A R K A D A Ş---1 ...Kaybedenler Ülkesinden Öyküler.........( Yeni Öykü)

ozanyazar

New member
Katılım
8 Mar 2007
Mesajlar
26
Reaction score
0
Puanları
0
A R K A D A Ş Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Çocuklar itişerek sıralarına geçmeye çalışıyordu. Uzun boylu, sıska Muzaffer, sıranın en sonuna geçmiş olan çocuğu itekleyip yerine geçti “Defol bizim sıradan”. Çocuk düşmemek için çabaladıktan sonra, sakince sordu;
—Ben de bu sınıftayım?
Muzaffer şaşkın sordu, “Yok canım, sen bizim sınıfta değilsin ki?”
—Yeni geldim.
Onları dinleyen birkaç çocuk da merakla döndü.
—Yeni mi geldin? Adın ne?
Kendini yabancı hisseden yeni çocuk gayet sakin ve uysal bir halde cevap verdi;
—Adım Mehmet.
İri yarı bir çocuk diğerlerinin arasından sıyrılıp yanına geldi. Bu sürekli zenginliğiyle övünen ve her zaman verdiği şekerlemelerle kandırdığı bir kaç çocuğu yanına alıp, çete lideri gibi dolaşan Kutay’dı.
—Köylü gibi görünüyorsun.
Mehmet onun niyetini anlamadan sevinçle konuştu; “Evet köylüyüm, nerden bildin?”
Kutay burun kıvırdı, “Baksana eski-püskü şeylerle gelmişsin okula. Bakın gömleği bile dikişli”
Kutay’ın sözlerine yakın arkadaşları Erkut ve sınıfın en iri yarısı olan ve Dev lakaplı Turgut kahkahayla güldü. Mehmet’in yüzü kızarmıştı. Gömleğinin dikişli kısmını pantolonuna biraz daha sokmaya çalıştı.
Yeni dönemin açılış konuşması için müdür kürsüye çıkınca, çocuklar hemen yerlerine koştu.
Okul müdürü Mustafa Bey, oldukça şişman, otoriter görüntü vermeye çalışmasına rağmen güler yüzünü gizleyemeyen babacan biriydi. Kuralları hatırlatıyor, cezalardan bahsediyordu. Mehmet onu dinleyemiyordu, gömleğinin dikişli kısmı pantolona girmemiş, beslenme çantasıyla gizlemeye çalışıyordu.
Müdürün konuşması ve milli marş okunmasından sonra, sınıflara girmeye başlamışlardı.
Sınıfta herkes özlediği arkadaşıyla oturmaya çalışıyordu. Mehmet orta sırada bir yere oturdu ama Kutay tepesine dikildi.
—Bana bak Mehmet miydi neydi adın, çabuk kalk sıramdan.
Mehmet telaşla toparlandı, “Senin olduğunu bilmiyordum”
—Ben nereyi istersem ora benimdir tamam mı?
Mehmet şaşırdı;
—Öğretmen yerleştirmiyor mu?
Kutay bağırdı; “Şu anda öğretmen var mı?”
Mehmet başka sıraya geçti, orda da Erkut tepesine geçti, bir kez daha yer değiştirdi, orda da Turgut tepesine dikildi. Mehmet sonunda en sondaki boş sıraya geçti. Sonra baktı ki, kendisini kaldıranlar o yerlere oturmamıştı bile. Kutay, Turgut’u yanına çağırdı, Erkut da bir arka sıraya oturdu. Mehmet geri dönerse yine tepeme dikilirler diye kalkmadı.
Sınıf öğretmenleri Leyla Hanım girdiğinde hepsi ayağa kalktı. Leyla öğretmen tatilde ne yaptıklarını sordu. Kutay, Eğe kıyılarında birkaç yerde tatil yaptıklarını anlatırken çoğu gıptayla bakıyordu. Diğer çocuklardan da tatile gidenler, uzaktaki akrabalarına gidenler vardı. Sıra Mehmet’e geldiğinde öğretmen;
—Evet, sınıfımıza yeni gelen arkadaşınız neler yapmış bakalım. Sınıfımıza hoş geldin Mehmet, seni zamanla tanıyacağız. Eminim arkadaşların da yeni sınıfına alışman için yardımcı olacaktır. Ama bu gün tatilde yaptıklarınızı dinlemek istiyorum. Kısaca nerden geldiğini söyle, sonra tatilini anlat bakalım.
—Yenice köyde okuyordum. Öğrenci azlığından okulu bu sene kapatacaklardı. Babam da burada, süt fabrikasında iş bulunca ailecek geldik. Tatilde köydeydim, annemle büyükbabama yardımcı oldum. Buğday biçtik, meyve topladık
Mehmet, işe yaramanın sevinciyle gözleri parlayarak anlatmıştı. Öğretmen de takdir etmiş, “Aferin’” demişti ama Kutay geriye dönüp sordu, “Denize gitmediniz mi?” diye sordu.
Mehmet neşesini bozmadı, gülümseyerek “Gitmedik, ben yüzme bilmiyorum ki!” dedi.
Kutay sorusu istediği etkiyi yapmayınca, “Köylü ne olacak” dedi. Mehmet duymuş ama öğretmen duymamıştı. Öğretmen, Mehmet’in yüzünün asıldığını fark etmedi;
—Otur Mehmet, ailene yardımcı olman çok güzel bir olay. Evet Ayşe, seni dinleyelim.
Sınıfın kapısı çalındı, içeri okul müdürünün eşliğinde siyah saçlı bakımlı bir çocuk girdi. Kutay çocuğun zengin görünüşünden rahatsız olmuş, bir tür rekabet endişesi duymuştu. Müdür öğretmenin yanına gelip alçak sesle, “Süt fabrikasının başına yeni geçen Ayhan Beyin oğlu. Sizin sınıfa verdik öğretmen hanım”
Müdür çıktıktan sonra, öğretmen; “Ali de bizim sınıfa yeni gelen bir arkadaşınız. Eveeet… Hah! en sonda Mehmet’in yanı boş, şimdilik oraya otur, sonra boya göre düzenleme yaparız.” Ali yerine geçti, öğretmen tekrar seslendi; “Evet Ali, sıra tam ordaydı, tatilde neler yaptığınız konuşuyorduk. Kendini tanıt ve anlat bakalım”
Ali ayağa kalktı, oturur oturmaz üzerine toz gelmiş gibi özenle ceketinin kollarını çırptıktan sonra;
—Ankara’da Çankaya’da oturuyorduk. Babamın işi nedeniyle buraya gelmek zorunda kaldık.
—Zorunda kaldık deme Ali, memnun değilmiş gibi anlaşılıyor. Bak ne güzel yeni arkadaşların, öğretmenlerin olacak.
Ali, burun kıvırarak;
—Ankara’da özel okulda okuyordum.
Öğretmen bu övünme gayretini anlamazlıktan geldi;
—Bu kadar mı?
—Eee… Tatilde bir kaç yere gittik işte, Alanya, Kemer, Bodrum filan.
—Tamam Ali, oturabilirsin.
Mehmet elini uzattı, “Hoş geldin Ali. Ben de yeni geldim bu okula”
Ali bir an kararsız gibi durduktan sonra Mehmet’in elini sıktı, “Hoş bulduk hoş bulduk”
Biraz sonra teneffüs zili çaldığında çocuklar Ali’nin yanına toplanmıştı. Merakla sorular soruyordu.
—Nerde oturuyorsunuz?
—Şey… Dolunay sitesinde,
Mehmet atıldı; “Gelirken gördüm, biz de biraz ilerisinde, Ceylan sokaktayız.”
Ali şaşkın bakarken, Erkut atıldı;
—Oooğlum sizin orası gecekondu, Dolunay sitesiyle bir mi?
—Ben bir demedim ki, yakın dedim.
Gülüştükten sonra, yine Ali’ye döndüler.
—Baban nerde çalışıyor.
—Süt fabrikasında
Mehmet yine atıldı “Benim babam da orda”
Ali, Mehmet’e dönüp şöyle bir süzerek baktı, Mehmet gayri ihtiyari gömleğinin dikişli yerini gizlemeye çalıştı. Ali, yavaş yavaş
—Benim babam oranın Genel Müdürü oldu.
Mehmet, boynunu büktü, bir şey söylemedi.
*** *** ***


okunursa/istenirse --- DEVAMI VAR ---
 
ben istiyorum ya devamını okumak : ))
 
—Benim babam oranın Genel Müdürü oldu.
Mehmet, boynunu büktü, bir şey söylemedi.
*** *** ***
Sonraki ders de tatil hatıralarıyla geçti. Tekrar zil çalınca Öğretmen;
—Yeni gelen arkadaşlarınız bilmeyebilir. Bu teneffüs biraz daha uzun, beslenmelerinizi yiyebilirsiniz.
Çocukların bir kısmı oldukları yerde beslenmelerini açarken, bir kısmı büfeye koştu. Mehmet ekmek arası köy peyniri olan beslenme poşetini alıp bahçeye çıktı. Kutay ve arkadaşlarıyla birlikte, Ali de büfenin önündeydi. Kutay, Ali’ye iyi davranıyor dost olmaya çalışıyordu.
Mehmet, okul bahçesinin kenarına kadar gelmişti. Duvarın yıkık kısmından geçip, ağaçlardan birinin altında bir kıyıya oturdu. Ekmek poşetini açmıştı ki, bir kaç çocuğun telaşla içeriye koşuşturduğunu gördü. Sınıf arkadaşlarından olan Osman onu görünce durakladı;
—Burada durma, bir köpek dolaşıyor.
Mehmet “Sağ ol” dedikten sonra ayağa kalktı ama durdu.
—Bu mu o köpek.
—Evet, hadi gel.
—Ama bu köpek anneye benziyor.
—Olsun bize ne.
—Yavruları varsa yazık, aç kalmasın.
Osman şaşırmıştı, Mehmet’in köpeğe doğru yürüdüğünü görünce öylece kaldı. Mehmet hem köpeğe doğru yürüyor hem de ona sesleniyordu; “Gel güzelim, gel bak ekmek vereceğim”. Köpek kuyruğunu salmamaya başladı.
—Kuyruğunu sallamaya başladı, sanki seni anlıyor.
—Babam, hayvanlarla sevgi dolu konuşursan, senin sesinin tonundan anlar, derdi.
Osman fazla yaklaşamasa da, Mehmet’i hayretle izlemeye devam etti. Mehmet bir lokma köpeğin önüne atıyor, bir lokma kendisi yiyordu. Böylece ekmek bitince, bekleyen köpeğe elini sallayarak seslendi;
—Hadi git artık, git yavrularına.
Kalkıp, yıkık duvardan atlayıp okulun bahçesine girdiler.
—Çoğunu köpeğe verdin. Sen doydun mu bari?
—Ben idare ederim ama onun yavrusu var, ya aç kalırsa. Şey… Adın neydi?
—Osman.
Birbirlerine gülümsediler.
*** *** ***
Sınıfa girdiklerinde Ali’nin çevresi meraklı çocuklarla sarılmıştı. Mehmet sırasına oturamadı, kenarda bekledi. Ali soru yağmuruna tutulmuştu.
—Tabi var, hem de en iyisinden bisikletim var. Ama annem “Yollar çok tozlu, bisikletle gitme, okuldan seni baban arabasıyla alsın” dedi.
—Hadi ya…
—Öyle zenginseniz niye özel okula gitmedin.
Ali’nin suratı asılır gibi oldu.
—Babam istemedi. Özel okul uzakmış, “Ben de normal okulda okudum, o da bir süre okusun bakalım” dedi. Aslında annem de istemiyordu, bu okula gelmezdim ya…
—Eeee niye geldin o zaman.
—Kaza yapan bir okul servisi haberini duyunca annem razı oldu. En yakındaki okula gitsin dedi.
—Öğretmen geliyor, öğretmen geliyor.
Ali’yi ilgiyle dinleyen çocuklar dağılırken, Erkut ile Turgut Mehmet’i görünce bilerek omuz attılar. Uzaktan onları gören Osman, Mehmet’le göz göze geldi. Mehmet gibi onun da canı sıkılmıştı.
*** *** ***
Teneffüs de Mehmet’in yanına geldi;
—Sana böyle davranmalarına izin verme.
—Uzak durmaya çalışıyorum.
—Bana da böyle yapmaya kalktılar, babam geldi, çok kızgın gibi görünüp onları ikaz etti.
—Bir daha yapmadılar mı?
—Yok yapmadılar, babamın öfkeli görünüşünden korkmuşlar. Sen de söyle babana.
—Benim babam istemiyor böyle şeyleri, “Uzak dur” diyor. Bir arkadaşı çocuğuna sataşanlara kızmak için okula gitmiş, çocukları ikaz etmiş.
—Benim babam gibi mi?
—Evet, ama çocuklar iftira atmışlar ona, “Bizi dövdü, kulağımızı çekti” diye. Adam okula gittiğine pişman olmuş. Bunu duyan babam da “Benim başımı belaya sokma, uzak dur böyle çocuklardan” dedi.
—Vay be, kötü olmuş o adama. Peki ya seni dövmeye kalkarlarsa.
Mehmet bilmem diye dudaklarını bükerken, arkadaşlarından Hüseyin, Osman’a seslendi;
—Okuldan sonra maç yapacağız, arsaya gelir misin?
Osman hem cevap verdi, hem yanlarına yürüdü.
—Gelirim tabi, kimler var.
Mehmet yalnız kalınca, Turgut yanına yaklaştı, tepesinde dikildi. Mehmet, iri çocuğun gölgesinde kalınca, yüzüne doğru baktı. Erkut da yanlarına yaklaşıyordu. Turgut öfkeli bakmaya çalışarak;
—Burada ne beklediğimi sanıyorsun?
—Bilmem, bir şey mi soracaksın?
—Benim yerime oturmuşsun.
—Burası sınıf değil ki, burada da yer mi olurmuş.
Turgut, tehdit dolu bir ifadeyle yüzüne doğru eğildi.
—Ne o, itiraz mı ediyorsun?
Kutay, gülerek Mehmet’e ; “Bence kalkma da kavga seyredelim.”
Mehmet, yavaşça ayağa kalktı, oradan uzaklaştı. Turgut’la, Kutay arkasından gülüyordu.
*** *** ***
Akşam çocuklar koşuşturmaca ve kargaşa içinde okuldan çıkıp evlerine gitmeye başladılar. Sınıflarındaki çoğu öğrenci Ali’nin yanına dizilmiş, babasının nasıl bir arabayla geleceğini beklemeye başlamıştı. Lacivert renkli bir Mercedes otomobil okulun kapısına yaklaştı. Ali havalı havalı arabaya binerken, babası Ayhan Bey gülümseyerek çocuklara el salladı. Onlar uzaklaşırken, Mehmet de aynı yola doğru koyuldu.
Bir süre yürüdükten sonra Dolunay sitesinin önünden geçerken Ali’nin bindiği lacivert otomobili fark etti. Balkonlara doğru bakınca balkondaki Ali ile göz göze geldi, el salladı. Ali görmemiş gibi yapıp içeri girdi.
Mehmet boynunu büktü, gün boyu itilip kakılmaktan bunalmıştı zaten. Ali’nin bu yaptığı belki öbürlerine göre daha azdı ama bardağı taşıran damla olmuştu sanki. Kendini yapayalnız, arkadaşsız hissetti. Dolunay sitesini arkasındaki geniş arsaya yürüdü. Gözü yaşlı eve gitmek istemiyordu. Gelip geçerken uzaktan gördüğü çınar ağacının dibine doğru yürüdü. Ağacın evlerden görülmeyen diğer tarafına geçti, yerdeki kuru yaprakların üzerine oturup, yaşlı ağaca yaslandı. Gecikirse annesinin merak edeceğini bildiğinden, gözlerini kurulayıp bir an önce gitmek istiyordu. Kurulamak için elini gözlerine sürdükçe, elini tozundan yüzü—gözü kapkara olmaya başlamıştı ki arsanın ortasından geçen Osman, uzaktan onu görüp seslendi.
—Mehmet, sen misin oradaki?
Mehmet, böyle görülmekten utanıp, acele ile gözlerini silmeye çalıştı ama tozlu elleri gözyaşlarına değdikçe daha beter olmuş, yüzüne çamur sürmüş gibi görünmüştü. Osman’a doğru baktı, yanında elinden tuttuğu bir küçük kız vardı.
—Benim Osman. Ne arıyorsun burada?
—Eve gidiyoruz.
—Yeni mi geliyorsun?
—Okula yeni başlayan kardeşimi de sınıfından aldığım için sizden geç çıkıyorum. Şey.. sen ağlamış gibisin…
—Yooo… Gözüme toz kaçtı da.
Osman gülümsedi.
—Ben yemeğimi yiyip geleceğim buraya. Evin yakındaysa, sen de gelir misin?
Mehmet’in yüzü aydınlandı, Osman’a sevgiyle baktı.
 
aaa ama tamamını versene kursagımızda kaldı yazılar ne güzel okuyoruz burda rica etsek devamını hepsini verirmisin buraya
 
—Ben yemeğimi yiyip geleceğim buraya. Evin yakındaysa, sen de gelir misin?
Mehmet’in yüzü aydınlandı, Osman’a sevgiyle baktı.
—Gelirim tabi, gelirim.
—Tamam, yakında oturuyorsanız bol bol oynarız bu arsada.
*** *** ***
Mehmet sevinç içinde evine gitti, çantasını nerdeyse atar gibi bir kenara bıraktı.
—Nasılsın anneciğim.
Annesine sevinçle sarıldı.
—İyiyim oğlum da, bu yüzünün gözünün hali ne, dayak yemiş gibi.
—Yıkıyorum anne, arkadaş bekliyor hemen çıkacağım.
—Oğlum yeni okula geldin, ilk günün nasıl geçti, ne yaptın anlatsana önce.
—Dönünce anlatırım anne.
—Tamam tamam, tarhana çorbası vardı, ısıtayım. Uzağa gitmek yok ha, ben seni arayınca bulmam lazım. Nerde oynayacaksın.
—Hemen şu ilerde boş bir arsa var ya, hani kocaman bir çınar ağacı var.
—Biliyorum o arsayı. Bana bak üstünü başını yırtma.. Yeni taşındık, taşınma masrafı oldu, baban yeni işe başladı. Yani masraf çıkarırsan kızar.
—Merak etme anne.
*** *** ***
Mehmet yemeğini bile koşar gibi aceleyle yemiş, hemen arsaya gelmişti. Arsaya vardığında ortada kimse yoktu. “Belki Osman’ın annesi izin vermemiştir” diye üzüldü, gidip çınarın gölgesine oturdu.
Biraz sonra mavi bir bisiklet üzerinde göründü Osman.. Mehmet sevinçle ayağa kalktı. Osman’ın gelişine sevindiği kadar bisiklete de ilgiyle bakıyordu.
—Senin mi bisiklet?
—Evet, bu arsada çok güzel oluyor bisiklete binmek. Hatta bazen babam da yanımda olursa bisikletle fidanlığa kadar gidiyoruz.
Mehmet’in gıpta ile bakışları arasında arsada birkaç tur attı Osman.
Ali balkondan görmüştü Mehmet’in arsaya geldiğini. Yeni taşındıkları sitede pek arkadaşı yoktu. Balkonda durup seyretmeye başlamıştı. Osman’ın bisikletle gelişini görünce, titiz annesi, “Ne yapacaksın orda, tozun toprağın içinde hasta filan olursun” demesine rağmen zorlukla izin aldı. Hemen bisikletini de alıp arsaya, Osman’la Mehmet’in yanına geldi.
Ali arkadaşlarıyla selamlaştı. Mehmet çabuk kırılan, çabuk barışan bir çocuktu. Bu sayede hemen neşesine kavuşabiliyordu. Osman;
—Sınıfımıza yeni gelen iki arkadaşın da evinin yakın olması ne güzel. Artık beraber oynarız okuldan sonraları.
Ali, balkondan kendilerine bakan annesine şöyle bir baktıktan sonra;
—Bilmem, annem izin verdikçe gelirim işte.
—Gelirsin canım, buralarda en güzel oynayacak yer bu arsa.
—Annen tozlu yerde oynamama kızıyor. Zor izin verdi zaten. Babamı ikna ederse şehrin içinde başka bir yere taşınacakmışız.
—Öyle mi?
—Babam istemiyor. İşine yakınmış, bir de…
—Eee..
—Neyse canım, bisiklet sürelim mi?
Mehmet;
—Osman’ın bisikleti de güzel ama seninki harika görünüyor.
—Babama en iyisinden aldırdık.
—Ne güzel, baban sana böyle şeyler alıyor.
—Yoo… Ps3 çıkınca al dedim aldıramadım. Annem de bana destek oluyor ama almıyor, “Bilgisayarın var ya!” dedi, ben de küstüm.
—Ooo bilgisayarın da mı var! Şeyy... Ps3 dediğin ne?
—O da bilgisayar gibi ama sadece oyunlar için üretilmiş, hani oyun konsolu diyorlar ya… Bir dakika ya siz de hangisi var, bilgisayar mı, Ps mi?
Osman; “Ben de dayımın eski bilgisayarı var ama takdir getirirsem yaz tatilinde babam alacakmış.”
Mehmet; “Ben de ikisi de yok. Şey Ali, bisikletin çok güzel, beni de bindirirsin değil mi?”
—Yoo… Annem kızar, çizilir filan olmaz. Sen kendi bisikletini getirsene.
Mehmet üzülmüştü, “Bisikletim yok ki”
—Söyle babana alsın
—Şimdi parası yok. Hem parası olunca da anneme dikiş makinesi alacakmış.
—Benim babam da almamak için uğraşırdı ama biraz ağlayınca hepsini alırdı. Görürsün bak Ps3’ü de aldıracağım. Sen de ağla biraz…
Osman; “Ali duymadın mı, paraları yokmuş.”
—Olur mu canım, bir bisiklet alamayacak kadar para olmaz mı? Ankara’da otururken arkadaşlarımdan bazılarının babası motosiklet bile alırdı.
Osman, Ali’yle uğraşmaktan vazgeçti, Mehmet’e döndü;
—Arkadaşım, istediğin zaman benim bisiklete binebilirsin.
—Ama düşersem.
—Bilmiyor musun binmeyi?
—Yok…
—Öyleyse öğrenene kadar ben seni tutar, seninle koşarım. Merak etme yavaş sürersen bir şey olmaz.
Ali kendi bisikletine binerken, Osman ile Mehmet de değişerek bindi. Çevresi yeşil, bir tarafı evlere bakan, bir tarafında ise şehrin ortasına doğru yavaş yavaş akan ‘Tatlı Çay’ adlı akarsuyun bulunduğu bu yere bayılmışlardı. Uzun süredir bu mahallede yaşayan Osman bile, yanında yaşıtı arkadaşlar olunca daha çok sevmişti burayı.
Okul dönüşü çok üzüntülü olan ve babasına “Başka mahalleye gidelim” demeyi düşünen Mehmet, akşam babası geldiğinde çok mutlu görünüyordu. Arsada oynadıktan sonra sevinçle mahalle arkadaşlarını anlatıp duruyordu. Babası yeni başladığı işinde çok çalışmış, çok yorulmuştu. Mehmet anlattıkça anlatıyordu. Özellikle bisiklete binişini öyle bir anlatıyordu ki, o anda babasının içinin cızladığını, bakışlarının öne eğildiğini fark edemedi.
Mehmet uyuduktan sonra, annesi Makbule hanımla, babası Mahmut Bey baş başa kalmış, Mahmut Beyin girdiği yeni iş hakkında konuşuyordu.
—Neyse, korktuğumuz gibi olmadı. Arkadaşları sayesinde çabuk alışacak gibi yeni okuluna. Senin ilk iş günün nasıl geçti?
—Bir tedirginliğim oldu. Deneme süresi varmış.
—Olsun, ne çıkar ki?
—Korgun’daki kibrit fabrikasında, poşet fabrikasında çalışanlar hakkında bir şeyler duymuştum. Üç ay deneme süresi veriyorlarmış. Üç ay sonrada kadroya almamak, sigortasını yatırmamak için çıktı, tekrar girdi işlemi yapıyorlarmış. Sonuçta burayı alanları da bilmiyoruz ki.
—Gönlünü ferah tut bey, inşallah öyle yapmazlar. İnşallah kadronu verirler, artık farklı farklı yerlerde iş aramak, ilçe ilçe, inşaat inşaat dolaşmak zorunda kalmazsın.
—Artık yoruldum zaten, inşaatlara işçi seçerken beni yaşlı görmeye, daha az seçmeye başladılar bile. Neyse bu işte bir düzen tutturayım, öğreneyim, sonra akşamları ek iş aramaya başlarım.
—İlk maaşınla dikiş makinesi parasını tamamlarsak, belki ek iş araman gerekmez. Belki bu çevrede dikiş işi çok çıkar, desteğim olur.
—Neyse hanım, şurada biraz kestireyim, çok tatlı uykum geldi.
Mahmut Bey, ilk günün yorgunluğu ile oturduğu yerde uyuklamaya başlamıştı. Hanımı üstüne bir battaniye örttü.
*** *** ***
 
arkası yarın gıbı oluyo bölede : )
 
*** *** ***
Ertesi gün okulda sıraya geçtiklerinde Mehmet neşeliydi. Sırasına geçerken Sakar Muzaffer ilk günkü gibi yine çarparak geçtiğinde de yüzündeki neşe kaybolmadı. Gözleri mahalle arkadaşlarını, Ali ile Osman’ı arıyordu. Tam onları sıranın önlerinde görmüştü ki, yanına gelen Kutay; “Bakın köylü buradaymış” diye seslendi ve arkadaşları Dev Turgut’la Sarı Erkut’a gülümsedi. Üçü birden gülerken, Mehmet’in hiç bozulmadan, yüzündeki gülüşle dönmesi, onunla dalga geçmeye çalışan Kutay’ı sinirlendirdi. Şöyle bir süzdükten sonra; “Ne o başka gömleğin yok galiba, yine dikişli gömlekle gelmişsin, ayakkabıların da eski”.
Mehmet, “Babam, anneme dikiş makinesi alacak, o zaman daha güzel dikecek.” Sonra kendi ayakkabılarına baktı, savunmak için bir şey söyleyecekti. Ayakkabıların görünüşü pek de güzel değildi, sustu. Onlarla daha fazla tartışmamak için sıranın ilerisine doğru adım atmak istedi, Kutay omzundan tutup engelledi; “Dur bakalım köylü, senin yerin sıranın en sonu”. Kutay, kendisinden ufak Mehmet’i geriye doğru iteklerken, Erkut da çelme takınca Mehmet yere düştü. Mehmet, suratı asılmış, üstünü çırparak kalkarken, uzaktan onu gören Osman yanlarına geldi.
—Ne oluyor burada?
Osman da iri sayılmazdı ama Osman’ın babasının okula gelip, çok öfkeli halde kendilerini ikaz ettiğini unutmamışlardı.
—Bu yeni çocuk, ...Köylü Mehmet yürümeyi bile bilmiyor, yere düştü.
Mehmet’e gülen çocuklara öfkeyle baksa da, öğrenciler içeri alınmaya başlayınca, Osman, bir şey söylemedi.
Öğretmenleri Leyla Hanım güler yüzle sınıfa girdiğinde, Kutay hemen atıldı.
—Öğretmenim, oturma sırasında değişiklik yapacaktınız. Ali benim yanıma oturabilir.
—Senin yanın dolu.
—Turgut arka sıraya, Erkut’un yanına geçecek.
Öğretmen kaşlarını çattı;
—Başka kim nereye oturacak, liste hazırladın mı? Kutay, bu sene daha efendi, daha saygılı olmanı bekliyorum. Gözüm üzerinde olacak, öğretmenlerine ya da arkadaşlarına saygısızlık yapmana izin vermeyeceğim.
—Ama öğretmenim.
Öğretmen bakışları öfkeli, başını hafifçe ‘Otur’ diye salladı.
Kutay, canı sıkılmış vaziyette oturdu.
—Babama o kadar şikâyet ettim, öğretmenimi şikâyet etsin, değiştirsin diye dinlemedi beni. Bak şimdi benle uğraşıyor.
Turgut;
—Öğretmeni mi şikâyet ettin. Olur mu hiç?
—Sen sus Turgut, hiç konuşma. Senin baban zengin mi, başka ile de olsa vali yardımcısı tanıdığın var mı?
—Yok.
—Benim var işte. Babam yapmazsa, anneme söyleyeceğim, şikayet ettireceğim.
—Ama ama o bizim öğretmenimiz. Babam derki öğretmenin hakkı ödenmezmiş.
—Turgut sus, kafamı kızdırma…
Öğretmen, onları görmüştü.
—Kutay, sen bu ders en ön sıraya gel bakayım. Yakınımda ol.
—Ama öğretmenim, benim boyum çoğundan uzun.
Öğretmen, eliyle sert bir işaret yaptı.
Kutay, isteksiz isteksiz, en öndeki sınıfın en güler yüzlü çocuğu Recep ile yer değiştirdi. Recep’in her zaman güler yüzlü olduğunu bilmiyormuş gibi, yanından geçerken fısıldadı;
—Gül bakalım, görürsün sen.
—Sana gülmüyorum ki…
Leyla öğretmen elini masasındaki kitaplara uzatmıştı ki, vazgeçti.
—Çocuklar, tatilde neler yaptığınızı anlattınız. Bu gün de dilbilgisi ve matematiğe başlayacağız ama ben bir şey daha merak ediyorum. Onu da konuşalım, ikinci saatimizde dersimize başlarız. Eveeet... Herkes tatilde ne yaptığını anlattı ama kimse kitap okuduğundan bahsetmedi. Kimler kitap okudu bakalım.
Öğrencilerin yarıdan az ellerini kaldırmıştı.
—Sen söyle Recep.
—Nasrettin hoca fıkraları kitabını okudum.
—Aferin Recep. Nasrettin hoca fıkraları her yaşta ayrı bir tatla okunur ve ders verici örnekler içerir. Sen söyle Emine.
—Ben Polyanna’yı okudum.
—Çok güzel Emine, umarım onun gibi hayata olumlu ve neşeyle bakarsın. Ayşe ?
—Şeker Portakalı’nı okudum ama çok ağladım.
—Ben de yıllar önce okumuştum ve ağlamıştım. Güzel bir kitaptı. Sen de söyle Osman.
—Öğretmenim ben de ‘Çocuk Kalbi’ni okudum ama bitiremedim henüz.
—Evet, her zaman arkadaşlarını sevmeyi, hep iyi insan olmayı öğütleyen bir kitaptı o da. Bu bahsettiğimiz kitapları zaman içinde hepinizin okumasını isterim. Güzel kitaplar, güzel hikâyeler okudukça sizin de iyi insanlar olacağınıza inanıyorum. İki şeyi unutmayın benim canlarım, öğretmenlerinizden, arkadaşlarınızdan da güzellikler alacaksınız mutlaka ama kitaplar okuyup, onlardan da güzellikler alabilirsiniz. Ve ikinci olarak şu sözümü unutmayınız, siz ne kadar iyi olursanız, çevrenizdekileri de etkilersiniz ve dalga dalga çevrenizde sevgiden, iyilikten hoşlanan halkalar oluşur.
Öğretmen en son sıradaki Ali ile Mehmet’e doğru baktı.
—Eveeet… Aramıza yeni katılan arkadaşlarımıza soralım bakalım. Önce sen söyle Ali.
—Ben okumadığım kitaplarımın filmini aldırdım anneme, evde seyrettim.
—Olmadı Ali. Kitap okumakla film seyretmek aynı değil ki.
—Niye öğretmenim, filmler iyiydi, DVD’sini aldık.
—Kitap okumak sizin hayal gücünüzü geliştirir. Yazarın bahsettiği yerleri, olayları, kahramanları hayalinizde canlandırırsınız. Filmler size her şeyi hazır halde sunar, hayal edecek fazla bir şey bırakmaz. Mesela bir masal anlatsam ve bir devden bahsetsem, hepiniz bu devi ayrı ayrı hayal edersiniz. Bu sizin bağımsız düşünmenize de yardımcı olur, sizi yeniliklere de açık hale getirir. Film seyretmeyin demiyorum ama mutlaka kitap okumanız gerekiyor. Tamam mı arkadaşlar, anlaştık mı?
Sınıftan çoğu öğrencinin sesi yükseldi;
—Anlaştık öğretmenim.
—Otur Ali. Sen kitap okudun mu Mehmet?
Mehmet biraz çekingen,
—Okuyamadım öğretmenim.
—Annen, baban hikaye, masal okumadı mı hiç, veya anlatmadı mı?
Mehmet bu kez sevinçle gülümseyerek;
—Dedem ‘Dede Korkut Masallar’ anlattı, ninem de ‘Keloğlanın Maceralarını’
—.Bu da çok güzel, bu da hayal gücünüzü geliştirir. Anlatılanları gözünüzde canlandırmaya çalışmanız için faydalıdır. Fakat dedelerinizin, ninelerinizin anlatması çok güzeldir ama onların bilmediği bir kitabı merak ederseniz ne olacak! Tabi ki gidip kütüphaneden almanız gerekecek. Hepinize söylüyorum arkadaşlar, okul kütüphanesinden kitap alıp okuyun, gerekirse benden de isteyebilirsiniz, bulup getiririm. Yeter ki siz okumaya vakit ayırın.
—Tamam öğretmenim.
*** *** ***
Beden dersinde öğretmeni beklerken çocuklar şakalaşıyordu. Mehmet, top oynayanların peşine takılmış koşturuyordu ama önünden geçen topa bile vuramıyordu. Kutay şık ve temiz eşofmanlarıyla kenarda duruyordu. Haline gülerek Mehmet’e seslendi;
—Hey, köylü sen ne bilirsin top oynamayı.
—Olsun, öğrenirim.
—Yok canım, ayakkabılarının eskiliğine bak. Sen hiçbir sporu bilmezsin.
—Güreş biliyorum.
Kutay, Mehmet’e alıcı gözle bir baktı. Kendisine göre epey ufak göründü. “Tek elimle bile yenerim” diye düşündü.
—Kolaysa beni yen öyleyse.
Osman’ın engellemesine rağmen, Mehmet neşeyle gitti.
—Ben çok severim güreşmeyi.
—Hadi öyleyse, gel de sırtını toprağa yapıştırayım.

ARKASI YARIN !... Fena fikir değil.. :)

—Ben çok severim güreşmeyi.
—Hadi öyleyse, gel de sırtını toprağa yapıştırayım.
Kutay, hışımla Mehmet’in omuzlarına doğru uzandı. Niyeti Mehmet’i omuzlarından tutup, yere savurmaktı. Fakat beklenmedik bir şey oldu, Mehmet birden eğilip, Kutay’ın ayaklarını yakalayıp kendine çekti. Kutay dengesini sağlayamayıp, sertçe yere oturdu, sonra da sırt üstü uzandı. Mehmet sevinçle “Bunu köyde Abdullah abim öğretti bana” diyordu ama Kutay ağlamaya başlamıştı. Kirlenen eşofmanına mı yoksa düştüğünde canının acımasına mı ağladığı belli olmuyordu.
Leyla öğretmen uzaktan onları görmüştü, koşarak yanlarına geldi.
—Her şeyi gördüm Mehmet yazıklar olsun.
—Ama öğretmenim güreşiyorduk.
—Kim izin verdi size, ya arkadaşının kafası yere çarpsaydı.
—Biz köyde hep güreşiyorduk.
—Burası köy değil, bunu anla.
Osman karışmak istedi;
—Kutay güreşmek istedi öğretmenim.
—Ben uzaktan gördüm. Mehmet, Kutay’ın ayaklarını çekince yere düştü. Böyle tehlikeli davrandığın için gözüm üstünde olacak Mehmet.
Mehmet başını önüne eğmişti. Gün boyu sessizce, suçlu suçlu oturdu. Ali’ye fısıldadı;
—Babam duyarsa çok kızacak. ‘Okuldan bir şikâyet gelmeyecek, sadece derslerine çalışacaksın’ diye kaç kere tembihledi.
Öğretmenin baktığını görünce sustu.
*** *** ***
Okul çıkışı Mehmet yalnızdı. Osman ve kardeşini annesi alıp, çarşıya götürmüştü. Ali de babasının arabasına binip gitmişti. Mehmet üzüntülü üzüntülü okuldan çıktığında, Kutay da peşine takılmıştı. Mehmet kendisini uzaktan takip eden Kutay’dan habersizdi.
Mehmet okuldan fazla uzaklaşmamıştı ki, daha önce ekmek verdiği köpek karşısına çıktı. Mehmet’in saatlerdir ilk defa yüzü güldü;
—Canım benim, ben de beslenme yapmayı da sana da bir parça getirmeyi de unuttum.
Köpeğin başını okşadı.
—Kusura bakma. Oysa annem sana da ekmek koymuştu. Dur canım, dur güzelim.
Mehmet, çantasından ekmeğini çıkarırken, iri köpek, kuyruğunu sallayarak bekliyordu.
—Al bakalım. Yakında mı yuvan, hani göster bana yavrularını.
Mehmet önce köpeği takip etmek istedi, sonra epey ilerde bir çalılığa yöneldiğini görünce vazgeçti.
—Neyse, başka zaman görürüm yavrularını.
Okula doğru geri dönmek vakit kaybı olur diye, ileri doğru geniş bir yarım daire çizerek her zamanki yoluna vardı.
Akşam evde soruları geçiştirdi. “İnşallah beni şikâyet eden olmaz” diye sıkıntı içinde uyudu.
*** *** ***
Ertesi gün yürüyerek okula vardığında, selamlaştığı arkadaşları yüzüne bakmıyordu.
—Ne oldu, niye benimle konuşmuyorsunuz?
—Kutay’a yaptıklarından sonra mı?
—Niye bu kadar kızıyorsunuz, güreşmeyi o istemişti.
Osman’la Ali’yi gördü yanlarına gitti;
—Osman, okula beraber yürürüz diye gelirken baktım ama göremedim.
Osman da, Ali de bir şey söylemeden uzaklaştı. Mehmet şaşkın ve üzgün sıranın en sonuna gitti. Sınıfları içeri girerken, Leyla öğretmen onu çağırdı, sesi gayet öfkeliydi.
—Mehmet, sen okul müdürümüzün odasına git.
Öğretmen başka bir şey söylemeden uzaklaştı. Mehmet’i ateş basmaya başlamıştı. Titreyerek odanın kapısını çaldı. Asıl endişesi, babasının tüm tembihlerine rağmen suç işlemiş olmasıydı. Kendi kendine “Köyde o kadar güreşirdik, burada da Kutay kendi güreşelim dedi. Benim suçum yok ki!” diyordu ama endişesi geçmiyordu.
—Geeel!
Kapıyı yavaşça açtı, içeri girdiğinde önce hep gülümserken gördüğü okul müdürün asık yüzünü gördü, sonra gayet şık ama asık suratlı bir adam ve en son da Kutay’ı gördü. Fakat Kutay’ın başı sarılıydı. Müdürün odasında olduğunu unutup, şaşkınlıkla sordu;
—Başına ne oldu?
Kutay heyecanla cevap verdi;
—Dün akşam attığın taşı unuttun mu?
—Dün akşam mı? Ne taşı, ben…
Müdür söze karıştı;
—Bana bak Mehmet, yaptığını inkâr etme. Önce özür dile ki, belki arkadaşın Kutay’ın babası Kasım Bey şikâyet etmez. Yoksa üst makamlara kadar gidecek.
—Ama öğretmenim ben bir şey…
—Sus bakayım, inkâr etmeye devam ediyor.
Mehmet başını öne eğdi, mırıldandı; “Ben bir şey yapmadım.”
Müdür sesini yükseltti;
—Gündüz Kutay’ı yere düşürüp dövdüğünü herkes görmüş. Babana da telefon ettim, çok üzüldü. Dua et de, Kasım Bey’in gönlü okuldan atılmana razı olmadı. Disiplin cezan karnene işlenecek, bir daha ki dönem de sınıfını değiştireceğiz. Şimdi çık dışarı.
Mehmet dışarı çıkınca, okul müdürü Kasım Beye teşekkür etti.
—Merak etmeyin, öğretmenine de tembihledim, Mehmet hakkında daha dikkatli olacağız. Okulumuza yeni geldiğinden huyunu suyunu bilmiyoruz. Açıkçası biz yaramaz da olsa, hepsini kazanma taraftarıyız ama bazen istenmeyen olaylar oluyor.
—Sağ olun müdür bey. Kutay bahsetmişti zaten, geldiğinden beri uyumsuz, geçimsiz bir çocuk olduğunu söyledi ama ney yapalım ki çocuklarımızın canını tehdit ederse hoş göremeyiz, değil mi?
—Tabi ki. Babasının iş yerini aradım, gayet utandı. Sizde özür diledi, çocuğunu dövmesinden çekindiğim için “Olay önemli olduğundan biz ceza vermek zorundayız ama siz bir şey yapmayın’ diye tembihlemek zorunda kaldım.
—Unutmayın müdür bey, olay tekrar ederse bu kadar hoş görülü davranamam.
—Tabi... Tabi Kasım Bey.
*** *** ***
Öğretmen Mehmet’i en sıraya almıştı. Arkadaşlarının kendisine kızgın bakışlarından, Kutay’a inandıklarını anlayan Mehmet derste de, teneffüslerde de başı önde dolaşır olmuştu.
Mehmet, teneffüste Ali ile Osman’ı uzaktan gördü. Kutay da yanlarına gitmiş bir şeyler anlatıyordu. Döndü, diğer taraftan duvarı aşıp, okul dışına çıktı. Ağaçların altına vardığında, onu uzaktan gören anne köpek koşarak geldi. Sırtını okula dönerek oturdu. Üzülüyordu, gözleri nemlenmişti. Köpekle konuşur gibi seslendi; “Ben kimseye taş atmadım ki !” Ekmeğinden bir kendi ısırıyor, bir köpeğin önüne atıyordu. Biraz sonra köpeğin okula doğru baktığını fark edince geriye döndü, yanlarına doğru yaklaşan Osman’ı gördü. Osman seslendi;
—Isırır mı?
Mehmet gözlerini silmeye çalışırken;
—Bana alışkın ya, benim yanımda bir şey yapmaz.
Osman çekinerek yaklaştı. Mehmet’in konuşması köpeğe de güven vermişti.
—Al şu ekmekten sen de at, köpek sana da alışır.
Osman da Mehmet’in böldüğü ekmekten attı.
—İsmi ne?
—Bilmem.
—Ne diye sesleniyorsun ki.
Mehmet, gözlerindeki nemle güldü;
—Gel diyorum geliyor işte.

Mehmet, gözlerindeki nemle güldü;
—Gel diyorum geliyor işte. Daha doğrusu şu uzaktaki ağaçlıklar var ya, orda bir çalılıkta galiba yuvası. Beni görünce geliyor.
Osman, öylesine ileriye baktıktan sonra;
—Kutay’a taş attın mı?
Mehmet kızdı;
—Sen de ona inanıyorsun değil mi?
—Bana ne kızıyorsun, soruyorum işte… Ne bileyim, dün öğretmen sana kızdı ya, Kutay’ı yere düşürdün diye. Okul çıkışı da…
—Okul çıkışı ne olmuş.
—Kutay barışmak için senin peşine gitmiş.
—Ben onu hiç görmedim ki.
—Ben bilmem öyle anlatıyor. Birkaç kişi de görmüş, senin peşinden gittiğini.
Mehmet şaşırmıştı, “Sonra?”
—O ‘Barışalım’ demiş, sen de ‘Öğretmen senin yüzünden bana kızdı’ deyip kafasına taş atmışsın.
—Ben taş filan atmadım.
—Ben bilmem, o da arkadaşım, sen de. Sen atmadım diyorsun, o attı diyor. O zaman başı niye sargılı.
Mehmet’in yeniden gözleri dolduğunda zil çalmıştı. Kalkıp okula doğru yürümeye başladılar.
—Babam baba çok kızacak.
—Döver mi?
—Babam beni hiç dövmedi…
—Eeee…
—O bizim için çok çalışıyor, erkenden gidiyor, geç geliyor. Ben onu üzmek istemiyorum.
—Ooo dövmedikten sonra.
Mehmet bir şey söylemedi, sınıfa girmeden mendiline gözlerini sildi.
Leyla öğretmen, başı önde oturan Mehmet’in ağladığını anlamıştı. Onu kazanmak istiyordu ama taş atmak önemliydi. Bir süre ilgilenmeyip Mehmet’in suçunu anlamasının daha iyi olacağını düşündü, derse devam etti.
*** *** ***
Akşam babası Mehmet’i karşısına aldı konuştu.
—Okul müdürü aradı, yaptıklarını anlattı.
—Ben bir şey yamadım ki baba.
—Oğlum neyi yapmadın, gündüz herkes görmüş yere düşürdüğünü, akşam da…
—Baba gündüz o güreşmek istedi, ben de Abdullah abinin öğrettiği gibi ayaklarından çekince düştü.
—Oğlum köyde güreş yapanlarda derste yapmıyor ki. Öğretmeninizin izin vermediği şeyi yapmayın. Ya başı yere çarpsaydı, diyeceğim ama akşam da taş atmışsın.
—Baba inan ki ben onu akşam hiç görmedim.
— Okuldan beraber çıkmışsınız, görenler olmuş. Ne olursa olsun bana yalan söylemeyecektin. Yalan söylersen beni daha da utandırırsın.
—Yalan söylemiyorum baba.
—Bak oğlum seni bu yaşa kadar dövmedim ama şimdi sabrım taşmak üzere. Çocuk kendi kafasına taş atmadığına göre.
Mehmet, başını öne eğip ağlamaya başladı. Mahmut Bey çenesinden tutup, yüzüne baktı.
—Yeter. Akşama kadar işte canım çıkıyor, akşam da ek iş bulup gidiyordum. Bak bu gün bir fırına buğday çuvalları indirmeye gidecektim. Senin yüzünden gidemedim. Beni daha fazla üzme, kızdırma. Tamam mı?
Mehmet başını sallayarak ‘Tamam’ işareti yaptı. Oysa içinden ‘Kimse bana inanmıyor, babam bile’ diye çok üzülüyordu. Kendilerini uzaktan seyreden anneleri de üzgün görünüyor ama karışmıyordu.
Yemekten sonra Mahmut Bey;
—Hadi bakalım Mehmet, hazırlan çıkalım.
—Nereye baba?
—Nereye olacak, arkadaşın Kutay’a gidip ailesinden özür dileyeceğiz. İşten çıkmadan aradım, okul müdürü sağ olsun özür dilemek için gideceğiz deyince adresini verdi.
—Ben özür dileyecek bir şey yapmadım ki.
Mahmut Bey öfkeyle ayağa kalkıp kapıya yürüdü.
—Hanım şu çocuğa söyle, doğruyu söyleyene kadar benimle konuşmasın. Hemen yanıma gönder, gecikmeyelim.
Mehmet ister istemez babasını biraz geriden takip ederek yürümeye başladı. Oldukça uzun bir yol yürümeleri gerekmişti ama yol boyu hiç konuşmamışlardı.
Kasım Bey’in oturduğu apartmanın önüne geldiklerinde kapıyı çalmalarına gerek kalmadı. 2. katın balkonundan bakan Kutay ile Mehmet birbirlerini görmüşlerdi.
Kutay içeri annesine seslendi;
—Anne! İşte başıma taş atan Mehmet bu.
Annesiyle babası telaşla balkona çıktılar. Kasım Bey seslendi;
—Ne yüzle geldiniz buraya.
Kutay’ın annesi Kezban Hanım daha da öfkeliydi.
—Çocuğumun kafasını kırdığınız yetmiyor mu, evimize de mi taş atacaksınız.
Mahmut Bey, bir an utanç içinde oğluna baktı. Sonra balkona doğru seslendi;
—Biz olanlar için özür dilemeye geldik. Oğlum Mehmet de, ben de çok üzgünüz.
—Üzgün müsünüz, oğlum eve geldiğinde yüzü gözü kan içindeydi. Şimdi ‘Üzgünüz’ demeyle bitti mi yani.
Kasım Bey seslendi;
—Durun orda geliyorum.
Mahmut Bey, Kasım Bey’in konuşma tarzından biraz telaşlansa da, bu akşam işi tatlıya bağlamak istiyordu. Kasım Bey aşağı indi, Mehmet’e yaklaştı;
—Okul müdürünün yanında ayıp olmasın diye sakin davrandım ama şimdi hak ettiğin tokadı yiyeceksin.
Elini kaldırdı, Mahmut oğluyla arasına girdi.
—Ayıp oluyor Kasım Bey.
—Ayıp mı oluyor. Kutay’ın kafasını yararken ayıp olmuyordu değil mi?
—Bakın komşularınız bakıyor, rezil olmayalım. Özür diliyoruz işte.
—Asıl cezasını vermezsem rezil oluruz. Benim çocuğun kafasını yaracaksınız, sonra da cezasız kalacak ha! Çekil bakayım, o bu tokadı hak etti.
—Tokat atmanız için benim kenara çekilmemi istiyorsunuz! Saçmalamayın lütfen.
—Bana bak, sen kimsin ki utanmadan kapıma kadar gelebiliyorsun. Sen beni biliyor musun?
—Benim bileceğim sadece Kutay’ın babası olduğunuz, gerisi beni ilgilendirmez.
Kezban Hanım bağırdı;
—Ne bekliyorsun Kasım, şu çocuğa bir tokat at da gönder.
Kasım Bey ileri bir hamle yapınca, Mahmut bileğinden yakaladı. Kasım bağırmaya devam edecekti ama acıyan bileğini kurtarmaya çalışıyordu.
Mahmut biraz fazla sıktığını fark edip, Kasım’ın bileğini bırakırken biraz geriye doğru da itekledi.

Şu mesajın anlamı nedir, bilen arkadaş var mı ?
" Flood yaptıgınızdan ötürü son mesajınız birönceki ile birleştirildi "
Peşpeşe mesaj göndermiş mi oluyorum, onu mu açıklıyor acaba ?
 
yahu şunu tam ver yav tam dalıyorum bitiyor yazı rica etsek bunu tam versen

flood engelleyici filan diye mesaj çıkınca,
peşpeşe mesaj eklemeye ceza mı geliyor diye çekindim.
Devamı (Arkası Yarın)
değil AZ SONRA

--ARKADAŞ--- Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Kasım Bey ileri bir hamle yapınca, Mahmut bileğinden yakaladı. Kasım bağırmaya devam edecekti ama acıyan bileğini kurtarmaya çalışıyordu.
Mahmut biraz fazla sıktığını fark edip, Kasım’ın bileğini bırakırken biraz geriye doğru da itekledi.
— Kasım Bey, biz bize düşeni yaptık.
—Görürsün sen. Seni o süt fabrikasından attıracağım.
Mahmut durakladı, buruk bir gülüşle;
—Beni attıracaksınız diye, çocuğuma vurmanıza izin vereceğimi mi sanıyorsun. Herkes kendine yakışanı yapar Kasım Bey fakat sizi asla çocuğumun yakınında görmeyim, sizin için iyi olmaz.
Kezban Hanım balkondan bağırıyordu; “Aaa... Bir de bizi tehdit ediyor. Duydunuz mu komşular?”.
Mahmut bu sözleri duymamış gibi yaparak geriye döndü, endişe içinde bekleyen Mehmet’in elinden tuttu uzaklaştı.
*** *** ***
Mehmet, babasının kendisini korumasına sevinememişti bile. Babası o günden beri kendisiyle konuşmuyordu. Okulda da öğretmen Kutay ile Mehmet’i birbirinden uzak oturtmuştu.
Birkaç gün sonra teneffüste Kutay yanında Erkut ve Turgut olduğu halde Mehmet’in yanına doğru yaklaştı, onun duymasını sağlamak için yüksek sesle;
—Dayımın arkadaşı geldi Ankara’dan. Onun babasını süt fabrikasından attıracakmış bu gün.
Mehmet, Kutay’ın söylediklerini duyunca üzülmüş, iyice içine kapanmıştı.
Akşam, Mahmut Bey işten geldiğinde gayet üzgün görünüyordu. Sofraya oturduklarında, Mehmet’e bakarak hanımına sordu;
—Bu kadar olaydan sonra bana bir şey söyleyecek kimse yok mu?
Mehmet, babasının ne demek istediğini anlamıştı ama “Her zaman doğruyu söyle” diyen de babasıydı. Susup, başını öne eğdi. Onun bu hareketini gören babası, bir an öylece baktı, sonra dayanamayıp ayağa kalktı, Mehmet’e sarıldı. –
—Ben oğlumu tanırım. Eğer yapmış olsaydı, şimdiye kadar söylerdi. Değil mi oğlum?
Mehmet ağlayarak;
—Ben bir şey yapmadım baba. Sadece güreşirken düştü, onu da anlattım.
—Tamam, oğlum, sana inanıyorum artık. Ama keşke bir şahidin olsaydı. Neyse, sen yemeğini ye, yatağına geç. Benim annenle konuşacaklarım var.
Yemekten sonra Mehmet odasına geçti ama hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve babasının ne konuştuğunu dinlemeye başladı.
—Bu gün Genel Müdürümüz Ayhan Bey odasına çağırdı. Ankara’dan gelen bir bürokrat beni işten attırmak istemiş ama Ayhan Bey karşı çıkmış. Bürokrat Kasım Beylerin tanıdığıymış. Ayhan Beyin söylediği, “Ankara’da güçlü biriymiş. Baskıyı artırırlarsa benim çok da fazla etkim olmaz, beni de görevden alacak güçte olduklarını anladım” dedi.
Duyduklarıyla üzüntüsü daha da artmıştı Mehmet’in. Babasının işsiz kalması ailesini çok zorda bırakacaktı. Ali’nin babası Ayhan Bey elinden geleni yapmış, babasını korumuştu anlaşılan ama… Mehmet o gece de huzursuz halde uykuya dalmıştı.
Artık o neşeli, gözlerinin içi gülen Mehmet’ten eser kalmamıştı. Kutay, en yakın iki arkadaşı olan Dev Turgut ile Sarı Erkut’u da yanına alıp, iki de bir Mehmet’in yanından geçiyor ve Mehmet’in babasının mutlaka işten atılacağını söylüyordu.
*** *** ***
Okuldan sonra oyun arsalarına gittiğinde Osman’la, Ali’yi bisiklet sürerken görmüştü Mehmet. “Beni istemezler” diye onlardan uzakta oturdu. Arkadaşları bir süre onu görmediler.
Mehmet, arkadaşlarının bisikletine baktı. Dikiş makinesi alındıktan sonra, kendisine de bisiklet istemeyi hayal ediyordu ama bu hayalleri bitmişti artık. Kutay’ın babası Kasım Bey, Mahmut Beyin ek iş bulmasına engel olmaya başlamıştı. Babası her ne kadar Mehmet’e yansıtmasa da, babası akşamları erken ve üzgün bir halde gelmeye başlamıştı. Mehmet de annesine sorunca, annesi dayanamayıp anlatmıştı.
“Her şey benim yüzümden oldu” diye mırıldanırken, arkadaşlarının yanına geldiğini fark etti. Osman onun üzgün haline baktı;
—Bizimle oynar mısın?
Mehmet, arkadaşlarına baktı. Ali’nin annesinin de balkonda olduğunu gördü.
—Yok, anneniz kızar belki.
Osman;
—Bak Mehmet, ben sana inanıyorum, çünkü Kutay daha önce de yalan söylemişti. Başına taşı kim attı bilmiyorum ama eminim sen atmadın.
Ali, Mehmet’in üzgün halinden etkilenmişti;
—Ben de sana inanıyorum Mehmet. Şey… Gelirsen bisikletime de bindiririm.
Mehmet daha fazla dayanamadı, kalktı. Osman’ın bisikletinde epey öğrenmişti sürmeyi. Ali’nin bisikletini sürerken hiç düşmedi. Arkadaşlarının sayesinde yine yüzü gülüyordu.
Akşam, Mahmut Bey eve geldiğinde hanımına, “Mehmet nerde, ona bir sürprizim var” diye seslendi. Babasının sesini duyan Mehmet, içerdeki odadan koşarak gelip, babasının boynuna sarıldı. Babasının sözlerini anlamamıştı. Hemen sevinçle Ali’nin bisikletini anlatmaya başladı. Babası güler yüzle gelmişti ama Ali’nin bisikleti anlatıldıkça gülüşü gitti. Sonunda eliyle Mehmet’i susturduktan sonra;
—Oğlum, seni neşelenir diye ben de sana bir sürpriz hediye getirmiştim ama bilmem ki beğenir misin?
—Sürpriz mi? Nedir baba?
—Kapının önünde, bir bak istersen.
Mehmet koşarak kapının önüne çıktı. Sağdan soldan toplanan parçaların bir araya getirilmesiyle yapıldığı belli mavi bisikleti gördü. Sevinçle babasının boynuna sarıldı, yanaklarından öptü.
Oğlunun bisikleti beğenmeyeceğinden çekinen Mahmut Bey, Mehmet’in halini görünce çok mutlu olmuştu. Mehmet, annesiyle babasından izin almaya çalıştı.
—Anne daha erken arsaya gideyim mi?
Ek iş olmadığından babası erken gelmişti. Yine de saate baktı.
—Erkenmiş ama uzak bir yerse olmaz. Nerde bu arsa?
Makbule hanım;
—Yok, hemen yakındaki boş arazi var ya, orayı diyor.
—Git bakalım ama gecikirsen bozuşuruz.
Mehmet vakit kaybetmeden dışarı fırladı.
Ali ile Osman sahadaydı. Yaklaşan takır—tukur sesleri duyunca merakla döndüler. Mehmet, toplama bisikletini zorlukla sürüyordu ama gayet neşeli, mutlu bir halde yaklaşıyordu. Ağzıyla da rüzgâr uğultusu sesi çıkarıyordu. Arkadaşlarının yanına gelince, patinaj yapıyormuş gibi bir ses çıkararak durdu.
—Çekilin, rüzgârın oğlu geldi.
Osman; “Senin mi bu?”
—Evet, babam yeni aldı.
Ali gülümsedi; “Yeni mi aldı. Pek de yeni gibi görünmüyor.”
—Canım yeni aldı dedimse, arkadaşlarından parçalarını yeni aldı, bisikletçide parçaları birleştirmiş. Nasıl güzel değil mi?
Osman, Ali’nin yine patavatsız bir söz söylemesinden çekinip, hemen atıldı;
—Çok güzel görünüyor, güle güle kullan.
Üç arkadaş o kısa sürede arsayı turlayıp durdular. Bisikleti arkadaşlarınınki gibi vitesli olmayan Mehmet çok yorulmuştu ama çok da mutlu olmuştu. Eve gittiğinde nasıl sürdüğünü anlatıp durmuştu. Son günlerde ilk defa yüzünde gülümseme ile uyuya kalmıştı. Mahmut Bey, yatmadan önce Mehmet’in alnına bir öpücük kondurduğunda rüyasında bisikletiyle dolaşıyordu.
*** *** ***

---Hepsini birden ekleyince , pat diye okuyup bizi unutmayın. Sonuçta ismini duyurmak da isteyen bir amatör yazarız işte----


*** *** ***
Kutay ile arkadaşlarının yanına doğru geldiğini görünce, Mehmet uzaklaşmak istedi ama Dev Turgut eliyle durdurdu onu.
—Dur Mehmet, iki konuşalım.
Mehmet durdu ama konuşmadı.
Üçü de gülerek ona bakıyordu. Yine babasıyla ilgili bir şey söyleyecekler diye Mehmet çekinerek bekledi. Erkut;
—Bisiklet almışsınız öyle mi?
—Evet.
—Turgut akşam görmüş, hurdaymış galiba, sakın bizim çöpe attığımız olmasın.
Mehmet, onları kenara itekleyerek geçmek istedi. Önce Turgut karşısına geçti.
—Ne o yol vermezsem bana da mı taş atarsın?
—Ben kimseye taş atmadım.
Devam edeceklerdi ama Leyla öğretmeni görünce önünden çekildiler.
Leyla öğretmen ne olduğunu görememişti ama Mehmet’i rahatsız ettiklerini tahmin etmişti.
—Ne oldu Mehmet?
—Bir şey yok öğretmenim.
—Rahatsız mı ediyor arkadaşların?
—Hayır öğretmenim.
Mehmet’in kendilerini şikayet etmesini endişeyle bekleyen arkadaşları şaşırmıştı. Öğretmen onlara döndü;
—Gözüm üstünüzde demekten yoruldum ama Mehmet hatalarını düzeltmeye çalışan bir arkadaşınız, onu rahatsız ederseniz sizi cezalandırırım. Mehmet, sen de cezanı doldurdun, artık tek başına oturmana gerek yok.
—Ama öğretmenim Mehmet kafama taş attı.
—Bana bak Kutay, sen attı diyorsun, Mehmet atmadım diyor. Gören de yok, müdür bey de disiplin cezasını verdi.
—Sadece uyarı cezası verdi.
—Kutay seni uyarmıştım, kızmaya başlıyorum.
Sınıfa gittiklerinde Mehmet’i orta sıralara alıp, Sevgi’nin yanına oturttu Leyla öğretmen.
Mehmet önce çok sevinmişti ama öğretmen notları okudukça Sevgi’nin davranışları hoşuna gitmemeye başladı. Teneffüste Osman’a dert yandı.
—Sevgi’yi gördün mü, bizden yüksek not alıyor ama “Çok düşük aldım” diye hava atıyor.
—Eeee alışacaksın, o hep öyledir, hava atmayı sever.
—Arka sıramda da Nuri var ya…
—Biz ona ‘Aman kaç Nuri’ deriz.
—Aman kaç Nuri mi?
—Tabi ya, yakaladığına soğuk espriler yaptığından herkes kaçar ondan. Teneffüste yanımıza yaklaşınca “Aman kaç Nuri geliyor” diye diye adı öyle kaldı. Sana ne dedi.
—Ben öğretmenin sorusuna el kaldırmadım, o da kulağıma eğildi “Bilmemek ayıp değil” dedi, ciddi bir şey söyleyecek sandım ama o gülerek “Yeter ki çaktırma” dedi. Sonra da, “Kıbrıs savaşı neye karşı yapılmıştı” diye sordu, Ben de “Rumlara karşı” dedim “Yok dedi, “Düşmana karşı mı diyeceksin?” diye sordum, “Yok, … Sabaha karşı” deyip güldü.
—Eee biz boşuna kaç Nuri demiyoruz. Dün de benim yanımda “Nefes alamıyorum” diye bağırmaya başladı, ben de heyecanlandım, boğazına bir şey kaçtı sandım, bana bakıp güldü, “Burada nefes çok pahalı, alamam” dedi.
*** *** ***
Okul çıkışı Mehmet’le Osman yürüyordu. Kutay, Mehmet’in peşinden gidip dalga geçmek istiyordu. Erkut’u yanına almıştı ama Turgut’u ikna etmeye çalışıyordu.
—Şu köylüyle iki Dakka dalga geçip, döneceğiz.
—Olmaz küçük kardeşimi alıp eve gideceğim.
—İki dakika ya, hadiii.
—İyi ama fazla giderseniz dönerim.
—Tamam tamam…
Mehmet’le Osman’ın peşine takılmışlardı. Yaklaşıp dalga geçeceklerdi ama Osman’la Mehmet anne köpeği görmek için yollarını ağaçlıklara doğru çevirince Kutay korktu;
—O köpekten kaçacağım diye kafamı taşa vurdum, oraya gidemem.
Arkadaşları birden durup, şaşkınlıkla yüzüne bakınca pişmanlığa düştü. Sonra kendini toparladı;
—Bana bakın, birine söylerseniz çok fena olur.
Turgut bozulmuştu;
—Hani Mehmet taş atmıştı kafana.
—Tamam kes.
—Senin yüzünden boş yere ceza aldı.
—İyi de onun yüzünden oldu zaten. Ben onu takip ediyordum, birden o köpek üstüme saldırdı, kaçarken başımı taşa çarptım.
—Bu onun suçu değil ki.
Henüz okulun yakınındaydılar. Çocukların bağrışarak kaçmaya başladıklarını görünce telaşlandılar. Çocuklar kaçışırken “Kaçın köpek geliyor” diye bağırıyordu. Kalabalığın en sonuna Osman’la Mehmet de katılmış, hepsi koşuyordu. Kutay tökezleyince o da en sonda kalmıştı. Erkut’la Turgut hızla uzaklaşmıştı.
Turgut aklına kız kardeşi gelince birden durdu. Uzaktan yaklaşan köpeği gördü korkuyordu ama kardeşini bulmak zorundaydı. Geriye doğru baktığında kardeşini gördü. Köpek en arkadaki öğrencilere oldukça yaklaşmıştı. Dikkatli bakınca, arkadaşlarından geride kalmaya başlayan kardeşini gördü. En arkada kalan Kutay nerdeyse kardeşine çarparak yanından geçmişti. Çok uzaktaydı kardeşi, yetişemeyeceğini düşünüyordu ama koşmaya başladı. Kardeşini en sondaydı ve bir kez daha düştüğünü gördü. Turgut artık koşarken ağlıyor, ümitsizce bağırıyordu. Birden köpeğin durduğunu gördü. Bu andan faydalanıp kardeşinin yanına vardı, elinden tutup kaldırırken, köpeğin karşısına Mehmet’in dikildiğini fark etti. Mehmet dikilip, köpek şaşkınlıkla duraklamasa kardeşini ısıracaktı. İçinde heyecan, korku ve utanç vardı.
Kardeşini biraz uzaklaştırdıktan sonra geri döndü. Mehmet “Hoşt!” diye bağırıyordu ama şaşkınlığı geçen köpek, Mehmet’in üzerine doğru kararsız gibi yürümeye başlamıştı. Turgut korktuğu halde, Mehmet’e yardım için koşmaya başladı. Elinde taşlarla koşan Osman da Turgut’a yetişmişti. Mehmet’e gelir diye taş atamıyorlardı. Yabancı köpek Mehmet’e çok yaklaşmıştı ki, Mehmet’in yiyecek verdiği köpek Mehmet’in önüne geçti. İkinci kez şaşıran köpek, koşarak gelen Turgut’la Osman’ı da görünce başka tarafa kaçmaya başladı.
Diğer köpek kaçınca, Mehmet’i kurtaran anne köpek yaklaşanlardan çekinip uzaklaşmıştı. Turgut’la Osman’dan sonra diğer çocuklarda gelmiş, Mehmet’in çevresini sarmıştı. “Yaşa Mehmet” diye bağırıyorlardı. Mehmet’in korkusu yeni yeni geçmeye başlamış, yüzü gülüyordu.
Bunu kıskanan Kutay, birden kalabalıktan sıyrılıp, Mehmet’i yere doğru itekledi. Toz içinde kalan Mehmet yerden kalkmaya çalıştı.
—Küçük bir köpeği kovalamakla kendini kahraman mı sanıyorsun?
Mehmet yerden doğrulunca, tekrar üzerine yürüdü ama bu kez Turgut karşısına dikildi. Kutay her zaman yanında görmeye alıştığı Turgut’a şaşkınlıkla sordu;
—Sen ne yapıyorsun Turgut.
—Seni dövmediğime şükret defol.
—Bana bak pişman olursun.
—Uzaktan gördüm, sen yanından geçerken bir küçük çocuğu iteklemiştin ya. Sen kaçarken Mehmet durup kurtarmasaydı onu köpek ısıracaktı. O küçük çocuk kim biliyor musun?
—Kim?
—Mehmet’in kurtardığı o çocuk benim kardeşim.

—Kardeşin mi?
—Bir daha Mehmet’e kötülük yapmaya kalkışırsan karşında beni bulursun.
—Ne yapabilirsin ki?
—Sen yarın sabah Leyla öğretmene gidip, başının nasıl yaralandığını anlatmazsan görürsün gününü.
—Sana kim inanacak ki, değil mi Erkut?
Erkut, Kutay’ın arkasından geçip, Turgut’un yanına geçti.
—Sen de mi Erkut! …Tamam, öyle olsun. Hepiniz görürsünüz.
Vahşi bir köpeğin çocuklara saldırdığını yeni duyan Okul Müdürü Mustafa Bey koşarak yanlarına gelmişti. Öfkeyle Mehmet’e baktı;
—Senin bir köpeğe ekmek verdiğini söylemişti Kutay, o köpek saldırdı değil mi?
Heyecanını tam yenememiş Mehmet konuşamadı. Öğrenciler bağrışarak anlatmaya başladı. Müdür çocukların Mehmet’i korumaya çalıştığını anlamıştı ama ne dediklerini tam anlayamıyordu.
—Hepiniz konuşmayın bakayım. Mehmet sen sakın bir yere kaybolma.
Turgut öne çıkıp anlatmaya başladı. Müdür bey, dinledikçe Mehmet’e şefkatle bakmaya başladı.
—Oğlum bir büyüğün özür dilemesi kolay değildir ama anladığım kadarıyla senin yaptığın bir kahramanlık. Ben de sana yaptığımız haksızlık içine özür diliyorum. Babanı da arayacağım, yaptığın gurur duyulacak bir iş. Her ne kadar Kutay’a taş atman yanlış da olsa, bu örnek..i.
Turgut’la Erkut ısrarla parmak kaldırıyordu. Müdür dayanamadı, “Ne var evladım. Bu kadar acele söyleyeceğiniz ne?”
—Öğretmenim, Kutay köpekten kaçarken düşmüş, başı taşa gelmiş.
—Yok canım, emin misiniz?
—Eminiz öğretmenim, bize söyledi.
Müdür Bey, uzandı Mehmet’i alnından öptü.
O sırada hızla bir araba yanlarına geldi. Müdür Bey bu arabayı tanımıştı. Kutay’ın babası Kasım Beyin arabasıydı. Arabanın ön tarafında kaza izleri vardı. Arabadan Kutay’ın babası inecek sanırken, başka birisi çıktı. Müdür Beye seslendi.
—Müdür Bey, ben Kutay’ın amcasıyım. Nerde acaba.
Müdür kaşları çatık konuştu.
—Eve gitmiştir. Hayırdır bu telaşınız ne.
—Annesi kaza geçirdi, hastanede ben de Kutay’ı almaya gelmiştim. Neyse hemen gitmem gerekiyor ama size de söyleyeyim, belki faydası olur. Acil kan ihtiyacımız var ama zor bulunan bir kan, ‘0 Rh – ‘
—Geçmiş olsun. Kan grubu için çevreme sorarım. Kaza yapan araba bu mu?
—Evet, ağaca çarpmış. Arabada hasar fazla değil ama maalesef kafasını çarpmış.
—Tamam, siz Kutay’a bakın, eve doğru gidiyordur sanırım.
—Tamam, babasından önce bulsam iyi olur, yine bir bahaneyle döver.
Müdür şaşırdı;
—Babası çok mu döver.
—Pardon, mahallede herkes bildiği için sizi de biliyor sandım.
—Yoo… İlk defa duyuyoruz.
—Aman o zaman benden duymamış olun, abim sinirli biri zaten.
Kutay’ın amcası uzaklaşırken müdür düşüncelere dalmıştı. Konuşmaları duyan Mehmet’le Osman’ın da yüzlerinden üzüntü okunuyordu.
Çocuklar ve olayları duyan çevre halkı dağılmaya başlamıştı ki, Ali’nin babası Ayhan Bey arabasıyla yanlarına geldi.
—Müdür Bey peş peşe birkaç olay duydum, hangisini soracağımı bilemiyorum. Köpek, saldırısı, bir araba kazası.
—Kazayı da duydunuz ha.
—Evet, bir işçimizin tansiyonu çıkmıştı, hastaneye götürmüştüm, orada öğrendim. Hatta kaza yapan bayana acil kan lazımmış ve zor bulunan bir kanmış.
—Evet. Şey, sizin çocuğunuz Ali’ydi değil mi?
—Evet, telefon ettim o eve varmış. Geliş nedenim Ali ile ilgili değil zaten. Yardım edilecek bir şey var mı, köpeğin ısırdığı bir çocuk filan varsa hemen götürelim diye geldim.
—Sağ olun Ayhan Bey, şu küçük kahramanın sayesinde köpek kimseyi ısırmadan kaçıp gitti.
Ayhan Bey Mehmet’in saçlarını okşadı. Mehmet çekinerek sordu;
—Amca, kan lazım dediniz ya, hangi kan lazımmış?
— ‘ 0 Rh–’ ama sen küçüksün senden almazlar.
—Yok, benden değil, babam birkaç ayda bir kan veriyor, onun ki de o gruptan.
—Hımm… Tamam, babana bir soralım, verirse hemen hastaneye götürelim. Nerde bulabiliriz babanı?
—Süt fabrikasında çalışıyor, adı Mahmut.
Ayhan Bey dikkatlice baktı.
—Yoksa geçenlerde konuştuğum yeni işçi mi, senin adın Mehmet mi?
—Evet.
Ayhan Bey biraz kaşlarını çatarak;
—Bu gün kahramanlık yapmışsın, geçen de arkadaşının başına taş atmışsın ha?
Müdür araya girdi;
—Mehmet’in suçsuzluğu ortaya çıktı Ayhan Bey. Ayrıntıları size sonra anlatayım. Mehmet’e karşı mahcubuz zaten.
Ayhan Bey, bir kez daha sevgiyle Mehmet’in saçını okşadı.
—O zaman iş başka, zaten babası Mahmut Bey çok çalışkan, çok Beyefendi birisi, ona da böyle bir evlat yakışır. Hadi vakti kaybetmeden biz Mahmut Beyi bulalım. Müdür Bey Mehmet’i de yanıma alayım mı?
—Bence annesi merak eder.
Osman, “Ben evlerini biliyorum öğretmenim, hemen haber veririm.”
—Tamam o zaman evladım. “Okul müdürümüzün de haberi var, babasının yanına gitti” demeyi unutma, hanım efendi telaşa kapılmasın.
*** *** ***
Mahmut Bey, Ayhan Beyin kendisini aradığı haberiyle telaşlanmıştı. Fabrikanın bahçesinde Ayhan Beyin yanında Mehmet’i de görünce merakı da endişesi de artmıştı ama Ayhan Beyin kısa açıklamalarından sonra rahatladı.
—Tabi, seve seve gelirim. Ben zaten sağlıyım yerindeyse 3–4 ayda bir kan veriyorum. Bu gün de o bayana nasipmiş.
—Yalnız söylemedin demeyin de, o bayan sizin işten ayılmanız için uğraşan Kasım Beyin hanımı.
—Yok, Ayhan Bey, ben kan verirken adam seçmem. O iş başka bu iş başka.
*** *** ***
Hastaneye vardıklarında, ameliyathane önünde telaşla bekleyenleri gördüler. Kasım Bey onları tanıdı, yanlarına gelip Mahmut Beyin elini sıktı;
—Size karşı çok mahcubum. Okul müdür Mustafa Bey az önce geçmiş olsun diye telefon etti, çocuğun yaptığını da anlattı. Benim çocuk yalan söylemiş. –Bir kenarda başı önde bekleyen oğlunun duyacağı şekilde sesini yükselterek— hele bir eve gidelim, ben akşam ona yalan söylemenin cezasını vereceğim.
Mahmut ve Ayhan Beylerin kaşları çatıldı. Mehmet atıldı; “Amca biz şikayetçi değiliz, Kutay’ı dövmeyin.”
Mahmut Bey ;
—Kutay’ı döverseniz biz asıl o zaman üzülürüz. Çocuk belki sizi döver diye korkudan düştüğünü söyleyemedi. Neyse Kasım Bey, eşinizin durumu nasıl.
—Kan eksik, bir kişiden daha 0 Rh- kan bulunursa hemen ameliyata alınacak.
—Tamam o zaman, benim kan grubum uyuyor.
Kasım Beyin umutsuz duran yüzü güldü, Mahmut Beyi hemen içeri aldılar. Mehmet, Kutay’ın yanına gidip oturdu. Onun mahcup yüzüne baktı, “Barışalım mı?” diye sordu. Kutay, babasıyla konuşmalarını duymuştu, utanarak da olsa elini uzattı. Mehmet elini sıkmak yerine boynuna sarıldı. Babası Kasım beyin Kutay’ı dövdüğünü duyduğundan beri Kutay’a çok üzülmüştü.
—Annenin görebildin mi?
—Çocukları bu bekleme salonundan daha içeri almıyorlarmış.
—Merak etme iyileşir.
Hastanenin kapısından Turgut’la babası Tarık da geliyordu. Turgut onları görünce babasına gösterdi.
—Hanginiz Mehmet.
Mehmet ayağa kalktı, Turgut’un babası sarıldı sonra alnından öptü.
—Kızımı kurtarmışsın, sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.
Mehmet utanmış halde başını eğdi.
—O anne köpek olmasaydı, vahşi köpek yine saldırırdı.
—Onu da unutmayalım diyorsun ha. Tamam onun için de bir şeyler yaparız. Sahipsiz di değil mi?
Mehmet’in gözleri parlamıştı;
—Evet, okulun ilerisindeki çalılıkta yavruları var.
—Tamam, bizim bahçeye bir kulübe yaparız. Fakat bize güvenmeyebilir, yavrularını taşırken yardımcı olursun değil mi? Hem istediğin zaman da gelir görürsün.
Hastanenin bekleme salonu gittikçe kalabalıklaşıyordu. Okul müdürü Mustafa Bey, Leyla öğretmeni, Mehmet’in annesini ve Osman’ı da getirmişti. Ameliyat’ın başarılı geçtiği haberi de gelince ortalık bayram yerine dönmüştü.
Olanları ayrıntılıca öğrenmişti Leyla öğretmen. Ayhan Beyden, Mehmet’in Kasım Beye söylediklerini, Kutay’ın ceza almamasını istediğini de öğrenince hiçbir şey söylemeden Mehmet’i bir kenara çekip sordu;
—Kutay’ın ceza almamasını istiyormuşsun öylemi?
—Ben cezalıyken çok üzülmüştüm, o da çok üzülür. Ayrıca babası dövüyormuş.
—Tamam canım, müdür Beyle beraber senin cezanı sildirmek için dilekçe göndereceğiz. Buraya gelmeden müdür Bey bir kaç yeri aradı bile, bakanlığa gönderilmeden iptal ettireceklermiş.
Kasım Beyle, Turgut’un babası Tarık Bey de yanlarına geldi. Kasım Bey,
—Evladım özür dilemek yetmez, seni çok üzdük. Söyle bir isteğini yapalım.
Tarık Bey; “Bir bisikletin varmış. Biraz şeymiş, nasıl desem… Yenisi alayım mı sana?”
—Olmaz, o benim ilk bisikletim babam aldı bana. Ama…
—Evet…
—Şey… Frenleri iyi tutmuyor, babama söyleyemedim.
—Tamam, ama yenisini alsaydık.
—Olmaz.
—Tamam, frenlerini yaptıracağım. Tekrar teşekkür ederim. Kızımla, hanım da sana teşekkür ettiler.
Kasım Bey;
—Evladım benden de bir şey iste, çok mahcubum.
Mehmet durdu, dikkatlice yüzüne baktı.
—Tamam, sizden bir şey isteyeceğim.
—Söyle hemen.
Mehmet, Kutay’ın boynuna sıkıca sarıldı.
—Arkadaşımı bir daha dövmeyeceğinize söz verin.
Kasım Bey utandı, sağına soluna bakındıktan sonra. “Söz” dedi.
Osman ve Turgut da arkadaşlarının yanına geldi. “Hadi üzülme Kutay. Bak, annen de iyileşecekmiş.” diyerek sarıldılar. Birbirine neşeyle sarılan çocuklar sanki sevgi yumağı oluşturmuştu.
Öğrencilerinin nefret, intikam gibi kötü duygulardan uzak, birbirlerine sevgiyle sarıldıklarını gören Leyla öğretmen, mutluluk gözyaşlarını tutamamıştı. Yavaşça kalabalıktan uzaklaştı, gözlerini sildi..


Öykü Adı : Arkadaş
Katıldığı Yarışma : Rıfat Ilgaz-2008
Yazan : Ahmet Ünal ÇAM
 
vay be güzeldi.. ilkokulda okudugum kıtaplar geldi aklıma= )
 
Yorumlar için teşekkür ediyorum.
Sağlıcakla kalınız
 
Geri
Üst