Beyaz Kin
Stou
- Katılım
- 10 Nis 2006
- Mesajlar
- 1,757
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Aşağıdaki foto-roman(!) özellikle yeni nesilin dikkatine sunulur.
"ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ"!
Türkiye'nin kaderini belirleyen 12 Eylül Darbesi'ne nasıl gelindi.
Darbe öncesi 10 yılda neler yaşandı? İşte darbeye giden süreç...
Kaynak
13 Aralık 1980, saat 02.53
Erdal Eren asıldığında 17 yaşındaydı. Avukatların talebine rağmen kemik ölçümü yapılmadı. Bir ay altı günde verilen karar üç kez Yargıtay’dan döndü, çünkü deliller yetersizdi. Herkes gibi Eren de topluma gözdağı verilmek amacıyla asılacağının farkındaydı. Avukatı İsmail Sami Çakmak infazı izlemekten kaçan hâkimi omuzlarından tutup sarstı, “Bak, aldığın kararın sonucuna bak”…
Röportajlar: Berat Günçıkan Cumhuriyet
- Erdal Eren, 12 Eylül’den sonra infaz edilen 50 kişi arasında öne çıkan, idamlar tartışıldığında ilk akla gelen isim.
Erdal 13 Şubat 1980’de, asker Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla suçlanıyordu. Yargılanılması sadece bir ay altı gün sürdü.
- O dönemde bugün de karanlıkta kalan pek çok olay varken, bu hız öldürülen bir asker olduğu için mi?
İdamların hepsi gözdağıydı. Ölen asker olunca, yargılama da çabuk tamamlandı. Yargıtay aşamasında Erdal’ı avukat Niyazi Ağırnaslı, Nihat Toktay, ben, İbrahim Tezan, Tuğrul Çakın, Zeki Tavşancıl, İstanbul Barosu’ndan Sadık Akıncılar, Halil Ereltuğ, Mehmet Ali Özpolat, Fahrettin Elmas ve Yusuf Demir savunduk. Kararı veren ilk mahkemedeki savunmasından ötürü Nihat Toktay altı ay hapis cezasına mahkûm edildi.
- Askeri Eren’in vurduğuna ilişkin yeterli delil var mıydı?
Yargıtay Üçüncü Dairesi, kararı son derece yasal ve hukuka uygun gerekçelerle bozdu. Bunlar otopsinin usul ve yasaya aykırı yapıldığı, ölenin vücudundan çıkan kurşunun Erdal’ın tabancasından çıkıp çıkmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, olay yerinde keşif yapılmadığı, tanıkların dinlenilmediği Erdal’ın on sekizden küçük olup olmadığının araştırılmadığı, takdir hakkının kötüye kullanıldığı gibi gerekçelerdi. Gerçek de buydu. Ama başsavcılık hemen harekete geçti, bozma kararına itiraz etti. Dosya gitti geldi, sonunda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu idam kararını onayladı.
- Siz bu süreçte savunma hakkınızı kullanabildiniz mi?
Hayır, başsavcılığın itirazlarının görüşülmesi aşamasında savunma olarak bizi dışladılar, savunma hakkını kullandırmadılar. Sanıyorum ilk bozma kararıyla dava yeniden mahkemeye gönderilip, noksanlıklar tamamlansaydı mahkeme istese dahi idam kararı veremezdi. “Asmayalım da besleyelim mi” gibi demeçler kararın mahkeme salonu dışında verildiğini kanıtlasa, biz avukatlar için yapılacak pek bir şey kalmasa da kararın düzeltilmesi yolunda Yargıtay’a bir başvuru daha yaptık. Bu da reddedildi.
- İnfazda bulunmayı siz mi istediğiniz, Eren mi?
Erdal istedi, Nihat Toktay’la ben de savcılığa dilekçe vererek infaza katılacağımızı bildirdik. 12 Aralık 1980’de dilekçenizde belirttiğiniz adresten ayrılmayın, diye bir tebligat yapıldı. Bunun üzerine şaşırdık, birbirimize bakakaldık, bir şey konuşamadık. Yeniden infazın durdurulması için dilekçe hazırlamaya koyulduk.
- Nasıl bir bekleyiştir bu?
Bir kulağımız telefonda, bir kulağımız kapıdaydı, açıldı açılacak diye bekliyorduk. Necdet’in infazında bulunan Mehdi (Bektaş) bir şeyler anlatıyordu, ama bizim anlayacak halimiz yoktu. Gece 02.00 sıralarında sivil polisler geldi, Ankara Kapalı Cezaevi’ne gittik. Pis ve soğuk bir havaydı. Üzerimiz defalarca arandıktan sonra müdürün odasına alındık. Erdal’ı getirdiler. “Avukatlarımla yalnız görüşmek istiyorum” dedi, reddettiler. Utanarak arkasını dönüp apış arasından bir mektup çıkardı. Bir sigara istedi, yaktım. Son derece rahat ve sakin, bir mektup yazmak istediğini söyledi, izin verdiler. Oturdu, sigarası bitinceye kadar mektubu yazdı. Yetkililer mektupları ve daha sonra ailesine teslim edilecek özel eşyalarını, paralarını da aldılar, biz veririz diye. Erdal son derece güvensiz, “Gerçekten verir misiniz” diye sordu. Sonra formaliteler başladı, karar özeti okundu, idam gömleği giydirildi, karar göğsüne asıldı. Elleri bağlanacağı sırada “Bağlamayın, bana, vücuduma değmeyin” dedi. Doktor ellerinin bağlanmaması halinde çok acı çekeceğini anlattı. Erdal’a söyledim, karşı çıkmaktan vazgeçti. Sehpaya yürüdü, “Faşizme ölüm, halka hürriyet” diye bir slogan atıp, kolay geçsin diye boynunu ipe kendi uzattı, aynı anda tabureyi tekmeledi. Biraz önce slogan atan vücut boş bir torba gibi sallanmaya başladı. - İzleyebildiniz mi, idam kararını alan heyetten hâkim infaz sırasında soğukkanlılığını korudu mu?
O sırada Nihat Toktaş, “hâkim nerede” diye bağırdı. Bir kenarda, başını iki elinin arasına almış, sözüm ona düşünüyordu. “Sürüklercesine getirdik, “bak” dedim, “aldığın kararın sonucu bu. İp Erdal’ın boynuna üçe yedi kala geçti, biz üçü on geçe aynı taksiyle geri döndük. Orada, merdivenin altında ağlayan bir yüzbaşıyı unutamıyorum, hem ağlıyor hem de bunun hesabı nasıl verilecek diye söyleniyordu.
- Herhalde bunun nedeni Erdal’ın 18 yaşından küçük olması…
Evet, itirazlarımızdan biri de yaşının küçüklüğüydü. Kemik incelemesi yapılmasını istedik, çok basit bir olaydı, ama yapılmadı. Genelde ve özellikle TÖB-DER üyesi öğretmenlere suçlu gözüyle bakan, TÖB-DER üyesi olmayı bile 1402’den cezalandıran mahkeme heyeti Erdal’ın yaşı söz konusu olduğunda, “Babasının bir öğretmen olduğunu ve bu nedenle oğlunun yaşını nüfusa günü gününe yazdırmış olacağını” kararına gerekçe yaptı.
- İnfazı izlemek sizi nasıl etkiledi?
Altı ay başka müvekkillerim de olmasına rağmen cezaevine ziyarete bile gidemedim. Çünkü mahkûm görüşüne gidebilmek için darağacının kurulduğu bölmeden geçmek gerekiyordu…
- Başka hangi davalara baktınız?
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceyle öldürülen, işkence yapılarak ifadesi alınan birçok kişinin avukatlığını yaptım, işkenceciler aleyhine açılan davaları takip ettim.
- 12 Eylül hukukun ve yasaların hiçe sayıldığı bir dönemdi, siz bunlara da tanıklık ettiniz…
Bir kere yargılama yapan mahkemelerin kendisi anayasaya, evrensel hukuk ilkelerine, uluslararası antlaşmalara, hukuk devleti ilkelerine aykırıydı. Hukukun en genel ilkeleri, evrensel hukuk kuralları ve ülkemizde geçerli olan kurallar hiçe sayıldı. İşkence ile imzalatılmış ifadeler mahkûmiyet kararlarına esas alındı. “Kısa kesin işimiz var” gibi terslemelerle savunma hakkı hiçe sayıldı. Avukatların her sözü kanunlara sövmek, konseye hakaret, savcıya, güvenlik görevlilerine hakaret olarak görüldü, davalar açıldı.
- Siz neden yargılandınız?
Birkaç ayrı davada yargılandım. Bir savunmamdan ötürü devletin emniyet ve muhafaza güçlerine, mahkemeye ve savcıya hakaret gibi suçlarla tutuklanmam istendi.
- Tehdit edildiniz mi?
Polisler aleyhine davalara girdiğim ve işkenceden şikâyetçi olduğum için evimden alındım, dövüldüm, öldü diye boş bir araziye bırakıldım. Bu olayda polisler hakkında dava açıldı ama beraat kararı verildi. O dönemde hocamız, Ankara Baro Başkanımız Muammer Aksoy gerek işkenceye karşı çıkışı, gerek işkenceye karşı mücadelede avukatlardan yana tutum alarak bizi yüceltti, bizim gibi emek verdi.
- Siz işkence gördünüz mü?
Kaba dayak ve manevi işkence çok gördüm. İki defa bürom yakıldı. Büroma gelip gidenlere “Bunlara dava vermeyin, bunlara dava verirseniz şu olur, bu olur” diye gözdağı verildi. Adana’da bir müvekkilim emniyete götürülüp aleyhime ifadesi alındı. Adana’da girdiğim duruşmaları bizzat gelip izleyen Adana Emniyet Müdürü Gültekin Demir hakkımda Ankara Emniyeti’ne “Tüm aramalara rağmen yakalayamıyoruz” diye yazdı… Adana -Ankara arasında sekiz saatlik yol, bu götürme sırasında ne olacağını kim bilebilirdi ki!
- Karanlık bir dönemde bu davaları üstlenmek, işkencenin üstüne gitmek delilik mi, cesaret mi, ideoloji mi?
Bu mesleki bir görev. Avukatlığa başlarken bir yemin ederiz, işkenceye karşı çıkmak da o yeminin gereğidir. l
"ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ"!
Türkiye'nin kaderini belirleyen 12 Eylül Darbesi'ne nasıl gelindi.
Darbe öncesi 10 yılda neler yaşandı? İşte darbeye giden süreç...
Kaynak
13 Aralık 1980, saat 02.53
Erdal Eren asıldığında 17 yaşındaydı. Avukatların talebine rağmen kemik ölçümü yapılmadı. Bir ay altı günde verilen karar üç kez Yargıtay’dan döndü, çünkü deliller yetersizdi. Herkes gibi Eren de topluma gözdağı verilmek amacıyla asılacağının farkındaydı. Avukatı İsmail Sami Çakmak infazı izlemekten kaçan hâkimi omuzlarından tutup sarstı, “Bak, aldığın kararın sonucuna bak”…
Röportajlar: Berat Günçıkan Cumhuriyet
- Erdal Eren, 12 Eylül’den sonra infaz edilen 50 kişi arasında öne çıkan, idamlar tartışıldığında ilk akla gelen isim.
Erdal 13 Şubat 1980’de, asker Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla suçlanıyordu. Yargılanılması sadece bir ay altı gün sürdü.
- O dönemde bugün de karanlıkta kalan pek çok olay varken, bu hız öldürülen bir asker olduğu için mi?
İdamların hepsi gözdağıydı. Ölen asker olunca, yargılama da çabuk tamamlandı. Yargıtay aşamasında Erdal’ı avukat Niyazi Ağırnaslı, Nihat Toktay, ben, İbrahim Tezan, Tuğrul Çakın, Zeki Tavşancıl, İstanbul Barosu’ndan Sadık Akıncılar, Halil Ereltuğ, Mehmet Ali Özpolat, Fahrettin Elmas ve Yusuf Demir savunduk. Kararı veren ilk mahkemedeki savunmasından ötürü Nihat Toktay altı ay hapis cezasına mahkûm edildi.
- Askeri Eren’in vurduğuna ilişkin yeterli delil var mıydı?
Yargıtay Üçüncü Dairesi, kararı son derece yasal ve hukuka uygun gerekçelerle bozdu. Bunlar otopsinin usul ve yasaya aykırı yapıldığı, ölenin vücudundan çıkan kurşunun Erdal’ın tabancasından çıkıp çıkmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, olay yerinde keşif yapılmadığı, tanıkların dinlenilmediği Erdal’ın on sekizden küçük olup olmadığının araştırılmadığı, takdir hakkının kötüye kullanıldığı gibi gerekçelerdi. Gerçek de buydu. Ama başsavcılık hemen harekete geçti, bozma kararına itiraz etti. Dosya gitti geldi, sonunda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu idam kararını onayladı.
- Siz bu süreçte savunma hakkınızı kullanabildiniz mi?
Hayır, başsavcılığın itirazlarının görüşülmesi aşamasında savunma olarak bizi dışladılar, savunma hakkını kullandırmadılar. Sanıyorum ilk bozma kararıyla dava yeniden mahkemeye gönderilip, noksanlıklar tamamlansaydı mahkeme istese dahi idam kararı veremezdi. “Asmayalım da besleyelim mi” gibi demeçler kararın mahkeme salonu dışında verildiğini kanıtlasa, biz avukatlar için yapılacak pek bir şey kalmasa da kararın düzeltilmesi yolunda Yargıtay’a bir başvuru daha yaptık. Bu da reddedildi.
- İnfazda bulunmayı siz mi istediğiniz, Eren mi?
Erdal istedi, Nihat Toktay’la ben de savcılığa dilekçe vererek infaza katılacağımızı bildirdik. 12 Aralık 1980’de dilekçenizde belirttiğiniz adresten ayrılmayın, diye bir tebligat yapıldı. Bunun üzerine şaşırdık, birbirimize bakakaldık, bir şey konuşamadık. Yeniden infazın durdurulması için dilekçe hazırlamaya koyulduk.
- Nasıl bir bekleyiştir bu?
Bir kulağımız telefonda, bir kulağımız kapıdaydı, açıldı açılacak diye bekliyorduk. Necdet’in infazında bulunan Mehdi (Bektaş) bir şeyler anlatıyordu, ama bizim anlayacak halimiz yoktu. Gece 02.00 sıralarında sivil polisler geldi, Ankara Kapalı Cezaevi’ne gittik. Pis ve soğuk bir havaydı. Üzerimiz defalarca arandıktan sonra müdürün odasına alındık. Erdal’ı getirdiler. “Avukatlarımla yalnız görüşmek istiyorum” dedi, reddettiler. Utanarak arkasını dönüp apış arasından bir mektup çıkardı. Bir sigara istedi, yaktım. Son derece rahat ve sakin, bir mektup yazmak istediğini söyledi, izin verdiler. Oturdu, sigarası bitinceye kadar mektubu yazdı. Yetkililer mektupları ve daha sonra ailesine teslim edilecek özel eşyalarını, paralarını da aldılar, biz veririz diye. Erdal son derece güvensiz, “Gerçekten verir misiniz” diye sordu. Sonra formaliteler başladı, karar özeti okundu, idam gömleği giydirildi, karar göğsüne asıldı. Elleri bağlanacağı sırada “Bağlamayın, bana, vücuduma değmeyin” dedi. Doktor ellerinin bağlanmaması halinde çok acı çekeceğini anlattı. Erdal’a söyledim, karşı çıkmaktan vazgeçti. Sehpaya yürüdü, “Faşizme ölüm, halka hürriyet” diye bir slogan atıp, kolay geçsin diye boynunu ipe kendi uzattı, aynı anda tabureyi tekmeledi. Biraz önce slogan atan vücut boş bir torba gibi sallanmaya başladı. - İzleyebildiniz mi, idam kararını alan heyetten hâkim infaz sırasında soğukkanlılığını korudu mu?
O sırada Nihat Toktaş, “hâkim nerede” diye bağırdı. Bir kenarda, başını iki elinin arasına almış, sözüm ona düşünüyordu. “Sürüklercesine getirdik, “bak” dedim, “aldığın kararın sonucu bu. İp Erdal’ın boynuna üçe yedi kala geçti, biz üçü on geçe aynı taksiyle geri döndük. Orada, merdivenin altında ağlayan bir yüzbaşıyı unutamıyorum, hem ağlıyor hem de bunun hesabı nasıl verilecek diye söyleniyordu.
- Herhalde bunun nedeni Erdal’ın 18 yaşından küçük olması…
Evet, itirazlarımızdan biri de yaşının küçüklüğüydü. Kemik incelemesi yapılmasını istedik, çok basit bir olaydı, ama yapılmadı. Genelde ve özellikle TÖB-DER üyesi öğretmenlere suçlu gözüyle bakan, TÖB-DER üyesi olmayı bile 1402’den cezalandıran mahkeme heyeti Erdal’ın yaşı söz konusu olduğunda, “Babasının bir öğretmen olduğunu ve bu nedenle oğlunun yaşını nüfusa günü gününe yazdırmış olacağını” kararına gerekçe yaptı.
- İnfazı izlemek sizi nasıl etkiledi?
Altı ay başka müvekkillerim de olmasına rağmen cezaevine ziyarete bile gidemedim. Çünkü mahkûm görüşüne gidebilmek için darağacının kurulduğu bölmeden geçmek gerekiyordu…
- Başka hangi davalara baktınız?
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceyle öldürülen, işkence yapılarak ifadesi alınan birçok kişinin avukatlığını yaptım, işkenceciler aleyhine açılan davaları takip ettim.
- 12 Eylül hukukun ve yasaların hiçe sayıldığı bir dönemdi, siz bunlara da tanıklık ettiniz…
Bir kere yargılama yapan mahkemelerin kendisi anayasaya, evrensel hukuk ilkelerine, uluslararası antlaşmalara, hukuk devleti ilkelerine aykırıydı. Hukukun en genel ilkeleri, evrensel hukuk kuralları ve ülkemizde geçerli olan kurallar hiçe sayıldı. İşkence ile imzalatılmış ifadeler mahkûmiyet kararlarına esas alındı. “Kısa kesin işimiz var” gibi terslemelerle savunma hakkı hiçe sayıldı. Avukatların her sözü kanunlara sövmek, konseye hakaret, savcıya, güvenlik görevlilerine hakaret olarak görüldü, davalar açıldı.
- Siz neden yargılandınız?
Birkaç ayrı davada yargılandım. Bir savunmamdan ötürü devletin emniyet ve muhafaza güçlerine, mahkemeye ve savcıya hakaret gibi suçlarla tutuklanmam istendi.
- Tehdit edildiniz mi?
Polisler aleyhine davalara girdiğim ve işkenceden şikâyetçi olduğum için evimden alındım, dövüldüm, öldü diye boş bir araziye bırakıldım. Bu olayda polisler hakkında dava açıldı ama beraat kararı verildi. O dönemde hocamız, Ankara Baro Başkanımız Muammer Aksoy gerek işkenceye karşı çıkışı, gerek işkenceye karşı mücadelede avukatlardan yana tutum alarak bizi yüceltti, bizim gibi emek verdi.
- Siz işkence gördünüz mü?
Kaba dayak ve manevi işkence çok gördüm. İki defa bürom yakıldı. Büroma gelip gidenlere “Bunlara dava vermeyin, bunlara dava verirseniz şu olur, bu olur” diye gözdağı verildi. Adana’da bir müvekkilim emniyete götürülüp aleyhime ifadesi alındı. Adana’da girdiğim duruşmaları bizzat gelip izleyen Adana Emniyet Müdürü Gültekin Demir hakkımda Ankara Emniyeti’ne “Tüm aramalara rağmen yakalayamıyoruz” diye yazdı… Adana -Ankara arasında sekiz saatlik yol, bu götürme sırasında ne olacağını kim bilebilirdi ki!
- Karanlık bir dönemde bu davaları üstlenmek, işkencenin üstüne gitmek delilik mi, cesaret mi, ideoloji mi?
Bu mesleki bir görev. Avukatlığa başlarken bir yemin ederiz, işkenceye karşı çıkmak da o yeminin gereğidir. l