Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ni süsleyen harika bir heykel vardır. Onu yapan sanatkarın atölyesi eski bir pansiyonun tavan arsı imiş. Paris’te, şiddetli bir kış gününde, buz gibi soğuk odasında sabahtan akşama kadar çalışarak eserini bitirmiş. Tam yatmış uyumak üzereyken, gecenin ayazında kilin içinde kalan hava kabarcıkları buz haline gelirde heykeli bozar diye yatağından fırlamış, sırtına büründüğü biricik yorganı heykele sarmış, böylece kıymetli eseri kurtarmıştı. Fakat sabahleyin odasına gelenler kendisini eserinin yanında donmuş bulmuşlardı.
Bir heykeltıraş eserini böylesine severse; Allah yarattığı insanı söyleyin nasıl sever!..
Bu kısmi bir başLangıç hazırLayacağın ödev için
Araştırmaya başLadım daha detayLı biLgiLerLe devam ettireceğim inşallah
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Allahu Teâlâ Kehf Sûresi'nin 17. âyetinde hidâyet hususunda şöyle buyurmaktadır:
"Allah kime hidâyet verirse, işte o Hakk'a ulaşmıştır. Kimi de hidâyetten mahrûm ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın."
Cenâb-ı Hakk ilk önce kulunu sever. Sevince, onun kalbine sevgi tohumunu atar. Böylece Rabbü'l-Âlemîn o kulu sevdikten sonra ona hidâyeti nasîb eder. Böylelikle onun günahlarını affeder; velev ki en büyük günahları irtikab etmiş olsa bile. Artık kul Cenab-ı Hakk'a sevgi duyar.
Bundan sonra Cenâb-ı Allah kulunu kendisine çeker. Hazret-i Allah (c.c) mekândan münezzeh olduğu için o kulunu Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz'in vâsıtası ile çeker. Artık o kul Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'i aramaya başlar. Eğer o kulun Allahu Azîmüşşânı dost edinme nasîbi varsa o kulu Efendimiz (s.a.v)'in kontrolünde bir dostuna havâle eder. O Allah dostu onu mânevî olarak terbiye ederken kalbindeki Allah sevgisinin nüvesini yeşertmeye başlar. Böylece Allah sevgisi onun kalbinde yeşerir.
Nitekim Cenab-ı Hakk bir hadîs-i kudsîsinde Hazret-i Dâvud (a.s)'a hitâben: "Ey Dâvud! Benim dostuma dost ol, düşmanıma düşman ol. Ve beni kullarıma sevdir." buyurduğunda Hazret-i Dâvud (a.s): "Yâ Rabbi! Dostuna dost düşmanına düşman olurum. Ama sen Rabbü'l-Âlemin iken ben senin kullarını sana nasıl sevdireyim?" demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Allah (c.c): "Yâ Dâvud! Benim kullarıma sen benim afv ve rahmetimden bahset. Ben onların kalbindeki sevgi fidelerini yetiştiririm." buyurmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İslâm'da Allah'la kulları arasındaki sevgi karşılıklıdır. Allah kullarını sever, kulları da onu severler. Kur'an şöyle der: "Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" (el-Mâide 5/54). İslâm inancına göre Allah Teâlâ vedûd ve velîdir. Yani mümin kullarını çok sever ve onları dost edinir.
Kur'an'da Allah'ın hangi kullarını sevdiği şöyle açıklanır:
"Allah âdil olanları sever" (el-Mümtehine 60/8; el-Hucurât 49/9). "Allah temiz insanları sever" (et-Tevbe 9/108; el-Bakara 2/222). "Allah takvâ sahibi kullarını sever" (Âl-i İmrân 3/76, et-Tevbe 9/4, 7). "Allah ihsan sahibi dürüst kişileri sever" (Âl-i İmrân 3/148, el-Mâide 5/13, 93). "Allah tevekkül ehlini sever" (Âl-i İmrân 3/159). "Allah sabırlıları sever" (Âl-i İmrân 3/146). "Allah tövbe edenleri sever" (el-Bakara 2/222).
Yüce Allah, Peygamberimiz'i herkesten çok sevdiği için ona "habîbullah" (Allah'ın sevgilisi) denilmiştir (Tirmizî, "Menâkıb", 1). Nitekim Hz. İbrâhim için de "halîlullah" (Allah'ın dostu) ifadesi kullanılmıştır.
Burada sözü edilen adalet (kıst, vera'), temizlik, takvâ, ihsan, tevekkül, sabır, tövbe tasavvufun temel kavramlarıdır. Sûfiler ve velîler Allah'ın sevgili kulu olma mertebesine ermek için bu hususları büyük bir özenle gerçekleştirmeye çalışır, ilâhî sevgiden mahrum olmamak için bunların zıddı olan hususlardan dikkatle kaçınırlar. Çünkü Allah zâlimleri, kafirleri, günahkârları, kibirlileri, hâinleri, bozguncuları, müsrifleri, saldırganları sevmez (eş-Şûrâ 42/40, el-Bakara 2/176, en-Nisâ 4/107, el-Hadîd 57/23, el-Hac 22/38, el-Mâide 5/64, el-A`râf 7/31, el-Mâide 5/87).
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Allah Yarattıklarını Sever
Allah, yarattığı varlıklara karşı çok şefkatlidir. Onları korur, kollar. Onların her türlü ihtiyaçlarını karşılar. Yaşamlarını devam ettirebilmeleri için ne gerekiyorsa Allah, onların hepsini canlılar için hazırlamıştır.
Allah’ın pek çok güzel ismi vardır. Bunlardan biri Rahman, diğeri Rahim’dir. Her ikisi de yaratılan varlıklara karşı Allah’ın son derece şefkatli ve merhametli olduğunu anlatmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz diyor ki:
“Allah’ın yüz rahmetinden sadece birini dünyada yaşayan annelerin kalbine koymuştur.”
Biz annelerin yavrularına karşı ne kadar sevgiyle dolu olduklarını biliyoruz. Canlılar içinde bütün annelerin kalbindeki sevgi Allah’ın rahmetinin sadece yüzde biri kadar ediyor. Allah ne kadar sevgi doluymuş değil mi?
Ancak Allah, O’nun büyük nimetlerine karşı saygısızlık edip, kendilerini sorumsuz sayan kimseleri sevmez. Çünkü bu kimseler Allah’la olan bağlarını saygısızlıkla koparmışlar, O’nun mülkünde yaşadıkları halde O’nu yok sayıp başka tanrılar uydurmuşlardır. Bu elbette Allah’a karşı yapılmış çok büyük bir küstahlıktır. Yine de Allah çok merhametli olduğundan bu gibi kimseleri hemen cezalandırmaz. Onların yaşamlarına devam etmesine izin verir. Nimetlerini onlardan esirgemez.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“(Ey Peygamber! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran 31)
Bu ayetten açıkça anlıyoruz ki, Allah’ın bizi daha çok sevmesi ve öbür dünyada cennetine alması için Allah’ın ve Peygamberimizin buyruklarına uymamız gerekmektedir.
Anlatım: Dr. Ali Kuzudişli