-HaKiKaT-
Altın Üye
- Katılım
- 22 Haz 2007
- Mesajlar
- 10,386
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Hatırlatmak gerekirse: Türkiye, dünyanın görece eski demokrasilerinden biri. 1950'den bu yana çoğu iktidarın barışçı şekilde el değiştirmesiyle sonuçlanan 15 serbest ve adil seçim yaptık.
Türkiye, demokrasilerin uluslararası örgütlerinden Avrupa Konseyi'ne 1949'da, NATO'ya 1952'de, OECD'ye 1960'ta üye oldu; 2005'ten bu yana AB'ye katılım müzakereleri yürütüyor.
Evet, AB Konseyi 2005'te Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni "yeterince" yerine getirdiğine karar verdi. Evet, Türkiye'nin 1980'lerde başlayan, ekonomide "Özal Devrimi" ve 2000'lerde AB'nin özendirdiği "Sessiz Devrim" ile demokrasiyi yerleştirme yolunda ilerlediği de söylenebilir. Ama bütün bunlara rağmen, ne yazık ki, Türkiye'de özgürlükçü demokratik düzenin geri dönülmez bir şekilde yerleştiğini söyleyemiyoruz. Bunun elbette ki birçok nedeni var. Ama bir önemli nedeni de Türkiye'nin siyasi, bürokratik, iktisadi ve kültürel elitleri arasında özgürlükçü demokrasinin temel ilkeleri, yani (Kopenhag Siyasi Kriterleri'nde ifadesini bulan) "demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, azınlıkların saygı görmesi ve korunması" ilkeleri üzerinde mutabakatın, ne yazık ki, henüz tesis edilememiş oluşu.
Bunun en güncel göstergesi, tabii ki, seçimle işbaşına gelmiş hükümete karşı bir askeri darbe için örgütlenen, emekli ve muvazzaf askerlerden ve sivillerden oluşan cunta (Ergenekon örgütü) hakkında açılan soruşturma ve davanın doğurduğu tepkiler. Türkiye elitlerinin önemli bir kısmı hâlâ Ergenekon davasını gölgelemek, (yaygın tabirle) sulandırmak için elinden geleni yapıyor. Bu çaba, AKP hükümetinin muhalifleri susturmak amacıyla uydurduğu bir dava olduğu iddiasına kadar uzanıyor. Bu iddianın baş sözcüsü de, üstelik "sosyal demokrat"lık taslayan anamuhalefet partisi lideri ve kıdemli siyasi Deniz Baykal.
Demokratik düzenin yerleşmesinden yana olan büyük çoğunluğun Ergenekon soruşturmasının ve davasının sağlıklı bir şekilde yürütülmesini istediği muhakkak. Ordu disiplinini bozan cuntalardan hoşlanmayan TSK'dan da benzer işaretler geliyor. Bu durumda, bırakın "sosyal demokrat"lığı, demokratlığın asgari ilkelerini benimseyen birinden beklenen nedir? Tabii ki her şeyden önce, soruşturmanın ve davanın titizlikle yürütülmesini ve eğer bir darbe girişimi varsa, kim olurlarsa olsunlar bütün sorumlularının cezalandırılmasını istemek. İkinci olarak da, bu soruşturma ve davanın hukuk devletinin bütün icaplarına uyularak yürütülmesini talep etmek.
Hal böyle iken, daha açıldığı ilk günden itibaren davayı "hukuki değil siyasi" ilan eden, Ergenekon örgütünün "avukatı" olduğunu söyleyen anamuhalefet partisi lideri, soruşturmanın genişlemesi ve zanlılarının giderek daha çok sayıda ismi kapsaması karşısında bakın neler söylüyor: "Bu davada yasayı kullanarak belli bir siyasi hesaplaşmanın yöntemi uygulanmaktadır. Böyle bir tablo ile hiçbir olağan demokratik hukuk devleti toplumunda karşı karşıya gelemezsiniz. Hiçbir hukuk devletinde böyle manzaralar ortaya çıkmaz..." Peki Sayın Baykal, hangi demokratik hukuk devletinde askeri cuntalar ve darbe tezgahları olağan görülebilir? Hangisinde cunta ve darbe girişimleri soruşturmasız ve cezasız kalabilir?
Sayın Baykal diyor ki: "Cumhuriyet ile, Cumhuriyet'in temel ilkeleriyle hesaplaşılmaktadır. Bundan sonra Cumhuriyet'i savunacaklara gözdağı verilmektedir..." Peki, Sayın Baykal, sizin "Cumhuriyet" anlayışınız içinde demokrasinin yeri yok mudur? Sizin "Cumhuriyet"iniz askeri bir cunta tarafından da yönetilebilir türden bir cumhuriyet midir? Görevlerini yapan hakim ve savcıları "Cumhuriyet'le hesaplaşmak"la suçlamanız hangi demokratik hukuk devleti anlayışına sığar?
AKP Grup Başkan Vekili Nihat Ergün, Sayın Baykal'a, "Sizi endişeye sevk eden nedir, Ergenekon virüsünün size de bulaşmasından mı endişe ediyorsunuz?" diye sormuş. Buna ihtimal vermiyorum, ama Sayın Baykal'ın Ergenekon soruşturma ve davasına karşı hararetli söylemi, "virüs"ün ona da bulaşmış olabileceği kuşkusunu uyandırmıyor mu zihinlerde?
10 Ocak 2009, Cumartesi
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=801955&title=acaba-virus-baykala-da-mi-bulasti
Türkiye, demokrasilerin uluslararası örgütlerinden Avrupa Konseyi'ne 1949'da, NATO'ya 1952'de, OECD'ye 1960'ta üye oldu; 2005'ten bu yana AB'ye katılım müzakereleri yürütüyor.
Evet, AB Konseyi 2005'te Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni "yeterince" yerine getirdiğine karar verdi. Evet, Türkiye'nin 1980'lerde başlayan, ekonomide "Özal Devrimi" ve 2000'lerde AB'nin özendirdiği "Sessiz Devrim" ile demokrasiyi yerleştirme yolunda ilerlediği de söylenebilir. Ama bütün bunlara rağmen, ne yazık ki, Türkiye'de özgürlükçü demokratik düzenin geri dönülmez bir şekilde yerleştiğini söyleyemiyoruz. Bunun elbette ki birçok nedeni var. Ama bir önemli nedeni de Türkiye'nin siyasi, bürokratik, iktisadi ve kültürel elitleri arasında özgürlükçü demokrasinin temel ilkeleri, yani (Kopenhag Siyasi Kriterleri'nde ifadesini bulan) "demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, azınlıkların saygı görmesi ve korunması" ilkeleri üzerinde mutabakatın, ne yazık ki, henüz tesis edilememiş oluşu.
Bunun en güncel göstergesi, tabii ki, seçimle işbaşına gelmiş hükümete karşı bir askeri darbe için örgütlenen, emekli ve muvazzaf askerlerden ve sivillerden oluşan cunta (Ergenekon örgütü) hakkında açılan soruşturma ve davanın doğurduğu tepkiler. Türkiye elitlerinin önemli bir kısmı hâlâ Ergenekon davasını gölgelemek, (yaygın tabirle) sulandırmak için elinden geleni yapıyor. Bu çaba, AKP hükümetinin muhalifleri susturmak amacıyla uydurduğu bir dava olduğu iddiasına kadar uzanıyor. Bu iddianın baş sözcüsü de, üstelik "sosyal demokrat"lık taslayan anamuhalefet partisi lideri ve kıdemli siyasi Deniz Baykal.
Demokratik düzenin yerleşmesinden yana olan büyük çoğunluğun Ergenekon soruşturmasının ve davasının sağlıklı bir şekilde yürütülmesini istediği muhakkak. Ordu disiplinini bozan cuntalardan hoşlanmayan TSK'dan da benzer işaretler geliyor. Bu durumda, bırakın "sosyal demokrat"lığı, demokratlığın asgari ilkelerini benimseyen birinden beklenen nedir? Tabii ki her şeyden önce, soruşturmanın ve davanın titizlikle yürütülmesini ve eğer bir darbe girişimi varsa, kim olurlarsa olsunlar bütün sorumlularının cezalandırılmasını istemek. İkinci olarak da, bu soruşturma ve davanın hukuk devletinin bütün icaplarına uyularak yürütülmesini talep etmek.
Hal böyle iken, daha açıldığı ilk günden itibaren davayı "hukuki değil siyasi" ilan eden, Ergenekon örgütünün "avukatı" olduğunu söyleyen anamuhalefet partisi lideri, soruşturmanın genişlemesi ve zanlılarının giderek daha çok sayıda ismi kapsaması karşısında bakın neler söylüyor: "Bu davada yasayı kullanarak belli bir siyasi hesaplaşmanın yöntemi uygulanmaktadır. Böyle bir tablo ile hiçbir olağan demokratik hukuk devleti toplumunda karşı karşıya gelemezsiniz. Hiçbir hukuk devletinde böyle manzaralar ortaya çıkmaz..." Peki Sayın Baykal, hangi demokratik hukuk devletinde askeri cuntalar ve darbe tezgahları olağan görülebilir? Hangisinde cunta ve darbe girişimleri soruşturmasız ve cezasız kalabilir?
Sayın Baykal diyor ki: "Cumhuriyet ile, Cumhuriyet'in temel ilkeleriyle hesaplaşılmaktadır. Bundan sonra Cumhuriyet'i savunacaklara gözdağı verilmektedir..." Peki, Sayın Baykal, sizin "Cumhuriyet" anlayışınız içinde demokrasinin yeri yok mudur? Sizin "Cumhuriyet"iniz askeri bir cunta tarafından da yönetilebilir türden bir cumhuriyet midir? Görevlerini yapan hakim ve savcıları "Cumhuriyet'le hesaplaşmak"la suçlamanız hangi demokratik hukuk devleti anlayışına sığar?
AKP Grup Başkan Vekili Nihat Ergün, Sayın Baykal'a, "Sizi endişeye sevk eden nedir, Ergenekon virüsünün size de bulaşmasından mı endişe ediyorsunuz?" diye sormuş. Buna ihtimal vermiyorum, ama Sayın Baykal'ın Ergenekon soruşturma ve davasına karşı hararetli söylemi, "virüs"ün ona da bulaşmış olabileceği kuşkusunu uyandırmıyor mu zihinlerde?
10 Ocak 2009, Cumartesi
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=801955&title=acaba-virus-baykala-da-mi-bulasti