Adım MüLayim, Sert OLsam Ne Yazar!

muratcolez

New member
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
9,287
Reaction score
0
Puanları
0

Adım MüLayim, Sert OLsam Ne Yazar!



“Hürriyet” yazarı Cüneyt Ülsever'in e-posta adresine gelen bazı sevimsiz maillere asistanı hiç de şık olmayan cevaplar veriyor-muş.

“Muş” diyorum, çünkü Akşam'dan Tuğça Tatari'ye Ülsever'i şikayet eden okurların aktardıkları iddialar doğru da olmayabilir.

Ama şurası bir gerçek, bazı mailler eleştiri, düzeltme, bilgilendirme yerine yazara ağır hakaretler içerebiliyor ki benim de başıma sıkça geliyor.

Dün Fatih Altaylı da aynı konuya değinmiş köşesinde.

O da kendisine gelen küfür mesajlarına cevap vermediğini belirtmiş.

Ancak küfürler aile çevresine yöneldiğinde muhataplarına aynı şekilde karşılık verirmiş..

Her yazarın tarzı başka.

Siyasal ve ideolojik pozisyonu ne olursa olsun okurlarım iyi bilirler, e-posta adresime gönderilen her mesaja, sert ve haksız eleştiriler içerse de munis bir üslubla cevap vermeye çalışırım.

Bunun karşılığını da her zaman munis bir şekilde almışımdır.

İtiraf edeyim, kimi zaman hicivle cevap verdiğim de oluyor.

Cevap vermediğim çok az sayıda mail vardır..

Bunlardan kimisi salt küfür içerdiği, kimisi de hakikaten cevap vermekte duygusal olarak zorlandığım mailler..

Kimi okurlar için yazar, hak ettiğinden fazlasını ifade edebiliyor.

Çünkü okurun yazarı koyduğu yer, yazarın tuttuğu yeri fazlasıyla aşabiliyor.

Sevgili okurlar, görüş beyan ettiğim her konuda en doğrusunu söylediğimi iddia edemem.

Ama ne söylemişsem 'doğru' olduğunu düşündüğüm içindir.

Okurlarım beni düzelttiği zaman, gerekeni yaptığımı da biliyorsunuz zaten.

Gelin görün ki bazı mailler hakikaten tahammül sınırlarını ziyadesiyle zorluyor.

Aynı pozisyonda durmadığımız bazı okurlar, sırf hakaret etmek için mesaj atıyor.

Bunu “psikolojik bir özel harp” olarak görenleri kastediyorum elbet.

Doğru mu söylediğiniz, yanlış mı söylediğiniz önemli olmuyor bu tür 'okurlar' için.

Eğer aynı kafada değilseniz, eğer olaylara aynı açıdan bakmıyorsanız, hakarete uğramayı daha baştan hak ediyorsunuz demek.

Ne 'yandaş' yazarlığınız kalır, ne 'biatçi' yazarlığınız kalır, ne de 'dostane' olmayan yazarlığınız kalır.

Oysa ben, olaylar ve sorunlar hakkında bütün bu kısıtlardan bağımsız olarak -doğru yahut yanlış- kendi bakış açımı ortaya koyuyorum.

Bu, sadece Abdullah Muradoğlu'nun bakışıdır, yazdıklarımın sorumluluğu da hiç kuşkusuz sadece bana ait.

Bir yazar için vicdandan daha ağır bir kısıtın olduğunu da düşünmüyorum, yetmez mi?

Bir vesileyle meramımı anlatmak istedim, umarım hoş görürsünüz.

Özür ve aydınlar..

Alperen Ocakları'na mensup gençlerin Topkapı Sarayı'nda gerçekleştirdikleri protesto gösterisi yapılış tarzı açısından epeyce tartışıldı.

Neyse ki İlber Ortaylı Hoca'nın da işin içine girmesiyle Alperen Ocakları Genel Başkanı Abdullah Gürgür ile İdil Biret Topkapı Sarayı'nda biraraya gelerek bu tatsız olayı daha fazla büyümeden sonlandırdılar.

Alperen'lerin genel başkanı bir buket çiçekle sanatçının gönlünü aldı.

Diyalog ve uzlaşma çabaları, jestler, centilmenlikler hoş şeyler.

Bir sanatçının, bir aydının da her zaman bu tür çabalar karşısında sevinç duyması gerektiğini düşünüyorum.

Her kesimde algı düzeyleri farklı olan ve refleksleri farklı çalışanlar olabiliyor.

Olumluyu mu önplana çıkaracağız, olumsuzu mu vurgulayacağız hep?

Elbette hangi kesimden olursa olsun pozitif ve olumlu refleksleri teşvik etmeliyiz.

Ne yazık ki Fazıl Say, Alperen Ocakları genel başkanının özür dilemek amacıyla İdil Birit ile biraraya gelmesinden çok rahatsız olmuş.

“Sabah gazetede fotoğrafı gördüm, kahkaha atmaktan yere düştüm. Çok komik fotoğraflar. İdil Biret, yanında adam oturmuşlar. Bayağı komikler, karikatür gibi” demiş Vatan'dan Buket Aşcı'ya.

Nesi komik bunun?

Bu tür jestlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Önyargıları kırmak çok zor bir uğraş gerektiriyor..

Hele de kültürün sert unsurları sözkonusu olunca bu daha da zor oluyor..

Ama aydınlar ve sanatçılara düşen görev, tam da önyargıları kırmak ve insanlar arasındaki sert duvarları parçalamak değil mi?

Bunu yapmak yerine duvarları tahkim etmeye yahut önyargıları pekiştirmeye çalışmak kanımca bir aydın ve bir sanatçı pozisyonu olamaz.

Bizde “tüccar” denir böylelerine.

CHP'liler ne kadar da safmışlar!

Cumhuriyet'ten Leyla Tavşanoğlu'na konuşan Prof. Süheyl Batum öyle laflar etmiş ki, CHP'lileri adeta saf konumuna sokmuş.

Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan kanun değişikliğini “baskın yasa” olarak yorumlayan Batum CHP'lileri pek hafife almış.

Prof. Batum bakın ne demiş:

“Biz eskiden, karşımızdakinin elinden bir şey almak istediğimiz zaman, 'Aaa, bak kuş geçiyor' derdik. O kuş nerede diye başını başka yana çevirince de elinden istediğimizi alırdık. Bu yapılan çok tehlikeli bir iş. Türkiye'de belli bir yasa yapma süreci vardır. Bu süreçte hem anayasa hem de iç tüzük bunu düzenlemiştir.”

Sözkonusu yasanın mevzuata uygun biçimde gerçekleştiğini biliyoruz.

Yasanın gece geçmiş olması bu mevzuatın aşıldığının bir alameti değil.

Oylama sırasında muhalefet de Meclis'teydi.

Prof. Batum'a bakarsak, AK Partililer, “Aaa, bak kuş geçiyor” demiş de CHP'liler başları havada tavanda kuş ararken gaflete düşmüşler.

Böylece yasaya ilişkin sözkonusu değişiklik önergesini de gözden kaçırmışlar.

“Vah vah” demekten başka bir söz söylemek gelmiyor içimden.

Çünkü bu kadar saflığı ben CHP'lilere yakıştıramıyorum.

Batum yakıştırdıysa, bu da benim değil Deniz Baykal'ın bir sorunu.





KAYNAK
 
Geri
Üst