yüce_türk
Banned
- Katılım
- 8 Ocak 2009
- Mesajlar
- 972
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
ABD ve İsrail'in TSK operasyonu ve Tayyip Erdoğan'ın konumu...
Gelin bugün ABD ve İsrail’in AKP ile TSK ilişkilerinin son 6 yıl daki genel kronolojik seyrini sunalım ve hadisenin perde arkalarını kavramaya çalışalım:
TSK, İslamcı kimliği ya da imajı nedeniyle AKP ile arasına daha iktidar olduğu ilk günden mesafe koydu.
AKP, bunun üzerine meşruiyetini aleni olarak dışarıda, yani AB ile okyanus ötelerinde aradı.
Washington, Brüksel ve Musevi lobisi bu tabloyu somut faydaya dönüştürme çabalarına girdi.
2003 Mart’ındaki sürpriz tezkere sonucu, TSK adına kırılma noktası oldu.
Washington ve Tel Aviv, tezkerenin faturasını psikolojik iklim hazırladığı ve kararlı davranmadığı için TSK’ya kesti. Keza aynı merkezler TSK’nın bazı komutanlarını NATO’ya(ABD ve İsrail’e) sadakat bağlamında sorgulamaya başladı.
Buradan hareketle TSK’yı yeniden yapılandırmak ve kontrollerine almak için çok boyutlu bir projeyi uygulamaya başladılar.
Projenin ilk adımı imaja taaruzdu. Bunun için içeride ve dışarıda psikolojik harekâta start verildi.
Bu bağlamda önce Türk askerinin başına çuval geçirildi.
Çuval olayına askerin tepkisi siyasi irade tarafından görmezden gelindi ve kamuoylarına yansıtılmadı. AKP bu şekilde kendisini meşru görmeyen TSK’dan intikam aldı.
Peşi sıra AKP; AB, Washington ve Tel Aviv’in somut destekleriyle askere karşı psikolojik üstünlük kazandı.
TSK adına yapılan muhtelif çıkışlara bu üstünlük psikolojisi ve dış desteklerle direnildi.
Okyanus ötesine (Washington ve Musevi lobisi) bütün bu destekler karşılığında ödün olarak askeri ihalelerde büyük payın yanı sıra BOP’da rol alma taahhüdü yapıldı...
AKP, ABD ve Musevi lobisi arasında zaman zaman uğranılan konjonktürel inkıtalarda da Cüneyd Zapsu misali “Bizi deliğe süpürmeyin” yakarışları ya da benzeri taviz metotlarını kullandı. Keza Lübnan’a asker gönderme gibi konularda her buyruğa uyuldu.
Kuzey Irak için müsaade edilen bir haftalık harekât izni ve bizatihi Bush tarafından verilen çekilin ültimatomu Washington’un TSK’ya ve onun Kuzey Irak politikasına meydan okumasıydı.
Dağlıca baskını, ABD’nin destek olduğu bir başka çirkin operasyondur.
Gerek Kuzey Irak operasyonlarına konulan ambargo, gerek Dağlıca ihaneti, ABD’nin Türkiye’nin kırmızı çizgilerini tanımadığının, yani Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini kurduracağının ilanı ve TSK’ya ihtarıydı.
ABD ve İsrail, tam bu süreçte AKP’ye açılan kapatma davasını askerden bildi ve AKP lehinde ağırlık koyarak kapattırmayı engelledi.
Bu zaman diliminde Demokles’in Kılıcı misali yine dış destekle Ergenekon soruşturmasına start verildi.
Tam bu süreçte Almanya ve Rusya gibi diğer emperyal devletler, Türkiye’deki ABD-İsrail operasyonunu sorgulamaya ve durumu kendi lehlerine çevirmek için zemini yoklamaya başladı.
Buna paralel olarak Türkiye’deki baronlar da, Avrupa ile ABD’deki biraderlerine AKP’nin İslam devrimi için lojistik yığınak yaptığı ve enerji depoladığı kulislerini yapmaya başladı ve İran’la AKP arasında var olan muhabbetin fotoğraflarını sundu.
Bu tür girişimler ve de doğal yıpranmayı düşünen Musevi lobisi de, AKP ile arasına mesafe koymaya başladı.
Ve tam bu noktada Tayyip Erdoğan, partisinin varoluş paradigmasını yerle bir edecek şekilde Güneydoğu politikaları bağlamında TSK ile kol kola girerek “Ya sev ya terk et” noktasına geldi.
Bu duruma kimileri Erdoğan emperyalizmin oyununu gördü ve gençliğindeki fikirlerine, yani aslına döndü yorumunu yaparken, kimileri de Tayyip beyin Washington ve Tel Aviv’e bu şekilde mesaj gönderdiğini söyledi.
Son Ergenekon operasyonunun amaçlarından biri de, Tayyip Erdoğan’la TSK arasında yeni yeni oluşmaya başlayan güven iklimini sabote etmekti... ABD ve İsrail, kendi iradeleri dışında gelişen bu yakınlaşmadan rahatsız olmuştu. Sadece onlar da değil, Türkiye’de iktidarı paylaşan malum dini gruplar da bundan hiç hoşnut değildi.
Kronolojik seyir özetle böyle...
Bundan sonra nelerin olabileceğini de bir başka yazımızda tartışalım.
kaynak
Gelin bugün ABD ve İsrail’in AKP ile TSK ilişkilerinin son 6 yıl daki genel kronolojik seyrini sunalım ve hadisenin perde arkalarını kavramaya çalışalım:
TSK, İslamcı kimliği ya da imajı nedeniyle AKP ile arasına daha iktidar olduğu ilk günden mesafe koydu.
AKP, bunun üzerine meşruiyetini aleni olarak dışarıda, yani AB ile okyanus ötelerinde aradı.
Washington, Brüksel ve Musevi lobisi bu tabloyu somut faydaya dönüştürme çabalarına girdi.
2003 Mart’ındaki sürpriz tezkere sonucu, TSK adına kırılma noktası oldu.
Washington ve Tel Aviv, tezkerenin faturasını psikolojik iklim hazırladığı ve kararlı davranmadığı için TSK’ya kesti. Keza aynı merkezler TSK’nın bazı komutanlarını NATO’ya(ABD ve İsrail’e) sadakat bağlamında sorgulamaya başladı.
Buradan hareketle TSK’yı yeniden yapılandırmak ve kontrollerine almak için çok boyutlu bir projeyi uygulamaya başladılar.
Projenin ilk adımı imaja taaruzdu. Bunun için içeride ve dışarıda psikolojik harekâta start verildi.
Bu bağlamda önce Türk askerinin başına çuval geçirildi.
Çuval olayına askerin tepkisi siyasi irade tarafından görmezden gelindi ve kamuoylarına yansıtılmadı. AKP bu şekilde kendisini meşru görmeyen TSK’dan intikam aldı.
Peşi sıra AKP; AB, Washington ve Tel Aviv’in somut destekleriyle askere karşı psikolojik üstünlük kazandı.
TSK adına yapılan muhtelif çıkışlara bu üstünlük psikolojisi ve dış desteklerle direnildi.
Okyanus ötesine (Washington ve Musevi lobisi) bütün bu destekler karşılığında ödün olarak askeri ihalelerde büyük payın yanı sıra BOP’da rol alma taahhüdü yapıldı...
AKP, ABD ve Musevi lobisi arasında zaman zaman uğranılan konjonktürel inkıtalarda da Cüneyd Zapsu misali “Bizi deliğe süpürmeyin” yakarışları ya da benzeri taviz metotlarını kullandı. Keza Lübnan’a asker gönderme gibi konularda her buyruğa uyuldu.
Kuzey Irak için müsaade edilen bir haftalık harekât izni ve bizatihi Bush tarafından verilen çekilin ültimatomu Washington’un TSK’ya ve onun Kuzey Irak politikasına meydan okumasıydı.
Dağlıca baskını, ABD’nin destek olduğu bir başka çirkin operasyondur.
Gerek Kuzey Irak operasyonlarına konulan ambargo, gerek Dağlıca ihaneti, ABD’nin Türkiye’nin kırmızı çizgilerini tanımadığının, yani Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini kurduracağının ilanı ve TSK’ya ihtarıydı.
ABD ve İsrail, tam bu süreçte AKP’ye açılan kapatma davasını askerden bildi ve AKP lehinde ağırlık koyarak kapattırmayı engelledi.
Bu zaman diliminde Demokles’in Kılıcı misali yine dış destekle Ergenekon soruşturmasına start verildi.
Tam bu süreçte Almanya ve Rusya gibi diğer emperyal devletler, Türkiye’deki ABD-İsrail operasyonunu sorgulamaya ve durumu kendi lehlerine çevirmek için zemini yoklamaya başladı.
Buna paralel olarak Türkiye’deki baronlar da, Avrupa ile ABD’deki biraderlerine AKP’nin İslam devrimi için lojistik yığınak yaptığı ve enerji depoladığı kulislerini yapmaya başladı ve İran’la AKP arasında var olan muhabbetin fotoğraflarını sundu.
Bu tür girişimler ve de doğal yıpranmayı düşünen Musevi lobisi de, AKP ile arasına mesafe koymaya başladı.
Ve tam bu noktada Tayyip Erdoğan, partisinin varoluş paradigmasını yerle bir edecek şekilde Güneydoğu politikaları bağlamında TSK ile kol kola girerek “Ya sev ya terk et” noktasına geldi.
Bu duruma kimileri Erdoğan emperyalizmin oyununu gördü ve gençliğindeki fikirlerine, yani aslına döndü yorumunu yaparken, kimileri de Tayyip beyin Washington ve Tel Aviv’e bu şekilde mesaj gönderdiğini söyledi.
Son Ergenekon operasyonunun amaçlarından biri de, Tayyip Erdoğan’la TSK arasında yeni yeni oluşmaya başlayan güven iklimini sabote etmekti... ABD ve İsrail, kendi iradeleri dışında gelişen bu yakınlaşmadan rahatsız olmuştu. Sadece onlar da değil, Türkiye’de iktidarı paylaşan malum dini gruplar da bundan hiç hoşnut değildi.
Kronolojik seyir özetle böyle...
Bundan sonra nelerin olabileceğini de bir başka yazımızda tartışalım.
kaynak