Türkiye'de, "tarihsel gerçek"le bağdaşmadığından "yazılı" tarihçeye kaydedilemeyen, Atatürk başta, İstiklal Savaşı komutanları ve kahramanları olan
Cumhuriyet'in kurucularını gözden düşürme amacıyla oluşturularak fısıltı halinde yayılması için,..karşıtlarınca ve düşmanlarınca çaba gösterilen bir "yalan" da 12 Adalar'a ilişkindir.
Bu "yalan" çerçevesinde, bir yandan 12 Adalar'ın Yunanistan'a, sözde Türkiye'nin "rızasıyla" verildiği, dolayısıyla da buradaki Yunan egemenliğinin "meşru ve uluslararası hukuk ve teamüllerine uygun" olduğu fikri işlenerek Yunanistan rahatlatılmaya, bir yandan da bu adaları sözde Yunanistan'a veren Türk yetkili olarak işaret edilen İstiklal Savaşı'nın 2. numaralı komutanı ve kahramanı olan Cumhuriyet'in 2 numaralı kurucusunun, Cumhurbaşkanı'nın, Milli Şef'in, açıkça İsmet İNÖNÜ'nün sözde "Hain" olduğu fikri ve kanaati, usul-usul ve sessizce belleklere yüklenmeye çalışılmaktadır.
O "yalan" şu : "12 Adaları, Yunanistan'a İsmet İnönü verdi".
Peşinen belirtelim ki, 12 Adalar'ı, ne Türkiye, nede onun adına İnönü yada bir başka Türk yetkili, hiçbir zaman Yunanistan'a "resmen" yada "gayr-ı resmi" olarak vermiş değildir. Açıkça ve kısaca,..Türkiye, İtalya'nın Trablusgarp (1912) savaşı sırasında yeni bir cephe açarak zorlamak amacıyla işgal ettiği 12 Adalar'da sonradan, "daha dün" sayılacak denli yakın tarihte, 1947'de yerini alan Yunan egemenliğinin "meşru" olduğuna ilişkin herhangi bir ikili veya çok-taraflı bir sözleşmeyi, anlaşmayı yada antlaşmayı, bugüne kadar imzalamış değildir. Sadece, Lozan'da (1923) -ki Türkiye'nin müzakereci heyet başkanı İnönü'dür- İtalya lehine feragat etmek zorunda kalmıştır.
Ancaak...ancaaak, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan "Paris Barış Antlaşması"yla (1947) Müttefikler'ce İtalya'nın elinden alınan 12 Adalar (uluslararası hukuk ve teamüllerine uygun olarak ilk ve asıl sahibi Türkiye olduğundan Türkiye'ye iade edilmesi gerekirken) Yunanistan'a verilmiştir. Neden ? Türkiye'yi cezalandırmak için. Peki bu neden ? Onca zorlamalarına rağmen, İnönü'nün izlediği başarılı diplomasi çerçevesinde Türkiye savaşa girmediği için. İki neden daha var : "Bağımsız" devlet olarak kurulduğu 1830'dan itibaren, Yunanistan'ın komşusu Türkiye aleyhine genişlemesini sürekli destekledikleri için. Nereye kadar ? Taa Ankara'nın hemen batısındaki Polatlı'ya kadar. Ve tabi iki komşu ülke arasına, yeni bir "çomak" , açıkça "nifak" daha sokmak için.
Türk tarihinde 12 Adalar (ve konumuz dışında kalan burada halen mevcut Türk Azınlığı bakımından) gerçekten "hazin" bir tarihçeye sahiptir. İlgi duyanlar için biraz baştan alalım ve şunu asla unutmayalım : Rodos dahil 12 Adalar, Türkler tarafından fethedildiğinde, burada Yunan değil, 213 yıldır (1309-1522) devam etmekte olan zalim bir Şövalyeler egemenliği vardı. Dolayısıyla Türkiye, 12 Adalar'ı Yunan adaları olarak fethetmiş yada Yunanlılar'dan almış değildir.
Türkler, Rodos'la ilk temaslarını 1467'de kurdular. Bir nevi, neredeyse tüm fetihlerde izlenen "keşif ve yoklama" harekatı çerçevesinde 30 gemi ile adaya gelen Türk birlikleri, köylerden bir miktar esir ve ganimet alarak ayrıldılar. Rodos'a 1480'de 160 gemi ile "fetih" harekatı başlatan Türkler, "yıpratma ve felcetme" stratejisi çerçevesinde yaklaşık 2,5 ay sürdürdükleri kuşatmadan sonra geri çekildiler. Üçüncü defa 1522'de başlatılan kuşatma çerçevesindeki "yıpratma ve felcetme" stratejisi, bu defa 6 ay sürdürüldü. Sonuçta, dayanacak gücü kalmayan Rodoslu Şövalyeler Maestrosu Philippe de L'İsle Adam, 21 Aralık 1522'de imzaladığı anlaşma ile Rodos'u Türklere teslim etmek zorunda kaldı. Ve hemen ardından diğer adalar da Türk egemenliğine dahil edildi. Böylece, son verilen zalim Şövalyeler egemenliğinin yerine, Türk'ün eliyle, 12 Adalar'da, 390 yıl sürecek olan "Osmanlı Barışı" (Pax Ottomana) olarak bilinen siyasal, toplumsal ve kültürel huzur, güven ve barış ortamı tesis edilmiş oldu.
Peki 390 yıl sonra bu ortama son veren, açıkça bozan "gelişme" neydi ? İtalyan işgaliydi. İtalyan birlikleri 4-5 Mayıs 1912'de Rodos'a çıkarma yapmak suretiyle 12 Adalar'da işgal başlattı ve işgali 20 Mayıs'ta tamamladı. Yıl sonuna doğru Türkiye ile İtalya arasında "Ouchy (Uşi) Anlaşması" (15 Ekim 1912) imzalandı. Bu anlaşma ile İtalya, 12 Adalar'dan çekilmeyi, Osmanlı devletinin Trablusgarp ile Bingazi'den çekilmesi şartına bağladı. Ancak çok geçmeden patlayan Balkan ve I. Dünya Savaşı'nda mağlup olan Türkiye, "Lozan Antlaşması"yla (24 Temmuz 1923) Rodos dahil 12 Adalar üzerindeki "bilcümle hukuk ve müstenidatından İtalya lehine feragat ettiğini" (12. madde) bildirdi. Böylece aradan yaklaşık sadece 16 yıl geçti. 390 yılın yanında ne ki ?! Devede kulak !
II. Dünya Savaşı yıllarında (ki Nisan 1939'da İtalya Arnavutluk'a saldırarak işgal etmiş ve Müttefikler Yunanistan'a güvence vermişti) Türkiye, daha önce denenmesine rağmen alınamayan Musul ve Kerkük'ten sonra, "Misak-ı Milli"de yeralan toprakların geri alınması politikası başlattı. Kaldı ki "uluslararası hukuk ve teamülleri" de buna cevaz vermekteydi. Nereden hareket edildi ? Hatay'dan. Türkiye ile Suriye arasında imzalanan "arazi mesailinin kat-i surette halline mutazammım" anlaşmayı onaylayan 3658 sayılı (30 Haziran 1939) Kanun'la "Hatay" sorunu çözüldü. Olağanüstü toplanan Hatay Meclisi, oybirliğiyle Türkiye'ye katılma kararı aldı. Yaklaşık 20 gün sonra da (23 Temmuz 1939) Hatay'da törenle indirilen Fransız bayrağı yerine Türk bayrağı çekildi ve aynı gün buradaki son Fransız birliği de ayrıldı. Hatay, artık tekrar Vatan'ın bünyesindeydi.
Aynı umut çok geçmeden, farklı bir vesileyle 12 Adalar için de doğmaya başladı. II. Dünya Savaşı'na "ilk saldırgan" taraf olarak katılan İtalya'nın (savaşa Türkiye katılsa da katılmasa da) yenilmesi ve 12 Adalar'dan uzaklaştırılması halinde, bu adalar uluslararası hukuk ve teamülleri gereği ilk ve asıl sahibi olan Türkiye'ye iade edilirdi. Türkiye'de bu umut canlı ve yerindeydi. Çünkü, Türkiye için Lozan'da kabul etmesine rağmen 12 Adalar, Türk adaları olarak Türkiye'den alınan adalardı. Yunanistan'dan yada bir başka ülkeden değil. İtalya'nın elinden alınması halinde de, ilk ve asıl sahibi olması nedeniyle uluslararası hukuk ve teamülleri gereği Türkiye'ye iade edilmesi gerekirdi. (Bu arada, İtalya'nın ardından 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı da kesin olarak başlamış, bunların safına çok geçmeden Japonya da eklenmiştir.)
Saldırgan İtalya-Almanya-Japonya'nın karşısında yeralan Müttefikler, birçok kez II. Dünya Savaşı'na katılması için Türkiye'yi, açıkça İnönü'yü zorladılar. (Churchill'in İnönü'ye 31 Ocak 1941 tarihli mektubu, İng. Dış. Bakanı Eden'in bir general eşliğinde 22 Şubat 1941'de Ankara'yı ziyareti, Churchill'in 1 Şubat 1943'te Adana'da İnönü ile görüşmesi bu meyandadır.) Ancak İnönü buna yanaşmadı. Açıkça, savaşa katılmak için iyi bir diplomasi izleyerek, ki başarılı bir asker olduğu kadar başarılı da bir diplomattı, Müttefikler'in zor karşılayabilecekleri denli büyük silah yardımları talebinde bulundu. Diplomasi budur. Halk diliyle "Ver şu kadar silah ve mermi ile parayı katılayım, yoksa neden ve ne uğruna ?!" İnönü'nün, bir başka Türk yetkilinin veya hükümetinin, 12 Adalar'ı istemek akıllarına bile gelmedi. Çünkü İtalya'nın yenildikten sonra buradan çıkarılması halinde, bu adalar, hiçbir zaman egemeni olmayan Yunanistan'a veya ortada bile bulunmayan 425 yıl önceki Şövalyeler'e değil, ilk ve asıl sahibi olarak zaten Türkiye'ye iade edilmesi gerektiği oldukça açık ve kesindi. (Gerçi bu arada Türkiye ile Almanya arasında, kimsenin aleyhine olmayan dostluk ve ticaret anlaşmaları imzalamıştı, mesela gizlice krom da ihrac ediliyordu o başka. Türkiye savaşta değildi ki !) Bununla birlikte Almanya'nın ne yapacağı belli olmaz düşüncesiyle "savaş tertibatı" daha Batı Trakya'dan Alman top sesleri işitildiğinde alınmış, İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli'yi kapsayan bölgede "sıkıyönetim" bile ilan edilmişti. Lakin Alman orduları (nihai hedef olarak Kafkasya'ya uzanmak için), diyelim ki yenebilseler de içinden kesinlikle zor çıkabilecekleri kısa Anadolu yolu yerine, oldukça uzun yolu tercih ederek kuzeye, Bulgaristan'a yöneldi v.s.
Bu arada İnönü, 1 Kasım 1941'de TBMM'nin 3. Toplanma yılını açarken (Batı'nın "savaşa girin" zorlamalarına işaret edercesine) şöyle diyordu : "...Hiçbir şart altında zor kabul etmeyiz...Yangınlar içinde inleyen Avrupa ve Asya Kıt'alarının bitişik noktasında barış ve sessizlik yurdu, Aziz Vatanımızdır." İnönü 23 Şubat 1943'te VII. Milletvekil seçimleri dolayısıyla Millet'e bildirisinde de "...Bugüne kadar Dünya Savaşı'na bulaşmamış olacağımızı, dört yıl evvel kimse tahmin edemezdi.." diyordu. 7 Haziran 1943'teki CHP Kurultayı'nda ise, izlediği başarılı diplomasiden dolayı, gururla vurguluyordu : "...Dünya Savaşı'nın türlü dalgaları ortasında Türk Milleti'nin itibarı ve kuvveti şerefle yükselmiştir..."
Sonuçta..II. Dünya Savaşı bitti. Taraf olmadığından Türkiye'nin katılmadığı Paris'te düzenlenen konferans sonucunda "Paris Barış Andlaşması" (10 Şubat 1947) İmzalandı. İtalya ile ABD, Çin, Fransa, İngiltere, SSCB, Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya, Brezilya, Kanada, Etiyopya, Hindistan, Yeni Zelanda, Ukrayna, Güney Afrika Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan arasında imzalanan bu anlaşmayla, güney-doğu Ege adaları olarak bilinen 12 Adalar'ın İtalya'dan alınarak (eski ve asıl sahibi Türkiye yerine) Yunanistan'a verilmesi kararlaştırıldı. Bunun ardından İtalya ile Yunanistan arasında imzalanan "İtalyan Barış Antlaşması"nın 12. maddesi gereğince de Rodos ve Meis dahil, 12 Adalar Yunanistan'a devredildi. Andlaşma'nın 19. maddesi ile buralardaki azınlıkların (İtalyan azınlığın) hakları güvence altına alındı. Barış Konferansı'nda Türkiye yeralmadığı gerekçesiyle, bu koruyucu hükümlerden Türk Azınlık tam olarak yararlandırılmadı. Türkiye, bu gelişmelere tepki gösterdiyse de pek dikkate alan olmadı.
SONUÇ :
Güney-doğu Ege adaları olarak bilinen 12 Adalar, İtalya'nın elinden alındıktan sonra, (savaşa girmiş olsun-olmasın) ilk ve asıl sahibi olması nedeniyle uluslararası hukuk ve teamülleri gereği Türkiye'ye iade edilmesi gerekirken, savaşta İtalya-Almanya-Japonya'nın karşısında savaşa katılan Müttefikler tarafından, 3 nedenle Yunanistan'a verilmiştir :
1) Israrlarına rağmen, kendi saflarında savaşa katılmayan Türkiye'yi cezalandırmak,
2) 1830'da "bağımsız" devlet olarak ortaya çıkmasından itibaren Yunanistan'ın Türkiye aleyhinde genişlemesini desteklemeye devam etmek ve
3) Yunanistan ile Türkiye arasına, böylece "yakınlaşma engeli" bir "çomak", daha doğrusu "nifak" sokmak. Komşunun toprağını, işgalciden al komşusuna ver. Berbat bir "çomak", kalleşçe bir "nifak" elbet. Türkiye, geçmişten günümüze, 12 Adalar'daki Yunan egemenliğinin "meşru" olduğuna ilişkin herhangi bir ikili veya çok-taraflı bir sözleşmeyi, anlaşmayı yada antlaşmayı, bugüne kadar imzalamış değildir.
alıntı