Bir önceki yazımı: “Bir zamanlar Rambo’yu, Rocky’yi, Vahşi Kan’ı, Ölüm Savaşçısı’nı nefessiz seyrederken, şimdi neden gülüyoruz?” diyerek bitirmiştim.
Adalete olan inancımızı mı kaybetmiştik?
Yoksa tam tersi adalete yeniden inanmaya mı başlamıştık?
* * *
Dünyayı ve olayları anlamlandırmak, tanımlamak isteyen insanoğlu, bir takım bilgi kaynaklarına ihtiyaç duyar.
İşin garibi kullandığımız kaynaklar da muhteviyatı şekillendirir.
“Koku: Bir Katilin Hikayesi” (Perfume: The Story of a Murderer) filmini seyredenleriniz mutlaka vardır.
Modern insanın dünyayı büyük oranda görme duyusuyla anlamlandırdığı kabul edilir?
“Koku”nun yazarı işte bu en temel kabule muhalefet eder.
Öyle bir kahraman yaratayım ki, dünyayı gözü ve kulaklarıyla değil, burnuyla yani kokularla tanımlasın.
Mükemmel güzelliğin değil, mükemmel kokunun/parfümün peşinde olsun…
Bu arayış Jean–Baptiste’i kokuları muhafaza etmenin sırrını bulmaya zorlar.
Sonunda bunu başarır, ama artık bir seri katildir.
O güzelim hatunların kokularını, ancak canlarını alarak muhafaza etmeyi başarır.
Mükemmel parfümü, kendi ruhunu feda etme pahasına üretir.
Modern insan deneyiminin görüntüyü muhafaza etmeye çalışma yönünde ilerlediğini hatırlatmak isterim.
İlk başta resmi, sonra fotoğrafı icat ettik.
Görüntüyü muhafaza etmede geldiğimiz son noktaya film diyorlar…
Peki, ama bu işi başarırken modern dünya neyi feda etti acaba?
* * *
Görme fiili daima gerçekle ilişkilendirilmiştir.
Görünce beynimiz çalışır öyle değil mi?
Koklamak ise daha çok duygularımıza hitap eder.
Güzel bir kadın kokusu duyduğumuzda aklımız değil…
Gönlümüz çalışır.
Jean Baptiste’in mükemmel kokuyu ararken ruhunu kaybetmesi, ne kadar da manidar.
Zira mükemmel görüntüyü arayan modern insan da artık gerçeği kaybetmiş durumda…
* * *
İnsan ne sadece kokudan…
Ne sesten…
Ne de görüntüden oluşmuş bir varlık…
Ondan sadece tek bir parçayı alıp tanımlamaya çalıştığınızda…
Tanımınız, resminiz, parfümünüz veya çerçeveniz…
Ne kadar mükemmel olursa olsun…
Eksiktir…
Hatta yanıltıcıdır…
Fiziki güzellik gerçek değildir…
Sadece gerçeğin bir parçasıdır…
Ve parçaların toplamı…
Hiçbir zaman bir bütün etmez…
* * *
Ne güzelim kızlar gördüm…
Uzaktan beni mest ettiler de…
İlk ayın sonunda olay mahallinden zor kaçtım…
Gerçeği istiyorsanız…
Size sunulanı değil…
Çerçevenin dışındakini merak edin…
Özellikle bir film seyrederken bunu sakın unutmayın…
Ekranın dışında olanlar, en az içindekiler kadar önemlidir…
Filmin yönetmeninin, senaristinin, yapımcısının…
Memleketleri, yaşları, cinsiyetleri, daha önce yaptıkları vs…
O film hakkında gerçek yargıya varabilmek için…
Mutlaka araştırılmalıdır…
* * *
Yıllar evvel pek tanımadığım bir arkadaşımın evinde kalmak zorunda kalmıştım.
Bana rahat bir kanepe gösterdi, vurdum kafamı yattım.
Sabah olduğunda yüzümde hafif bir kaşıntı hissettiğimi hatırlıyorum.
Gözlerimi açtığımda tek görebildiğim 1 çift dev gözdü…
Artık nasıl haykırdıysam…
Arkadaşlar koşarak geldi, Fatih’i tepeliyorlar diye…
Meğerse bizimkinin meraklı bir siyam kedisi varmış…
Benim canavar diye aklımı alan şey, onun gözleriymiş…
Kafamı biraz geri çeksem anlayacaktım da…
O mahmurluk ve stres anında…
Bizim siyamlının dayattığı gerçeğe kandım…
Aynı birçok filmde ve televizyon programında bize dayattıkları gibi…
Ver aksiyonu, ver sesi…
Olmayacak şeylere inandırırsın herkesi…
Bu nedenle bir olayı anlamlandırmaya, bir kişiyi tanımaya, bir durumu analiz etmeye mi çalışıyorsunuz…
Mutlaka 1-2 adım geri adım atın, araya mesafe koyun ve öyle yapın değerlendirmenizi.
* * *
Yok kardeşim benim öyle bir kabiliyetim, dürtüsel bir insanım ben diyorsanız eğer…
O zaman sizin en iyi ilacınız zamandır…
Yaptıklarımızı tarih yargılayacak derler ya…
İşte tam da o hesap…
Araya mesafe koymanın en sağlam yoludur geçmişi analiz etmek…
Yeterince adil ve inatçıysanız neler görürsünüz zamanında göremediğiniz neler…
Çünkü bu, o dönemki olayları…
O dönemki memleketi…
Hatta o dönemki benliğinizi bile…
Pusatsız…
Duldasız…
Üryan…
Yani en yalın haliyle görebilmenize imkan sağlar…
* * *
Şimdi geçmişe bakıyorum da…
Rambo’yu, Vahşi Kan’ı neden o kadar sevdiğimizi daha iyi anlıyorum.
Çünkü kendimizi koruyabilmenin…
Çünkü hakkımızı alabilmenin…
Çünkü suçluyu cezalandırabilmenin en sağlam yolu…
Kuvvetli bir bilek ve acımaz bir bünyeye sahip olmaktan geçiyordu.
Ne mahkemeler, ne kolluk kuvvetleri, ne de askerler!
Derdimize çareydi…
Büyük bir ihtiyaçtan doğdu o ilgi…
Ortalıklarda pek görünmese de…
Hepimiz tüm benliğimizle adalete inanmak istiyorduk o zamanlar.
* * *
Naif ciddiyetlerini…
Teknik imkânsızlıklarını…
Bir de zamanın adetlerini bir tarafa koyuyorum...
Şimdi o filmlere gülüyoruz…
Çünkü adalete tekrar inanmaya başladık…
Çünkü artık biliyoruz ki adalet böyle sağlanamıyor…
Güçlülerin ve silahlıların hukuku sadece kaos, kan ve gözyaşı doğuruyor…
Adaleti sağlamanın tek yolu…
Hukuku ve kanunları üstün kılmaktan geçiyor…
* * *
Gidişat iyi anlayacağınız…
Umarım bu ruh halini tekrar kaybetmeyiz…
Bir operasyon, bir savaş veya bir darbe…
Bizi tekrar o yıllara götürmesin…
Kısacası…
Gülmek iyidir, iyi…
kaynak