Alın Size çete

64general1

New member
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
1,720
Reaction score
0
Puanları
0
ALIN SİZE ÇETE
1zcppg8.jpg


Yazar M. KARABULUT
Çarşamba, 30 Ocak 2008


ALIN SİZE ÇETE

I- KİMİN ÇETE OLDUĞUNU ANLAMANIZ İÇİN
II- BUGÜN TBMM, FENER RUM KİLİSESİNİN EKÜMENİKLİĞİNE "MAL TEDARİK ETMEK" İÇİN TOPLANIYOR!
Evet, Türkiye'de devleti'nin gücü ve olanaklarını, "devletin aleyhine" kullanan bir yapılanma var. O yapılanmanın adı FGÖ'dür. Bunu ben değil, zamanın AKP'li Adalet Bakanı, şimdi ise Başbakan Yardımcısı olan Cemil Çiçek söyledi. Bende dava açtım, ayrıntı ve şok gelişmeler çok yakında...

Neyse, adı geçen yapılanma, okyanus ötesinden alınan talimat gereği, bir suç örgütü yaratarak, Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliğinin yolunu açmak için operasyon yaptı. Hedeflerinde, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi vardı. Çünkü bu kilise Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarından birisi olduğu gibi Fener Rum Kilisesi'nin istediği "EKÜMENİKLİK gibi siyasi yasal statü önünde de en büyük" engeldi. Onun için, gözden düşürülerek ortadan kaldırılmalıydı. O çok bilinen yöntemler ile gözaltına alma ve tutuklama süreci başlatıldı. Sonrasında ise basın-yayın organları Fener Rum Kilisesi'ne "taraf" olarak, başladılar yasalar önünde Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni zehirlemeye.

Bunlara akıl vererek tarihi kendi çıkarları için değiştirmek isteyenler ise "etnik bakiye sendorumu" yaşayanlardır. Onların varlığını ise 27 Ocak 2008 Taraf ile Yeni Şafak gazetesi ve 30 Ocak 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde yapılan haberlerde görebilirsiniz.

Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliği için;

1- Yeni Şafak gazetesi, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne 50 milyon dolar geldiğini yazdı.

- Hangi banka hesabına, hangi ülkeden ve yapılan aramalarda ne kadarının ele geçirdiği ise yazılmadı.

2- Taraf adı ile hareket eden gazete, "Ergenekon kilisesi" manşetini atmaktan çekinmedi ve "Kilisenin ‘cemaati' Ergenekon" dedi.

- Sonrada aynı sayfada, "cemaati yok" başlıklı habere ile sıra "can alıcı" noktaya getirdi. O da, Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi'nin mal varlığı idi. Ona da açıklık getirmek gerekirse Türkiye'deki azınlık-cemaat-mülhak vakıfların mülkiyet durumu için 10 Haziran 1936 yılında kabul edilen yasaya göre; 1-16 Şubat 1912-1936 tarihleri arasında tapu kayıtları ile birlikte beyanname verenler bugün sahip oldukları mülkleri idare etme konusunda bir anlamada yetkilendirildi. Bugün Türkiye'de aynı konumda olan 168 adet vakıf bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Bağımsız Türk Ortodoks Kiliseleri Başpapazlığı Vakfı'dır.

Başka bir örnek verecek olursak, koskoca Yeni Roma'nın Ekümenik Kilisesi olan Fener'in İçişleri Bakanlığının resmi bilgisine göre, İstanbul'da "79 kilisesi" var ve bunların ancak on tanesinde ayin yapabilmektedir. Hatırlarsınız iki gün önce Erdoğan, Yunan başbakanına Rum vatandaşları gelsin demişti... Yine patrikhane olarak bilinen Fener Rum Kilisesi'nin bulunduğu yer "Aya Yorgi Kilisesi Vakfı"na aittir. Açılması istenen mektebin ise "Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı" vardır. Kısacası en son Lozan'da "din" ayrımına göre yapılan azınlık tanımlaması ile ülkemizde bulunan "dini azınlıklar" yaşamlarını 1936 yılında çıkan kanun ile yasal düzenleme getirilmiştir.

Cemaatine gelince, Papa Eftim 1964 yılında ikinci hatayı yapan seksen altı bin Hristiyan'ı Yunan uyruklu diye Yunanistan'a yollanmasına karar verildiği günlerde İNÖNÜ ile Taşlık'taki evinde görüştü... Eftim uzun görüşmenin ardından İNÖNÜ'ye hitaben, "Lozan'da bir hata yapıldı, ikinci hata yapılmasın, Yunanistan'a yollanacak olan seksen altı bin kişinin yalnızca 15-20 bin kişisi Yunan uyrukludur", dedi. Fakat etkili olamadı. Papa Eftim bunun üzerine, daha önce de büyük uğraşlar verdiği 1923-1927 mübadelesini de dikkate alarak, İsmet İNÖNÜ'ye hitaben yazdığı mektup'ta "...ATATÜRK'ün silah arkadaşı olmasaydın, seni vatan haini ilan ederdim" diyecekti... Bugün ise resmi olmayan rakamlar göre 15-16 milyon Türk Hristiyan vardır. Bu sayı Fener Rum Kilisesi'ne bağlı ve resmi olarak verilen 6 milyondan çoktur.

3- Gelelim, sol köşesinde Atatürk ve altında "Türkiye Türklerindir" yazılı Hürriyet gazetesi'nin bugünkü(30 Ocak 2008) "Cemaati değil malı olan patrikhane" haberine. Haberin tek amacı, Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliği için Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi'ni zehirlemektir.

- Bugün TBMM Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliğine mal tedarik etmek için toplanıyor gündeminde ise açık oylama ile "- 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98) (Dağıtma tarihi: 28.1.2008)" İçtüzüğün 91 inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi yapılacaktır... Bu haber Hürriyet gazetesinde yoktur ama "Cemaati değil malı olan patrikhane" diyerek yok edilmek istenen Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni zehirleme haberi vardır. Sayın Hürriyet gazetesinin amirallerinin bu haberle ne yaptığını ben söyleyeyim, Türk Milletine, Laik Türkiye Cumhuriyeti'ne ve onun değerlerine saldırıyorlar. Anlaşılmaması için de "Türkiye Türklerindir" diyorlar... Daha da ötesini anlamak için, Hadi Uluengin'in bugün yazdığı "Kefe'den çeteye" başlıklı yazısının mutlaka okuyun.

Son olarak;

Ergenekon soruşturması adı altında basın yayın organlarında çıkan haberlere göre N. Hablemitoğlu cinayetini de adı geçen çetenin işiymiş. Bu konuya dikkat çekmek için 16 Aralık 2007 günü hedefleri Necip'in can dostu Ergün POYRAZ'ı biraz daha içeride tutmak olduğunu belirterek, YARGI'DAN NECİP HABLEMİTOĞLU'nun KATİLLERİNİ SORUYORUZ... başlığı ile aşağıdaki duyuru www.tepkimiz.net de yayınlanmıştır.

Değerli bilim adamı ve vatansever Doç.Dr.Necip HABLEMİTOĞLU'nun katillerinin bulunması için namus sözü veren dönemin Başbakan'ı Abdullah GÜL'den, vatanseverlerin üzerine Atlantik ötesinden düzenlenmiş operasyonlarla yıldırım gibi inen emniyet'ten ve yargı'dan;

Milli Şehidimiz Doç. Dr. Necip HABLEMİTOĞLU'nun katledilişinin 5.yıldönümünde 18 Aralık 2007 tarihinde, saat:12.00'de Sultanahmet Adliyesinin önünde yapılacak basın açıklamasında namus sözlerinin yerine getirilmesini, kamuoyunca çok iyi bilinen cinayetten sorumlu ajan tarikat odaklarının elini kolunu sallayarak dolaşmasına rağmen, provokatörlüğü meslek edinen bu kesimlerin, neden üzerine gidilmediğinin hesabını hep birlikte soralım.

BÜYÜK HUKUKÇULAR BİRLİĞİ

Yer: İstanbul Adliyesi
Tarih: 18 Aralık 2007
Saat: 12:00
Bilgi: 0212 523 18 18

Bir bilgi daha vereyim, Ergün Poyraz "Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla El Ele)" isimli kitabında Hablemitoğlu cinayetini bütün ayrıntıları ile yazdı. Kitabını da "Kemal'in askerleri E.Binb. İhsan Güven ve Dr. Necip Hablemitoğlu'na" adadı. Bu arada "E.Binb. İhsan Güven'de kimmiş" dediğinizi duyar gibiyim. Kendisi Türkiye'nin yer altı kaynaklarını en iyi bilen kişilerden birsiydi. Bildiği içinde 3 Mayıs 2004 günü öldürüldü. O gün hedefte Ergün Poyraz'da vardı ama evden 1 saat önce çıkınca kurtuldu... Dahası Sevgi Erenerol'un babası olan Patrik Selçuk Erenerol 18 Aralık 2002 günü oğlu kadar sevdiği Hablemitoğlu'nun ölümüne dayanamadığı için bir güne sonra vefat etti. Şimdi Selçuk Erenerol'un kızının, Hablemitoğlu'nu öldürdüğü de iddia edilen Ergenekon çetesinde tutuklu... Kimin "çete" olduğu anladınız mı?
 
Herkes hain, onlar vatanseverdi. Örgütlerine bu ismi veriyor, kendilerine ulusalcı diyorlardı.

Farklı ideolojik referansları olsa da ulusal duyarlılıkları onları bir araya getiriyordu. Çünkü vatan elden gidiyordu. Her yola başvurarak bu gidişe dur demek, onların göreviydi.
Misyonerler hızla Anadolu'ya yayılıyordu. Kürtçüler gemi azıya almıştı. Vatan toprakları yabancılara satılıyordu. İkinci Cumhuriyetçiler, liberaller Cumhurtiyet'in temellerine dinamit yerleştiriyordu. İslamcılar, ABD ve Avrupa ile işbirliği halindeydi. Hepsi dış güçler tarafından fonlanıyordu. AB'nin hedefi Türkiye'nin bağımsızlığına son vermek, ABD'nin amacı BOP çerçevesinde ülkeyi bölmekti.

Herkes dış düşmanlarla işbirliği içinde, ama onlar bağımsız ve tamamen yerliydi. Türkiye dışında hiçbir adresle irtibatları yoktu. Zaten sloganları 'tam bağımsız Türkiye' idi. 'Vatandaş Türkçe konuş' kampanyaları düzenliyor; Türk bayrağını ellerinden, Onuncu Yıl Marşı'nı dillerinden düşürmüyorlardı. Vatan için ölmek ve öldürmek için yemin ediyorlardı. Millete mal olmuş ne kadar şahıs, kurum ve düşünce varsa, hepsini sadece onlar doğru anlıyor ve temsil ediyordu.

Hayatı, siyah-beyaz lenslerden okuyanlar için kafa konforu sağlayacak bir bakış açısıydı bu. Gri tonlara yer yoktu. İnsanlar veya ülkeler ya dost ya da düşmandı. Küreselleşme karşısında ayakta durmakta zorlanan herkes için kurtuluş reçeteleri hazırdı.

Ama bu onların halka bakan yüzleriydi. Bir de aynanın arka tarafında kalan yüzleri vardı. Ayna önünde ne kadar bağımsız ve ne kadar saf görünüyorlarsa, arka tarafta o kadar bağımlı ve karmaşık ilişkilere sahiptiler.

Hasımlarını ABD ile iş tutmakla suçluyorlardı. Ama kendileri arka kapıdan Washington'a gidiyor ve en karanlık isimlerle temas kuruyorlardı. Mesela, bu çevrelere yakın batık bir banka patronu ile adı darbelerle anılan Karanlıklar Prensi Richard Perle arasından su sızmıyordu. Bazı lobileri destekleyerek, bazı gazetecileri bağlayarak Türkiye'deki sivil iktidarı çökertme planları yapıyorlardı. İktidarı 'İslamofaşist' ilan ediyor; askerî darbenin eli kulağında olduğu dedikodusunu yayıyor; İran ve Suriye ile ilişkilerinden dolayı AK Parti'yi hedef gösteriyorlardı. Ulusalcıydılar, ama kendi hükümetleri aleyhine yurtdışında plan çevirmekte sakınca görmüyorlardı. ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz, bu karanlık çabaları bir yazısında şöyle zikrediyordu: "Washington'a gelip Amerikan yönetiminden AK Parti'nin altındaki halıyı çekmesini isteyenler var."

Ama onların bu ulusüstü bağlantılarını bilenlerin sayısı sınırlıydı. Geçen yaz Hudson Institute'da yapılan bir toplantı sayesinde, geniş kamuoyu bu kafadakilerin gerçek yüzünü gördü. Konuşulanlar deşifre oldukça, insanlar irkildi. Kamuoyu önünde düşman ilan edilen çevrelerle kapalı salonlarda bir araya geliniyordu. Taksim'de 50 kişinin öldürülmesi ve eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast gibi korkunç senaryoları konuşuyorlardı. Daha ilginci, Irak'taki PKK elebaşılarının teslimi gibi ulusal bir konuya bile seçimde AK Parti'ye yarayacağı gerekçesiyle karşı çıkıyorlardı.

Aynı çizgiden başka bir grup, Moskova'ya gidip iktidarı yıpratma adına Türkiye aleyhine akla hayale gelmedik iddialar uyduruyordu. Rus medyasının önüne çıkan İşçi Partili Semih Koray, Çeçenistan, Çin'in Sincan bölgesi ve New York'taki ikiz kulelere saldıran teröristlerin Türkiye'deki kamplarda yetiştirildiğini söylüyordu.

Ergenekon operasyonu sayesinde bu grupları şimdi daha yakından tanıyoruz. Misyonerlere karşı savaş açan bu grubun, düzenli toplantılarını kilisede yaptığı anlaşılıyor. Kilise sadece toplanma yeri değil, uluslararası parasal bağlantıların da merkezi. Ulusalcı ve tam bağımsız Türkiye yanlısı örgüte, yurtdışından 5 yılda 50 milyon dolar gelmiş. Para, Türk Ortodoks Kilisesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol üzerinden 'bağış' adı altında yurda sokulmuş. Ulusalcı örgüt, bu parayı Türk-Kürt çatışmasını kışkırtarak, ulusu 2009'da bir darbeye hazırlamak için yapılacak suikast ve bombalı eylemler için kullanacakmış.

Ulusalcı örgütün gizli servislerle ilişkisi de hayli güçlü. Medyaya yansıyan haberlere göre Kuvva-i Milliye Derneği başkanı emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ'ın CIA ve MOSSAD ajanlarıyla telefon görüşmeleri ve e-mail trafiği belgelenmiş. 'Alman gizli servisi BND ile irtibatı sağladıkları' gerekçesiyle iki isim gözaltında alınmış. Sabah'ın önceki günkü (28 Ocak) manşetinde, örgütün finansmanını BND'nin yaptığı yazılıyordu. Belki de bu iz üzerinden, Avrupa'da temizlendiği halde bizde varlığını koruyan Gladio'ya ulaşılacak.

İşte herkese hain diyen ulusalcı güçlerin hazin portresi.

A. Hamit Bilici
 
ha ha ha haaaaa.....
Çok iyi Alpercan kardeş Gladio ve RAİS CUK yani...Dede de öyle....
Gerçi Reis Öldü ama Kitabı okunabilir-Gladio'nun Tetikçisi (SOner YALÇIN,Doğan YURDAKUL)
2 Kez okudum Reise sorulacak birşey olmadığına kanaat getirdim :D
 
ne demek istediğinizi anlamadım!!!
 
Patrikhane ikinci kez arandı.
Yazar Milli Güç Haber
Perşembe, 31 Ocak 2008
Patrikhane ikinci kez arandı.
Azerbaycan'da 49 sivil toplum kuruluşu tepki gösterdi.
Bugün saat 16'00'da Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin ikinci kez arandı. Arama dört saat sürdü. En çok uğraştıran ise Papa Eftim döneminde kalma kasaydı. Çilingir çağrılarak açılan antik kasa ise boş çıktı...

Diğer tarafta ise bugün Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliğine mal tedarik etmek için TBMM'de Vakıf Yasası görüşülüyor. TBMM'nin ilgili oturumunda, yargılanması henüz tamamlanmayan ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi için, "5 yılda 50 milyon dolar yurt dışından yardım geldi ve 2009 yılında ihtilal yapacaklardı" iddiası, DTP Şırnak Milletvekili Hasbi Kaplan'ın tarafından meclise taşındı.

Azerbaycan'da ise 49 sivil toplum kuruluşu, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne yapılan baskı, arama ve diğer suçlamalara ilişkin ortak basın toplantısı yaptı. Azerbaycan'da "Veli Küçük Paşa, Kemal Kerinçsiz ve Sevgi Erenol suçsuzdur!" başlığı ile hazırlanan bildiri yapılan basın toplantısı sonrası Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilgililerine yollandı. Bildiri de, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük'ün gözaltına alınarak tutuklanmasında, Fener Rum Kilisesi ile Yunan Başbakanın Türkiye'ye yaptığı ziyarete dikkat çekildi. İlgili açıklamanın orjinal metni aşığda.



Tarix: 30 yanvar 2008-ci il

Vəli Küçük Paşa, Kamal Kerincsiz və Sevgi Erenol suçsuzdur!

Azərbaycanın tanınmış Qeyri Hökümət Təşkilatları və görkəmli ziyalıları adından Türkiyənin hüquq-mühafizə orqanlarına və ictimaiyyətinə müraciət

Bu gün Azəri Türk Qadınlar Birliyi və Azərbaycan Ağsaqqallar Birliyi birlikdə Türkiyədə milliyyətçi insanların həbsi ilə bağlı mətbuat konfransı keçirdilər. Tədbir təşkilatçılarının ümumi fikri bu oldu ki, hazırda həbsdə olan Vəli Küçük Paşa, Böyük Hüquqşünaslar Birliyinin başkanı Kamal Kerincsiz və Türk Ortodoks Patrikxanasının mətbuat katibi Sevgi Erenerolun tək suçu vətənini, millətini və dövlətini sevən Türk olmalarıdır.

Tədbirin sonunda dəyirmi masa iştirakçıları adından Türkiyənin hüquq-mühafizə orqanlarına və ictimaiyyətinə müraciət ünvanlandı. Müraciəti olduğu kimi təqdim edirik:

Vətənpərvərlər, milliyyətçilər tarix boyu məşəqqətlə üzləşiblər. Vətən xainlərinin mükafatlandırıldığı dönəmlərdə vətənpərvərlərin «mükafatı» ya edam kürsüsü, ya da dəmir barmaqlıqlar olub. İstər Hüseyin Nihal Atsızın, istər Başbuğ Alparslan Türkeşin keçməkeşli həyatı milliyyətçiliyin, vətənsevərliyin mükafatının nə olduğunun bariz nümunəsidir.

Bu gün də canımız qədər sevdiyimiz Türkiyədə gerçək milliyyətçilərə münasibət dəyişməyib. Həyatını Türklük davasına həsr edən, hər zaman Türkün düşmənlərinə qarşı cəsarətli mücadilə verən insanlar bu gün də əsilsiz iddialarla mühakimə olunmaqdadırlar. Azərbaycanın da milli davasını, ermənilərin haqsız hücumlarına məruz qalmasına etiraz edən, dünyada Türk Dünyasının təbliğatçısı olan, Qarabağ gerçəklərini beynəlxalq aləmdə təbliğ edən Vəli Küçük Paşa, Türkiyə Hüquqşünaslar Birliyi başqanı Kamal Kerincsiz, Türk Ortodoks Patrikxanasının mətbuat katibi Sevgi Erenerolun və digərlərinin əsilsiz iddialarla gözaltına alınması vətənpərvərlərə qarşı xain hücumların davam etdiyini göstərir. Onların Sevgi Erenerolun qadın olmasını belə nəzərə almamaları, haqsız suçlamalarla təzyiqlərə məruz qalması bizi çox təəssüfləndirdi. Canımızdan artıq sevdiyimiz Türkiyənin mövcud hakimiyyətinin Sevgi Erenerol kimi həyatını bu torpaqların qorunmasına həsr edən və bu yolda hətta öz dindaşlarını belə qarşısına almaqdan çəkinməyən xanımı həbs etməsi hər bir Türkiyə sevdalısı tərəfindən narazılıqla qarşılanmışdır. Sevgi Erenerolun və digər vətənsevərlərin əsilsiz və yalan iddialarla həbs olunması Türkiyədə demokratik təsisatların çöküşünün göstəricisidir. Bu Böyük Atatürkün qurduğu Cümhuriyyətə qarşı başladılmış xain hərəkatın göstəricisidir. "Hamimiz erməniyik! Hamımız Hrantıq!" deyənlərə qarşı mülayim münasibət sərgiləyən Türkiyə mediasının "Hamımız Türkük! Hamımız Atatürkçüyük!" deyən vətənpərvərləri məhkəmənin qərarı olmadan terrorçu və cinayətkar elan etməsi Türk Dünyasına qarşı məkrli oyundan xəbər verir. Biz həbs olunanların əsil suçlarının Türkiyəni sevmək olduğunu gözəl bilirik.

Biz istər Vəli Küçük Paşanın, istər Kamal Kerincsizin, istər də Sevgi Erenerolun başlıca "suç"larından birinin Qarabağ məsələsini Türkiyədə gündəmdə saxlamaq, Azərbaycan Türklərinə qarşı erməni daşnakları tərəfindən həyata keçirilən soyqırımları Türk və Dünya mediasının diqqətinə çatdırmaq olduğunu gözəl bilirik. 2007-ci ilin dekabr ayında İstanbulda keçirilən konfransda Türkiyənin 210 qeyri hökümət təşkilatının razılığı ilə Türkiyədə "2008-ci il Qarabağ ili" elan olunmasında Türkiyə Böyük Hüquqşünaslar Birliyinin başqanl Kamal Kerincsizin və Türk Ortodoks Patrikxanasının mətbuat katibi Sevgi Erenerolun misilsiz xidmətinin olması da onların əsas "suç"larındandır. 2008-ci il ərzində Qarabağ problemi və erməni vəhşilikləri ilə bağlı keçiriləcək konfransları əngəlləmək, Azərbaycan həqiqətlərinin Türkiyədə duyulmasını istəməyənlər Azərbaycanın dostlarını saxta ittihamlarla qanunsuz şəkildə həbs etdirdilər.

Sevgi Erenerolun həbs olunmasının başqa bir önəmli səbəbi də var. Böyük Atatürkün xeyir-duası ilə yaradılan Türk Ortodoks Patrikxanası Türkiyə Cümhüriyyəti yaranandan bəri xaçlı irticanın, hər zaman siyasi məqsədlər güdən və Türkiyədəki əsas xəyanət yuvalarından biri halına gələn Fənər Rum Patrikxanasının qarşısındakı tək əngəl idi. Hələ 90 il öncə Sevgi Erenerolun babasını, Atatürkün yaxın dostu Papa Eftimi həbs etdirmək istəyən Fənər Rum Patrikxanası istəyinə çata bilməmişdi. Ancaq bu gün Papa Eftimin nəvəsi Sevgi Erenerol hər zaman xarici qüvvələrin yanında, Türkiyənin qarşısında yer alan Fənər Rum Patrikxanasının istəyi ilə həbs olunub. Bu təkcə Türk Ortodoks Patrikxanasının mətbuat katibinin həbsi deyil. Həm də Fənər Rum Patrikxanasının müstəqilliyini əngəlləyən Lozan müqaviləsinin ayaqlar altına alınmasıdır. Daim suverenlik istəyən və hər zaman türk düşmənlərinə dəstək verən və bir dəfə də olsun, "Erməni soyqırımı olmayıb" deməyən Fənər Rum Patrikxanası hər zaman oyunlarını pozan Türk Ortodoks Patrikxanasını yıxmaq, yəni Böyük Atatürkün mirası olan son qalanı dağıtmaq üçün Sevgi Erenerolun həbsində maraqlıdır. 49 il sonra Türkiyəyə gələn və Fənər Rum Patrikxanasını ziyarət edən yunan baş nazirin bu səfəri ilə Böyük Atatürkün şərəfli davamçılarının həbs olunması tarixinin eyni olması yəqin ki, təsadüf deyil. Hədəf Lozan anlaşmasının pozulması və Fənər Rum Patrikxanasının suverenliyə qovuşmasıdır. Bunun üçün də həyatını Böyük Atatürkün mirasını qorumağa həsr edən, Türkiyədə ruhban məktəblərinin açılmasının qarşısındakı ən böyük əngəl sayılan Sevgi Erenerol saxta ittihamlarla həbs etdirildi.

Ancaq biz Türkiyənin bir hüquq dövləti olduğuna inanırıq. Əminik ki, Türkiyə məhkəməsində ədalət zəfər çalacaq və şəriətçi-təkkəçi zehniyyətə sahib olan bir hüquq-mühafizə orqanının etdiyi yanlışlıqları Türk məhkəməsi təkrarlamayacaq.

Biz qardaş Türkiyənin rəhbərliyini Azərbaycanın milliyyətçi dostlarına qarşı yanlış addımların təkrarlamamağa çağırırıq.

Biz həbs olunan vətənpərvərlərin Türk Dünyasındakı nüfuzunun göz önünə alınaraq, onların barəsində məhkəmə qərarı olmadan yayılan yalan və böhtan dolu xəbərlərin, həbs olunan insanlara qarşı media terrorunun dayandırılmasını istəyirik.

Əminik ki, Türkiyə bu eyibi tezliklə aradan qaldıracaq və tək "suç"u vətənini və millətini səmimi şəkildə sevən Türk olmaq olan Vəli Küçük Paşa, Sevgi Erenerol və Kamal Kerincsiz azadlığa çıxacaq.

İmza:

Tənzilə Rüstəmxanlı- Azəri Türk Qadınlar Birliyinin sədri

Almurad ağa Əliyev - Azərbaycan Ağsaqqallar Birliyinin sədri, Milli Azadlıq Hərakatının lideri Əbülfəz Elçibəyin qardaşı

Səbri Təbrizi - Dünya Azərbaycanlıları Konqressinin sədri

İsgəndər Həmidov - Milli Demokrat (Bozqurd) Partiyasının sədri

Qabil Hüseynli - Müsavat Partiyası

Hacı Zakir Quliyev- "Azərbaycan" Kəndlər Birliyi

Cahandar Bayoğlu - Güney Azərbaycan Milli Hərəkatı Müdafiə Komitəsi

Fərəc Ulusoy- Milli Dirçəliş Hərəkatı

Gültəkin Məmmədbəyli - "Türk" Cəmiyyəti

Vüqar Bəyturan- "Bizim Azərbaycan" Blokunun sədri

Novella Cəfəroğlu- Dilarə Aliyeva adına QHMC

Ruhəngiz Hüseynli- Dilarə Aliyeva adına QHMC

Aqil Ələsgər - "Yeni Cağ" qəzeti, Azərbaycan Dinşünaslar Birliyi

Ofeliya Nəzərli - "Ümid İşığı" Xeyriyyə Mərkəzi

Qafar Çaxmaqlı - "Ermənişünasliq" Araşdırmalar Mərkəzi

Ceyhun Bayramlı- "Oğuz" Birliyi

Xurşid İsayev - elm xadimi

Əvəz Zeynallı- "Xural" qəzeti

Mehriban Abdullayeva- Hüquqşünas Qadınlar Birliyi

Zümrüd Rzazadə- "Xocali soyqırımını Tanıtma" İctimai Birliyi

Elşad Qocayev - "Xocali soyqırımını Tanıtma" İctimai Birliyi

Cavanşir Rzazadə - Dünya Azərbaycanlıları Konqressi

Əlikram Müzəffər - "Milli Birlik" qəzeti

Elza İsmayılova - Dünya Azərbaycanlıları Konqressi

Gültəkin Məmmədbəyli - "Türk" Cəmiyyəti

Rəşad Vaqifoğlu- "Xural" qəzeti

Zeynəb Göyçəli - "Göyçə gölü" Qadınlar Cəmiyyəti

Ayturan Əliyev- AAB

Hürrü Əliyev- Xalq Cümhuriyyəti Partiyası

Həsən Qasımov- Xalq Cümhuriyyəti Partiyası

Əlirza Amanbeyli- Dünya Azərbaycanlıları Konqressi İnformasiya Mərkəzi

Nigar Almanqızı- "Presspost" qəzeti

Dünyaxanım Əiyeva- "Dünya" Ana və Uşaq Birliyi

Adilə Cahgirqızı- Azəri Türk Qadınlar Birliyi

Sənubər Əliyeva- Azəri Türk Qadınlar Birliyi

Məstivar Axundov- "Azərbaycan" Kəndlər Birliyi

Tofiq Türkel- "Turan" İnformasiya Agentliyi

Ruhəngiz Hüseynli- Qadınların Həmrəlik Təşkilatı

Şahin Nəcəfov- Avropa-Asiya İnsan Haqqları İnstitutu

Tural Aslan - Millətçi Gənclər Təşkilatı

Elməddin Behbud - Azərbaycan Gənclər Parlamentinin üzvü, Demokratik Azərbaycan Naminə İB

Namiq Zeynəddin- Azərbaycan Dinşünaslar Birliyi
 
QUOTE=COROPERATION;2576042]ha ha ha haaaaa.....
Çok iyi Alpercan kardeş Gladio ve RAİS CUK yani...Dede de öyle....
Gerçi Reis Öldü ama Kitabı okunabilir-Gladio'nun Tetikçisi (SOner YALÇIN,Doğan YURDAKUL)
2 Kez okudum Reise sorulacak birşey olmadığına kanaat getirdim :D[/QUOTE]

Hazır kitap okumaya başlamışken bir de

NATONUN GİZLİ ORDULARI adlı kitabı okuyuverin.
Görelim bakalım daha neler varmış.
................................................................................

Tarix: 30 yanvar 2008-ci il

Vəli Küçük Paşa, Kamal Kerincsiz və Sevgi Erenol suçsuzdur!

açıklamasını yapan Azerbaycan'lı dostlara hassasiyetlerinden dolayı teşekkür ederim.

Aslında bu açıklama bizim de Azerbaycan'ın sorunlarına karşı hassas
olmamızın gerektiğini hatırlatıyor.
Ermenistanın işgali altındaki Dağlık Karabağ bölgesi için de
Türkiye olarak bizim hassasiyet göstermemiz gerekiyor.
(ABD ne kadarına izin verir bilmem.)
 
Neval Kavcar
[email protected]

Yargısız İnfaz Yayın Yasağına Girmez mi?

“Ergenekon Operasyonu” ile ilgili konuşma ve yazma yasağı, günlük olarak yazdığım gazete tarafından bana iletildi. Bu konuda yazmayacağım. Onun yerine 28 Ocak 2008 tarihli gazeteleri sizler için, taradım, kim yasağa ne kadar riayet ediyor diye.

Star gazetesinde Mehmet Altan, “Veli Küçük’ün arkasında kim var?” başlıklı yazısında, şu an tutuklu bulunan emekli Tuğgeneral Veli Küçük hakkında aslı astarı belli olmayan satırlarla doldurmuş sütununu. JİTEM den girmiş, askeri mahkeme de olurmuymuşdan çıkmış. Bir inanan çıkar mukabilinden yazmışta yazmış.



Mehmet Altan çok demokrat ve 2. cumhuriyetçi ya, TSK nin emeklisinden halen çalışanına kadar, saldırmayı kendine görev edinmiş durumda. O kadar demokrat ki beyzade meselâ başbakanın ya da cumhurbaşkanının fezlekeleri hakkında tek satır yazmaz. Askerler niçin sivil mahkemede yargılanmıyor merakına düşer? O sivil mahkemelerin, fezlekeleri bekleyen başbakan ve Cumhurbaşkanı için niçin devreye girmediğini hiç merak etmez.



Mehmet Altan diyor ki:



“Şimdi bir yol ayrımındayız... Berlin Duvarı çöktükten sonra, tüm NATO ülkeleri Ergenekon türü teröre kaynaklık eden devlet içi illegal Kontr-Gerilla örgütlenmelerini yok etti... Bir tek bu yapı Türkiye’de varlığını devam ettirdi ve özerkleşti.”



Sanki bu yapının bir fiil içinde yer almış ve biliyor. Sanki iktidar tarafından özelleştirilmiş bir kont-Gerilla var karşımızda. Önemli dokümanlara sahip galiba kendisi. Hani malum operasyon üzerinde yazmak yasaktı. Mehmet Altan’ın dokunulmazlığı mı var? Veli Küçük’ün arkasında kimin olduğunu bilmiyorum fakat, Mehmet Altan’ın arkasındakini ciddi manada merak ediyorum.



Ayni gazetenin diğer yazarı, Eser Karakaş bu konuda daha akıllı davranmış. “Basında Ergenekon “ başlığı ile sanki medyada okuduklarını bize iletmiş. Gerçi kendisi “Basında Ergenekon” demiş fakat, tamamen kendi içini bulandıran ifrazatı çıkarmış okurun önüne.



“Ya evrensel hukuk başa, ya kuzgun hukuksuz devlete.” Diyerek bitirdiği satırlarından sonra merak ediyorum. Hangi evrensel hukuk bu? Türkiye’de hukukun üstünde başka hukuk mu var?



Üstelik o söz öyle söylenmez. “ Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe”dir onun aslı. Şimdiki halde leşler Devlete hücum ediyor.



Yine meraktayım soracağım. Malum operasyon hakkında yazmak yasak iken, Eser Karakaş nasıl yorumda bulunabiliyor kuzgunların saldırısı hakkında. Bağışlayın dilim sürtçdü, “Evrensel hukuk ya da stratejik stratejiler başa” diyecektim.



Milliyet gazetesi kendini aşmış vaziyette ilk sayfadan vermiş konuyu. Dehşetengiz ifadelerle. Can Dündar, “Ergenekon” başlıklı yazısında vakti zamanında bu adla bir kitap yazdığını, hatta Fehmi Koru’nun ikizi Taha Kıvanç’ın bu konuyu işlediğini belirtiyor.



“Artakalanlar" denilen bu Nazi artıkları, şimdi solculara karşı tetikçilik yapacak, faili meçhul cinayetler, bombalı sabotajlar düzenleyerek halkın komünizme düşman olmasını, rejime bağlanmasını sağlayacaklardı.”



Şimdi bu yazarlar, “Adı lazım değil Operasyonunu” yazıyorlar mı, yazmıyorlar mı? O konuda anlaşalım hele bir. Nasıl bir yasak ki bu, yerel gazetelerin kapısına polis dayanıp, “Operasyonu yazmak” yasak deniliyor fakat “ulusal medya” yazıyor. Yoksa yasak yerel basın için midir? Ya da bazı gazeteler ve yazarları için değil mi bu yasak? Bu arada Can Dündar, işi Brezilya dizisine çevirmiş, ertesi günü için devam edeceğini söylüyor.



Zaman Gazetesinden, Ekrem Dumanlı’da yasağa uymayanlardan. “Ergenekon'dan gerçek çıkış ancak böyle olur!” başlıklı yazısında bu işi bilmeyenlere akıl veriyor. Dumanlı’ya göre Türkiye dört bin yandan Batı emperyalizmi ile değil, “çetelerin kuşatması ile çevrilmiş” efendim. Güvenlik güçlerinin Ergenekon Çetesi adını verdiği yapı, daha önceki çetelerle aynı demiş. Sonra bilmeyenler için “ Tek Sütunda Çete dersi” vermiş.



Gördük ki Zaman Gazetesi de yasaktan muaf.



Bu yasaklar sürerken, yayın yasağını ihlal eden yazarların gözaltında tutulan bir gazetecinin 24 saat avukatı ile görüştürülmemesini hiç tuhaf bulmadıklarını fark ettim. Tek yanlı ve sadece linç amaçlı bu saldırıları okumaya devam ettim.



Radikal Gazetesinden, yazar Yıldırım Türker, “Ergenekon’un Ahlakı” başlıklı yazısında, tetiğin Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde çekildiğini söylüyor.



“Emekliliğini böylesine iktidarlı, yoğun bir mücadele içinde geçirmekte olan Veli Küçük'ün generalken nelere kâdir olduğunu tahmin etmeye çalışarak başlayabiliriz?” diyor yazar.



Yenişafak Gazetesi konuya ilk sayfasını ayırmış. Oda Radikal gazetesi gibi yasaktan muaf olanlardan. “Kıyamet Gibi kan Akacaktı” başlığı ile bir yıl sonrasına ait senaryo yazmış olan Murat Belge’nin satırlarını almış gazete.



“Murat Belge, Ergenekon Terör Örgütü'nün 2009 darbe planı için “Kıyamet gibi kan akacaktı. Yasin Hayaller, O.S.'ler kapıyı kırıp, içeride kim varsa temizleyecekti. Sonra ordu durduruncaya kadar asıl istenmeyen unsurlar temizlenmiş olacaktı” diyor.



Ve “Adı lazım değil Operasyon” kimler için yapılıyor, Murat belge’nin yardımı ile kolaylıkla anlayabiliriz aslında. Ve bu bilgiye nereden ulaşmış? Merak ediyorum ister istemez. Ve “Adı lazım değil Operasyon” hakkında ki yasak kimler için, anlayan beri gelsin diyorum.



Benim gibi rahatsız olanlar da yok değil aslında. Yeniçağ’dan Sebahattin Önkibar, “yayın yasağına rağmen AKP ve cemaat matbuatının satırbaşlarını” taşımış köşesine. “Ergenekon Operasyonu'nda ki iddiaların hangisi doğru? Başlıklı yazısında:



“İşte size mini bir örnek: Ergenekon’a yurt dışından 50 milyon dolar geldi deniliyor.. Peki böyle bir para vardı ise, Orhan Pamuk’a suikast için 2 milyon doların aranması neyin nesidir?” diye soruyor haklı olarak.



Henüz yargı aşamasına gelmemiş ve yayın yasağı konmuş bir operasyona ait medya izlenimlerimi paylaştım sizlerle. Her zaman ki gibi yargısız infaz yapıyor birileri.



Ve bu yargısız infazlar nedense yayın yasağına girmiyor.
 
BABAMIN ÇETESİ!..
Mustafa Kemal, önce “Beni Sivas"tan Kürt Bedirhan aşiretiyle birlikte kaçırmaya çalışan İngiliz ajanı Noel"i yakala” emrini verniş.. Kılıç Ali hemen kurduğu müfrezeyle at sırtında Noel ve adamlarının peşine düşmüş ama otomobille kaçan Noel ve adamlarını y
03 Şubat 2008 Pazar 11:41
“Susurluk Çetesi”, “Şemdinli Çetesi”, “Atabeyler Çetesi” ... ve nihayet “Ergenekon Çetesi”! “Çete” kelimesi hiç tefrik yapmadan gerçek suç, haydutluk, hırsızlık, kapkaççılık ve mafya çeteleri için kullanıyor!
Tarihteki sözde çeteler için de öyle: Abdülhamit"in istibdadına karşı mücadele eden ve bunun için dağa çıkan İttihat ve Terakki çete... Orta Doğu"da, Orta Asya"da yabancı “Büyük Oyun” ajanları ile Balkanlarda Rum ve Bulgar Komitacılarıyla mücadele eden “Teşkilatı Mahsusa”cılar çete... Ve Karadeniz"den “Pontus Rum çetelerini” temizleyen, Koçgiri isyanında dövüşen ve Sakarya Meydan Muharebesi"nde bacağından yaralanıp, “topal” olan Giresunlu Osman Ağa “çeteciler”!!! Sanki bu kahramanlar, asıl suç ve cinayet -mafya- çeteleriyle aynı çuvala koyuluyorlar. Hatıralarına haksızlık ediliyor...

Babamın çetesi
Rahmetli Babam Kılıç Ali"nin de 1920"de, o zamanki adlarıyla; Ayıntap ve Maraş"ta Fransızlara, Ermenilere karşı “Kuvvayı Milliye çetesi ve çetecileri” vardı... Babam, o havaliye Gazi Mustafa Kemal tarafından gönderildi.
ATV"deki, güzel bir TV dizisinde; “Karayılan”da adı geçiyor. Efsane adam “Karayılan” ve direnişçiler, Fransız işgali altındaki Ayıntap"ta mücadele ederken hep “Gazi"nin” gönderdiği “Kılıç Ali”yi bekliyorlar ve 6.bölümde O arkadaşlarıyla geliyor ve Karayılan"la ve dğier kahraman Şahin Bey"le buluşuyor. Karayılan “Kuvvayi Milliye Komutanı Kılıç Ali”nin emrine giriyor!

Kılıç Ali kim?
Babam, -asker- küçük zabit mektebinden çıkmış bir astsubay. Balkan Savaşında, Çanakkale"de savaşmış, Alçıtepe"de yaralanmış ve zabitliğe terfi etmiş... Asıl adı “Asaf” . “Teşkilatı Mahsusa”da,Yenibahçeli Şükrü Bey"le birlikte hizmet etmiş... Beyoğlu"da Kanun (İnzibat) Subaylığı yaparken, Musevi asıllı Polis Merkez Memuru Samuel Efendi (Neyir"in babası) ile birlikte havaliyi haraca kesen, Rum Hrisdantos ve “çetesiyle” mücadele etmiş.

Ateşe atmak!
Mustafa Kemal kendisine Sivas"ta iltihak eden Asaf Efendiye; “Sana önemli bir görev vereceğim. Kendini benim için ateşe atar mısın?” diye sormuş... Babam, bir şey söylemden, masanın üzerinde yanan lambanın camına yapışmış ve elinin derileri, camım üzerinde kalmış... Mustafa Kemal “Ne yaptın çocuk” deyince, Babam; “Size sadakatımı ispat ettim Paşam” diye cevap vermiş ve Atanın ölümüne kadar en güvenilir adamı olarak O"na sadık kalmış.
Mustafa Kemal, önce “Beni Sivas"tan Kürt Bedirhan aşiretiyle birlikte kaçırmaya çalışan İngiliz ajanı Noel"i yakala” emrini verniş.. Kılıç Ali hemen kurduğu müfrezeyle at sırtında Noel ve adamlarının peşine düşmüş ama otomobille kaçan Noel ve adamlarını yakalayamamış. Ama Elaziğ Valisi işbirlikçi Ali Galip"in kasasında İngiliz altınlarını bulup Mustafa Kemal"e getirmiş... Bunun üzerine Mustafa Kemal, “Senin adın Asaf ama askeri okulda sana ne derlerdi?” diye sormuş. Babam “Ben İstanbul Beşiktaş"ta, Kılıç Ali Paşa mahallesinden olduğum için Asaf Kılıç Ali derlerdi Paşam” deyince Mustafa Kemal hemen “Tamam, sen şimdi Asaf"ı bırak. Artık Kılıç Ali"sin. Ayıntap ve Maraş"a Kılıç Ali olarak gideceksin” demiş ve ilave etmiş; “Başaramazsan adını geri alırım ha!” Bu, Mustafa Kemal"in psikolojık savaş yöntemiydi. “Asaf” başka, “Kılıç Ali” başka! “Kılıç Ali” geliyor lafı hemen Ayıntap"a efsane gibi yayılmış... Türküler söylenmiş.
Babamın Maraş, Gaziantep anıları kendi kitabında ve o mücadele ile ilgili başka kitaplarda yazılı. Gaziantep eski Belediye Başkanı Celal Doğan adını bir caddeye verdi. Gaziantep"te Belediye binasının önünde Babamın, Karayılan"ın ve Şahin Bey"in rölyefleri var!
O zamanki fotoğraflara bakın. Babam çete reisi ve çetecileriyle birlikte!
Rahmetli Burhan Cahit (Morkaya) 1931"de “Türk Verdünü” dediği bu mücadele konusunda yazdığı kitabında, Babam ve onunla birlikte giden arkadaşlarına “Gazi"nin Dört Süvarisi” diyor...
Dört Süvari kim: Kılıç Ali, Süvari Üsteğmeni Yörük Selim, Topçu Mülazımı Osman Tufan, sonra general ve ölünceye kadar ailemizin parçası olan bizi okula götüren unutulmaz Hasdan Efe!

Amerikalı misyoner
Kılıç Ali ve müfrezesi Maraş"a önce Elbistan yoluyla ve zahire tüccarı hüviyetiyle giriyor. Ve bu sıfatla Amerikan Misyoner Mr. Layman, Ermeni ve Fransızlarla konuşuyor. Bu toplantıda yabancıların tahrikiyle Türklere saldıran Ermenilerden şikayet edince Layman; “Ermeniler size karşı kıyam etmekte haklıdırlar... Siz onların emellerine hizmet etmeye ve onlarla hoş geçinmeye mecbursunuz. Size başka türlü hayat yoktur!” diye köpürüyor!

Ve Ermeni mezalimi
Maraş"tan Ayıntap a giderken Babamın ölünceye kadar gözlerini yaşartan bir olay var: Fransız üniformalı Ermeniler kadınları ve çocukları bir camiye doldurmuşlar ve yakmışlar. Babam bunları anlatırken “bebelerin derileri elimde kaldı” der gözleri yaşarırdı!

Sonra “zahire tüccarı” bitiyor ve Kuvvayi Milliye Çete Reisi işgalci Fransızlara meydan okuyor! İşte Albay Abadi"ye mektubu:
“Milletten doğan bir kuvvetin reisi olmak ve o milletin itimadına mazhar bulunmakla mes"ut bulunduğumu size ihbar eylemekle kesbi fahrederim... Kendi toprağımda yaşayan bir millet, ecnebi kumandasını ne ister , ne kabul eder... Türk milletinin bu baptaki kararı kat"idir. 3 Mayıs 1920 günü saat on ikiden evvel şehri terk etmezseniz Türk ahali şehri muhasara edecek ve her tarafa giden yolları seddedecektir . Bu suretle müthiş hücumlara maruz kalacaksınız bu uğurda dökülecek kanların mes"uliyeti size racidir... Şehri terkettiğiniz takdirde hiçbir tecavüze maruz kalmayacağınızı temin ederim .
Antep Havalisi Umum Kumandanı Kılıç Ali”
Kılıç Ali"nin Miralay Abadi"den evvel Antep kumandanı olan Miralay Sent Mari"ye verdiği ultimatom daha müthişti . Bu ültimatomda Burhan Cahit"in deyişiyle şu demir gibi haklı ve kılıç gibi kesici cümleler vardı .
“Efendi; Cihanni beşeriyeti zalim ve mazlum namile ikiye ayıran ve Çanakkale zaferine rağmen Türk ordusunun da mağlubiyeti ile neticelenen Harbi Umumi, insanları serbest bir hayattan mahrum edecekse kürreiarz gene ala boyanacak ve daha yüz binlerce insan ifnayı hayat edecektir...
Tarihin beş asır evvel kaydettiği Türk- Fransız dostluğunun bugünkü feci manzarası Kanuni Süleyman"dan dostluk dileyen Francois" nin hatırasını kafi derecede rencide edecektir... Efendi; coğrafya , tarih ve etnoğrafya fiilen ve ilmen ispat ederler ki Antep ve havalisi tamamile Türk olduğu halde milliyetperverlik iddiasında bulunan Fransızlar tarafından işgal edilmiştir... Efendi; Haksız işgaller tarihinde sizin bugünkü hareketleriniz en sefil bir sahife işgal edecektir. Şerefli bir ordunun ve haysiyetli bir zabitin icrasından çekineceği pek bayağı hareketleri Fransız ordusunun ve bir Fransız kumandanının yapması, beş yıl Türklerle harbetmiş bir asker için ne şerefsiz bir istikbaldir... En vahşi milletlerin en iptidai memleketlerde bile hürmet ettiği ibadethaneleri, medeni Fransız ordularının, o dünyada din hürriyetini verdiğini iddia eden Fransız milletinin hem de ibadet edildiği bir anda bombardıman etmesi, Fransız milletinin yüzünü kızartacak bir şenaattir... Masum çocukları ve hürmete layık kadınları korumaksızın şehirleri ateşe veren bir ordu, tahkir ve tezyife müstahak bir sürüdür... Muhasara ettiğiniz bir şehirden para , erzak ve eşya istemeniz pek adi dilencilik , yol kesen , köy basan eşkiyanın yaptığı pek bayağı bir şekavettir... Vatanlarında hür ve müstakil yaşamak isteyen Türkler, sizin bu şekavetinizden nefret ederek halas için çalışıyor. Vatan için çarpışan bir millet, eşkıya değildir. Sizin gibi hakkı olmadığı topraklara ayak basıp masum insanlara kurşun atan, köyleri basan insanlar ancak eşkıya sayılır . İhtiramatimi kabul buyurunuz Miralay Bey...
Kılıç Ali”
Kılıç Ali Beyin bu ağır ve şiddetli notaları Fransız kumandanlarını kudurtuyor, fakat bütün bu mıntıkada önüne geçilmez bir ihtilal hareketi yaratan milli kuvvetler kumandanına mukabele edemiyorlar. Çünkü alay kuvvetlerine, Ermeni gönüllü taburlarına ve arkalarından mütemadiyen yetişen imdat kuvvetlerine rağmen daima kendileri tecavüze uğruyor. Adedini, kudretini bilemedikleri milli kuvvetlere taarruz edemiyorlar .
İşte çete, işte çetecilik ve işte çeteler...

Altemur KILIÇ/ Yeniçağ
 
Geri
Üst