Allah (c.c) bizimle beraberdir

ibrahimdag

New member
O gün Sevr Mağarası‘nın kapısına kadar Kureyş‘in azgınları silahlarıyla birlikte gelmişti. Ebubekir (r.a.) Efendimiz, bir insan olması hasebiyle çok üzüldü. Ve şöyle dedi:

- Ey Allah‘ın Resulü! Düşmanlar gözünü çevirip aşağıya baksalar bizi görecekler. Ben öldürülürsem nihayetinde bir tek kişiyim, ölür giderim. Ama sen öldürülürsen bir ümmet helak olur, silinir gider.[Buhari. Menakıb, 2; ibn Sa‘d. III. 1 74]



Bu üzüntüsünü giderecek şeyin ne olduğunu, Resulullah Efendimiz (s.a.v.) kendisine hatırlattı.

İki cihan serveri, sevdiği arkadaşını bir an olsun nefsi ile baş başa bırakmamış, onu orada o an terbiye etmiştir.

Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:

“Hani onlar mağaradaydı. O, arkadaşına şöyle diyordu: Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.“(Tevbe. 40)Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Ebebekir (r.a) Efendimize şöyle buyurdu:

“Ey Ebubekirl Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında sen niçin endişe ediyorsun!?“(Buharı, Tefsir, 9; Müslim, F.Sahabe, 47)

Bunun anlamı şudur:

“Ey Ebubekir! Cenab-ı Allah‘ın bizimle beraber olduğunu düşün, O‘nu hatırla, O bizi asla yalnız bırakmaz, yeter ki sen O‘nu bırakma.“

Tefsir sahipleri burada Hz. Ebubekir (r.a) Efendimiz‘e özel manevi destek indirildiğini beyan etmişler, ‘Bunun üzerine Allah ona sekînetini indirdi onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi‘(Tevbe, 40) ayetinde, sekinetin kimin üzerine indirildiği hususunu şöyle izah etmişlerdir.

“Sekinet Allah‘ın rahmeti ve yardımı demektir. Üzerine Allah‘ın yardımı indirilen hakikatte Hz. Ebubekir (r.a.) Efendimiz‘dir. Çünkü mağaranın kapısına kadar gelenler, Resulullah Efendimizi (s.a.v.) öldürecekler, Allahu Tealâ‘nın dini yok olacak diye gerçekten korkan Hz. Ebubekir (r.a) Efendimizdir.(Kurtubi, Tefsir, VII, 78; Ebussud, Tefsir, IV, 66) Ayette geçen ve ‘Üzülme Allah bizimle beraberdir‘ diyen ise, Habib-i Hûda Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir. O‘nun gönlü bir peygamber olarak hakikatte mutmaindir.(Ebu Hayyan, Tefsir, V, 422; Âlusî, Tefsir, V, 289)

Başımıza bir musibet, bela geldiğinde, dara düştüğümüzde Allahu Tealâ bize yetişir. Biz bu hâli, yaşarsak Allah bize yakındır. O şah damarımızdan bize daha yakındır. Yeter ki biz O‘na yakın olalım. Allahu Tealâ ile her an beraber olan kimseye, beşeriyetin gereklerinden olan üzüntü, boş düşünceler tesir etmez; tesir etse bile kalbinde iz bırakmaz. Çünkü Allah‘ın azameti gönülde tecelli edince, üzüntü yok olur gider.

Vaktiyle Kataroğlu diye bilinen çok zengin bir bey vardı. Ata biner, kuşanır, semt semt dolaşırdı. Ancak köse idi. Bir gün Fatih‘in hocası, Akşemseddin Hazretleri‘nin oğlunun huzuruna geldi:

- Allah aşkına, babanın hatırına, dua et sakalım olsun, dedi.(Nebhanî, C. Kerâmatil Evliya, II, 513)

Akşemseddin Hazretleri‘nin oğlunun adı Nur‘ul Hûda idi; Kataroğlu‘nun yüzüne baktı, elleriyle onu sıvazladı ve şöyle dua etti:

- İnşaallah dediğin olur!

Kataroğlu ertesi gün sakallarının uzadığını gördü.

‘Allah bizimle beraberdir‘ demenin anlamı işte bu. Nur‘ul Hûda Hazretleri, Allahu Tealâ ile her an beraber olduğu için duası makbul oluyor, istekleri geriye çevrilmiyor, Allah‘ın hatırlı kulları arasında bulunuyor.

Burada bizim eksikliğimiz ise şudur: Nur‘ul Hûda Hazretleri‘nin, Allahu Tealâ ile olan yakınlığı gibi bizim yakınlığımız yok!

Kataroğlu bey idi, dedik; çok zengindi. Bu yüzden gönlünün istediği gibi simsiyah sakalları olunca memnuniyet göstermek için, Nur‘ul Hûda Hazretleri‘nin yanına tekrar geldi. Altın sırma işlenmiş bir cübbeyi Nur‘ul Hûda Hazretleri‘e hediye etmek üzere getirmişti. Nur‘ul Hûda Hazretleri hediyeyi kabul edip teşekkür etti. Ama şunu kendisine hatırlattı:

“Allah adamına sırmalı kaftan yakışmaz“

İşte bu sözüyle o zat, ziyneti terk ediyordu. Eğer bu zat, o anda Allahu Tealâ ile beraber olmasaydı, bu ziyneti terk edemezdi, ona rağbet ederdi. Allahu Tealâ benimle beraber ve beni görüyor demenin, tasavvuf ilmindeki adı ihsandır. Tasavvuf, insana, ihsanın ne demek olduğunu idrak ettirir.

Ebu Nuaym el-isfehânî tasavvufu şöyle tarif eder:

“Tasavvuf, matluba ermek için mahbuba rağbet etmektir.“(Ebu Nuaym, Hılye, I. 1 10)

Matlub, istenilen, beklenilen, müminlere göre maksat olan husustur. Mahbub ise, Allahu Teâla‘dır. Allah‘a rağbet etmek, O‘na yönelmek her kulun görevidir. Tasavvufi hayat, mahbubun yolunda, canı, malı ve sahip olduğu her şeyi feda edip günahlardan arınmaktır.

El-isfehânî Hazretleri, tasavvufu yukarıdaki şekilde tarif ederken, Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Fatıma validemizin hayatlarından verdiği şu hadiseyi delil olarak anlatır:

Hz. Ali ile eşi Fatıma validemiz, işlerinin çokluğundan, bu konuda yalnızlıklarından dolayı çok zahmet çekiyorlardı. Hz. Ali Efendimiz (r.a), Fatıma validemizin, Rasulullah (s.a.v) Efendimize gidip, gelen esir ve cariyelerden bir hizmetçi istemesini söyledi.

Cennetin dört büyük kadınından biri olan kıymetli validemiz. Peygamber .Efendimiz (s.a.v) Efendimize gelmiş ama edebinden bu isteğini dile getirememişti, işte o zaman Fatıma validemiz, Allah ve Resulüne olan muhabbetinden dolayı hizmetçi isteme sevgisi gönlünden kesilivermişti, bu yüzden bir şey diyemedi.

İkinci gelişinde de aynı durum oldu. Üçüncüsünde Hz. Ali Efendimiz ile birlikte geldiler. Hz. Ali (r.a) Efendimiz:

“Ey Allah‘ın Resulü! işlerimizde bize yardımcı olması için, hizmetçi istemeye geldik“ deyince, Rasulullah (s.a.v) Efendimiz onlara şunu söyledi:

“Sizin için kırmızı develerden daha hayırlı olanını söyleyeyim mi?“

“Elbette, Ey Allah‘ın Rasulü!“

“Uyumak istediğiniz vakit, 33 defa subhaneHah, 33 defa elhamdülillah, 33 defa Allahü Ekber ve peşinden, Lâ ilahe il-lallahu vahdehü lâ şerike lehü‘ zikrini söyleyerek yüze tamamlayın. Su zikirleri yaptığınız takdirde, bin sevap kazanarak yatar, sabahleyin de bin sevap kazanarak uyanırsınız.“

Hz. Ali (r.a) Efendimiz şöyle demiştir:

“Ben ömrümde bir defa bile bu zikirleri terk etmedim. Ancak Sıffin gecesinde söylemeyi unuttum. Ama gecenin sonunda hatırlayınca yine bu zikri okudum.“(Ebu Nuaym, Hılye, I. 111; Zebîdî, i. Sâde, VII. 509)

İşte Hz. Ali (r.a) Efendimiz, rahatlık yerine kendilerini Allah ve Rasulüne yaklaştıracak bu ameli tercih ettiler. Çünkü bu, onlara daha sevimli geldi ve Allah‘ın rızasına rağbet ettiler. Onun için Allahu Teâla‘yı hatırlayarak ‘Mahbubu‘ asıl maksat bildiler, asla unutmadılar. Gönüldeki isteklerini, Allah‘a kavuşmak için karşılığını cennette almak üzere terk ettiler.

Şu halde tasavvuf, Allah yolunda ibadet ve kulluğu sevmek için günahları çirkin görmektir. Onlardan tiksinmek ve günahlar güzel görünse bile asla onlara rağbet etmemektir. Yaptığımız ibadetlerin sonucu, olarak şunları kalbimizde bulmalıyız:

1- Kalbimiz ıslah oldu mu?
2- Allah‘a yönelmek, dünyaya yönelmekten daha sevimli geliyor mu?
3- Arzu ve istekleri, Kur‘an ve Sünnetin ölçüsünde yapabiliyor muyuz?
4- Arzularına karşı koyarken yapmakta olduğumuz nefsin terbiyesi, kalbimizde ilâhi huzur meydana getiriyor mu?


SEMERKAND DERGİSİ

Hizmet Nimettir. Gavs'ı Sani (k.s.)
 

HTML

Üst