Mayhoş
mayhoş
Bu konuyla ilgili yazacak o kadar çok şeyim var ki, nereden başlasam bilemiyorum.
Daha önce iki sene bir özürlüler merkezinde çalıştım. İşe başladığım ilk iki hafta benim için çok güç olmuştu. Normalde dışarıda gördüğüm de bakamadığım, bakışlarımı kaçırdığım, arkamı döndüğüm, acıma ve dehşet hissi ile karışık bir üzüntü duyduğum insanların olduğu bir ortamda çalışmak zorundaydım. Çalıştığım şirket böyle uygun görmüştü. Müdürlüğe telefon açıp orada çalışmak istemediğimi söylediysem de beni dinlemediler. Gelip giden özürlü çocuklarla ilgilenen, hiç çekinmeden onlara sarılan özel eğitimci arkadaşımın rahatlığı beni şaşırtıyordu. Nasıl bu kadar yakın davranabildiğini sorduğumda aldığım cevap ‘alışıyorsun ve zamanla çok seviyorsun’ oldu. Hayır ben burada çalışamam dediysem de… Söylediği gibi oldu.
Alıştım ve çok sevdim.
Hiç bilmediğim bir dünyaya adım attım. Tanımaya çekindiğim, ürktüğüm, uzak durduğum insanların dünyasıydı bu. Otuzbeş yaşında olmasına rağmen yedi yaşında ki bir çocuğun zekasına sahip olan Sefer Cenk’in ‘Abla günaydın’ deyişiyle başladım her sabah güne. Yirmidört yaşında, altı yaşında ki zekaya sahip Yunuscan’ın ‘Büyüyünce benimle evlenirmisin’ teklifine gülümseyerek ‘evet tabii ki’ demeyi öğrendim. Konuşamayan ve kendini ifade edemeyen güzeller güzeli Sevban’ın ise tek yapabildiği ona her gülümsediğimde bana bir öpücük yollayabilmesiydi. Bir bardak çayı önce eline, sonra yere döken otuziki yaşında ki zeka geriliği mevcut Gülşen’in elleriyle yüzünü kapayıp ‘Bardağınızı kırdım’ diyerek iki saat ağlayışı düşündürdü beni. Yirmi yaşında ki Aytuğ’un ise her gazeteyi elimde görüşünde, kocaman gözlüklerinin ardından bakarak ‘Gazeteyi bana ver, iş kurmam lazım’ deyişi ise güldürdü. Down sendromlu Mukaddes’in ise ara ara gözleri dolardı hep. Dayanamayıp sebebini sorduğumdaysa ‘Mutsuzum’ diye cevap vermişti hiç unutmam. Neden diye sorduğumdaysa ‘Bilmem, ben buraya gelmek istemiyorum abla’ derdi. Öyle anlardım ki farklı olduğunun farkında. Bir çoğu farkında değil çünkü. Bu farkındalık ise insanın içini yaralıyor.
Üzüldüğünü bilmek fakat bir çözüm bulamamak…
Anlatmak istediğim o ki :
Onların bizden hiçbir farkları yok. Farkındaysanız yaşlarına rağmen hepsinden “Çocuk” diye bahsettim. Büyümeyen çocuklar düşünün ! Fiziksel olarak gelişiyor fakat zihinsel olarak çocuk kalıyorlar. Bir süre sonra ister istemez hepsini çocuk gibi görmeye başlıyorsunuz. Kızıyorsunuz, seviyorsunuz…
Onları tanıdıktan sonra şunu düşündüm hep. Bir gülümseyişinize muhtaç bu insanlar, ufacık bir tebessüm de gelip size sarılıyorlar. Ses tonunuzu azıcık sertleştirdiğiniz de ise gözleri doluyor, bakışlarını öne eğiyorlar. Söylediğiniz her şeye güveniyor ve bunu kural kabul ediyorlar. Örneğin yarın müzeye gideceğiz dediyseniz ve program iptal olduysa, sonra ki iki hafta bunu sayıklıyorlar. Neden gidemediklerini ve ne zaman gidileceğini sorup duruyorlar.
Peki ya biz? Sağlıklı, normal insanlar. Hangimiz bir tebessüme koşup sarılacak kadar çok seviniyoruz? Hangimiz bırakın bir bardağı, bir kalp kırdığımız zaman oturup ağlayacak kadar hassas ve düşünceliyiz. Aksine umursamıyoruz bile değil mi? Nasır bağlamış yüreklerimiz hissetmeyi unutmuş çünkü?! Ya da hangimiz güveniyoruz karşımızdakine, bu çocukların bizlere güvendiği kadar kısa süre de? Tutulmamış sözler, gerçekleşmeyen vaatler bizi üzmüyor bile artık. Yakıştırıyoruz birbirimize güvenilmez sıfatını. Alıştık çünkü güvenmemeye, çirkefliklere, ikiyüzlülüklere alıştık. Böyle bir şey yaşadığımız da tepki bile vermiyoruz ve hepimizin kafalarından benzer cümleler geçiyor belki de. “Biliyordum böyle olacağını…”
Sonuç olarak;
Özürlü dediğimiz ve bakışlarımızı bile esirgediğimiz bu çocukların dünyası aslında bizimkinden çok daha masum, çok daha sevgi dolu, çok daha temiz ve çok daha güvenli. Sizden ricam çoğu zaman kötü ve aşağılayan bakışların nazarına maruz kalan bu çocukları yadırgamamanız. Güzel bir bakışı, birkaç tatlı sözü esirgememeniz. Farklı olduklarını fark ettirmeyin. Özrü ne olursa olsun, karşınızda merhamet ve sıcaklığa hasret bir çocuğun olduğunu unutmayın. Her sağlıklı insanın bir özürlü adayı olduğunu anımsayıp, onlara iyi davranın.
Çünkü onlar Allah’ın melekleri.
Sevgi ve merhametle kalın lütfen...
Nefise Seda Yanık
Daha önce iki sene bir özürlüler merkezinde çalıştım. İşe başladığım ilk iki hafta benim için çok güç olmuştu. Normalde dışarıda gördüğüm de bakamadığım, bakışlarımı kaçırdığım, arkamı döndüğüm, acıma ve dehşet hissi ile karışık bir üzüntü duyduğum insanların olduğu bir ortamda çalışmak zorundaydım. Çalıştığım şirket böyle uygun görmüştü. Müdürlüğe telefon açıp orada çalışmak istemediğimi söylediysem de beni dinlemediler. Gelip giden özürlü çocuklarla ilgilenen, hiç çekinmeden onlara sarılan özel eğitimci arkadaşımın rahatlığı beni şaşırtıyordu. Nasıl bu kadar yakın davranabildiğini sorduğumda aldığım cevap ‘alışıyorsun ve zamanla çok seviyorsun’ oldu. Hayır ben burada çalışamam dediysem de… Söylediği gibi oldu.
Alıştım ve çok sevdim.
Hiç bilmediğim bir dünyaya adım attım. Tanımaya çekindiğim, ürktüğüm, uzak durduğum insanların dünyasıydı bu. Otuzbeş yaşında olmasına rağmen yedi yaşında ki bir çocuğun zekasına sahip olan Sefer Cenk’in ‘Abla günaydın’ deyişiyle başladım her sabah güne. Yirmidört yaşında, altı yaşında ki zekaya sahip Yunuscan’ın ‘Büyüyünce benimle evlenirmisin’ teklifine gülümseyerek ‘evet tabii ki’ demeyi öğrendim. Konuşamayan ve kendini ifade edemeyen güzeller güzeli Sevban’ın ise tek yapabildiği ona her gülümsediğimde bana bir öpücük yollayabilmesiydi. Bir bardak çayı önce eline, sonra yere döken otuziki yaşında ki zeka geriliği mevcut Gülşen’in elleriyle yüzünü kapayıp ‘Bardağınızı kırdım’ diyerek iki saat ağlayışı düşündürdü beni. Yirmi yaşında ki Aytuğ’un ise her gazeteyi elimde görüşünde, kocaman gözlüklerinin ardından bakarak ‘Gazeteyi bana ver, iş kurmam lazım’ deyişi ise güldürdü. Down sendromlu Mukaddes’in ise ara ara gözleri dolardı hep. Dayanamayıp sebebini sorduğumdaysa ‘Mutsuzum’ diye cevap vermişti hiç unutmam. Neden diye sorduğumdaysa ‘Bilmem, ben buraya gelmek istemiyorum abla’ derdi. Öyle anlardım ki farklı olduğunun farkında. Bir çoğu farkında değil çünkü. Bu farkındalık ise insanın içini yaralıyor.
Üzüldüğünü bilmek fakat bir çözüm bulamamak…
Anlatmak istediğim o ki :
Onların bizden hiçbir farkları yok. Farkındaysanız yaşlarına rağmen hepsinden “Çocuk” diye bahsettim. Büyümeyen çocuklar düşünün ! Fiziksel olarak gelişiyor fakat zihinsel olarak çocuk kalıyorlar. Bir süre sonra ister istemez hepsini çocuk gibi görmeye başlıyorsunuz. Kızıyorsunuz, seviyorsunuz…
Onları tanıdıktan sonra şunu düşündüm hep. Bir gülümseyişinize muhtaç bu insanlar, ufacık bir tebessüm de gelip size sarılıyorlar. Ses tonunuzu azıcık sertleştirdiğiniz de ise gözleri doluyor, bakışlarını öne eğiyorlar. Söylediğiniz her şeye güveniyor ve bunu kural kabul ediyorlar. Örneğin yarın müzeye gideceğiz dediyseniz ve program iptal olduysa, sonra ki iki hafta bunu sayıklıyorlar. Neden gidemediklerini ve ne zaman gidileceğini sorup duruyorlar.
Peki ya biz? Sağlıklı, normal insanlar. Hangimiz bir tebessüme koşup sarılacak kadar çok seviniyoruz? Hangimiz bırakın bir bardağı, bir kalp kırdığımız zaman oturup ağlayacak kadar hassas ve düşünceliyiz. Aksine umursamıyoruz bile değil mi? Nasır bağlamış yüreklerimiz hissetmeyi unutmuş çünkü?! Ya da hangimiz güveniyoruz karşımızdakine, bu çocukların bizlere güvendiği kadar kısa süre de? Tutulmamış sözler, gerçekleşmeyen vaatler bizi üzmüyor bile artık. Yakıştırıyoruz birbirimize güvenilmez sıfatını. Alıştık çünkü güvenmemeye, çirkefliklere, ikiyüzlülüklere alıştık. Böyle bir şey yaşadığımız da tepki bile vermiyoruz ve hepimizin kafalarından benzer cümleler geçiyor belki de. “Biliyordum böyle olacağını…”
Sonuç olarak;
Özürlü dediğimiz ve bakışlarımızı bile esirgediğimiz bu çocukların dünyası aslında bizimkinden çok daha masum, çok daha sevgi dolu, çok daha temiz ve çok daha güvenli. Sizden ricam çoğu zaman kötü ve aşağılayan bakışların nazarına maruz kalan bu çocukları yadırgamamanız. Güzel bir bakışı, birkaç tatlı sözü esirgememeniz. Farklı olduklarını fark ettirmeyin. Özrü ne olursa olsun, karşınızda merhamet ve sıcaklığa hasret bir çocuğun olduğunu unutmayın. Her sağlıklı insanın bir özürlü adayı olduğunu anımsayıp, onlara iyi davranın.
Çünkü onlar Allah’ın melekleri.
Sevgi ve merhametle kalın lütfen...
Nefise Seda Yanık