|Dynamic|
Banned
- Katılım
- 1 Nis 2007
- Mesajlar
- 171
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Memlekette 2002 seçimlerinde istikrar bayramı ilan edilmişti. Biz dinci gericiliğin de, emperyalizme teslimiyetin de Türkiye’de bir kriz faktörü olmaktan asla çıkamayacağını söylemiştik.
İstikrar yalandı; ama lafı bile sermayenin işine geliyordu. Emek düşmanı AKP’nin ülkeyi dincileştirme ve emperyalizme peşkeş çekme operasyonlarının tetiklediği kriz dinamiklerinin yine emperyalistlerin el vermesi ve sermayenin zenginliğine zenginlik katması sayesinde kontrol altında tutulabildiği bir dönem geçti.
Bir kez geçince, seçimi AKP’nin oylarını arttırarak geçmesinde şaşacak ne olabilirdi?
Kimileri, ilericiliğin, bağımsızlıkçılığın, adalet duygusunun sandığa da yansımasını bekleyerek yanıldılar. Sandık “istikrar” tarafından esir alınmıştı. Bu değerlerin, istikrar kuşatmasını yarıp hedefe ulaşması mümkün olamıyordu.
Kaldı ki, AKP’nin düzen içi muhalifleri bunu hiç denemediler ki… Onların stratejisi, istikrarı bozma suçunu AKP’nin üstüne yıkmaktan ibaretti. Bu, eğer gizli AKP’cilik değilse, aptallığın en büyüğü olabilir ancak!
İstikrar balonunun önündeki tehditler, bu yalanla birlikte kararlaştırılmıştı. Özelleştirenler değil, sokağa dökülen işçi ya da özelleştirme kararını iptal eden mahkemeydi bozucu. Emperyalizme yalakalık etmek yerine ona karşı mücadele eden ve “Batı uygarlığı” ile ilişkileri zedeleyenlerdi. Şeriatçılar ve hoşgörülü liberaller istikrarı bozmuyor, aydınlanma ve bilim diyenler bozuyordu. İstikrarın kitabı böyle yazılmıştı!
Çare mücadelede, çare halktaydı… Ama ne ki, majestelerinin muhalifleri, halk ile siyaseti, kitle ile mücadeleyi yan yana getirmemeyi ilke edinmişlerdi bir kere!
AKP’nin gücünü açıklayan mekanizmanın birinci dayanağı budur. Bu süreci bir mücadele olarak kavramayan kaybetmeye mahkumdur.
İkinci dayanak ise şu: Kaybedenler dönüp tekrar halka kızıyorlar. Yani bugüne kadar kaybettikleri ve ülkeye de kaybettirdikleri yetmiyormuş gibi, geleceği de rehin veriyorlar.
Belki üçüncü değil, birinci sıraya yazılması gereken bir nokta daha: Bu muhalefetin, majestesinden bir farkı, ne istediğini bilmemesi. Bunlar özelleştirmenin namuslusunu ve millisini, sermayedarın vergi kaçırmayan, memleket için kârından vazgeçenini, İslam’ın içkiyi yasaklamayan türünü, emperyalistin Türkiye’nin birliğini güçlendirecek olanını ister. Daha çok beklerler!
Halk faktörü olmadan program da olmuyor. Çünkü kapitalizm gericilikten, yağmacılıktan, emperyalizme taşeronluktan başka bir şey üretmiyor.
Zaman geçtikçe AKP’nin güç kaynakları yeni mekanizmalarla buluşuyor.Kapatma davasıyla geri düşen AKP’nin inisiyatifi geri alması için pek az zaman gerekti. Nedeni, kanımca, satranç deyimiyle bir dizi açmazın kurulmuş olmasıdır. Birinden kurtulan daha tehlikelisine düşmektedir.
Yakın zamana kadar devletin çözüldüğünü, emperyalizmin paylaşım senaryolarında bugünkü rejim ve sınırlarıyla bir Türkiye’nin bulunmadığını biz söylüyorduk. Düzen içi muhalifler, halksız seçim kazanmanın veya geri dönüşü muhteşem olacak paşaların hesabını yapmaya devam ettiler.
Şimdi etekleri tutuştu tutuşmasına, ama galiba geç oldu!
Türban ve AKP davasının üstüne, Ergenekon gözaltılarının Türkiye’yi hızla bir darbe ortamına sürüklediğini herkes gördü. O momenti geçseniz, ertesi Cuma başka bir bombanın patlamayacağını kim garanti edebilir? Kim bu gerilimin üstüne Kürt faktörünün benzin dökmeyeceğini iddia edebilir? Gerilimin artması ve şu veya bu şiddette, bazı iplerin kopması durumunda ne olacağı ise külliyen belirsizdir. Artık doğal gaz boru hattının, bir uluslararası işgal veya “barış” gücünün olası yerleşim bölgesi olabileceğini düşünenlerin sayısı çoğalıyor. 2001 krizinin daha şiddetlisinin iç dinamiklerin kontrolünden bütünüyle uzak, kapının önünde durduğunu aklı başında herkes görüyor.
Sonuç olarak bu süreçte topu topu iki olasılık var.
AKP muhalifleri “istikrar bozuculuk” üstlerine kalmasın diye daha da sinebilirler ve bundan çözülüşün hükümeti kârlı çıkar.
Ya da ipin koptuğu yerde “satarız istikrarı” derler ve Türkiye’yi kendi elleriyle uçurumdan aşağı iterler. Dedik ya, AKP çözülüşün hükümetidir ve yine kazanmış olur! Muhtemelen Türkiye ölçeğinde bir ülke, “turuncu devrim” oyununa birkaç boy büyük gelecek ve çok daha trajik süreçler yaşanacaktır!
AKP, lideri pek cesur olduğundan değil, hiçbir şıkta kaybetmeyeceğini bildiği için böyle davranmaktadır.
Ancak düzenin bütün tarafları bazı kavramları ihmal etmektedirler. Bunlar yukarıda söylenenlerdir; halktır, programdır, mücadeledir…
Bu kavramlar devreye girmedikçe karanlıktan çıkış yoktur.
Bu kavramlar yalnızca solda vardır.
İstikrar yalandı; ama lafı bile sermayenin işine geliyordu. Emek düşmanı AKP’nin ülkeyi dincileştirme ve emperyalizme peşkeş çekme operasyonlarının tetiklediği kriz dinamiklerinin yine emperyalistlerin el vermesi ve sermayenin zenginliğine zenginlik katması sayesinde kontrol altında tutulabildiği bir dönem geçti.
Bir kez geçince, seçimi AKP’nin oylarını arttırarak geçmesinde şaşacak ne olabilirdi?
Kimileri, ilericiliğin, bağımsızlıkçılığın, adalet duygusunun sandığa da yansımasını bekleyerek yanıldılar. Sandık “istikrar” tarafından esir alınmıştı. Bu değerlerin, istikrar kuşatmasını yarıp hedefe ulaşması mümkün olamıyordu.
Kaldı ki, AKP’nin düzen içi muhalifleri bunu hiç denemediler ki… Onların stratejisi, istikrarı bozma suçunu AKP’nin üstüne yıkmaktan ibaretti. Bu, eğer gizli AKP’cilik değilse, aptallığın en büyüğü olabilir ancak!
İstikrar balonunun önündeki tehditler, bu yalanla birlikte kararlaştırılmıştı. Özelleştirenler değil, sokağa dökülen işçi ya da özelleştirme kararını iptal eden mahkemeydi bozucu. Emperyalizme yalakalık etmek yerine ona karşı mücadele eden ve “Batı uygarlığı” ile ilişkileri zedeleyenlerdi. Şeriatçılar ve hoşgörülü liberaller istikrarı bozmuyor, aydınlanma ve bilim diyenler bozuyordu. İstikrarın kitabı böyle yazılmıştı!
Çare mücadelede, çare halktaydı… Ama ne ki, majestelerinin muhalifleri, halk ile siyaseti, kitle ile mücadeleyi yan yana getirmemeyi ilke edinmişlerdi bir kere!
AKP’nin gücünü açıklayan mekanizmanın birinci dayanağı budur. Bu süreci bir mücadele olarak kavramayan kaybetmeye mahkumdur.
İkinci dayanak ise şu: Kaybedenler dönüp tekrar halka kızıyorlar. Yani bugüne kadar kaybettikleri ve ülkeye de kaybettirdikleri yetmiyormuş gibi, geleceği de rehin veriyorlar.
Belki üçüncü değil, birinci sıraya yazılması gereken bir nokta daha: Bu muhalefetin, majestesinden bir farkı, ne istediğini bilmemesi. Bunlar özelleştirmenin namuslusunu ve millisini, sermayedarın vergi kaçırmayan, memleket için kârından vazgeçenini, İslam’ın içkiyi yasaklamayan türünü, emperyalistin Türkiye’nin birliğini güçlendirecek olanını ister. Daha çok beklerler!
Halk faktörü olmadan program da olmuyor. Çünkü kapitalizm gericilikten, yağmacılıktan, emperyalizme taşeronluktan başka bir şey üretmiyor.
Zaman geçtikçe AKP’nin güç kaynakları yeni mekanizmalarla buluşuyor.Kapatma davasıyla geri düşen AKP’nin inisiyatifi geri alması için pek az zaman gerekti. Nedeni, kanımca, satranç deyimiyle bir dizi açmazın kurulmuş olmasıdır. Birinden kurtulan daha tehlikelisine düşmektedir.
Yakın zamana kadar devletin çözüldüğünü, emperyalizmin paylaşım senaryolarında bugünkü rejim ve sınırlarıyla bir Türkiye’nin bulunmadığını biz söylüyorduk. Düzen içi muhalifler, halksız seçim kazanmanın veya geri dönüşü muhteşem olacak paşaların hesabını yapmaya devam ettiler.
Şimdi etekleri tutuştu tutuşmasına, ama galiba geç oldu!
Türban ve AKP davasının üstüne, Ergenekon gözaltılarının Türkiye’yi hızla bir darbe ortamına sürüklediğini herkes gördü. O momenti geçseniz, ertesi Cuma başka bir bombanın patlamayacağını kim garanti edebilir? Kim bu gerilimin üstüne Kürt faktörünün benzin dökmeyeceğini iddia edebilir? Gerilimin artması ve şu veya bu şiddette, bazı iplerin kopması durumunda ne olacağı ise külliyen belirsizdir. Artık doğal gaz boru hattının, bir uluslararası işgal veya “barış” gücünün olası yerleşim bölgesi olabileceğini düşünenlerin sayısı çoğalıyor. 2001 krizinin daha şiddetlisinin iç dinamiklerin kontrolünden bütünüyle uzak, kapının önünde durduğunu aklı başında herkes görüyor.
Sonuç olarak bu süreçte topu topu iki olasılık var.
AKP muhalifleri “istikrar bozuculuk” üstlerine kalmasın diye daha da sinebilirler ve bundan çözülüşün hükümeti kârlı çıkar.
Ya da ipin koptuğu yerde “satarız istikrarı” derler ve Türkiye’yi kendi elleriyle uçurumdan aşağı iterler. Dedik ya, AKP çözülüşün hükümetidir ve yine kazanmış olur! Muhtemelen Türkiye ölçeğinde bir ülke, “turuncu devrim” oyununa birkaç boy büyük gelecek ve çok daha trajik süreçler yaşanacaktır!
AKP, lideri pek cesur olduğundan değil, hiçbir şıkta kaybetmeyeceğini bildiği için böyle davranmaktadır.
Ancak düzenin bütün tarafları bazı kavramları ihmal etmektedirler. Bunlar yukarıda söylenenlerdir; halktır, programdır, mücadeledir…
Bu kavramlar devreye girmedikçe karanlıktan çıkış yoktur.
Bu kavramlar yalnızca solda vardır.