A S M E N
New member
- Katılım
- 11 Şub 2007
- Mesajlar
- 595
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 35










Bir Askerin Mektubu (üzümlü karakolu)
Bazı geceler kabuslar görüyorum. Her seferinde başka bir yerde sıkışıp kalıyorum ve onlar geliyor. Bazen bir mağaradayım bazen kayalıkların arasında. Seslerini duyuyorum, yaklaşıyorlar. Çok korkuyorum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi geliyor. Sonra gözüküyorlar. Peşmerge kıyafetlerini, şalvarlarını ve elerindeki tüfekleri görüyorum. Elim tetiğe gidiyor ama tetiği çekemiyorum. Nişan alıyorum, tüfeğimin emniyetini açıyorum ama olmuyor tetik sıkışıyor sanki. Bir milimetre bile kımıldamıyor. Ve silahlarını bana doğrultuyorlar. Tetiği çekmeye çalışmaktan vazgeçiyorum. Onlara bakıyorum sadece ve rahatlıyorum o an. Şehit olacağım aklıma geliyor. Gülümsüyorum onlar tetiğe basarken..
Bu rüyalar aslında kabus değil sanırım. Kabuslar da korkuyla uyanırsın. Ben ise uyandığımda huzurlu oluyorum. Hem ölmek artık o kadar korkutucu gelmiyor. Anneme, babama kavuşacağımı biliyorum öldüğümde. Belki şehit olursam onları gördüğümde benimle daha çok gurur duyarlar.
Burada Hakkari Dağ Komando Tugayı'na bağlı Üzümlü karakolunda yetmiş kadar asker var. Biz iki tim olarak dün geldik. Gündüzleri uyuyor geceleri ise Irak sınırımdan içeri sızarak karakola olabilecek herhangi bir baskına karşı pusu kuruyoruz. Burası şimdiye kadar üç kere saldırıya uğramış. Bizim buraya geldiğimizi ne korucular ne de yakınımızda bulunan Üzümlü köyündekilerin haberi var. Zaten onlara kimse güvenmiyor. Diğer saldırılarda köylülerin PKK'lılara destek verdiklerini düşünüyorlar. Dağların bembeyaz bir yorganla örtülmüş olduğu bu topraklarda insan sırtının dayadığı arkadaşından başka kimseye güvenemiyor. Belki de güvenmemeli.
Bu yazdıklarımı kendime postalayacağım. Askerden sonra yalnızlığıma geri döndüğümde, posta kutumda görmek istiyorum bu kelimeleri. Belki o zaman daha iyi anlarım savaşsız, kansız yaşayabilmenin değerini. Bu gün burada düşündüğüm tek şey bu karakolu korumak. Ülkemi simgeliyor bu karakol benim için. Artık daha fazla şehit verilmesini istemiyorum. Benim ailem öldü ama buradakilerin annesinin ağlamasını istemiyorum.
Burada kış çok çetin. Kar üç metreden fazla. Bazen bu akıl almaz beyazlığın beni yutacağı hissine kapılıyorum. Dağlar, kar denizinin dev dalgaları gibi. Çok büyükler. İnsan onların eteklerinde kendini savunmasız hissediyor. Bir toz zerresi gibi.
Çok uykum var. Bu geceki devriye için biraz dinlenmeliyim.
12 Aralık 1993 / 10 : 30
Uyuyamıyorum. Yatakta dönüp durdum saatlerce. Bu savaşı düşünüyorum. Daha sekiz ay önce İstanbul sokaklarında dolaşıyordum. Askerlik umurumda bile değildi. En fazla günde iki-üç kilometre koşacak birazda eğitim yapacaktım. Komutanlarda fırça yiyecek ve en sonunda şafak defterimde karalanacak gün kalmadığında hayatıma geri dönecektim. Bu gün ise bunlar çok uzak hayaller gibi. İnanması çok zor geliyor. Girdiğim onca çatışma... ve ölüm... Kemal... Başını kaldırmasaydı şimdi yan ranzada uyuyor olacaktı ve ona saçma sapan şakalar yapmaya devam edecektim. Kemal cansız yanıma düştüğünde sanki üzerime dağlar devrildi. Ben altlarında kaldım, ezildim… Kımıldayamadım. Ona dokunamadım. Mevzide yanımda yatıyordu. O düşünce silah sesleri durdu, mermiler havada aslı kaldı sanki. Ağlayamadım. Ama o gün bıraktım o soysuzlara acımayı. O çatışmada sadece Kemal'i kaybettik. PKK'lılardan ise beşi ölmüştü. Cesetlerinin üzerine hücum yeleğimdeki tüm şarjörleri boşalmak isterdim. Belki yapabilirdim de. Kim bana bir şey diyebilirdi ki? Beni divanı harbe mi verirlerdi. Sadece bir sigara yakabildim. O gün, orada, o PKK'lıların cesetleri dibinde Kemal'e ağladım....
Aşkını, arkadaşını, ailesini her şeyini kaybetmiş bir askerim. Tek bulduğum şey savaş. Bu kadar kaybedişten sonra kendimi bulmaya çalışmak saçma geliyor. Hayatta kalın, diyor komutanlar. Ölmeyin. Sakın ölmeyin. Düşmanlar ise dışarıda bir yerdeler. Bize saldırmak için fırsat kolluyorlar. Gayri nizami savaşıyorlar. Vuruyor, bize kaybedilenler bırakıyor ve kaçıyorlar.
Bundan bir kaç ay önce Uzunsırt karakoluna saldırdılar. En büyük kayıp emniyet timinde oldu. Sekiz asker şehit düştü. Ama insanı çileden çıkartan koruculardan birinin anlattıklarıydı. 10-12 PKK'lı emniyet timindeki askerleri şehit ettikten sonra şehitlerin başında halay çekmişlerdi. İnsan böyle şeyler duyduktan sonra duyduğu öfke ve kin dayanılmaz oluyor. Ben askerliğim boyunca bizi yüreklendirmek ve savaşma şevkimizi arttırmak için sarf edilen bir çok söz duydum. Çoğu arkadaşım gibi bana da bu sözler saman alevi etkisi yaptı. Bir anlığına parladık.. Fakat Uzunsırt karakolu ve bunu gibi olaylar bize korkunç bir intikam duygusu bıraktı. İnsan intikamını aldığı zaman rahatlar. Oysa burada yaşanan her duygu insanın ruhuna bir çentik açıyor.
Uyumak istiyorum. Başaramayacağımı bilsem de uyumaya çalışmalıyım. Yarın biraz daha yazacağım ve belirli aralıklarla bu yazıları kendime postalayacağım. Yani uzun zaman sonra bunları ben okuyor olabilirim. İnsan, kendine ne der böyle bir durumda? Sıkma canını bak her şey geçti, evine dündün ve posta kutunda bu mektupları buldun, rahatla mı demeliyim? Bu yazıları okuyan ben, bilmeyecek mi orada, o dağlarda, kendine veya başkasına yazılar göndermeye hazırlanan başkaları olduğunu?
Bir şiir yazacağım. Sonra uyuyacağım.
Aynı Tarih 12 Aralık 1993 / 15 : 45
-Son-
9 Aralık 1993 tarihinde iki Jandarma Özel Harekat Komando timi aldıkları emir üzerine çok gizli bir şekilde Üzümlü Karakoluna girdi. Amaçları dağa önce üç kere saldırıya uğrayan bu karakolda bulunan askerlerin güvenliğini daha fazla arttırmaktı. Bu iki tim gündüz karakolda istirahat edip gece karakolun altından Kuzey Irak'a girerek her gece başka bir yerde pusu kurmakla görevlendirildiler.Bu iki timin varlığından, asker dışında ne karakol yakınındaki Üzümlü köyünün nede korucuların haberi vardı.
Timler Üzümlü'deki üçüncü akşamında, 12 Aralık 2003 saat 21 : 00'de pusu kurmak için karakoldan hareket edip Kuzey Irak'a yürüyüş halindeyken, Üzümlü Karakolu'na saldırmak için yaklaşan PKK gurubu ile karşı karşıya geldiler. İlk darbeyi timler vurdu. Fakat silah seslerinin duyulmasından 15-20 dakika sonra, Üzümlü köyünden karakola saldırı başladı. Köyden gelen ateşler, her şeyin PKK'lılarca planlandığı gibi gittiğini sanıp, hem yaklaşmanın, hem sızmanın tamamlanıp da saldırının başladığını düşünen, köydeki korucu ve milisler tarafından açılmıştı. Bu karakola daha önceleri yapılmış olan saldırılar da bu şekilde olmuş, Kuzey Irak'tan 100-200 kişilik PKK gurubu gelmiş, köydekilerle de birleşince 200-220 militanlı PKK gurubu saldırıyormuş gibi kıymetlendirilmişti. 12 Aralık 1993 gecesi maskeleri düştü. Sabah köyde tek bir kişi bulunamadı. Hepsi kaçmıştı. Komanda timlerinden biri astsubay çavuş dördü komando eri beş şehit, doğrudan karakola yapılan atışlarda da bir asteğmen ve bir karakol eri şehit oldu. PKK gurubundan ise 24 terörist o gece, daha sonraki takip operasyonlarında ise 27'si öldürüldü. Bir daha Üzümlü Karakoluna saldırı olmadı.
Üzümlü'de 12 Aralık 1993 gecesi saat 21 : 30'da Kuzey Irak'a sızan iki komanda timinde bulunan ve çatışma sırasında şehit olan askerlerden birinin şahsi eşyaları arasında, kendisinin yazdığı şu şiir çıktı:
Olur ya bir çatışmada ölürsem
Arkamdan yas tutmayın
Bırakın, toprağımda rahat içinde yatayım
Bedenimden komandomu çıkarmayın
Onlar benim gururumdur
Botlarımı çıkarmayın
Onlar nice yollar aşacak
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek
Elimden tüfeğimi almayın
O benim namusundur
Ölünce mezarıma sembol olacak
Yara'mın kanını silmeyin
Ahirette hesabı sorulacak
Göğsümden kör kuşunu çıkarmayın
O benim madalyam olacak
Bu şiir Hakkari'deki askeri tesislerin tamamına her şekilde görülebilecek yerlere, özel levhalar üzerine yazılmış,. Hakkari Dağ Komando Tugayı'nın giriş duvarına büyük, pirinç pano üzerine kabartma harflerle yazdırılarak takılmıştır


Şırnak Uludere’de teröristlerle çıkan çatışmada şehit düşen Jandarma Er Oğuz Parparoğlu’nun cenazesi dün İstanbul’da toprağa verilirken, şehit erin son sözleri yürek dağladı. Amcasının verdiği bilgilere göre, çatışma öncesi babasıyla cep telefonundan görüşen Parparoğlu, “Baba arkadaşlarımın hepsi şehit oldu. Ben de yaralıyım, ölüyorum. Hakkınızı helal edin. Anneme haber verme üzülür.” der. Şehit er daha sonra cep telefonunu elinden düşürür. Babası ise uzun süre telefondan çatışma seslerini dinler. Acılı aile sabaha kadar oğullarından gelecek ‘yaşıyor’ haberini umutla bekler. ‘Belki yaralıdır, konuşamamıştır.’ diyerek teselli bulur. Ancak, sabah saatlerinde gelen askeri erkan, er Oğuz Parparoğlu’nun şehadet haberini verir.
Şırnak’ın Uludere ilçesinde teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan Jandarma Er Oğuz Parparoğlu dün Levent Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda törenle toprağa verildi. Tören sırasında şehit erin yakınları gözlaşlarını tutamazken, kardeşi Filiz Parparoğlu’nun, ağabeyinin taputuna sarılarak uzun süre ağlaması herkesi duygulandırdı. Şehit yakınlarının gözyaşlarına boğulduğu törende dede İbrahim Parparoğlu da, “Oğlumuz vatana feda olsun.” derken yetkililere seslenerek; “Biz ağlıyoruz; başka anneler, babalar ağlamasın. Bu son olsun.” ifadelerini kullandı.
Bu arada Jandarma Er Oğuz Parparoğlu’nun çatışma öncesi aradığı babasıyla cep telefonuyla görüştüğü öğrenildi. Amca Halil Parparoğlu, şehit er ile babası arasında geçen konuşmayı Zaman’a şöyle anlattı: ‘Gece saat 10.00 sularında babasıyla annesi işyerinde çalışırken babasını cep telefonundan aramış. Babası telefona bakınca şaşırmış bu saatte Oğuz nasıl arıyor diye. Oğuz, ‘Baba arkadaşlarımın hepsi şehit oldu ben de yaralıyım ölüyorum. Hakkınızı helal edin. Anneme haber verme’ demiş.”Amca Parparoğlu, bu kısa konuşmanın ardından şehit erin telefonunun elinden düştüğünü söyledi. Baba Parparoğlu’nun uzun süre telefondan makineli tüfek ve çatışma seslerini dinlediğini anlatan amca Parparoğlu, “Bizim haberimiz olduktan sonra sabaha kadar ümitle bekledik. Belki yaralıdır konuşamamıştır diye düşündük. Ama sabah saatlerinde askerî erkan gelerek Oğuz’un şehadet haberini verdi.” dedi. Ailenin tek erkek çocuğu olan şehit er Oğuz Parparoğlu geçen ay 15 günlük izin kullanmış. Bir hafta önce tekrar birliğine dönen Parparoğlu, izin süresince babasının yerine çalışarak onu dinlendirmiş. Amca Parparoğlu, şöyle konuştu: “Oğuz varlıklı bir ailenin çocuğu değil. Babasının bir çorap atölyesi var. İzine geldiği zaman, ‘Baba sen çok yoruldun dinlen, ben çalışırım.’ diyerek 15 gün boyunca çalıştı, babası da dinlendi. İzin süresi dolunca da birliğine döndü. Kısa süre sonra da şehadet haberi geldi.” 12 ay önce askere giden şehit er Parparoğlu’nun terhisine 3 ay kalmıştı. 21 yaşındaki Parparoğlu’nun Elif ve Filiz adında iki kız kardeşi bulunuyor.
Şehit Parparoğlu için Levent Camii’nde düzenlenen cenaze törenine ailesi ve yakınlarının yanı sıra Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu, 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Ethem Erdağı, Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Koramiral Emin Murat Bilgel, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Eşref Uğur Yiğit ve askerî yetkililer katıldı. Cenazeye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök çelenk gönderdi.
33 Erİ Nasil Şehİt Ettİler?
Hürriyet-Yıl 1993. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili. Üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var. Dağlık, dar bir yol.
Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş... Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.
OSMAN PARTAL ANLATIYOR
Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför bir ara lastik patladığını söyleyip durdu. Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm. Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.
Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, şimdi Hürriyet’te yayımlanan açıklamalarında ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. Omuzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu.
Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu. ‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya. Yani bizi bekliyorlardı.
DOĞULU-BATILI DİYE AYIRDILAR
Geceyarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. ‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.
Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu-Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu.
Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı. Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık. Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm.
Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.
DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM
Tir tir titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım. Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar.
Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler... Su istiyorlardı. ‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum.
Kendimi çimdikledim, ölmemişim. Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım. Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim. Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. Beyin, ayak... Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım.
Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık. Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu. Yani silahsız erlerin herbiri için 50 mermi kullanmışlardı... Şoför biliyordu
ERKAN OMAY ANLATIYOR
Adanalı hemşerim Mehmet Tura’yla Manisa-Kırkağaç’ta acemi eğitimimi tamamladım. 24 Mayıs sabahı, jandarma komando olarak Siirt’teki birliğimize gitmek üzere Malatya’dan iki sivil midibüse bindirildik. 50 askerin hiçbirinde silah yoktu. Bizi koruyan refakatçı da.
Bingöl’e 10 kilometre kaldığını belirten tabelayı geçtik, ilk dönemeçte silah sesleri duyduk. Saat 18.00’di. Karşı yönden gelen Bingöl Tur otobüsünü tarayan 50 kadar PKK’lı, çoğunluğu bizim gibi asker olan yolcuları indirmişti. Şoföre geri dönmesi için bağırdım. Duymazdan geldi. Zaten tuhaf şekilde, 4 saatte 3 mola vermişti.
Bizi indiren PKK’lılar ‘Geleceğinizi biliyor, sizi bekliyorduk’ dedi. O sırada feryat figan, yaşlı bir adam çıktı karanlıklardan. ‘Oğluma ne yaptınız’ diyordu. Adını söyleyince oğlunun otobüslerde olmadığı anlaşıldı. Çok yaşlı olduğu için babaya dokunmadılar. Geldiği gibi gitti. O baba sayesinde kurtulduk. Hepimizin öldüğü sanılıyordu. Askere gidip sağ kalanlar olduğunu söylemeseydi teröristler hepimizi öldürecekti.
YANLIŞLIKLA 9 ŞEHİT DAHA
Sürekli yürüyorduk. Ertesi gün 12.00’de silah seslerinden askerlerin yaklaştığını anladım. Asıl harekat 16.00’da başladı. Sikorsky ve F-16’lar uçuyordu tepemizde. PKK’lılar kazma kürek çıkarıp siper kazdı, kayalıklara saklandı.
Bizi hedef olarak ortada bıraktılar. Askerimiz, yanlışlıkla içimizdeki 9 eri şehit etti bu yüzden. Müthiş bir yağmur vardı. Bizi kalkan olarak kullanan Şemdin Sakık bir ara yanımıza geldi, sağ kaldığımızı görünce şaşırdı. Teröristler geri çekiliyordu. 13 kişi kalmıştık. Kurşuna dizilenlerin arasından kurtulan Osman Partal da aramızdaydı.
Ellerimizi çözmeyi başardık. Kaçmaya başladık. Karşılaştığımız birkaç teröriste ‘Bizi serbest bıraktılar’ dedik. İnandılar. Birbirimizden ayrılmış, askerlerin bulunduğu yöne koşuyorduk. Bulduğum bir dala beyaz mendil bağladım, bir yandan bağırıyordum.
Tükendiğim anda korucular ve askerlerden oluşan timle karşılaştım. Mavi berelileri görünce ağlamaya başladım. Komutan ‘PKK’lı var mı içinizde?’ diye sordu. Sonra sarılıp hepimizi tek tek öptü. Bingöl Cezaevi’ndeki bir koğuşa götürdüler bizi.
Elbiselerimizi değiştirdik. Evlerimize telefon edebileceğimizi söylediler. Kafam durmuştu yaşadıklarımdan sonra. Evin telefon numarası bir türlü aklıma gelmediği için arayamadım.
ERKAN UMAY ANLATIYOR
10 kişilik yakın korumaları arasındaki, ‘hemşire’ diye hitap ettikleri kadın bizimle alay etti. Sakık, ‘Sorunumuz rütbelilerle, size bir şey yapmayacağız’ dedi. Her birimize nereli olduğumuzu sordu. Aramızda Denizli ve Konya’dan olanlar çoğunluktaydı.
Hemşerilerden oluşan timler daha başarılı olur, tehlikelidir diye bir kenara ayırdılar. Şehit olan 33 arkadaşımızın çoğunun bu iki ilden olmasının nedeni bu. Bu arada bir er ‘Ben Kürt’üm’ deyince PKK’lı ‘Kürt-Türk fark etmez. Asker askerdir.
Biz askere düşmanız’ dedi. Tek sıra olmamızı istediler. En başta ben vardım. Mehmet Tura 6’ncıydı. Yan yana olalım diye gittim, 7’nci oldum. ‘Baştan 6 kişi gelsin’ dediler. Diğer sıralardan aldıkları 6’şar kişiyle bir grup oluşturdular. ‘Kolkola girin’ deyip götürdüler. Arkadaşlarımız kolkola ölüme gittiler.
SİLAHLAR 10 DAKİKA HİÇ SUSMADI
Derken yer gök Kalaşnikof cayırtısına boğuldu. Kalaşnikoflar 10 dakika boyunca hiç susmadı. Mehmet’in bana son bakışını unutamıyorum. Sırada yer değiştirmesem, onun önünde dursam beni götüreceklerdi, Mehmet ölmeyecekti. Adana’da ticaret lisesinde sevdiği bir kız vardı. Terhis olur olmaz evleneceklerdi. Askerin üniformasını çıkartıp kendisi giydi
Sayıları 150’yi bulan PKK’lıların silah tehditi altında yürümeye başladık. Bir köyün alt tarafında durduk. 15 yaşındaki terörist ‘200 metreden sigarayı bile vururum’ diyerek böbürleniyordu. İçimizde komando olup olmadığını sordu. Tişörtümde ‘Kırkağaç-Komando’ yazıyordu. Beyaz gömleğimi çıkarmamı istediler.
Devrem Konyalı Adnan Gebeş’in verdiği parkayı giyip, bunu sakladım. Bu sırada teröristler el koydukları çantalarımızda bulunan üniforma ve postallarımızı giydi. Türk askeri kılığına büründüler. Ellerimizi sicimle bağladılar. Mehmet Tura’yla kaçmaya karar vermiştik.
Tuvalet bahanesiyle elimi çözdürdüm. O sırada korkunç suratlı bir terörist gelip Kalaşnikofu ağzıma soktu. ‘Bir daha kaçmayı aklından geçirirsen beynini dağıtırım’ dedi. Sabahın 02’sine kadar yürüdük. Elebaşı Şemdin Sakık, Türk askeri üniforması giymiş, elindeki telsizle emir yağdırıyordu. Üstün başarılı işsiz Erkan Omay, Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde bir hafta psikolojik tedavi gördü.
Hava değişiminden sonra havancı jandarma komando olarak Eruh’taki birliğine katıldı. Sevkiyatın yine korumasız otobüslerle yapıldığını görünce tepki gösterdi, birliğine uçakla gönderildi. Katıldığı operasyonlarda çok sayıda üstün başarı belgesi aldı. Şu anda işsiz olan Omay, ‘En ufak bir şey olsun, askere gönüllü giderim’ diyor.
BİZİ TARAYAN PKK’LIYI 4 YIL SONRA YAKALATTIM
Tekerlekli sandalyeye mahkum olan Erdal Özdemir, değişik dönemlerde tedavisi için Denizli’de bulunan askeri hastaneye gidiyordu. Bingöl katliamının üzerinden 4 yıl geçmişti. Ancak, Erdal Özdemir, kendisine ateş edenlerden bazılarının yüzünü hiç unutmadı.
Erdal, kendisini ateş eden PKK’lıyı nasıl yakalattığını şöyle anlattı: ‘Kuzenimle birlikte hastanenin hariciye koğuşuna gittik. Koridorda doktorun gelmesini bekliyorduk. O sırada aynı yere gelen iki asker gördüm. Yüzlerine bakınca birisini hemen tanıdım.
Bu, bana ve silah arkadaşlarıma Kalaşnikofla kurşun yağdıran PKK’lılardan birisiydi. Aradan 4 yıl geçmiş, şimdi asker olmuştu. Ben dikkatlice yüzüne bakarken, sanki o da beni tanımıştı. İkimiz de heyecanlandık. Orada ‘33 eri vuranlardan birisi burada’ diye bağırmaya başladım. Biraz sonra bu kişiyi yakaladılar.
Benim yanılıp yanılmadığımı anlamak için çok değişik teşhis yöntemleri uyguladılar. Hiçbirinde de yanılmadım. Zaten bu kişi de DGM’de yargılanmaya başlamıştı.’
Genelkurmay yetkilileri, Denizli’de bu olayın yaşandığını doğrularken Erdal Özdemir’in dikkati sonucu 33 erin şehit edilmesi olayına katılan ve eylemin olduğu dönemde 16 yaşında olan Bingöllü Necmettin A.Tekin’in yakalandığını söylediler. A.Tekin, Jandarmada ve DGM’de verdiği ifadede Bingöllü olduğunu, ancak eyleme katılmadığını öne sürdü. Mahkeme ‘kuvvetli bir şüphe mevcut olduğundan şüphenin sanık lehine yorumlanmasına’ karar verdi ve Necmettin A. Tekin hakkında beraat kararı aldı.
YÜZÜKLERİ BİLE ALDILAR
Köyden çıktıktan sonra 3-4 saat daha yürüdük. Sonra 10’arlı sıra oluşturmamızı istediler. Ceplerimizi teker teker boşalttılar. Parmaklarında yüzük olanların yüzüklerini bile aldılar. Benim de üzerimde bulanan 2 milyon lirayı, Samsun sigarasını, jetonlarımı, çantamdaki spor ayakkabılarımı aldılar.’
Arkadaşımın kanını içerek sağ kalabildim
Katliamdan yaralı olarak kurtulan Erdal Özdemir, tüm çabalara rağmen felç oldu. Bugün tekerlekli sandalyeye mahkum olan Erdal ‘Ölen arkadaşlarımın intikamını almayı çok istiyordum. Ancak olmadı’ diyor ve ekliyor: ‘Yapacak bir şeyimiz kalmamıştı. Silahlar ölüm kusuyordu. Gelişi güzel ateş ediyorlardı. O an hepimiz yerlerdeydik.
Ben yere düşerken, üzerime kol kola olduğum diğer arkadaşım düştü. Daha sonra ölmediğini gördükleri kişilerin üzerine birer kurşun daha sıktılar. Ben de yaralıydım ama altta olduğum için dikkat çekmiyordum. Az sonra büyük bir sessizlik oldu. Sürekli kan kaybediyordum.
Kısa sürede kan durdurulmazsa ben de ölecektim. Üzerime düşen arkadaşımın akan kanını içmeye başladım. Belki bu şekilde hayatta kalabilirim diye düşünüyordum. Uzun bir süre sonra oradan 5 kişi yaralı olarak hastaneye götürüldük!.’