Amerika'nın Felâket Filmiyiz...

Vtnsvr

New member
Hollywood felaket filmlerinin merkezidir.
Bu dünyada düşünebileceğiniz bütün felaketler Amerika”da meydana gelir.

Sonra bir ya da birkaç kahraman Amerikalı, birkaç good boy, bu felaketlerden halkı kurtarır.
Hatta filmin bütçesi elverirse kurtulan dünya olur. Çin’deki bir kadın gülümser, Hindistan'da bütün ahali Amerika adına Nirvana”ya erer.
Filmin reklamı tam olsun diye de başrol oyuncusu bir süreliğine Himalaya dağlarında yoga yapar.
Ama bu felaketleri Amerika filmlerde abartıldığı gibi yaşamaz elbette ki.

Hatta 11 Eylül saldırısına benzer o kadar çok Hollywood filmi vardır ki Osama Bin Ladin namazını kıldıktan sonra bunları seyrederek saldırısını planlamış olabilir. Terörist pilotların uçma kılavuzu yanında bu filmlerden birkaçının senaryosunu da Boston hava limanında unutmaları hiç de şaşırtıcı olmazdı yani.
Osama Bin Ladin’i bir türlü yakalayamayan Amerikalılar filmin senaristinin evinin önünde protesto pankartları açardı.
Ama bu onları filmi görmekten ala koymazdı o başka. Çünkü Amerikalı Holywood’la gelir aşka…

AMERİKALININ İŞTAH HORMONU; TABAKLARDAN MİDEYE BAĞLANAN EN KALIN BORU !!!

Kısaca Amerika da her üç kişiye rahatlıkla bir felaket filmi düşer.
Belki de sakin okyanusun sakin dalgalarının öpüp okşadığı kıtalarında Adrenalin eksikliğini ciddi olarak yaşayan bir ülke nüfusu olarak bu hormon ihtiyaçlarını da bu yolla alıyor olabilirler.

Ah ah… Hormon nakli mümkün olsa bizim hiç istemeden salgılanan adrenalinlerimiz ülkemizin en büyük gelir kaynağı olurdu.
Tıp ilerlesin diye açalım ellerimizi tanrının bize acıyarak baktığı 7 kat yukarıdaki arşa…

Ama Amerika’ da iştah hormonu inanılmaz boyutlarda.
Isı olsa termometreler parça parça. O kadar yani…

Sadece iştah hormonunun azgınlığı nedeniyle ortalama bir ailenin kilosu 700 kg larda seyrettiği için bu heyecan onlara değişik geliyor olabilir.
Yine de film bitince bir fırın tepsisi büyüklüğündeki pizzalarını yemeye koşarlar.
Adam başı bir fırın tepsisi. Yanında dev bir salata, sonra kızartılmış soğanlar, az gelirse bir de steak.
Yalanım varsa 48 saat aralıksız İbrahim Tatlıses dinleyeyim. Roman dansözlere jüri olayım.
Bizim bifteklerimizi üst üste koyun, ağırlıktan yana eğilip bir piza kulesi meydana geldiğini düşünün. İşte o ölçü…
Bu pizzadan sonra sonra bu Piza. Bir de tatlı gerek tabi. Şeker hastası birini anında şeker komasına sokacak kadar şeker yüklü bir tramisu ya ne dersiniz ?

Ben iki kaşık yedikten sonra bizim baklavaların aslında diyet ürünü olduklarını filan düşündüm. Mesela Donat gerçekten
yeme de yanında yat…Yoksa hastanede hep seni bekler bir adet temiz yatak. Donat’ taki şeker miktarı sanırım yoğunlaştırılmış ve sıkıştırılmış bir şeker fabrikası dolaylarında. Fabrika tatilken elbette.

YÖNETİCİLERİMİZİ ISKALA; BAŞIMIZA GELENLERİ FELAKET DİYE POSTALA !!!

Felâket filmlerinden söz ediyorduk değil mi ?

İşte ben bizde yaşanan her olayın Hollywood senaryo yazarlarının iştahını kabartacak kadar heyecanlı bir senaryo olduğunu düşünüyorum.
Mesela su darlığı yaşamak üzereyiz. Barajlar suyunu çekmiş.
Ama dikkat edeceğiniz çok ince bir nokta var. Bu senaryoda belediyenin acizliği nedeniyle suların kesildiğini yazsanız filminiz gişeden döner, siz de köşeyi dönemezsiniz.
Miami Beach te bir bungalov kiralayıp, Paris Hilton'u uzaktan seyredemezsiniz. Suyu kesen etkenler çok başka olmalı.
Teröristler, dünyanın suyunu çeken Marslılar vs…vs…
Çünkü burada belediye acizliği; ya da Melih Gökçek gibi bir şehir eşkiyası olamaz.
İşler yasalar; Amerikalıdan uzak durur böyle insani tasalar !
Amerikan halkı, gerçek hayatta 3 dakika su kesintisi yaşasa, 3. dünya harbi çıktı sanır; ve herkes TV'den Başkan'ın çıkıp halkı sakinleştirmesini bekler.

Tavada kızarttığınız yağdan biraz duman çıksa evinizin içine bir anda yağmur yağdığını görürsünüz.
Üstelik yağmur duası da etmemişsinizdir.

TAVA YANDI; TAVAN AKTI !

Ben Amerika’ya yeni gittiğimde evde yağan bu yağmura neden olacak bir yemek yapmıştım. Tavada yumurta !..

Sonra başımdan aşağı sular aşağı inince “ aman burada da tavan akıyor ” diye pis pis söylenmiştim.
Oysa tavan sadece tava için akmış. Üstelik sadece tavan aksa iyi, canhıraş bir yangın alarmı.
Kulaklarım paralandı; kendimi terörist sandım; belki uykuda gezerken kuleleri ben bombalamıştım.
Haksız da sayılmazdım; uykuda gezmek milletimin DNA'sı.
Çünkü bakın işte, ne olursa olsun kulaklarımızda hep dandini dandini dastananın danası…

Ben kendimi kundakçı sanadurayım bunlar daha kundaktayken böyle yağmurlar yağmış evlerine. 3.dünyalı bir hatun ne anlar
bu konfordan. İstanbul nireee, Amerika nire…
Bir seyreyle The okyanusu; onun yanında The Marmara bir kap su !..

Sonuçta ev yağmuru normal; su kısıtlaması olağanüstü hal !
İşte medeniyetin teknoloji sütunlarında yükseldiği bu kıtada yaşayacağınız ilk ahval…

Düşündüm de bu arada; ben acaba yıllarını reklam senaryosu yazmakla geçirmiş bir yazar olarak şöyle bir senaryo kaleme alsam; MGM'e götürsem; filmdeki aslana yem olmadan Oskar goes to… Yaşayabilir miyim?..

GİTTİ WATER ; OLDUK THE DAY AFTER !

Senaryo şöyle: Yer İstanbul değil New York.
Film bir kadının duş yapmak için banyoya girip çığlık atmasıyla başlar:
- Oh my god ! Water is gone !. World war three has began !
(Tanrım sular gitmiş. 3. Dünya Savaşı başladı ! ...)

Sonra bir bakarız acile hastalar gidiyor, yakın plan elini yıkamak için suyun altına tutan doktorun elleri sabunlu kalıyor.
Doktorun perişan yüzü.
Acilden döndürülen kan revan içinde hastalar.
Hatta biraz daha eksajere etmek için bir hasta yakını ortalıkta gezen bir afacanın su tabancasını alıp hastaya su içirir.
Bu arada bir başka afacan kaynar sudan haşlanmış olarak gelir; kapıdaki görevli “ Ulan biz su bulamazken sen haşlanacak kadar suyu nereden buldun ” diye onu haşlar ve geri çevirir.

Belediye reisi Başkan'la görüşür. Halka suların birkaç gün gelmeyeceğini başlarının çaresine bakmaları söylenir.
Başkan başını iki elinin arasına alarak düşünür. Başkan yardımcısı halka metin olmalarını söylemek için kameraya döner.
Bir gözünden yaş süzülmekte.

İşte burada filmin türüne göre bir kahraman çıkar. Bu kahraman eğer bilim adamıysa bir formül geliştirerek deniz suyunu içme suyuna çevirir.
Astronotsa bir yağmur bulutuna dalıp orada infilak eder, aşağıda kalan Kızılderili kızı başını bilim adamı bir zencinin omzuna yaslar, zenci de ona: “ Baban boşuna ölmedi ” der.
Kız gururla gülümser:
" - I know " der. Sonra ikisi o ünlü Kırmızı ve Siyah romanının filmini çevirir.
Sıkıcı bir sanat filmi olduğu için sadece Fransa’ da gişe getirir.

Kahramanımız hapisten kaçmış bir serseri ise birden her şeyi unutur, kaçmak için kazdığı tünele geri döner, oradaki boş su borularını yakındaki bir nehre bağlanacağını bulur, icat eder, uydurur her neyse, ama asla ve asla Belediye başkanı MR Meylıh Gokçeyk' in hiçbir hatası, uyuması, boş vermişliği olamaz bu.
Olsa da filmin sonunda hainin kimliği anlaşılır: gerçeğinin klonu…

Filmin bütçesine göre bir de salgın hastalık çıkar. Bu salgın hastalık oralarda çoktan unutulmuş kolera, tifo, dizanteri olabilir.
Doktorlar bunu anlamakta çok zorlanırlar ama o sırada orada bulunan ve Afrika’dan yeni dönmüş bilim adamı bu mikrobun geri kalmış ülkelere mahsus bir mikrop olduğunu söyler.

Aşı için Afrika ülkesine müracaat; aşı gelir.
Afrika’dan gelen doktor yeniden ormanlara dönmek üzere uçağa binerken arkada kalan gözü yaşlı bir hemşire sorar:
- Neden dönüyorsun ?
Afrikalı misyoner hafif bir gülücük ama çok seksi bir bakışla kadını yanıtlar:
- My Mission is not finished. (Görevim bitmedi...)

Kadın da son anda uçağa biner. Birlikte giderken - THE END - yazar.

Şimdi daha da eminim, biz bu senaryoda yöneticilerin aymazlığını es geçip, bunu teröristlere filan bağlarsak Hollywood anında kapar.
Tekrar ediyorum; örneğin Konya’daki kız yurdunun yıkılmasını hain ve aldırmaz bir müteahhide, kahpe bir idareciye bağladın mı dedim ya inanmazlar; böyle hainler ancak bizde çıkar.
Hollywood mantığında bir gerçeküstü hain bulmalısın…
Üstelik bir Pan Amerikan’ a binip geldiklerinde 5 krş figüran parası ödemeden hastalar, doktorlar, hasta yakınları, çaresiz yüzler gırla…Çek çek kullan.

Film olmazsa CNN' e verirsin haber olur; Amerikalılar “ Bak herkes bizden öğrendi film yapmayı ” der, Beyaz Saray’a doğru viski kadehini kaldırır.

Durum budur sevgili okurlar.
Yani biz para kazanmayı bilmiyoruz: Yazsana şu senaryoyu, yollasana bir Amerikan film stüdyosuna.
Figüranlar bedava ve gerçek; hadi belediye başkanı olmasın da baş rolde oynasın; Melih Gökçek !..

EDİSON’A RAHMET OKUTAN BİR ELEKTRİK NAKLİ; ELBETTE Kİ TÜRK’ÜN AKLI …

Bir gün gerçekten elektrikler kesildi. Tam 5 saat. Ben de havalara girmişim ya, savaş boyalarımı çıkardım.
Ama oğlum elektrik parasını ödemeyi unutunca kesmişler.
Biz tabii bu durumda Amerika tarihine geçme fırsatını kaçırmadık, koridordan kaçak elektrik çektik.

Bunu asla akıl edemeyecek birkaç saf Amerikalıya koridordan elektrik yaratma projesi olarak satsak ne paralar kazanırdık kim bilir?
Sadece o evde bile buluşumuzla birkaç yıl idare ederdik.

Ama oğlum beni engelledi. Elimde bu proje ile ilgili çizdiğim taslakları, grafikleri fiş ve prizleri aldı.
Ertesi gün parayı ödedi. Bu aptal oğlan hastane mi karıştı acaba? Ya da 15 yıldır Amerika'da Türklük bilincini, her şeye anında çare üreten yüksek düşünce yeteneğini mi yitirdi?
Yoksa yavrumun beynini mi yıkadılar, onu salak yaptılar, bilemem.

OSKAR GOES TO…AMA VİCDANLARDA KALACAK ONCA TORTU !!!

Felaket filmlerinde suçluyu yöneticilerin ihmaline dayandırırsak inanılmaz demiştik değil mi?
Oysa güzel yurdumda tam tersi…
Elbette teröristimiz de var. Güngören’de yaratılan mahşerin ilk akla getirdiği bu kırılası eller.
Ama ya çöken binalar, ya iki şiddetindeki bir depremde bile iskambil kağıdı gibi devrilip, insan hayatıyla kumar oynayanları su yüzüne çıkararak bize en kara lekemiz olarak gösterenler…

Allah'tan Ergenekon var. Ne malum İlhan Selçuk ya da Mustafa Balbay’ın bi omuz atıp devirmedikleri binayı.
Belki dışarıdaki Ergenekon’lar yapmıştır. Org'lar içerde ama dışarıda kaldı tümeni, taburu, alayı…

Amerika bizdeki felaketlerin nedenini olmadık kahramanlara bağlayarak senelerce film yapar…
Hatta felaketlerin illa ülkelerinde olmasını istemezlerse, o zaman bizim belediye başkanlarımıza, valilerimize, tüm yöneticilerimize de acaip iş çıkar… Gelip burada çekerler filmi.
Törende mikrofondan duyulur sunucunun ilahi sesi… Bütün dünya duyar.

- Oscar goes to: Gerçek hainler, gerçek alçaklar…

Sevda KAYNAR
 

HTML

Üst