Newwave
Altın Üye

Ağrı Dağı
O sadece bir dağ değil; yüzlerce efsane, masal, şiir, resim, fotoğraf, aşk öyküsü ve kutsal bir simge...
Bir dağın hikâyesini anlamak için ona nereden bakmak gerekir, doğrusu bilmiyorum. Anadolu'nun en yüksek dağı Ağrı'nın yanından yöresinden çok geçtim, çevresinde epeyce dolaştım, uzaktan seyrettiğim de oldu, eteklerine sürtünerek geçtiğim de... Hatta bir keresinde, neredeyse zirvesindeki karları dokunacak kadar yakın hissettim. İnsan yeryüzünün bu ihtişamlı görünümüyle sadece fiziksel değil, aynı zamanda içsel bir bağ da kuruyor. Benim de tuhaf bir ilişki var Ağrı ile aramda, ihtişam duygusunun yarattığı şaşkınlık, bir tür hayranlık ve peş peşe derin soluklar alma ihtiyacı. Sevdaya düşmek gibi birşey...
Dağların hikâyesini anlamak için ona hangi yönden bakıldığı kadar, hangi tarihten, hangi kültürden bakıldığı da önemlidir. Bu nedenle, çevremde başka diller konuşulurken de uzun uzun izledim Ağrı'yı, o dillerin anlattıklarını dinledim.
Yeryüzündeki bazı dağlar yüksekliğiyle nam salmıştır, bazıları çetinliğiyle, bazıları ise hakkında anlatılan efsanelerle, endamına yazılmış şiirlerle, doruklarına yakılmış şarkılarla. Bazı dağların kendine özgü sesinden, bazılarının ise kuytularındaki perilerden söz edilir. Ağrı Dağı ise hem efsanelerle, hem aşk hikâyeleriyle anılır, zalim hükümdarlara, eteklerinde gezinen yağız atlara, göllerinde yıkanan beyaz kuşlara dair masallar anlatılır. Kurulmakta olan bir şehrin ilk yapısında dağdan alınan taşlar kullanılırsa o şehrin sonsuza kadar yaşayacağına inanılır. Bir başka söylence ise, öfkesinden, kadim bir kenti lavlarıyla örtüp yok ettiğini anlatır.
Dünyanın en yüksek zirvesi Everest de dahil olmak üzere bütün heybetli dağların pek çok ismi vardır. Everest, Nepal'de Sagarmatha, Tibet'te Chomolongma'dır. Ağrı da pek çok isimle anılır. Selçuklular'ın Eğri Dağ dediği Ağrı, Ararat, Masis, Küh-i Nuh, Cebel ül Haris olarak da adlandırılır. Ararat adının da dağın kendisi gibi garip bir serüveni vardır: Eski İbranice yazılmış olan Kitab-ı Mukaddes'te ünsüz harflerle "rrt" şeklinde geçen adlandırma, bir pasajda Nuh'un Gemisi'nin oturduğu dağ; iki yerde Assur kralı Sin-ahhe-riba'yı öldüren katillerin kaçtığı ülke; bir bölümde de Mini ve Aşkenaz ile birlikte bir krallık olarak geçer.
Kitabı Batı dillerine çeviren Ortaçağ rahipleri, "rrt" ünsüzlerine birer "a" ünlüsü ekleyerek Ararat olarak okumuşlar. Ancak uzun yıllar bölgede Urartu kazılarını yöneten Prof.Dr. Veli Sevin, Ararat'ın bu okunuşunun da doğru olmadığını ve Urartu olması gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla Ararat, İÖ 9-7. yy'da Aras ve Dicle arasında hüküm süren Urartu Krallığı'nın adının Batı dillerinde okunmuş İbranice karşılığı. Bu isim zenginliği aynı zamanda kültürel zenginliğin de işaretidir.
Bulutların arasından ulaştığı gökyüzü katmanlarından bakarak binlerce yıldır eteklerinde yerleşen kültürleri izleyen Ağrı, her birinden izler taşır bedeninde: Urartu, Med, Pers, Abbasi, Bizans, Moğol, Osmanlı ve çok sayıda krallık, beylik... Ancak ne yanından yöresinden gelip geçen kültürleri ne de dört bir yanında konuşulan dilleri bilmek Ağrı'nın dilini anlamak için yeterli değildir. Türkçe'nin, Kürtçe'nin, Farsça'nın ve Ermenice'nin inceliklerine ne kadar hâkim olsanız da bir başka dili daha bilmek gerekir Ağrı'yı anlayabilmek için... Onun kendi dilini bilmek. Söylentilere bakılırsa onun diline en yakın dili konuşabilenler gezgin masalcılar ile şairlerdir, zaten dört dilin şairleri de Ağrı için çok şey söylemiştir. Ahmet Muhip Dranas, Ağrı Dağı şiirinde adeta onun dilini konuşur: "...gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü/ barıştıran sınır geceyle gündüzü/ Ey sonuca doğru ilk uçtan gelen dağ!/ Göğü perde perde delip yükselen dağ!". Bu hitap karşısında Ağrı, şaire ne yanıt verir bilinmez ama bazı şairler vardır ki, uzaktan Ağrı'yı izlemek yetmez onlara.
Ermenistanlı genç şair Anahit Hayrapetyan da Ağrı'nın konuştuğu dillerle onun zirvesine tırmandığında tanışmış. Bir yaz günü Ağrı'ya yaptığı zirve çıkışını şöyle anlatıyor: "Bir arkadaşımın önerisi ile heveslendim ama başarabileceğimden emin değildim. Doğubayazıt'a geldiğimizde her şey daha zor göründü gözüme. Erivan'daki evimden her gün seyrettiğim Ararat, buradan başka türlü görünüyordu ve eteklerinde konuşulan başka bir dili dinliyordu. Yaptığım bu ilk yüksek irtifa denemesinde, hayatımdaki en güzel anlardan birini yaşadım. Zirveden gördüğüm manzara muhteşemdi. Şimdi odamın penceresinden Ağrı'yı seyrederken daha geçen yaz onun zirvesinde olduğuma inanamıyorum.
Bu günlerde şiirini bitirmek üzereyim..." Nereden bakılırsa bakılsın dağcı gruplarına rehberlik yapanlar için zorlu bir dağ değildir Ağrı. Ama benim gibi yolu zaman zaman dağın eteklerine ve bazen de yamaçlarına düşenlerin gözüne pek kolay görünmez. Ağrı Dağı, yolcular için bir sürpriz gibidir. Diyadin'den Doğubayazıt'a doğru ilerlerken, eğer hava uygunsa ve sabah erken saatlerde dağın gerdanına dolanmış bir bulut yoksa, dümdüz ovada akan yolun sonunda aniden belirir. Yüksek, ama gerçekten yüksektir.
Böyle heybetli dağların karşısına geçip onu dinlemeye çalışan insanın bir anda kendisini çırılçıplak hissettiğini bilir misiniz? Ne kendinizden, ne de başkasından saklayacağınız hiçbir şey kalmamıştır, dağ içinize ayna tutmaktadır. Ağrı da aynısını yapar. Zirvenin ilk göründüğü andan itibaren ondan gözünüzü ayırmanız için çok iyi bir nedeniniz olması gerekir. Sadece heybetinden değildir seyrine dalıp gitmeler, bu anı tıpkı geldiği gibi aniden yitirmek istemediğinizdendir. Çünkü az sonra hangi bulutla nasıl bir oyuna girişeceği bilinmez, ansızın gözden kaybolabilir. Varken yok olabilir. Masallardaki, efsanelerdeki gibi...
Kaynak