MARCUSX
New member
5816
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki 5816 sayılı kanunu 1951 yılında Demokrat Parti çıkarmıştı. Daha doğrusu çıkarmak zorunda kalmıştı. Çünkü, bir yıl önce DP’nin CHP iktidarını sandıkta devirerek iktidara gelmesi, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı çevreleri cesaretlendirmiş, Atatürk’e küfür ve Atatürk heykellerine saldırılar olağan hale gelmeye başlamıştı. Laikliğin rövanşını almak isteyen tarikatlar, bir gecede 15-16 Atatürk heykelini tahrip ediyorlardı.
Atatürk rejimini etkisiz hale getirmenin, anısına ve heykellerine saldırarak değil, zaman içinde, yavaş yavaş atılacak adımlarla gerçekleştirileceğine inanmış olacak ki, DP iktidarı 5816’yı çıkarmak zorunda kaldı. Zaten yasa Atatürk’ü ve yaptıklarını eleştirenleri değil, hakaret ve küfür edenleri hedef alıyordu.
Anlaşılan 2009 yılına gelindiğinde, artık devletin kurucusu Atatürk’ün heykellerine ve manevi kişiliğine saldırıların serbest bırakılmasında da bir sakınca görülmüyor. Avrupa Birliği ilerleme raporunda bu yasanın da kaldırılması isteniyor. Sanki Türkiye’de her şey ve her yer demokratikleşmiş de sıra Atatürk’ü koruma yasasına gelmiş.
***
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in sözlerine bakıyorsunuz, adam tam bir “Atatürk’çü”. Diyor ki: “Atatürk’e karşı büyük bir saygım var. Aynı zamanda şu anda Türkiye’de, AB’ye katılım sürecinde icra edilmekte olan Batılı modernleşmenin de kurucusu. O halde AB katılım süreci kapsamında Türkiye’nin batılılaşmasında ve Avrupalılaşmasında biz onun adımlarını izliyoruz.”
“Atatürk’ü madem bu kadar beğeniyor ve onu izliyorsunuz, Atatürk’ün manevi kişiliğine ve heykellerine saldıranlara ‘özgürlük’ için neden bu kadar acele ediyorsunuz?” diye sormadan edemiyor insan.
Bir soru daha geliyor akla: Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini de Atatürk’ün batılılaşma ve Avrupalılaşma yolunun gereği olarak değerlendiriyorsunuz. Aman ne güzel... Pekiyi, “Osmanlı’ya bakın, orada zaten çok ileri bir yapı görürsünüz” diyen, AB sürecini “aslına dönüş süreci” olduğunu savunan, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinden sorumlu bakan ve başmüzakerecisiyle nasıl bu kadar kolay anlaşabiliyorsunuz?
Kimin yolunu izliyorsunuz Sayın Rehn? Osmanlı’nın mı Atatürk’ün mü? Hadi, doğruyu söyleyin.
*****
Yanlışları düzeltelim
Bir olayın, bir şeyin “ilk” ve “tek” olduğunu söylemek cesaret ister. Günlük yaşamda da geçerli olan bu kural, gazetecilikte çok daha önemlidir. Siyasette de önemlidir. Hele uluslararası siyaset yapıyorsanız çok çok daha önemlidir. İlk ve tek sözcüklerini kullanmak için, söz konusu şeyin ve olayın gerçekten ilk ve tek olduğundan yüzde yüz emin olmak gerek. Anlaşılan bu kural, son günlerde bazı çevrelerde pek umursanmıyor, yanlış üstüne yanlış yapılıyor. İşte iki örnek:
* AB’nin yanlışı: İlerleme raporunda, Ergenekon davası için, “İlk kez bir darbe girişiminin soruşturulduğu” söyleniyor. Devam etmekte olan bir dava için görüş belirtmenin yanlışlığı bir yana, AB, tarih hatası da yapıyor. Türkiye’de darbe soruşturması daha önce de yapıldı. Birilerinin AB raporcularına, 1958’deki “9 Subay olayı” nı ve 1963’teki Talat Aydemir’in yargılanması olayını hatırlatması gerekiyor. Aydemir’in darbe girişimi suçuyla idam edildiğini de...
* Hürriyet’in yanlışı: Hürriyet, Türkiye-Ermenistan protokolü için ikinci kez, “94 yıl sonra barış” ifadesini kullanıyor. Oysa Türkiye ile Ermenistan arasında ilk barış protokolü, 3 Kasım 1920’deki “Gümrü Anlaşması” ile imzalandı. Yürümedi, çünkü Ermenistan Sovyet ordusu tarafından işgal edildi. 16 Mart 1921’de Moskova Anlaşması ile bugünkü Türkiye-Ermenistan sınırı çizildi. Bu anlaşma, 13 Ekim 1921’de, Ermenistan ile yapılan Kars Anlaşması’yla tamamlandı.
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...16.10.2009&Newsid=265085&Categoryid=4&wid=166
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki 5816 sayılı kanunu 1951 yılında Demokrat Parti çıkarmıştı. Daha doğrusu çıkarmak zorunda kalmıştı. Çünkü, bir yıl önce DP’nin CHP iktidarını sandıkta devirerek iktidara gelmesi, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı çevreleri cesaretlendirmiş, Atatürk’e küfür ve Atatürk heykellerine saldırılar olağan hale gelmeye başlamıştı. Laikliğin rövanşını almak isteyen tarikatlar, bir gecede 15-16 Atatürk heykelini tahrip ediyorlardı.
Atatürk rejimini etkisiz hale getirmenin, anısına ve heykellerine saldırarak değil, zaman içinde, yavaş yavaş atılacak adımlarla gerçekleştirileceğine inanmış olacak ki, DP iktidarı 5816’yı çıkarmak zorunda kaldı. Zaten yasa Atatürk’ü ve yaptıklarını eleştirenleri değil, hakaret ve küfür edenleri hedef alıyordu.
Anlaşılan 2009 yılına gelindiğinde, artık devletin kurucusu Atatürk’ün heykellerine ve manevi kişiliğine saldırıların serbest bırakılmasında da bir sakınca görülmüyor. Avrupa Birliği ilerleme raporunda bu yasanın da kaldırılması isteniyor. Sanki Türkiye’de her şey ve her yer demokratikleşmiş de sıra Atatürk’ü koruma yasasına gelmiş.
***
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in sözlerine bakıyorsunuz, adam tam bir “Atatürk’çü”. Diyor ki: “Atatürk’e karşı büyük bir saygım var. Aynı zamanda şu anda Türkiye’de, AB’ye katılım sürecinde icra edilmekte olan Batılı modernleşmenin de kurucusu. O halde AB katılım süreci kapsamında Türkiye’nin batılılaşmasında ve Avrupalılaşmasında biz onun adımlarını izliyoruz.”
“Atatürk’ü madem bu kadar beğeniyor ve onu izliyorsunuz, Atatürk’ün manevi kişiliğine ve heykellerine saldıranlara ‘özgürlük’ için neden bu kadar acele ediyorsunuz?” diye sormadan edemiyor insan.
Bir soru daha geliyor akla: Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini de Atatürk’ün batılılaşma ve Avrupalılaşma yolunun gereği olarak değerlendiriyorsunuz. Aman ne güzel... Pekiyi, “Osmanlı’ya bakın, orada zaten çok ileri bir yapı görürsünüz” diyen, AB sürecini “aslına dönüş süreci” olduğunu savunan, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinden sorumlu bakan ve başmüzakerecisiyle nasıl bu kadar kolay anlaşabiliyorsunuz?
Kimin yolunu izliyorsunuz Sayın Rehn? Osmanlı’nın mı Atatürk’ün mü? Hadi, doğruyu söyleyin.
*****
Yanlışları düzeltelim
Bir olayın, bir şeyin “ilk” ve “tek” olduğunu söylemek cesaret ister. Günlük yaşamda da geçerli olan bu kural, gazetecilikte çok daha önemlidir. Siyasette de önemlidir. Hele uluslararası siyaset yapıyorsanız çok çok daha önemlidir. İlk ve tek sözcüklerini kullanmak için, söz konusu şeyin ve olayın gerçekten ilk ve tek olduğundan yüzde yüz emin olmak gerek. Anlaşılan bu kural, son günlerde bazı çevrelerde pek umursanmıyor, yanlış üstüne yanlış yapılıyor. İşte iki örnek:
* AB’nin yanlışı: İlerleme raporunda, Ergenekon davası için, “İlk kez bir darbe girişiminin soruşturulduğu” söyleniyor. Devam etmekte olan bir dava için görüş belirtmenin yanlışlığı bir yana, AB, tarih hatası da yapıyor. Türkiye’de darbe soruşturması daha önce de yapıldı. Birilerinin AB raporcularına, 1958’deki “9 Subay olayı” nı ve 1963’teki Talat Aydemir’in yargılanması olayını hatırlatması gerekiyor. Aydemir’in darbe girişimi suçuyla idam edildiğini de...
* Hürriyet’in yanlışı: Hürriyet, Türkiye-Ermenistan protokolü için ikinci kez, “94 yıl sonra barış” ifadesini kullanıyor. Oysa Türkiye ile Ermenistan arasında ilk barış protokolü, 3 Kasım 1920’deki “Gümrü Anlaşması” ile imzalandı. Yürümedi, çünkü Ermenistan Sovyet ordusu tarafından işgal edildi. 16 Mart 1921’de Moskova Anlaşması ile bugünkü Türkiye-Ermenistan sınırı çizildi. Bu anlaşma, 13 Ekim 1921’de, Ermenistan ile yapılan Kars Anlaşması’yla tamamlandı.
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...16.10.2009&Newsid=265085&Categoryid=4&wid=166