esiyorsa oraya
Bu yol elbet bir yere çıkar
Biz yürüdüğümüz zaman mahşer gibiyiz
Ve melekler de ağlar...
Bize bir masal anlat büyük baba...Tıpkı eskisi gibi...Ardı sıra peşinden koştuğumuz ar olsun...Ellerimizden kayıp giden şu şey yine kar...Aldığımız her nefes an be an zamana akardı...Severdik güneşi yalnızca bize bakardı.Tek huzurla uyuduğumuz yerdi ninemizin divanı...ve kastane kokularında çaylar gelsin, hoş gelsin....Her daim omuz omuza...Gerdanlık niyetine taktığımız kurumuş üzüm yapraklarının aşkına...bir daha eskisi gibi olmayacaktı hiç bir şey...O en tepeye çıkan karınca vardı ya ilk düştü...Artık yazmasam diyorum uzun bir yol hikayesi...Bir tek o bilirdi acısını vazgeçmenin, vazgeçilmenin, vazgeçmeyenin, vazgeçilmeyenin...Öyle bir kalp çarpıntısı ki sorma, yıkmak ister tüm duvarları sonra...Yazdığı tüm kaldırım taşlarını, tüm sokak ortalarını...İşte öyle bir şey bu...Hayata dair...Sevmeye dair...Aşka dair...Dostluğa dair...Uçan kuşlara dair... Bir daha eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey...Yitip giden anlara dair...O çiçek vardı ya ilk soldu...Ellerimiz üşüdü...Haykırdığımızda daha güçlüdür gözlerimiz. Ve taşlar da ağlar...Anka düştü...
Dar ve karanlık sokaklardan geçtik önce aydınlığa... ellerimizde biriktirdiğimiz sevginin ateşiydi gönlümüze yaktığımız... Aşkın adıydı yüreğimize büyük harflerle yazdığımız...Özgürlüğün o inanılmaz hafifliğiydi ruhumuza bir çivi gibi çaktığımız...Gittik, gittik, üşenmedik geri döndük, bıkmadık ilerledik...Yeri geldi Kalabalıklarda kaybolduk, yeri geldi yalnızlıklarda varolduk...Kaybettik birbirimizi... Aradık...Bazen bulduk, bazen bulamadık...Kimseler bilmedi belki, kimseler anlamadı, kimseler duymadı...Yine de hep umut vardı içimizde yine de herşeye rağmen bir umut...İşte o zaman öğrendik ağaçların üstünde koşarken, yağmurda da savrulur saçlarımız....ve yağmurlar da ağlar....
Çocuktuk, önce emekledik sonra doğrulduk...
Çocukluğumuzun en güzel zamanlarında bıraktık kirazları ağaçların dallarında...
Bir tutam yaşamak adına...
Biz gittik...
Bir şeyler kaldı bulutlarda...
.....
Çocuktuk, önce emekledik sonra doğrulduk. Çocukluğumuzun en güzel zamanlarında bıraktık kirazları ağaçların dallarında. En tepeye tırmanmayı severdik, ağaç dallarından bulutlara uzanacağımızı sanırdık...Kirazlar hep bahaneydi, maksat: Bakın tepelere çıkınca rüzgar işte böyle esiyor saçlarımıza. Yukarılara çıktıkça ve saçlarımız rüzgarda uçuşmaya başlayınca anlardık ki en güçlü biziz, en yüksek tepesine çıkarsak eğer ağaçların sanırdık ki bulutları tutacağız...Çocuktuk işte sevinmiştik...Ufacık şeylere bile sevinmeye bilirdik...Esince bir nihavent makamı uzaklardan, anladık ki bizim bahçenin sahibi bir daha hiç gelmeyecek. Belki bir daha hiç koşmayacaktık...Cümbür cemaat karınca sürüsü indik birden ağaçlardan aşağıya...ama yine de içimizde hep bir ümit, hep bir ümit var... O gitmiş olamaz...Ona yetişebiliriz...Son bir kez de olsa görebiliriz. İşte o zaman öğrendik bir daha hiç yorulmamayı. En tepeye çıkan o karınca ilk düştü.Ağzında taşıdığı bir kiraz tanesinin kırmızılığında...Ve karıncalar da ağlar. Bir tutam yaşamak adına...Biz indik, bir şeyler kaldı rüzgarlarda...
Gece aydınlıktı...Biz ay karanlık...Ateşin yarısı yüzümüzün bir yanını aydınlatırdı. Bayatlamış bir ekmek parçası bulduk mu bize bugün bayram. Hikayeler anlatırdı bize büyük babamız...İnanmazdık....Bir insan bu kadar sevebilir miydi yaşamayı ve bir insan bu kadar sevebilir miydi ölüme dört nala koşmayı. Anlamazdık...Bizler kendimizce küçük birer karıncaydık...İnsan olmaya çalışan...Ne zaman bulutları tutarsak sanırdık ki işte o zaman....Çiçeklerimiz vardı bizim, bağlarımız, bahçelerimiz, kelebeklerimiz renkleri tüm hayatın renklerine dar... O en tepeye çıkan karınca vardı ya ilk düştü...Güneşlerimiz üşüdü...Ve çiçekler de ağlar...
Korkma korkma benim ben Snipo, Korkma korkma benim ben...Öyle yorgunum ki, öyle yorgun...Hani kanatları kırık bir kuş nasıl bırakılırsa gökyüzüne...Öyle işte...Amede ne oldu...Niye gelmedi...Yoksa o çok sevdiği esrikli hülyaların peşine takılıp Ankanın peşinden mi gitti...Ay geceye yakışmazsa zaten başka hiç bir yere yakışmaz...Unutmanın yok olduğu zamanlarda kavuşturduk gözlerimizi kimse görmeden....En tenha köşelerin el değmemiş o soğukluğunda, tavan arası frekansı tutmayan bozuk bir radyoda bizim şarkımız çalıyordu. Ezberledim yüzündeki çizgileri, yuvasız ağaç dallarından ezberlediğim bir heyecan... Başka seçeneğin yoktu...Üzülme, küllerinden yeniden doğar büyük ışıklar... Gece olur ve biz dünyayı yeniden avuçlarımızda tutarız...Belki bir yerlerde karşılaşırız şair, ha ne dersin...Belki bir şiir yazarız....Alem ağlar...
Aşktı aldığımız nefesin anlamı
Yaşamaktı savaşımızın adı
Ölümüne gittiğimiz
Rüzgar nereye esiyorsa oraya
Rüzgar nereden esiyorsa oraya
Bu yol elbet bir yere çıkar
Biz yürüdüğümüz zaman mahşer gibiyiz
Ve melekler de ağlar...
Bize bir masal anlat büyük baba...Tıpkı eskisi gibi...Ardı sıra peşinden koştuğumuz ar olsun...Ellerimizden kayıp giden şu şey yine kar...Aldığımız her nefes an be an zamana akardı...Severdik güneşi yalnızca bize bakardı.Tek huzurla uyuduğumuz yerdi ninemizin divanı...ve kastane kokularında çaylar gelsin, hoş gelsin....Her daim omuz omuza...Gerdanlık niyetine taktığımız kurumuş üzüm yapraklarının aşkına...bir daha eskisi gibi olmayacaktı hiç bir şey...O en tepeye çıkan karınca vardı ya ilk düştü...Artık yazmasam diyorum uzun bir yol hikayesi...Bir tek o bilirdi acısını vazgeçmenin, vazgeçilmenin, vazgeçmeyenin, vazgeçilmeyenin...Öyle bir kalp çarpıntısı ki sorma, yıkmak ister tüm duvarları sonra...Yazdığı tüm kaldırım taşlarını, tüm sokak ortalarını...İşte öyle bir şey bu...Hayata dair...Sevmeye dair...Aşka dair...Dostluğa dair...Uçan kuşlara dair... Bir daha eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey...Yitip giden anlara dair...O çiçek vardı ya ilk soldu...Ellerimiz üşüdü...Haykırdığımızda daha güçlüdür gözlerimiz. Ve taşlar da ağlar...Anka düştü...
Dar ve karanlık sokaklardan geçtik önce aydınlığa... ellerimizde biriktirdiğimiz sevginin ateşiydi gönlümüze yaktığımız... Aşkın adıydı yüreğimize büyük harflerle yazdığımız...Özgürlüğün o inanılmaz hafifliğiydi ruhumuza bir çivi gibi çaktığımız...Gittik, gittik, üşenmedik geri döndük, bıkmadık ilerledik...Yeri geldi Kalabalıklarda kaybolduk, yeri geldi yalnızlıklarda varolduk...Kaybettik birbirimizi... Aradık...Bazen bulduk, bazen bulamadık...Kimseler bilmedi belki, kimseler anlamadı, kimseler duymadı...Yine de hep umut vardı içimizde yine de herşeye rağmen bir umut...İşte o zaman öğrendik ağaçların üstünde koşarken, yağmurda da savrulur saçlarımız....ve yağmurlar da ağlar....
Çocuktuk, önce emekledik sonra doğrulduk...
Çocukluğumuzun en güzel zamanlarında bıraktık kirazları ağaçların dallarında...
Bir tutam yaşamak adına...
Biz gittik...
Bir şeyler kaldı bulutlarda...