1001Design
330i ///M3 Design

Anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” denilen ilk üç maddesini seçimden sonra değiştirmek istiyorlar. Yani yeniden hükümet olurlarsa bu kez Kemalist Cumhuriyetin genleri ile oynayacaklar…
Peki, ne var o üç maddede? Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin tanımı var.
Başka ne var? Türkiye Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün, dilinin Türkçe,
bayrağının, beyaz ay yıldızlı al bayrak, Millî marşının “İstiklal Marşı”, başkentinin Ankara olduğu yazılı.
Bunları “İstemezük” diyorlar.
Şeriatçının vatanı, ulusal bayrağı, ulusal marşı olur mu? Ümmetçinin ulusu, ulus devlet olur mu?
Bu adamların anayasaya konan “Atatürk Milliyetçiliği” yazısına bile tahammülleri yok. Yakında İstiklal Marşının okunmasına yasak getirip, “Türk” sözcüğünü kullanım alanından kaldırırlarsa kimse şaşmasın. Sıra onlarda çünkü. Hukuku “guguk” yaptılar, Türk ordusunun şanlı generallerini zindanlara attılar. Şimdi sıra şeriatçı İslam cumhuriyetine giden yolda bazı engellerin temizlenmesine geldi. Onu da seçim sonrasına bıraktılar.
Bıkmadan usanmadan yazdık, çizdik , “yapmayın”, “etmeyin” dedik, referanduma “evet” demeyin, “Bunlar 12 Eylül’den, Kenan Evren’den falan hesap sormazlar”, ilk işleri yargının, Yargıtayın, Anayasanın HSYK’nın yapısını değiştirip yandaş hukuk yaratmak olacaktır” dedik. Sonucu gördük.
Şimdi birer birer gazetecileri, generalleri toplayıp hapishanelere dolduruyorlar. Dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyorlar.
Eğer bu kez de seçimi onlar kazanırlarsa, Ortaçağ karanlığına yeniden döneriz ve o zaman kimsenin sızlanmaya, şikâyet etmeye hakkı, hukuku kalmaz.
Vakit doluyor. Kısa konuşalım. Öz konuşalım: Söz bitti artık.
Eylem zamanı şimdi. Direniş zamanı… Ulusalcı partilerin birleşme, bütünleşme zamanı. Güçbirliği zamanı. Demokratik hakları sonuna kadar kullanma zamanı… Propaganda zamanı… Halkın arasına karışıp, bölünmeyi parçalanmayı, talanı, yağmayı, ihaneti ve olacakları anlatma zamanı…
Çünkü kimse oynanan oyunun farkında değil… Yandaş medyayla, televizyonlarla, dizilerle, “vur patlasın çal oynasın” programları ile halk uyutulmak isteniyor. Sadaka ekonomisi ile kul köle yapılmak isteniyor.
Aslında söz bitmez. Söz, aydınlanma – aydınlatma çalışmalarında en güçlü araçtır. En güçlü silahtır.
Peki, nedir biten öyleyse? Hangi söz geçerliliğini yitirmiştir?
Kapalı kapılar arkasında, sanal âlemde gevezeliğe, dedikoduya, “sen ben kavgası”na dönüşen söz bitmiştir. Ağız dalaşı bitmiştir.
“Peki, Ali Eralp bilgisayardan, internetten, sanal dünyadan vaz mı geçelim demek istiyorsun?” .
Hayır, asla böyle bir şey söylemiyorum. “Elektronik iletişim ve haberleşmeden, TV’den, basından sonuna dek yararlanalım, ama aydınlanma, aydınlatma, bilinçlendirme çalışmalarını bununla sınırlı tutmayalım. Biraz da halkın arasına karışalım” diyorum.
Öğrenelim, öğretelim. Bilinçlenelim, bilinçlendirelim. Anlayalım, anlatalım. Köylülerle, esnafla, işçiyle kaynaşalım. Bütünleşelim. Tek vücut olalım.
Halktan ayrı düşmüş aydınların, devrimcilerin, demokratların devrimci mücadelede hiç yeri yoktur. Onlar, kuşdiliyle söylevler veren papağanlara dönüşmüşlerdir.
Toplum karşısında sorumluluk duyan, onun aydınlanmasına öncelik veren herkes yığınlarla bütünleşmeli, önce onların öğrencisi olmalı, sorunlarını dinlemeli daha sonra bilinçlendirme çalışmalarına geçmelidir. Her yazar, her sanatçı, her aydın, her devrimci dilini, bilincini, deneyimini halkın zengin kültürü ile yoğurup birleştirerek, yeniden onlara bilinç taşımalıdır.
Bu işi şeriat ordusunun fedaileri, neferleri çok iyi başarmaktadırlar. Birbirlerine düşmeden, bölünmeden, parçalanmadan, kenetlenmiş bir biçimde, ruh ikizleri gibi anlaşarak ev ev, apartman apartman, sokak sokak, cadde cadde, köy köy dolaşıp kendilerine kul köle olabilecek mücahitlerin sayılarını artırmak için çaba harcıyorlar. Sadaka dağıtıyorlar. Onları ölünceye dek açlığa, köleliğe mahkûm ediyorlar.
Bir zamanlar devrimciler birbirini yerken, onlar, 2002’lerden de önce planlı programlı, bilinçli adımlarla ve sabırla yollarına devam ettiler, bugünlere geldiler.
Yani AKP, gökten zembille inmedi iktidara. Özveriyle çalıştılar.
Bizim tatlısu aydınları ise tatillerini, yazlıklarını, denizlerini, bırakıp bir oylamaya bile gelmediler. Geleceğimizi Amerika’ya ve ılımlı İslamcılara teslim ettiler. AKP kazanırsa bir daha denizin yüzünü, tatili, güneşi, mayoyu da zor görürler.
Türkiye bugün, Namık Kemal’in deyişi ile
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini (anne)? “ diye sorma günlerine döndü yeniden.
Bu şiiri “Kurtuluş Savaşı” yıllarında Millet Meclisi kürsüsünden okuyan bir milletvekiline Atatürk şöyle yanıt vermişti:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!”
Namık Kemal’in deyişi ile “Kara bahtlı anneyi”, yani vatanı kurtarmak için çok geç kalmadan, birleşip, bütünleşmeli, güçbirliği yapmalı, uzun, ince mücadele yollarına düşüp, dördüncü bir gücü meclise sokmalıyız.
ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan, sol olsun, sağ olsun tüm partiler, gruplar, bireyler güç birliği temelinde bir araya gelip; antifaşist, antiemperyalist cephede, ulusal çizgide birleşmeli, vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi mücadele etmesini de bilmelidirler.
ANAYASANIN İLK ÜÇ MADDESİNİ DEĞİŞTİRMELERİNE İZİN VERECEK MİYİZ? - İlk Kurşun Gazetesi